Hâlid bin Velid Kimdir? Baba Adı : Velid bin Muğire bin Abdullah.
Anne Adı : Asma, Lübabetü’s-Suğra bint-i el-Hâris bin Hazn, el-Hilâliye.
Doğum Tarihi ve Yeri : Takriben, Miladi 586. yıl Mekke’de doğdu.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 21. Miladi 642. yıl Suriye’nin Humus Şehrinde 56 yaşlarında iken vefât etti. Kabri, Suriye Humus’tadır.
Fiziki Yapısı : Oldukça güzel ve baba yiğit bir yapısı vardı.
Eşleri : 1-Esmâ bint-i Enes bin Müdrik el-Has’âmi. 2-Kebşe bint-i Hevze bin Ebu Amr. 3-Ümmü Temim ve ismini bilemedik-lerimiz.
Oğulları : el-Muhacir, Abdurrahman, Abdullah el-Ek-ber, Süleyman, Abdullah el-Asğar ve Velid.
Kızları : Bilgi yok.
Gavzeler : Mekke fethinden sonra 56 savaşa katıldı.
Muhacir mi Ensar mı : Mekke’den, Medine’ye, Muhacirdir.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 18 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Hâlid bin Velid bin Muğire bin Abdullâh bin Ömer bin Mahzum el-Kureyşîy el-Mahzumî’dir.
Lakap ve Künyesi : Ebû Süleyman, Ebû Velid, Fârisü’l-İslâm İslâm’ın süvarisi, Seyfullâh, Allâh’ın kılıncı.
Kimlerle Akraba idi : Velid bin Velid’in kardeşi. Resûlullâh’ın hanımı Meymune’den taraf baldızı Lübâbetü’l-Suğra’nın da oğludur.
Hâlid bin Velid, bin Muğire, bin Abdullah, bin Amr, bin Mahzum, el-Kureyşîy, el-Mahzumî’dir. Babası: Meşhur Velid bin Muğire, Kureyş kabilesi arasında seçkin bir kişiydi. Annesi ise Asmâ Lübâbetü’s-Suğra bint-i Hâris bin Harb el-Hilâliye’dir. Annesinin ablası Lübabetü’l-Kübra, Hz.Abbâs (r.a)’ın zevcesidir. Diğer kız kardeşi Meymune bint-i Hâris ise, Resûlullâh’ın zevcesi idi. Künyesi Ebû Süleyman, Ebû Velid’dir. lâkabı Allâh’ın kılıcı manasında Seyfullâh’dır. Diğer bir lakabı: Fârisü’l-İslâm, İslâm’ın Süvarisi’dir. Ayrıca, Ebû Cehl ile amca çocuklarıdır. Resûlullâh ile soyları yedinci göbekte Mürre bin Kâ’b’da birleşir.Hâlid bin Velid’in mensub olduğu ailesi Kureyş’in eşrafından olduğu kadar Mekke içinde ve dışında muhterem ve itibarlı bir aile idi. Kureyş kabilesinin Mahzum Oğulları kolun’un ana görevleri ise: (Hılfü’l-ahlâf, Kubbe, ve, E’inne) Yani, câhiliye devrinde Mekke’nin idaresi hususunda teşekkül eden idari görevlerden, savaşlarda askeri araç ve gereçlerin kor-unması, ve ordunun donatımı için çadırlar kurdurma, ve süvari birliğinin komutanlığı gibi, ordunun sevk ve idare kumandanlığı ve diplomasi işleri ile uğraşırlardı. Bu itibarla bütün Arab kabileleri tarafından tanınmakta ve saygı görmekte idiler. Hâlid bin Velid, Kureyşilerin cesur süvarilerinden ve namlı yiğitlerindendi. Aynı zamanda ticaretle de meşğul olurdu.Hâlid bin Velid doğumundan sonra, Mekke’deki geleneğe uyularak temiz ve sağlıklı bir iklimde yetiştirilmek üzere çöldeki bir âilenin yanına verildi. Beş altı yaşlarına ulaşıncada, Mekke’ye âilesinin yanına döndü. Oğlunun yetişmesine büyük önem veren babası Velid bin Muğire, ona Arablar’ın sahib olmak istedikleri kanramanlık, cesaret ve cömertlik gibi iyi hasletler telkin etmeye, Muğire soyundan gelen bir Mahzûmlu olduğunu ve bu soy ile övünmesi gerektiğini zihnine yerleştirmeye başladı.Kabilesinin yürüttüğü E’inne süvari vazifesinin bir gereği olarak ata binmeyi, iyi ok atmayı mızrak, kalkan ve kılınç kullanmayı, süvari birlik-lerini sevk ve idare etmeyi sürekli yaparak çok iyi öğrendi. Spor yaparak güçlü bir fiziğe sahib oldu. Çocukluğunda akranı olan Hz.Ömer ile güreş tuttuğu, Hz.Ömer’in onu yendiği, ve bacağının kırılmasına sebeb olduğu rivâyet edilir. Tam tersi de rivâyet edilir. Hâlid bin Velid, bu gençlik yılla-rında zaman zaman, diğer Kureyşli zengin çocukları gibi, ticaret kervan-larıyla, Suriye, Busra, Şam, Kudüs, İskenderiye Mısır, Irak, Medâin, ve Yemen’e gitti. Bu gezileri sırasında özellikle, ilim, bilim, din, ve devlet adamlarının yanı sıra, askeri yetkililer ile görüşüb tanışıp bilgi ve tecrü-besini geliştirmiştir.Onun yetişme çağında okuma yazma öğrendiği ve bu sayede gezdiği Bizans Rum diyarlarında Roma medeniyetini, İran taraflarında İran Sasani medeniyetini, Yemen’in tarihi birikimini, dini, ticari ve askeri gelişmeleri öğrenib, bunca bilgi ve birikimleri Mekke’ye taşıdı. Bunlardan dolayı da herkesin yanında Hâlid bin Velid’in yeri bir başka idi. Müslüman olduktan sonrada, bütün bilgi ve birikimlerinin tümünü, Müslümanlık için kullandı. Resûlullâh (s.a.v)’ın kâtibleri, ve ordu komutanları arasında hak ettiği yeri aldığı, hayat serüveninden bilinmektedir.İslâm dâvetini, câhiliye devrinin âdet ve geleneklerini yıkan, Kabile taassubunu, gurur ve asâbiyeti, ırkçılığı köleliği, ortadan kaldıran bir hareket olarak değerlendiren Hâlid bin Velid (r.a), câhiliye devrinde İslâm dinine karşı düşmanlıkta, Hz.Muhammed’e ve O’na inanan kişilere karşı nefrette, başta babası Velid bin Muğire, olmak üzere diğer kabile mensub-ları ve Kureyşilerin ileri gelenleri gibi, oda düşünüyor ve hareket ediyordu. Bu düşmanlığın ve mücadelenin öncülüğünü yapan kabilesi, Mekke’de Müslümanlara yaptıkları yetmiyormuş gibi, Hicretten sonra Müslümanlara karşı başlayan silahlı mücadelede Kubbe ve E’inne vazifelerinin tabii sonucu olarak aktif görevler üstlendi.Hâlid bin Velid’ın Miladi 13 Mart 624 yılında, Hicretten ondokuz ay sonra, Ramazan ayının on yedisinde yapılan Bedir Ğazvesi’ne iştirak edib etmediği kesin olarak bilinmemektedir. İbn-i Sa’d onun Bedir Savaşı’na katıldığını rivâyet eder. Ancak, şu rivâyet kesindir:Kardeşi, Velid bin Velid, Bedir Savaşı’nda Müslümanlara karşı müş-riklerle birlikte savaşmıştı. Savaşın sonlarına doğru, Abdullah bin Cahş tarafından esir alınmıştı. Kardeşleri Hâlid bin Velid ile Hişâm bin Velid, onu kurtarmak üzere Medine’ye geldiler. Abdullah bin Cahş (r.a), dört bin dirhem verilmedikçe bırakmak istemedi. Hâlid bin Velid buna râzı oldu. Fakat, kardeşi Hişâm râzı olmadı. Çünkü onunla, Hâlid gibi ana baba bir kardeş değildiler. Anneleri ayrı idi.Hâlid bin Velid: “-Vallâhi kurtaracağım kişi babam olsaydı, ona da ancak şöyle şöyle yapardım!”dedi.Hişâm’ın bu teklifi Resûlullâh’a duyuruldu. Resûlullâh, bunu kabul etmedi. Velid’in kurtulmalığı olmak üzere babasının silâhının verilmesini tensib etti. Buna Hişâm râzı oldu, Hâlid râzı olmadı. Velid’in babasının silâhı: Geniş bir zırhlı gömlekle bir kılıç ve bir zırhlı gömlekle bir kılıç ve bir miğferdi ki bunların kıymeti yüz dinar tutmakta idi.Nihayet her ikisi de silâhı vermeye râzı oldular ve kardeşleri Velid’i kurtardılar. Birlikte Zülhüleyfe’ye gelib kavuştukları zaman, Velid oradan kaçtı, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelib Müslüman oldu.Hâlid bin Velid, ona: “-Madem böyle yapacaktın, kurtulmalığı ödemeden Muhammed’e tâbi’ olsaydın da, babamızdan kalan şerefli bir hatırayı elimizden çıkar-masan olmaz mıydı? Sen, bunu ne diye yaptın?” dedi.Velid bin Velid: “-Kureyş kavmi kurtulmalıktan kaçtı kaçındı da Muhammed’e tâbi oldu, demesinler diye kavmimin ödediği gibi kurtulmalık ödemedikçe Müslüman olmadım!”dedi.Daha sonra ki zamanlarda Velid bin Velid Mekke’ye ziyarete gittiği zaman kardeşleri onu Mahzumoğullarından bazı Müslümanlarla ezcümle Eyyaş bin Rebiâ ve Seleme bin Hişâm’la birlikte habsettiler. İşkenceden işkenceye uğrattılar. Bunun üzerine, Resûlullâh (s.a.v) duâsına Velid’i de kattı. Velid, bir fırsatını bularak bağlı bulunduğu yerden kaçıb, Medine’ye geldi. Resûlullâh (s.a.v), ona, Eyyaş ve Seleme’yi sordu.Velid bin Velid’de: “-Birinin ayağı ötekinin ayağına bağlanmış, şiddetli azab ve işken-celer altında kıvranır bir halde bulunuyorlar!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Mekke’de işkenceler altında bulunan Müslüman-ları kimin gidib kurtarabileceğini sordu.Velid bin Velid: “-Yâ Resûlallâh! Onları ben kurtarır sana getiririm!”dedi.Tekrar Mekke’ye geri gitti, şehre girdi. Yolda yemek taşıyan bir kadına rastladı. Ona: “-Ey Allâh’ın kulu kadın! Bu, yiyecekleri nereye ve kime götürmek istiyorsun?”dedi.Kadın da: “-Şuradaki iki mahbus adama!”dedi.Velid bin Velid, onların nerede bulunduklarını öğreninceye kadar takibetti. Onlar tavansız dört duvardan ibaret bir evde hapsedilmişlerdi. Gece olunca, Velid (r.a), duvarın üzerinden sıyrılıb onların yanlarına indi. Bir taşa iple bağlanmışlardı. Kılıçla vurub bağlarını kesti. Onları devesine bindirib Mekke’den çıkardı.Medine’nin Hârre mevkiine gelinceye kadar, müşrikler tarafından takip olunmak ele geçirilmek endişesi ve korkusu ile hiç durmadan hiç dinlenmeden deveye yol aldırdı. Müşrikler, bu durumu öğrenir öğrenmez kardeşi Hâlid bin Velid’i bazı kimselerle birlikte Ûsfan’a yolladılar.Bir takımları da, deniz yolu semti olan Emec’e doğru araştırmaya çıktılar. Resûlullâh (s.a.v)’de hicrette o yolu takib etmişti. Küçük kafile Hârre mevkiine gelib kavuştuğu zaman Velid’in yaya yürümekten ayak parmakları parçalanmış kanlar içinde kalmıştı. 1Kardeşi Velid bin Velid’in, onları, Mekke’den gizlice kaçırdığını öğrenen Hâlid bin Velid, onların peşlerine düşüb, ne kadar araştırdıysa onları bulamadı, öfkeli ve eli boş bir şekilde Mekke’ye geri döndü.Bedir Savaşı’nda, Kureyş’ın ileri gelenleri ve Benî Mahzum’un büy-ükleri katledilib ölünce, Hâlid bin Velid, Hicretin üçüncü yılının Şevval ayı, Miladi 24 Mart 625 yılındaki Uhud Ğazvesi’nden başlayarak Mekke Kureyş ordusunun süvari kuvvetlerinin kumandanı oldu. Müslümanların lehine sonuçlanmak üzere devam eden Uhud Ğazvesi’ınde, Resûlullâh’ın kesin emrine rağmen bazı Müslümanların Ayneyn Tepesi’ndeki okçuluk görevinden ayrılmasını görünce İslâm ordusuna Ayneyn Dağı’nın arkasın-dan hücum ederek savaşın neticesini kendi lehlerinde değiştirdi. Uhud Savaşı’nda Müslümanlara çok büyük zayiatlar verdirdi. Bu savaşta Hâlid bin Velid, askeri ehliyet ve kabiliyetini açıkça göstermiş oldu.Hicretin 5. Miladi 627 yıllarında Hendek Kuşatması’nda Kureyş’ın süvari birliklerinin başında bulunan Hâlid bin Velid, zaman zaman kazı-lan hendeği aşmaya çalıştı. Resûlullâh (s.a.v)’ın çadırı hizasındaki bölge-den şiddetli saldırıya girişti. Ancak, gece yarısına kadar devam eden bu uğraşmadan ve saldırıdan hiçbir sonuç alamadı. Çok büyük bir kuvvete sahib olarak Medine’de Müslümanlara hiçbir şey yapamaması, Kureyş’in süvari komutanı Hâlid bin Velid’i derin düşüncelere sevketti. Hendek Kuşatması’ndan sonra Mekke’ye geri dönen Kureyş ordusunun arkasını emniyete alma vazifesini Amr bin Âs ile birlikte yerine getirdi.Hicretin 6. Miladi 628. yılda Umre yapmak niyetiyle Hudeybiye’ye gelen, Resûlullâh (s.a.v) ve Müslümanları Mekke’ye sokmak istemeyen Kureyşiler, Usfân önünde bulunan Gamim adlı tepeye yerleştirdikleri iki yüz kişilik bir süvari birliğine Hâlid bin Velid’in kumanda etmesini karar-laştırdılar. Buradan ötesini bizzat kendisinden dinleyelim:Hâlid Bin Velid’in Müslüman Oluşu:Hâlid bin Velid (r.a) şunları anlatıyor:“-Yüce Allâh benim hakkımda hayır murat edince kalbime İslâm’ı yerleştirdi ve aklımı başıma getirdi. Kendi kendime şöyle dedim:“-Ben Muhammed’e karşı yapılan bütün savaşlarda bulundum. Her savaştan dönüşte kendimi yanlış bir iş yapmış görüyordum. Ve gerçekten Muhammed’in ğâlib geleceğini biliyordum.Resûlullâh (s.a.v), Hudeybiye’ye doğru gelmeye başlayınca, ben de müşrik bir süvari ğrubunun başında yola çıktım ve Usfan’da Resûlullâh ile ashâbına yetiştim. O’na yaklaştım ve gözüktüm. Resûlullâh, Ashâb’ına önümüzde öğlen namazını kıldırdı. Onlara, hücum etmenin tam sırası, diye düşündüm. Sonra her nasıl olduysa vazgeçtik. Bu da hayırlı oldu. Resûlullâh kalbimden geçenlere müttali oldu ki, ashabına ikindi namazını Salât-ı Havf olarak kıldırdı. Bu bize çok tesir etti. “-Bu, Allâh tarafından korunuyor!”dedim.Sonra, oradan ayrıldı ve yolunu değiştirerek birden sağ tarafa doğru yöneldi. Kureyşilerle Hudeybiye’de on yıllık bir sulh anlaşması yaptıktan ve Kureyşiler onu geri çevirdikten sonra kendi kendime:“-Artık geriye ne kaldı ki? Nereye gideyim? Necaşi’ye mi? O da, Muhammed’e uydu, ve Muhammed’in Ashâb’ı, onun yanında emniyet içinde yaşıyor. Yoksa Heraklius’un yanına gideyim de, bu dini bırakıb Hıristiyan veya Yahudi mi olayım? İran’da mı ikâmet edeyim? Yahut, geriye kalanlarla evimde mi kalayım? İşte, ben böyle kararsızlık içinde bocalarken, Resûlullâh ve ashâbı geçen senenin Umresini kaza etmek için Mekke’ye geldi. Ben ise onun beni görmemesi için gizlendim. Mekke’ye girişini de göremedim. Kardeşim Velid bin Velid, Resûlullâh ile beraber Umre’lerini kaza etmek için gelmiş beni epeyce arayıb da bulamayınca, şu mektubu yazmış:“-Bismillâhirrahmânirrahîm! Bu kadar akıllı olduğun halde İslâm’a girmekten kaçman kadar acayib bir şey göremedim. İslâm gibi bir dinden kim uzak kalabilir? Resûlullâh bana seni sordu ve: “-Hâlid nerede?”dedi.Ben de: “-Allâh onu getirir!”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-Onun gibiler İslâm’a uzak kalabilir mi? Mücadele ve gayretini Müslümanlar için yapsaydı onun için daha iyi olurdu. Onu diğerlerinden daha üstün tutardık!”dedi. “-Kardeşim, Hâlid! Çabuk ulaş, fırsatları kaçırma!”Kardeşimin mektubu gelince ortaya çıkmakta acele ettim ve İslâm’a girme isteğim’de epey arttı. Resûlullâh’ın beni sormasına çok sevindim. Rüyamda çok dar ve kurak bir yerden geniş ve yeşil bir ülkeye çıktığımı gördüm. Bu rüya herhalde doğru, dedim. Medine’ye gelince, bu rüyayı Ebû Bekr’e tabir ettireyim dedim. Gerçekten de Medine’ye vardığım zaman rüyamı ona anlattım.Ebû Bekr: “-Çıkışın, Allâh’ın seni İslâm’a yöneltmesidir. İçinde bulunduğun dar yer şirktir!”diye tabir etmişti.Resûlullâh’ın yanına gitmeye karar verince kendime bir arkadaş aradım. Safvan bin Ümeyye’ye rastladım. “-Ey Ebû Vehb! İçinde bulunduğumuz durumu biliyor musun? Biz çok azaldık. Muhammed ise Arablara ve Acemlere ğalib geliyor!”dedim.Safvan bin Ümeyye itiraz etti, ve: “-Kendimden başka kimse de kalmasa, yine ona tâbi’ olmam!”dedi.Bunun üzerine ayrıldık. Ben kendi kendime: “-Bunun kardeşi ve babası Bedir Savaşı’nda öldürüldü!”dedim.Sonra İkrime bin Ebi Cehl’e rastladım. Safvan bin Ümeyye’ye söy-lediklerimi ona da söyledim. O da Safvan gibi cevab verdi. Ona: “-Sakın açığa vurma!”dedim. “-Kimseye söylemem!”dedi.Evime gittim bineğimi hazırlamalarını söyledim. Sonra bindim ve yola koyuldum. Yolda Osman bin Talha’ya rastladım. “-Arzu ettiğim şeyi ona söylesem bu bana dost olur!”dedim.Onunda dedelerinden öldürülenleri hatırladım. Sonra ise bunları ona hatırlatmayı doğru bulmadım. Tam yola çıkarken bunları hatırlatmanın ne mânâsı var! Dedim. Durumu söyledim. Bir delikteki tilki gibi olduğumu- zu, yukarıdan bir kere su dökülünce çıkmaya mecbur kalacağımızı anlat-tım ve diğer ikisine söylediklerimi ona da söyledim. Hemen kabul etti!” “-Ben, bugün yola çıkacağım, işte bineğim!”dedim.Ye’cec mevkiinde buluşmak üzere sözleştik. Eğer, o önce gelirse, beni bekleyecekti. Ben, önce gelirsem, onu bekleyecektim. Seher vakti olunca yola çıktım ve şafak sökmeden Ye’cec’de buluştuk. Kuşluk vakti yola çıktık, ve Hidde’ye vardık. Orada Amr bin Âs’la karşılaştık. “-Hoş geldiniz!”dedi. “-Hoş bulduk!”dedik. “-Nereye gidiyorsunuz?”dedi.Biz de: “-Sen ne için yola çıktın?”dedik.Aynı suali o da bize sordu.Biz de: “-İslâm’a girmek ve Muhammed’e tâbi olmak için!” dedik. “-Beni de buralara getiren sebeb budur!”dedi. 2 “-Vallâhi, artık tutulacak doğru yol, belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât, muhakkak Peygamberdir. Vallâhi, ben hemen ona gidib Müslüman olaca-ğım! Daha, ne zamana kadar bekleyib duracağım? Aklı başında olanlardan, Müslümanlığa girmeyen, kalmadı. Vallâhi, biz böyle oturub duracak olur-sak, sırtlanların, inlerinde yakalandıkları gibi, Muhammed’de bizi, boyun-larımızdan tutub yakalayacaktır!”dedim.Hep birlikte yoldaşlık ve arkadaşlık ederek Medine’ye geldik. Hârre mevkiinin arkasında develerimizi ıhdırdık. Bizim Medine’ye geldiğimiz, Resûlullâh (s.a.v)’e, haber verilince, çok sevinmiş. Elbisemin en iyisini giydikten sonra, Resûlullâh ile görüşmeye hazırlanmıştım ki, kardeşim Velid bin Velid gelib beni buldu ve: “-Acele et ey kardeşim! Çünkü, Resûlullâh (s.a.v)’e, senin geldiğin haber verilmiş. Gelişin O’nu çok sevindirmiştir. Kendisi, şimdi sizleri bekliyor!”deyince, yürümeyi hızlandırdım.Resûlullâh bizleri görünce: “-Mekke, ciğer pârelerini kucağınıza attı!”buyurdu.Huzuruna çıktığım zaman, Resûlullâh, bana gülümseyib duruyordu. Yanına kadar varıb durdum. Kendisine, Peygamberlik selâmı ile selâm verdim. Selâmıma, güler yüzle mukabele etti. “-Allâh’dan başka ilâh bulunmadığına, Seninde Resûlullâh olduğuna şehâdet ediyorum!”dedim.Resûlullâh (s.a.v), bana: “-Beri gel!”buyurdu. Sonra da: “-Sana hidâyet eden, doğru yolu gösteren Allâh’a hamd olsun! Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun, er geç seni selâmet ve hayra eriştireceğini umuyorum!”buyurdu.Bende: “-Yâ Resûlallâh! Sen, benim, Sana karşı açılan savaşların hepsinde, Hak’dan inatla uzaklaşmış olarak bulunduğumu biliyorsundur. Benim bu yoldaki günahlarımı bağışlayıb yargılaması için Allâh’a duâ et!”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları keser, atar!” buyurdular. “-Yâ Resûlallâh! Benim için böylece duâ etsen?”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-Ey Allâh’ım! Hâlid’in, Senin kullarını, Senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün çabalarından ileri gelen günahlarını bağışla!”diye duâ buyurdu.Amr bin Âs ile, Osman bin Talha’da varıb, Resûlullâh (s.a.v) ile konuşub bey’at ettiler.Resûlullâh’ın yanına varışımız, sekizinci yılın Sefer ayında idi. Vallâhi, Müslüman olduğum günden beri, Resûlullâh (s.a.v) beni, mühim işlerde ashâbı’nın hiçbirinden ayırmadı!”Resûlullâh (s.a.v), Ensâr’ın ileri gelenlerinden Hârise bin Nû’man’ın kendisine bağışladığı Medine’de Mescid-i Nebevi civarındaki evlerden birini Hâlid bin Velid’e verdi. Evin darlığından şikâyet edince de: “-Binayı yukarı doğru yükselt! Allâh’dan da genişlik iste!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i, üç yıl boyunca tüm savaşlarda daima süvari birliği kumandanlığıyla vaziflendirmiş ve bu vazifenden hiç ayrılmamıştır. 3Bundan böyle Hâlid bin Velid (r.a), artık güç ve kuvvetini yalnız Allâh yolunda ve İslâm düşmanlarına karşı kullanacaktı. Bu uğurda, onun katıldığı ilk cihad, Ürdün bölgesinde ki Mûte Savaşı oldu.Mû’te Savaşı:Bu savaşın sebebi: Resûlullâh (s.a.v)’in Rum Kayseri’ne İslâm’a dâvet mektubunu gönderdiği Hâris bin Umeyr (r.a)’ın Şam valilerinden Şurahbil bin Amr tarafından şehid edilmesiydi. Bu hadise Resûlullâh’ın çok ağrına gitti. Hemen üç bin kişilik bir ordu hazırladı. Orduya Zeyd bin Hârise (r.a) kumanda edecekti. Şayet, Zeyd şehid olursa Ca’fer bin Ebî Tâlib (r.a) kumandayı ele alacak, o da şehid olursa Abdullah bin Revâha kumandan olacaktı. Hâlid bin Velid’de orduya bir nefer olarak katılmıştı.Medine’den hareket eden mücahidler Bizanslılarla Mû’te mevkiinde karşılaştılar. Bizans Rum ordusunun sayısı yüz bin civarındaydı. Diğer bir rivâyete göre sayıları iki yüz bin idi. Üstelik mükemmel bir şekilde silâhlanmışlardı. Fakat, onların sayıca kalabalık, ve silâh yönünden de üstün olmaları mücahidleri korkutmadı. Çünkü, onlar zaten şehid olmak arzusu ile cihada katılmışlardı. İşte bu fırsat önlerindeydi. Hiç tereddüt etmeden kumandanları Zeyd bin Hârise’nin arkasından Tekbir sesleri ile şahlan-dılar. Bir müddet savaşıldıktan sonra, ardı ardına Zeyd bin Hârise, Câ’fer bin Ebi Tâlib ve Abdullah bin Revâha (r.a), kahramanca çarpışarak şehid olarak cennete uçtular.İslâm ordusu kumandansız kalmıştı. Bizans Rum askerleri neredeyse Müslümanların hepsini imha edeceklerdi. Sahâbelerin bir kısmı şehid düştü. Bu arada Sâbit bin Akrem (r.a), sancağa sarılarak dağılan askeri toplamaya uğraşıyordu. “-Ey Müslümanlar! İçinizden birini kumandan olarak seçin ve onun çevresinde toplanın!”diyordu.Müslümanlar her taraftan onun sesine ve etrafına gelib toplandılar. “-Biz, seni kumandan seçtik, sana râzıyız!”dediler.Fakat o, bunu kabul etmedi, ve sancağı Hâlid bin Velid (r.a)’e uzattı. Hâlid, kumandanlığı kabul etmek istemediyse de Sâbit bin Akrem’in: “-Al be adam! Sen, savaş usulünü benden daha iyi bilirsin!”Demesi üzerine sancağı elinden aldı. Zaten mücahidlerin hepsi onun kumandan olmasını canu gönülden istiyorlardı. Bu arada, Cenâb-ı Hak zaman ve mekân perdelerini ortadan kaldırdı. Savaş meydanını olduğu gibi, Resûlullâh (s.a.v)’in gözleri önüne serdi. Resûlullâh (s.a.v) minbere çıkıp oturdu. Müslümanlar toplanınca şöyle buyurdu:“-Onlar, düşmanla karşılaştılar. Zeyd şehid oldu. O, şimdi cennete girdi. Orada koşub duruyor. Sonra sancağı Câ’fer aldı. O da şehid oldu. Şimdi o, yakuttan iki kanadıyla cennette uçuyor. Câ’fer’den sonra sancağı Abdullah bin Revâha aldı. O da elinde sancak olduğu halde şehid edildi. Abdullah bin Revâha’dan sonra sancağı Hâlid bin Velid aldı. İşte şimdi ocak tutuştu, savaş kızıştı.Resûlullâh (s.a.v), daha sonra da ellerini kaldırarak: “-Ey Allâh’ım! O, senin kılıçlarından bir kılıçtır. Ona yardım et!”Şeklinde duâ etti. Böylece Resûlullâh (s.a.v)’in duâsına da mazhar olan İslâm ordusu derlenib toparlanmaya, Hâlid bin Velid (r.a)’in kuman-dasında düşmanla çarpışmaya devam etti. Çok geçmeden de Rumlar’dan önemli bir bölüğü bozguna uğrattı. Vakit bir hayli ilerlemiş, karanlık iyice bastırmıştı. İki ordu birbirinden ayrıldı ve istirahata çekildi. Hâlid bin Velid için, bu bulunmaz bir fırsattı. Bu anı iyi değerlendirmesi gereki-yordu. Hâlid bin Velid, harb hususunda tecrübeliydi. Artık bu tecrübesini göstermeli, hem mücahidleri imhadan kurtarmalı, hem de bir avuç askerle kalabalık Bizans ordusuna ağır bir darbe indirmeliydi.Kendi karargâhını dolaştı, askere moral verdi. Gece yarısından sonra düşündüğü planı tatbika koydu. Sağ kanattaki mücahidleri sol kanada, sol kanattakileri sağa, arkadakileri öne, ve öndekileri de arka safa yerleştirdi. Böylece, Müslümanlara taze kuvvetler gelmiş, imajını vererek düşmanın kuve-i maneviyesini sarsmak istiyordu. Sabah olunca da hiç vakit geçir-meden “hücum” emrini verdi. Rumlar, daha önce şekil ve kıyafetlerini gördükleri Müslümanlardan başkalarını görünce: “-Herhalde bunlara yardımcı taze kuvvet gelmiş?”dediler.Yüreklerine bir korku düştü, ve paniğe kapıldılar. Bunu fırsat bilen mücahidler âni bir hücuma geçtiler ve düşmanı bozguna uğrattılar. Ordu komutanı’da ön safta kılıç sallıyordu. Öyle ki, o gün Hâlid bin Velid’in elinde dokuz kılıç kırıldı. Böylece Müslümanlar, Hâlid (r.a)’in başarılı kumandanlığı sayesinde büyük bir başarı kazandılar. Birçok ğanimet ele geçirerek Medine’nin yolunu tuttular. Bundan sonra Hâlid bin Velid (r.a), “Seyfullâh” yani Allâh’ın kılıncı lâkabıyla anılmaya başladı.Avf bin Mâlik el-Eşcei anlatıyor:“-Zeyd bin Hârise kumandasında, Mû’te Savaşı’na giden orduya, her Müslüman gibi ben de katılmıştım. Yanımdaysa, Yemen’den, bu orduya yardım için gönderilen, elinde kılıcından başka bir şeyi olmayan bir adam vardı. Yolda, Müslümanlardan birisi bir deve kesmişti. Yemenli zât, kesilen o devenin, derisinden bir parça istedi. O, Müslüman da deriyi verdi. Yemenli zat, bu deriden kendisine kalkan yaptı. Yolumuza devam ettik. Nihayet Rum ordularıyla karşılaştık. Düşman içinde eyeri altın işlemeli doru bir kısrak üzerinde bir adam vardı. Silâhlarıda işlemeliydi. Bu adam, Müslümanlara çok zayiât verdiriyordu.Yemenli zât, bir kayanın arkasına gizlenerek bu adamı haklamak için pusuya yattı. Yaklaşır yaklaşmaz da, atının ayağına vurarak onu yere düşürdü. Yemenli, onun tepesine dikilib işini bitirdi. Atını ve silâhını da ğanimet olarak aldı. Allâh, Müslümanlara zafer ihsan edince, savaşın sonunda, Hâlid bin Velid, bu Yemenli adama, birini göndererek, hak ettiği ğanimetleri elinden aldı. Ben, bunu duyar duymaz, Hâlid’e gelerek: “-Yâ Hâlid! Resûlullâh’ın bu ğanimetlerin öldüren kişiye ait olduğu-na hüküm verdiğini biliyor musun?”dedim. “-Evet biliyorum, ama bu kadar ğanimeti ona çok gördüm!”dedi.Ben de: “-Ya bu ğanimetleri ona geri iâde edersin, veya, Resûlullâh’ın yanın-da sana, bunun hesabını sorarım!”dedim.Hâlid, geri vermemekte ısrar etti. Medine’ye dönünce, Resûlullâh’ın yanına vardık. Ben, bu Yemenli adamın hadisesini ve Hâlid’in yaptıklarını, Resûlullâh’a anlattım.Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ Hâlid! Seni böyle yapmaya sevkeden ne?”diye sordu.O da: “-Yâ Resûlallâh! Bu kadar ğanimeti bir kişiye çok bulmamdır!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ Hâlid! Ondan ne aldıysan hepsini geri ver!”buyurdu.Ben: “-Haydi ver, yâ Hâlid! Ben, sana söylememiş miydim?”dedim.Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v): “-Neyi söyledin?”dedi.Ben, bu durumu anlattım. Resûlullâh (s.a.v) birden kızdı: “-Yâ Hâlid! Ona cevab verme! Siz de kumandanlarımın fazla üstüne gitmeyin, bütün sıkıntıları onlar çekiyor. Başarılarından da sizler istifâde ediyorsunuz!”buyurdu. 4Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir:“-Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte bir yerde konaklamıştık. İnsanlar ora-dan gelib geçiyordu. Resûlullâh (s.a.v): “-Bu kimdir, ya Ebû Hüreyre?”diye soruyor, ben de: “-Filancadır!”diyordum.Resûlullâh (s.a.v)’de: “-Bu Allâh’ın ne iyi kuludur!”diye karşılık veriyordu.Sonra yine: “-Bu kimdir?”diye soruyor, ben de: “-Falacadır!”diyordum. O da: “-Allâh’ın ne kötü kuludur bu!”diyordu.Nihayet oradan Hâlid bin Velid geçti. Resûlullâh (s.a.v) yine: “-Bu kimdir?”diye sordu. “-Hâlid bin Velid!”dedim. “-Hâlid bin Velid Allâh’ın ne iyi kuludur! O, Allâh’ın kılıçlarından biridir!”buyurdular. 5Mekke’nin Fethi:Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında Resûlullâh (s.a.v)’in, Mekke fethi için kumandanlarından ilk önce vazifelendirib Mekke’ye hareket ettirdiği kumandan Hâlid bin Velid idi. Hâlid bin Velid (r.a), Mekke’ye, Mekke’nin aşağısındaki yoldan girdi. Kureyşiler; Benî Bekir’lerle, Benî Hâris bin Abdimenatları, Huzeylleri, ve Ehâbiş’i orada toplamışlar, onlara Mekke’nin aşağısında bulunmalarını ve kendilerine yardımcı olmalarını emretmişlerdi. Hâlid bin Velid (r.a), Hândeme dağının dibinde, Safvan bin Ümeyye, İkrime bin Ebî Cehl, ve Süheyl bin Âmr’ın, Müslümanlarla çarpışmak üzere toplandıkları bu cemaatla karşılaştı.Bunlar, Hâlid bin Velid’in, Mekke’ye girmesine engel olmak iste-diler. Silâh çektiler, üzerlerine ok yağdırmaya başladılar. Hâlid bin Velid, İslâm ordularının sağ cenahının kumandanlığını yapıyordu. Mekke’ye girişi esnasında müşrikler: “-Mekke’ye hiçbir zaman, harble giremeyeceksin!”dediler.Hâlid bin Velid (r.a)’a, karşı koyanlar, bilhassa Benî Bekir’ler ile Ehâbiş’ler idi. Hâlid bin Velid (r.a), askerlerine bağırdı: “-Onlarla, çarpışınız! Öldürülebilen, öldürülecek, bozguna uğrayıb kaçan, öldürülmeyecektir!”dedi.Kaçan kişilerin peşlerine düşülüb araştırılmalarını yasakladı. Onlar, develerin iki sağım süresi arasında, bozgunun en kötüsüyle bozguna uğra-tıldılar. Hazvere çarşısına kadar takib edilerek öldürüldüler. Pek çokları, oraya buraya kaçıştılar. Bir kısmı da dağ başlarına kaçtı. Handeme Dağına at üzerinde kaçanlar, evlerine saklananlar da vardı. Müslümanlar, kaçan-ları peşini takib etmediler. Safvan bin Ümeyye, İkrime bin Ebî Cehl, ve Süheyl bin Âmr, gibi Kureyşiler’in ileri gelenleri Mekke’den kaçmışlardı.Silâhlarını, sırf Resûlullâh’ın ve Ashâbı için onarıb Handeme’de Müslümanları yenerek onlardan alacağı esiri karısına hizmetçi yapacağını vaa’d eden Hımas adında biri, bu adam, hanımına daha önceleri: “-Ben de bu savaşa gideyim, sana bir esir hizmetçi getireyim!”deyip Müslümanlara karşı savaşa gitmişti. Sonunda kaça kaça evine hizmetçisiz geri dönmüştü.Hanımı: “-Bana, söylemiş olduğun, vaa’d ettiğin hizmetçi nerede kaldı? Seni beklemekten geri durmadım!”diyerek onunla alay etti.Hımas: “-Alay etmeyi bırakta, kapıyı üzerime sıkıca kapat! Çünkü kim kapı-sını kapar, evinde oturursa, ona, emân verilmiştir!”dedi.Hanımı: “-Yazıklar olsun sana! Ben, seni, Muhammed ile çarpışmaktan alı-koymak istememiş mi idim? Ben sana, kaç kere O’nunla çarpışmışsanız, muhakkak, O’nun sizlere ğalebe çaldığını gördüm! Dememiş mi idim? Kapamamı istediğin kapımız nedir?”dedi.Hımas: “-O, hiç kimseye açılmayacak kapıdır? Eğer sen, bizim Handeme de Hâlid bin Velid’in karşısında ki halimizi; Safvan bin Ümeyye’nın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebû Yezid Süheyl bin Amr’ın, nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü kılıçlarla nasıl karşılanıb vurulduğumuzu, bacak ve kafataslarının nasıl biçildiklerini, onların arkamızdan nasıl homurdandıklarını ve haykırdık-larını hele bir görmüş olaydın da?! Beni kınayacak en küçük bir söz bile söylemezdin!”dedi.Ebû Süfyân ile, Hâkim bin Hizâm ise: “-Ey Kureyş topluluğu! Siz ne diye kendinizi boş yere öldürüyor-sunuz? Kim, Ebû Süfyân’ın evine girer, sığınırsa, ona emân verilmiştir! Kim, Hâkim bin Hizâm’ın evine sığınırsa, ona, emân güvence verilmiştir! Kim silâhını elinden bırakırsa, ona da emân güvence verilmiştir!”diyerek bağırıyorlardı.Bunun üzerine, halk, evlerine girmek için koşuşub sokak kapılarını üzerlerine kapamaya ve silâhlarını yollara atmaya, Müslümanlar da, atılan silâhları teslim almaya başladılar.Resûlullâh (s.a.v), Mekke’ye girerlerken, güneş, gökte yükselmişti. Devesinin üzerinde, Fetih Sûresini yüksek sesle okuyordu. Allâh’a şükür ve tevazuundan dolayı, başını önüne eğmişdi. Resûlullâh (s.a.v), Ezâhır yokuşuna çıkınca, kılıç parırtılarını gördü. “-Nedir bu parıltılar? Hâlid bin Velid, çarpışmaktan menedilmemiş mi idi? Ben, çarpışmayı yasaklamamış mı idim?!”diye sordu.Sahâbeler: “-Yâ Resûlallâh! Sanırız ki, müşrikler, Hâlid bin Velid ile çarpış-maya kalkışmışlardır. Onlar, onunla çarpışmayı başlatmamış olsalardı, Hâlid, onlarla çarpışmazdı!”dediler.O sırada Kureyşiler’den birisi (Ebû Süfyân) hızla gelib şöyle dedi: “-Yâ Resûlallâh! İşte Hâlid bin Velid, hızla adam öldürmeye girişti!”Resûlullâh (s.a.v), yanında bulunan Ensâr’dan birisine: “-Kalk! Hâlid bin Velid’e git! Kendisine Resûlullâh, sana, Mekke’de hiç kimseyi öldürmemeyi emir ediyor! Elini, adam öldürmekten çeksin!” de, buyurdu.Ensâr’i gitti ve, tam tersini söyledi: “-Ey Hâlid! Resûlullâh (s.a.v); Karşılaştığın ve kavuştuğun kimseyi öldürmeni sana emrediyor. Gücün yettiğini öldür!”buyuruyor, dedi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid, karşısına çıkan herbir düşmanla çarpışmaya ve öldürmeye girişti. O gün yetmiş kişiyi öldürdü!” 6O sırada, Müslümanlar, müşriklerden kendilerine karşı koymak iste-yenleri vurub öldürüyorlardı. Resûlullâh (s.a.v), Safa tepeciğinde iken, Ensâr ise, Safa Merve arasında Sâ’y yapıyorlardı.Ebû Süfyân Sahr bin Harb gelib: “-Yâ Resûlallâh! Kureyş cemaati, mahvoldu! Bu günden sonra artık, Kureyş yok demektir!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Niçin yok oluyor muş?”diye sordu.Ebû Süfyân: “-İşte Hâlid bin Velid! Halktan bulduğu kimseyi öldürüyor!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Hâlid’i bana çağırınız!”buyurdu.Hâlid bin Velid’i çağırdılar. Resûlullâh (s.a.v) ona: “-Yâ Hâlid! Ben, seni çarpışmaktan, men’etmiş olduğum halde, sen niçin çarpışıyorsun?”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Yâ Resûlallâh! İlk önce, onlar bizi oka tutular, bize silâh çektiler. Bizimle çarpışmaya başladılar. Ben, onlarla çarpışmaktan elimi çekmeye imkân bulamadım! Kendilerini İslâmiyet’e ve halkın gireceği şeye girme-ye dâvet ettim. Kabul etmediler. Onlarla çarpışmaktan başka çare bulama-dım! Nihayet Allâh, bizi onlara muzaffer kıldı. Onlar her yere kaçmaya başladılar!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Ey Hâlid! Hiç kimseyi öldürmeyeceksin! Diye sana haber salma-dım mı? Adam öldürmekten seni men’etmedim mi?”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Hayır öyle değil yâ Resûlallâh! Gücümün yettiğini, ele geçirebil-diğimi öldüreyim diye bana haber saldınız! Senin tarafından filan adam gelib gücümün yettiğini öldürmemi bana emretti!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-O, Ensâri’yi, bana çağırın!”buyurdular.Ensâri’yi çağırdılar. Ona: “-Hiç kimseyi öldürmeyeceksin diye Hâlid’e emretmeni, sana emr-etmedim mi?”diye sordu.Ensâr’i: “-Evet! Öyle emretmiştiniz yâ Resûlallâh! Ben, Senin emrini yerine getirmek istedim. Fakat, Allâh, başka türlü olmasını diledi. Allâh’ın dile-diği oldu! Sen, bir işin, olmasını istedin. Allâh’da başka bir işin olmasını istedi. Allâh’ın olmasını istediği iş, Senin olmasını istediğin işten üstün ve baskın geldi! Olanı, önlemeye güç yetiremedim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Allâh’ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır!”buyurdu.Ensâri’ye bir şey söylemedi. Sustu. Sonra da: “-Yâ Hâlid!”diye hitabda bulundu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Lebbeyk yâ Resûlallâh! Buyur! Yâ Resûlallâh!” dedi. “-Artık hiç kimseyi öldürmeyeceksin değil mi?!”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Hayır! Öldürmeyeceğim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Müşrikleri, takibden, araştırmaktan da vazgeç!” buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Öyle yapayım!”dedi.Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v): “-Her kim, Ebû Süfyân’ın evine girer, sığınırsa, ona emân güvence verilmiştir. Her kim, silâhını bırakırsa ona, emân verilmiştir. Her kim, evine girib kapısını kapatırsa, ona da emân verilmiştir. Ey Müslümanlar topluluğu! Artık, silâh kullanmaktan vazgeçiniz! Ancak, Huzâalara, Benî Bekirler’in yaptıklarından dolayı, ikindi namazı vaktine kadar müsaade edilmiş; izin verilmiştir!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v)’in münâdisi: “-Mekke’de her kim, evinin kapısını, üzerine kapatır, silâh kullan-maktan el çekerse, ona emân güvence verilmiştir!” diyerek seslendi.Resûlullâh (s.a.v): “-Yaralı, öldürülmeyecektir! Arkasına dönüb kaçan, takib edilmeye- cektir! Esir alınan, öldürülmeyecektir!”buyurdu.Savaşanların dışındaki bütün Mekke halkına, canlarına, mallarına, çoluk ve çocuklarına dokunulmamak üzere emân verildi. 7Resûlullâh (s.a.v) Mekke’yi feth ettikten bir hafta sonra Ramazan’ın yirmisine rastlayan Cuma gününde, her tarafa askeri birlikler sevk ve İslâmiyete uymayan her şeyi değiştirmelerini onlara emr etti. Hâlid bin Velid’de arkadaşlarından otuz kişilik bir süvari birliği ile Nahle vadisin- deki Uzzâ putunu yıkmaya gitti.Uzzâ, Nahle vadisinde, üç semüre veya sakız ağacından veya büyük dikenli ağaçtan ibaretti. Uzzâ’nın yanında da, Gatafanlar’ın taptıkları bir put bulunuyordu. Uzzâ’nın, üzerine bir de ev yapılmıştı. Uzzâ’nın bakıcı ve kapıcıları orada oturuyorlardı. Arablar’dan hiç kimse Mekke’de oturub- da Uzzâ’ya, sonra Lât’a, sonra Menat’a tapmayan yoktu. Kureyşlilerin nazarında putların en büyüğü Uzzâ, sonra Lât, sonra Menat idi.Rivâyetlere göre: Bunların her birinde bir şeytan bulunur. Kapıcı ve bakıcılarına görünür ve onlarla konuşurdu. Halkı, Uzzâ’ya tapmaya ilk dâvet edenler, Amr bin Rebiâ ve Hâris bin Kâ’b adındaki kişilerdi.Amr bin Rebia, halka: “-Tâif, serin olduğu için Rabbimiz, Tâif’deki Lât’da yazlar, Tihâme sıcak olduğu için de Nahle’deki Uzzâ’da kışlar!”derdi.Uzzâ’ya tapmayı ilk benimseyen ve Kureyşilere benimseten de Amr bin Luhay’dı. Kendisi kâhindi. Cinlerle ilişkisi vardı. Uzzâ: Kureyşilerle Benî Kinâne ve Huzaâların ve bütün Mudarlar’ın Nahle bölgesindeki tapınakları idi. Benî Nasr, Cüşem, Sa’d bin Bekirler, Ğaniy, ve Bâhileler- de Uzzâ’ya taparlardı.Bununla beraber, Arablar, (o gün milli onurlarından dolayı) Kâbe’yi, tapınakların hepsinden üstün tutarlardı. Çünkü, Kâbe’nin Allâh’ın dostu Hz.İbrahim’in mâbedi ve mescidi olduğunu bilirlerdi. Arablar, Hac amel-lerini tamamladıkları ve Kâbe’yi tavaf ettikleri zaman, Uzzâ’ya gidib onu da tavaf etmedikçe, ihramdan çıkmazlar. Onun yanında bir gün itikâfa girerler ve sonra ihramdan öyle çıkarlardı. Uzzâ putunun kapıcı ve bakıcı-ları, Süleymler’den Şeyban Oğulları olub kendileri, Haşim Oğulları’nın müttefiki idiler. Şeyban Oğulları’ndan son kapıcı ve bakıcı da Dübeyye bin Haremiyyü’s-Sülemi idi.Yüce Allâh, Resûlullâh (s.a.v)’i gönderib putlara tapmayı kötüleyin-ceye ve bu hususta, âyetler indirib putperestliği yasaklayıncaya kadar Uzzâ’ya tapılmaktan geri durulmadı. Uzzâ’ya dil uzatılması, Kureyşli müşriklerin çok ağırlarına gitti. Ebû Uhayha Saîd bin Âs, bin Ümeyye, ölümüyle sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, Ebû Leheb bin Abdül-muttâlib, onu yoklamak için yanına varmış ve ağlar bulmuştu.Ona: “-Ey Ebû Uhayha! Ne diye ağlıyorsun? Yoksa, öleceğine mi ağlı-yorsun? Ondan, kaçınılmaz, kurtulunmaz ki!”dedi.Ebû Uhayha: “-Hayır! Ben öleceğime ağlamıyorum. Fakat, ben, asıl benden sonra Uzzâ’ya tapılmayacağından korkuyor ve buna üzülüyorum!”dedi.Ebû Leheb: “-Vallâhi, Uzzâ’ya, senin sağlığından dolayı tapılmıyordu ki! Senin ölümünden sonra da ona tapılmak bırakılsın!”dedi.Bunun üzerine, Ebû Uhayha şöyle dedi: “-Şimdi anladım ki benim yerimi tutacak birisi vardır!”dedi.Ebû Leheb’in Uzzâ’ya son derecede ki bu bağlılığı ve tapma tutkusu onun çok hoşuna gitti. Daha sonra Ebû Leheb, Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı olan Eflah bin Nadrü’s-Sülemi’yi’de ölüm döşeğinde iken ziyaret edib kendisini üzgün görünce: “-Ben, seni ne için çok üzgün görüyorum?”diye sormuştu.Eflah: “-Benim ölümümden sonra, Uzzâ’ya hizmet edilmemesinden, bakıl-mamasından korkuyor ve üzülüyorum!”demişti.Ebû Leheb, ona: “-Hiç üzülme! Senden sonra, onun üzerinde ben bulunur, onu, görür gözetirim!”diye söz vermişti.Bunun üzerine, Ebû Leheb kime rastlarsa: “-Eğer, Uzzâ, Muhammed’e ve davasına ğalebe çalarsa, bir elimi onun üzerinde bulunduruyorum! Eğer Muhammed, Uzzâ’ya ğalebe çalar-sa ki, ğalebe çalacağını sanmıyorum, kardeşimin oğludur, beni sayar!”Diye propaganda yapmaya başlamıştı. Uzzâ, Hüzeyliler’in, Mekke şehrine iki gecelik uzaklıktaki Nahletü’ş-Şâmiye vadisinde bulunuyordu.Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i göndereceği zaman, ona: “-Nahle Vâdisine git! Orada, yanyana üç semüre ağacı bulacaksın. Onlardan birincisini kes!”buyurdu.Hâlid bin Velid, yanına arkadaşlarından 30 süvari alarak Nahle’ye gitti. İlk ağacı kesti. Oradaki putu kırdı, mal ambarını da yıktı. Sonra Resûlullâh (s.a.v)’in yanına döndü.Resûlullâh (s.a.v): “-Yıktın mı?” diye sordu.Hâlid bin Velid: “-Evet! Yâ Resûlallâh!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Bir şey gördün mü?”diye sordu.Hâlid bin Velid: “-Hayır! Bir şey görmedim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Öyle ise, sen, onu daha yıkamamışsın. Ona, geri dön! İkincisini de kes! Yık onu da!”buyurdu.Hâlid bin Velid, öfkeli bir halde oraya geri dönüb Uzzâ’nın yanına vardı. Kılıcını sıyırdı. Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı Dübeyye, Hâlid bin Velid’in geldiğini işitince, Uzzâ’nın üzerine bir kılıç asarak kendisi dağa çıktı. O sırada, kapkara, çırıl çıplak, saçı başı darma dağınık, elleri boy-nunda, dişlerini gıcırdatan bir kadın, Hâlid bin Velid’in karşısına birden dikiliverince, Hâlid, bin Velid’in sırtının tüyleri ürperdi. Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı ise, Hâlid bin Velid’e bakarak: “-Ey Uzzâ! Haydi yalan çıkarma! En şiddetli bir saldırışla Hâlid’in üzerine saldır! Baş örtünü at ve çemren! Ey Uzzâ! Eğer, sen, bugün şu Hâlid’i öldürmezsen zelil olarak geri dönecek ve Nâsranileştireceksin!”Diye bağırıyordu. Hâlid bin Velid, kılıcını sıyırmış olduğu halde, ona doğru vardı ve: “-Ey Uzzâ! Seni tanımak yok! Tenzih ve takdis etmek de yok! Yüce Allâh’ın seni alçaltmış olduğunu görüyorum!”Diyerek kılıncıyla vurub şeytan karıyı ikiye böldü. O zaman, o karı, kapkara bir kül haline geldi. Hâlid bin Velid, Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı Dübeyye’yi de öldürdü. Bundan sonra, Resûlullâh (s.a.v)’in yanına geri döndü. Olan bitenleri O’na haber verince, Resûlullâh (s.a.v): “-Evet! İşte, o Uzzâ’dır! Uzzâ, artık ülkenizde kendisine tapılmak- tan temelli olarak umudunu kesmiştir. Bundan sonra, Arablar için Uzzâ yoktur, ona, hiç tapılmıyacaktır!” buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Ey Allâh’ın Resûlü hamd olsun! O, Allâh’a ki, bize İslâmiyet gibi yüce bir dini ikrâm ve ihsan etti de bizleri helâk olmaktan kurtardı. Ben babamın yüz deve ve koyun içinden en iyisini seçerek götürüb Uzzâ için kestiğini ve onun yanında üç gün kaldıktan sonra sevine sevine yanımıza döndüğünü görürdüm. Babam gibi bir adamın üzerinde hayatını tüketmiş ve ölüb gitmiş olduğu bu görüş ve inanışına, işitmez, görünmez, zarar ve yarar vermez bir taş ağaç parçası için kurbanlar keserek nasıl aldanmış olduğuna bakıyorum da şaşıyorum!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Bu hiç şübhesiz, Allâh’a aid bir iştir. Onun doğru yolu kolaylaş- tıracağı kimse, doğru yolu bulur, sapıklığı kolaylaştırdığı kimse de sapık-lık içinde kalır!”buyurdu.Uzzâ’nın yıktırılma hadisesi hicretin sekizinci yılın Ramazan ayının bitmesine beş gece kala vukubulmuştur. 8Hâlid bin Velid (r.a)’ın Beni Cezimelere gönderilmesi:Hâlid bin Velid (r.a), Hicretin sekizinci yılında Şevval ayında gön-derildi. Bu seferden bir kaç gün önce Resûlullâh (s.a.v), onu, önce Nahle deki Uzza putunu yıkmakla görevlendirmişti. Hâlid bin Velid, Uzza’yı yıkıp, Mekke’ye dönünce, Resûlullâh (s.a.v) onu da Muhacir, Ensâr ve Beni Süleymden üç yüz elli kişilik bir askeri bir birliğin başına geçirerek Beni Cezimelere gönderdi. Hâlid bin Velid, onları, sadece İslâmiyet’e dâvet edecek, çarpışma yapmayacaktı. Beni Cezime, bin Amir, bin Abd-i Menat, bin Kinâneler, Mekke’nin aşağı tarafında bir gecelik uzaklıktaki Yelemlem Nahiyesinde, Gumeysa adıyla anılan kendi sularının başında oturmakta idiler. Hâlid bin Velid, askerleri ile birlikte Beni Cezimelerin yurduna varıb dayandı.Beni Cezimeler, Müslümanları görünce silahlandılar. Ve çarpışmaya kalktılar. Karşı koymanın en şiddetlisi ile karşı koydular. Hâlid bin Velid ikindi, akşam ve yatsı namazlarına kadar bekledi. Ezan sesi işitilmeyince üzerlerine saldırdı. Beni Cezimeler’de çarpıştılar. Onlardan, öldürülenler öldürüldü. Esir edilenler esir edildiler. Beni Cezimeler, sonradan, kendile-rinin Müslüman olduklarını iddia ettiler.Abdullah bin Ebi Hadred der ki:“-Gumeysa günü, Beni Cezimelere baskın yapıldığı sırada süvariler-in arasında ve Hâlid bin Velid’in yanında idim. Onlardan bir adamla kar-şılaştık. Adamın yanında kadın vardı. Kadından dolayı adam, bizimle üç kere çarpışma yaparak kadını dağa çıkardı. Başka bir adamla karşılaştık. Onun yanında da bir kadın vardı. Adam kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkardı. Daha başka bir adamla da karşılaştık. Onun yanında da bir kadın bulunuyordu. Adam, kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkar-mayı başardı. Hâlid bin Velid (r.a)’da: “-Artık, onların ardına düşmeyiniz!”dedi.Müslümanlar, hevdeçli develer üzerindeki kadınları genç bir adamın dağa doğru çekip götürdüğünü görmüşlerdi. Hâlid bin Velid: “-Şunlara yetişiniz!”diye emir verdi.Müslümanlardan bazıları, onların arkalarına düşerek onlara yetişti-ler. Genç adam, Müslümanları görünce, yolda durdu. Müslümanlar, ken-disinin yanına varınca, Recezler okuyarak onlarla çarpışmağa girişti, Bir hayli çarpıştılar. Onu da, orada öldürdüler. Kadınlara yetiştiler. Yine bir önceki gibi bir delikanlı ile karşılaştılar. Delikanlı, recezler okuyarak çarpışmağa başladı. Müslümanlar, onu da öldürdüler. Hevdec’in içinde parlak yüzlü sararmış benizli, bitkin bir genç adam buldular. Ona: “-Müslüman ol!”dediler.Genç adam: “-İslamiyet, ne demek?”diye sordu.İslâmiyet’in, ne olduğu anlatıldı. Kedisinin, İslamiyet’ten hiç haberi olmadığı anlaşıldı. Ona: “-Sen Kâfir misin?”diye sordular.Genç adam: “-Sizin istediğinizi yapmazsam, kâfir isem, bana ne yapacağınızı öğ-renebilir miyim?”diye sordu.Müslümanlar: “-Kâfir isen, seni öldüreceğiz!”dediler.Genç adam: “-Siz, bana bir iyilik yapsanız olmaz mı?”diye sordu.Müslümanlar: “-Ne imiş o iyilik?”dediler.Genç adam: “-Beni, şu vadinin aşağısındaki hevdeçli kadınlara ulaştırdıktan sonra öldürünüz!”dedi.Müslümanlar: “-Olur! Öyle yapalım”dediler.Elleri bağlı genç adam, Abdullah bin Ebi Hadred’e: “-Ey delikanlı!”diyerek seslendi.Kendisi, Abdullah bin Ebi Hadred (r.a) ile hemen hemen yaşıt idi.Abdullah bin Ebi Hadred: “-Benden ne istiyorsun?”diye sordu.Genç adam: “-Sen, ellerimin bağını çözsen, beni de şu kadınların yanına kadar götürsen de onlarla olan işimi bitirdikten sonra beni geri çevirib yapmak istediğinizi yapsanız olmaz mı?”dedi.Abdullah bin Ebi Hadred: “-Vallahi, senin istediğin şey kolaydır!”diyerek onun hemen ellerini kollarını çözdü ve kendisini o kadınların yanına götürdü. Genç adam, kadınların yanında durdu. “-Selâmlarım seni Hubeyş! Artık, tükendi, bitti yaşayış! Benim suç-um yok!”dedi, ve ona bir şiir söyledi.Kadın: “-Sana da, yedi, sekiz, dokuz, on kerre selâmlar!”dedi.Bundan sonra geri çevrilerek, o genç adamın boynu vuruldu. Kadın gelib onun cesedinin üzerine kapandı. Onun yüzünü, gözünü, dudaklarını öpmeye başladı. Bir veya iki kerre hıçkırdıktan sonra, oracıkta can verdi.Müslümanlar, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelib bu hadiseyi anlattık-ları zaman, Resûlullâh (s.a.v): “-İçinizde hiç mi merhametli bir adam yoktu?!” buyurmuştur.Rivâyete göre: Beni Cezimelere: “-İşte, bu gelen, Hâlid bin Velid! Yanındakiler de Müslümanlardır!” denilmişti. Hâlid bin Velid, Beni Cezimelerden silaha sarılmış olanlara: “-Siz, nesiniz? Müslüman mısınız? Yoksa, kafir misiniz?”diye sordu “-Eslemnâ! Biz Müslüman olduk!Demeyi beceremediler de, Saba’nâ Saba’na! Bir dinden çıkıb diğer dine girdik!”dediler.Başka rivâyete göre: “-Biz Müslüman bir cemaâtız, namaz kılıb duruyoruz. Muhammed-in Peyğamberliğini tasdik etmiş bulunuyoruz. Meydanlarımızda Mescid-ler yapmışız. Orada ezanlar da okutuyoruz!”dediler.Hâlid bin Velid (r.a): “-Ya üzerinizdeki silahlar ne oluyor?”diye sordu.Beni Cezimeler: “-Arablardan bir cemaat ile aramızda düşmanlık vardır. Sizin, onlar olduğunuzu sanıb korktuk! Kendimizi İslâmiyet’e karşı olanlardan koru-yalım diye, silahlarımızı üzerimize aldık!”dediler.Hâlid bin Velid (r.a), onların mâzeretlerini kabul etmedi. Gerçekten Müslüman olduklarına kanaat getiremedi. Onlara: “-Bütün halk teslim oldular. Siz de, silahları elden bırakınız! Teslim olunuz!”dedi.İçlerinden Cahdem adındaki kişi: “-Yazıklar olsun size, ey Cezime oğulları! Vallâhi, bu kişi Hâlid’dir! Muhammed, Müslüman olduğunu söyleyib duran bir kimseyi araştırmaz. Halbuki, biz, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz. Bu Hâlid, Müslüman-lara yapılmak istenilmeyen şeyi bize yapmak istiyor. O, silahlı iken yapa-mayacağı şeyi, bize, esirlikte yapacak! Silahları bırakmanın arkasından esirlik gelecek esirliğin arkasından da kılıç, ve boyunların vurulması gelecek! Ben Vallâhi, silahımı, hiçbir zaman elimden bırakmam, teslim olmam!”dedi.Beni Cezimelerden bir kısmı, Cahdem’in bu görüşünü benimsediler Hâlid bin Velid’e: “-Hayır! Vallâhi, silahı elden bırakmanın sonu, ancak öldürülmektir! Bizim, ne sana, ne de yanındakilere güvenimiz vardır!”dediler.Hâlid bin Velid: “-Teslim olmadıkça, sizin için eman yoktur!”dedi.Beni Cezimelerden bazıları ise; Cahdem’e: “-Ey Cahdem! Sen, bizim kanlarımızın dökülmesini mi istiyorsun? Halk, teslim oldular ve silahlarını bıraktılar. Savaş, bırakıldı, halk, emni-yet ve selâmete erdi. Sana, Allâh’ı hatırlatırız. Bize, aykırı davranma!” dediler.Cahdem, kılıcını bırakmaktan kaçındı. Cahdem’e: “-Biz, Müslümanız. Halk, teslim olmuştur. Muhammed, Mekke’yi feth etmiş bulunuyor. Hâlid’den ne diye korkacağız?”dediler.Cahdem: “-Ammâ, vallâhi, sizler, bilmediğiniz eskiden kalma hınç ve kinlerle tutulup cezalandırılacaksınızdır!”dedi.Hep birden Cahdem’in üzerine düşünce, silahını bıraktırdılar. Hâlid bin Velid’in sözü üzerine, Beni Cezimeler silahlarını bıraktılar. Silahlarını bırakınca, Hâlid bin Velid: “-Onları, esir ediniz!”diye emir verdi.Cahdem: “-Ey kavm! O, Müslümanlardan bir kavmi esir etmek mi istiyor? O, ancak, yapılmayacak bir şeyi yapmak istiyor. Artık, her şey bitti! Siz, bana aykırı davrandınız, sözümü dinlemediniz. Vallâhi, onun, yapacağı şey, siz- leri kılıçtan geçirmektir!”dedi.Beni Cezimelerden bir kısmı teslim oldukları zaman ötekileri, etrafa dağılmışlardı. Hâlid bin Velid (r.a), teslim olan Beni Cezimelerin ellerinin boyunlarına bağlanmasını emretti. Elleri boyunlarına bağlanınca kendileri, Müslümanlardan her birine, birer ikişer teslim edildi. Cahdem, Hâlid binVelid’in Beni Cezimelere yaptığı muameleyi görünce: “-Ey Beni Cezime! Başınıza gelen şeyi, ben, size önceden haber ver-miş, sizi uyarmıştım!”dedi.Beni Cezimeler, o geceyi, bağlanmış olarak geçirdiler. Namaz vakti olunca, Müslümanlarla konuştular, namazlarını kıldıktan sonra tekrar bağ-landılar. Bunun üzerine Müslümanlar seher vakti kendi aralarında anlaş-mazlığa düştüler. İçlerinden birisi: “-Biz, onları esir etmeyi hiç istemiyoruz! Onları Resûlullâh’ın yanı-na götüreceğiz!”Başka birisi ise: “-Bakalım bizim sözümüzü dinleyecekler mi?”diyordu.Tam o sırada Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanındaki esirin kılıçla boynunu vursun!”diyerek seslendi.Beni Süleymler, ellerinde bulunan her bir esirin hemen boyunlarını vurdular. Muhacirlerle Ensâr ise, kendilerine teslim edilmiş olan esirleri serbest bırakıb saldılar.Ensâr’dan Seleme der ki:“-Hâlid bin Velid (r.a)’la birlikte bulunuyordum. Elimdeki esiri salıb kendisine: “-Nereye istersen, git!”dedim.Ensâr’dan olanlar da, yanlarında olan esirleri saldılar.Abdullah İbn-i Ömer de, Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!”diye seslenince: “-Vallâhi, ben, esirimi öldüremem! Arkadaşlarımdan olan kişiler de esirlerini öldürmezler!”dedim ve, esirimi, hemen saldım, demiştir.Ebû Beşirü’l-Mazini de esiri ile aralarında geçeni şöyle anlatır:“-Beni Cezimelerden yanımda bir esir bulunuyordu Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanında bulunan esirin boynunu vursun!”diye seslenince, boynunu vurmak için, kılıcımı sıyırdım. Esir, bana şöyle dedi: “-Ey Ensâri kardeş! Sen bu işi kendiliğinden yapma! Kavmine bak!”Baktım ki, Ensâr, esirlerini salmışlar. Esiri’me: “-Haydi, sen de nereyi istersen, oraya git!”dedim.Esir: “-Allâh, sizleri mübarek kılsın! Fakat, bize, sizden daha yakın olan kimseler, Beni Süleymler bizi, hiç acımadan öldürdüler!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a), Muhacirlerle Ensârın esirleri salmalarına kızdı. O zaman, Ebu Üseydü’s-Saidi, Hâlid bin Velid’e: “-Ey Hâlid! Allâh’dan kork! Vallâhi biz, Müslüman olan bir cemaatı öldüremeyiz!”dedi.Hâlid bin Velid: “-Onların Müslüman olduğunu ne biliyorsun?”diye sordu.Ebû Üseydü’s-Saidi: “-Onların, Müslüman olduklarını söylediklerini işittik. Şu Mescidler de onların meydanlarında bulunuyor ya!”dedi.Ebû Katâde de:“-Seher vakti, Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanında olan esiri öldürsün!”diye seslenince, esirimi saldım, ve Hâlid’e: “-Allâh’dan kork! Sen, bu davranışınla, ancak bir ölüsündür! Bunlar, hiç şüphesiz Müslüman bir cemaattırlar!”dedim.Hâlid bin Velid: “-Ey Ebû Katâde! Senin, onlar hakkında hiçbir bilgin yoktur!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a), onların hakkında ancak içinde taşıdığı kesin ve peşin hükme göre konuşmuştu denmiştir.Beni Cezimeler’den bir adam kurtulub, Resûlullâh (s.a.v)’in yanına geldi. Başlarına gelenleri, Resûlullâh (s.a.v)’e haber verdi. Resûlullâh, ellerini semaya kaldırıb: “-Ey Allâh’ım! Hâlid bin Velid’in yaptığı şeyden uzak ve beri bulun-duğumu Sana arz ederim!”diyerek. Allâh’a sığındıktan sonra: “-Onu, zorlayıb bundan vazgeçirecek bir kimse yok muydu?!”diye sordu. Haberi getiren adam da: “-Evet! Vardı. Beyaz, orta boylu bir adam, ona karşı koydu. Fakat, Hâlid, onu, azarladı. O da, sustu. Endamı, düzgün olmayan, uzun boylu bir adam da bu hususta ona karşı koymak istemişti!”dedi.Hz.Ömer (r.a): “-Yâ Resûlallâh! İlki, benim oğlum Abdullah’dır. Diğeri ise, Ebû Huzeyfe’nin azadlısı Salim’dir!”dedi.Rivâyete göre:Beni Cezimelerden öldürülenlerin sayısı otuza yakındı.Resûlullâh (s.a.v): “-Rü’yamda, Hays’tan, ağzıma bir lokma alıb çiğnediğimi, tadını tattığımı, onu, yutacağım sırada, içinden, bir şeyin boğazıma gerildiğini, Ali’nin, elini sokub onu çıkardığını gördüm!”buyurdular.Hz.Ebû Bekr (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Göndermiş olduğun askeri birlikler arasındaki şu askeri birlikten, Sana, hoşlanmayacağın bazı haberler geldi. Ali’yi gönder- de onu halletsin, kolaylaştırsın!”dedi.Resûlullâh (s.a.v) Hz.Ali’yi çağırdı ve şöyle buyurdu: “-Ey Ali! Şu kavm’ın (Beni Cezimelerin) yanına kadar git. İşlerini gör. Cahilliye çağındaki davaları, ayaklarının altına al, hükümsüz say!”Resûlullâh, Mekke feth edildiği zaman, Kureyşilerden Abdullah bin Ebi Rebiâ ile Safvan bin Ümeyye ve Huvaytıb bin Abduluzza’dan ordu-nun ihtiyacı için mühim bir para almıştı. Hz.Ali, o paradan kalanlardan yanına mühim bir miktar alarak, Beni Cezimelerin yurdlarına vardı. Hâlid bin Velid’in öldürmüş, öldürtmüş olduğu kimselerin diyetlerini ödedi.Yanında getirmiş olduğu para yetişmediğinden, Hz.Ali (r.a), Ebû Rafi’i, Resûlullâh (s.a.v)’e gönderdi. Resûlullâh (s.a.v)’de Ebû Rafi’ ile bir miktar daha para yolladı. Hz.Ali (r.a)’de iğtinam edilmiş veya ziyana uğratılmış, köpek yalaklarına varıncaya kadar bütün mallarının bedellerini kendilerine ödedi. Beni Cezimelilerin kan bedelinden vesaire den ödenme-dik hiçbir alacakları kalmadı. Hz.Ali (r.a), Beni Cezimelerin yurdundan ayrılacağı sırada, onlara: “-Kan veya mal bedelinden size ödediğim bir alacağınız kaldı mı?” diye sordu.Beni Cezimeler: “-Hayır!”dediler.Hz.Ali (r.a): “-Şu yanımda kalan paraları da, Resûlullâh’ın bilmediği ve sizin bil-mediğiniz şeylerden dolayı Resûlullâh (s.a.v) adına size veriyorum!”dedi ve, verdi. Resûlullâh (s.a.v)’in yanına döndü.Resûlullâh (s.a.v): “-Ey Ali! Ne yaptın?”diye sordu.Hz.Ali (r.a):“-Yâ Resûlallâh! Müslüman olan bir kavmin yanına vardık. Onlar, meydanlarına Mescidler yapmışlar. Hâlid’in öldürmüş, öldürtmüş olduğu herkesin diyetlerine ve köpek yalaklarına varıncaya kadar onlara ödeme yaptım. Yanımda bir miktar para artmış, kalmıştı. Onlara: “-Bu da, size Resûlullâh (s.a.v) tarafından bilmediği, sizin bildiğiniz şeylere karşılık olarak ihsan edilmiştir dedim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Çok iyi yapmışsın. Ben, Hâlid’e adam öldürmeyi emir etmemiş, ancak, onları, İslâmiyet’e davet etmesini emir etmiştim!”buyurdu.Sonra kalkıp Kıbleye karşı ayakta durdu, ellerini kaldırıp üç kere: “-Ey Allâh’ım! Hâlid bin Velid’in yaptığı şeyden uzak ve beri bul-unduğumu Sana arz ederim!”diyerek Allâh’a sığındı.Hâlid bin Velid gelince, Resûlullâh (s.a.v), onu azarladı. Hâlid bin Velid, Beni Cezimeleri, ne düşmanlık, ne de öç almak için öldürmediğine yemin etti. Abdurrahman bin Avf’da, Hâlid bin Velid’i çok kınadı. “-Ey Hâlid! Sen, cahilliye çağının işini, İslamiyet’te işledin!?”dedi.Hâlid bin Velid: “-Ben, senin babanın öcünü aldım! Onları, senin babana karşı tutub cezalandırdım!”dedi.Abdurahman bin Avf: “-Vallahi, sen yalan söylüyorsun! Ben, babamın katilini kendi elimle öldürmüşümdür. Buna, Osman İbn-i Affan’ı şahid tutuyorum!”dedi.Hz.Osman (r.a)’a dönerek: “-Allâh aşkına! Söyle babam’ın katilini benim öldürdüğümü, sen biliyorsun?”dedi.Hz.Osman İbn-i Affan da: “-Allâh için, evet! Biliyorum!”dedi.Bunun üzerine, Abdurrahman bin Avf, Hâlid bin Velid’e: “-Fakat sen amcan Fâke bin Mugire’nin öcünü aldın! Yazıklar olsun sana ey Hâlid! Farazâ, ben, babamın katilini öldürmemiş olsaydım, sen, benim cahilliye çağındaki babama karşı, bu gün, Müslüman bir kavmi nasıl öldürebilirsin?!”dedi.Hâlid bin Velid: “-Onların Müslüman olduklarını sana kim haber verdi?”diye sordu.Abdurrahman bin Avf (r.a): “-Senin onları, Mescidler yapmış ve Müslüman olduklarını söyler bulduğunu sonrada onları tutub kılıçtan geçirdiğini birlik halkının hepsi bize haber verdiler!”dedi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid şöyle dedi: “-Onlara baskın yapayım diye Resûlullâh’dan bana haber gelmişti!”Abdurrahman bin Avf (r.a): “-Resûlullâh hakkında yalan söylüyorsun!”dedi ve ona çok ağır sözler söyledi.Hâlid bin Velid mazeret olarak:“-Abdullah bin Huzafetü’s-Sehmi bana: “-Resûlullâh, onlar, İslamiyet’ten kaçınırlarsa, kendileriyle çarpışma- yapmanı sana emretmiştir!”diyerek bunu, bana emretmedikçe ben çarpış-ma yapmadım!”dedi.Hz.Ömer (r.a), Hâlid bin Velid’e: “-Yazıklar olsun sana ey Hâlid! Sen, Beni Cezimelileri, câhiliye çağı-na aid olan bir işden dolayı tutub cezalandırdın! İslâmiyet kendisinden önceki câhiliye çağında olan şeyleri yok etmiş değil miydi?”dedi.Hâlid bin Velid: “-Yâ Ebû Hafs! Vallâhi, ben, onları, ancak haklı olarak tuttum. Müşrik olan bir kavm üzerine baskın yaptım. Karşı koydular. Onlar, karşı koyunca da, kendileriyle çarpışmamak da, benim için mümküm olmadı. bunun üzerine, onları, esir ettim. Sonra da, kılıçtan geçirdim!”dedi.Hz.Ömer, ona: “-Oğlum Abdullah bin Ömer’i nasıl bir adam bilirsin?”diye sordu.Hâlid bin Velid: “-Vallâhi, onu salih, iyi bir adam olarak biliyorum!”dedi.Hz.Ömer (r.a): “-İşte, o, bana, senin haber verdiğinin aksini haber verdi. Kendisi bu asker içinde ve senin yanında bulunuyordu!”dedi.Hâlid bin Velid: “-Allâh’dan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim!”dedi.Hz.Ömer (r.a): “-Yazıklar olsun sana! Resûlullâh (s.a.v)’e git te senin yarğılanmanı yüce Allâh’dan dilesin!”dedi ve bu hadiseden dolayı ona kırıldı.Hâlid bin Velid’e Resûlullâh (s.a.v)’de kızdı ve darıldı. Ama daha sonra ise ona istiğfar etti.Hâlid bin Velid, Hz.Osman (r.a) ile birlikte Abdurrahman bin Avf’a gitti, ondanda özür diledi ve gönlünü aldı: “-Ey Ebû Muhammed! Benim için Allâh’dan mağfiret dile!”dedi. 9Beni Cezime Seferi olayları, gerçekten de çok üzücü acı bir olaydır. Ancak, bu olaydan çıkaracağımız hukuki bazı hisseler vardır. Özellikle Hâlid bin Velid gibi, Seyfullâh diye tesmiye edilen, bu büyük sahâbenin, sekiz aylık bir Müslüman olduğunu unutmamak gerektir. Yani, İslâm’ın savaş hukuku onun bilgisine tam yerleşmemiştir. Ve, yaptığı bu olay başta Resûlullâh’ı, ve sahâbenin ilerde gelenlerini, kırılacak derecede üzmüş ve kızdırmıştır. Yanlışta ısrar edilib de, Hâlid bin Velid için: “-Bu benim kahraman komutanım, asla yanlış yapmaz, ne yapmışsa şu şu sebeblerden dolayı doğrudur!”denmemiştir.Haksızlığa taraf olunmaması, en önemli İslâmi mesaj olsa gerektir. Fakat, Hâlid bin Velid’de işin bir intikam gayreti ile olmadığını ısrarla söylemiş, bu olayın mesuliyetinin. Beni Cezimelerin kendilerini iyi ifade edemediklerine atfedererek asıl hatanın onlardan kaynaklandığını belirt-meye çalışmıştır.Sonuç her nasıl olursa olsun, Resûlullâh (s.a.v), komutanının hatasını kabullenmiş, ve, bu üzücü olayın izalesi için de, Tarihte eşine çok ender rastlanabilecek olan, savaş mahkemesi, ve, savaş tazminatı ilkesini getir-miş, ve bu olay vesilesiyle, bunu kendi devrinde, kendi aleyhine ve devleti âleyhindede olsa, hak ve adalet ilkesi adına hiç çekinmeden tatbik etmiştir.Olayın şahidlerini, taraflarını ve mağdurlarını ayrı ayrı dinlemek ile, savaş mahkemesi ilkesi, bu savaşta zarar görenlere ve yakınlarına diyet ödemekle, savaş tazminatı ilkesi olarak İslâm hukukunda yerini almıştır. En doğrusunu Allâh bilir!Huneyn Savaşı:Hâlid bin Velid, Mekke fethi, ve, Uzza putunu yıkıp, Beni Cezime Seferi’nden sonra, Resûlullâh (s.a.v) ile, Huneyn Savaşı’na iştirâk etti. Huneyn Savaşı esnasında, yeni İslâm’a girenler arasında savaş başlanğı-cında bir bozğun meydana geldi. Resûlullâh ileri atılarak Müslümanların lehine çevirmeye çalıştı. Hâlid bin Velid’de ileri atılarak çok büyük şecaat ve cesaret göstererek savaştı. Ancak bu savaşta küçük bir yara da aldı.Abdullâh bin Ezher der ki:“-Hâlid bin Velid (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’in süvari kumandanı idi. Huneyn’de kâfirleri bozguna uğrattığı zaman Resûlullâh (s.a.v)’ı gördüm. Müslümanlar, konak yerlerine dönüyor, Resûlullâh’da, Müslümanlar ara-sında bulunuyor ve şöyle soruyordu: “-Bana, Hâlid bin Velid’in konak yerini kim gösterir?”Koşub önüne vardım. Bize, Hâlid bin Velid’in konak yeri gösterildi. O sıralarda, Hâlid bin Velid, hayvanının sırtına dayanmış duruyordu. Resûlullâh (s.a.v), onun yanına varıp yarasına baktı. Üzerine nefes etti. Yarası, iyileşti. 10Tâif Kuşatması:Huneyn Savaşı’ndan boşalınca, Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Tâif’de üslenen düşmanların üzerlerine yürümeye hazırlandı. Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i, bin kişilik bir kuvvetle, öncü birlik olarak önden yola çıkardı. Resûlullâh’da en önce Evtas’daki karargâhına uğradı. Oradan, Nahletü’l-Yemâniye üzerine doğru gitti. Sonra, Karn’e, sonra, Müleyha-’ya, sonra, Liyye’nin Buhretürruğa mevkiine uğradı. Liyye’de bir Mescid yapıp içinde namaz kıldı. Mescidin duvarlarını Resûlullâh (s.a.v) örmüş, Ashab’da taş taşımıştır.Tâif Muhasarası’nda ordunun komutanlığını Hâlid bin Velid yaparak yine büyük ğayret ve kahramanlık gösterdi. Öyle ki Taif’lilerin gözleri korkmaya başladı. 11Hâlid bin Velid, Tâif’de Sakiflere: “-Kaleden çıkıb benimle çapışacak kim var?”diye seslendi.Fakat, hiçbir kimse dışarı çıkamadı. Hâlid bin Velid, tekrar onlara meydan okudu. Yine, çıkan olmadı.İbn-i Yalil: “-Bizden hiç biri seninle çarpışmak için kaleden inmeyecektir. Biz kalemizde oturacağız. Çünkü, bizim, yıllarca yetecek yiyeceklerimiz var! eğer, bu yiyecekler, tükenir, sen de, o zamana kadar beklersen, hepimiz kılıçlarımızı sıyırır, senin karşına çıkarız. Son erimiz ölunceye kadar seninle çarpışırız!”diyerek seslendi. 12Hâlid bin Velid’in Beni Mustaliklere zekât için gönderilmesi:Hicretin dokuzuncu yılında Resûlullâh (s.a.v) Beni Mustalikler’in zekâtlarını almak için ilk önce sahabeden Velid bin Ukbe’yi göndermişti. Fakat, Velid bin Ukbe, onlardan ürkerek onların irtidat ettiklerini düşü-nerek kaçıb geri Medine’ye gelerek durumu Resûlullâh (s.a.v)’e bildir-mişti. Resûlullâh’da, hemen Hâlid bin Velid’i durumu incelemek üzere askeri bir birlikle, Beni Mustalıklara gönderdi. Hâlid bin Velid, geceleyin onların yakınlarına kadar varınca, içlerine casuslar saldı. Casuslar, onların namaz için ezanlar okutup namaz kıldıklarını gördüklerini haber verdiler. Hâlid bin Velid, yanlarına vardı. Kendilerinde itaât ve hayırdan başka bir şey görmedi. Medine’ye dönüb durumu, Resûlullâh’a haber verdi. 13Hâlid bin Velid’in Dûmetü’l-Cendel’e Gönderilmesi:Hicretin dokuzuncu yılında meydana gelen Tebük Seferi esnasında İslâm ordusu Tebük’e kadar geldi. O civardaki bütün kabileler itaat altına alındılar. İtaât etmeyen Dûmetü’l-Cendel Reisi Ükeydir idi. Resûlullâh, Tebük’te bulunduğu sırada Hâlid bin Velid (r.a)’i çağırdı. Yanına 400 süvari verib kendisini, Dûmetü’l-Cendel’de bulunan Ükeydir bin Abdül Melik’in üzerine gönderdi. Ükeydir, Kindeler’den olub onların Kralı idi. Kendisi Hıristiyandı. Dûmetü’l-Cendel akar suyu, hurmalık ve ekinlikleri bulunan bir yerdir. Şam yollarının ağzındadır. Dımeşk’e beş, Medine’ye 15 veya 16 geceliktir. Şam’ın, Medine’ye en yakın beldelerindendir, Tebük’ün yakınındadır. Dûmetü’l-Cendel, büyük bir panayır ve ticaret merkezi idi.Resûlullâh (s.a.v), Hâlid’in yanına 400 süvari verip Ükeydir’e göndermek istediği zaman, Hâlid bin Velid (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Azıcık sayıdaki insanların başında gidib her yerini iyice bilemediğim geniş Beni Kelb memleketlerinde onu bulmak, benim için nasıl mümkün olur?”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Sen, muhakkak, onu, yabani sığır avlarken bulacak ve yakalaya-caksın! Yakalamayı başarınca, onu öldürme, bana getir! Gelmekten kaçı-nırsa, öldürünüz!”buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a) Tebük’den ayrılıb Dûmetü’l-Cendel’e doğru gitti. Mehtablı bir yaz gecesinde Ükeydir’in kalesine, gözle görebilecek yere kadar yaklaştı. O sırada, Ükeydir, kalesinin üzerinde ve hanımı da, yanında bulunuyordu. Ükeydir, kalenin üzerine, havanın çok sıcaklığın-dan ötürü çıkmıştı. Şarkıcı câriyesi, kendilerine şarkı söylüyordu. Sonra, şarab getirtib içti. Derken, yabani bir sığır gelib, kale kapısının önüne yattı. Kalenin kapısını, boynuzuyla kazımaya, kaşımaya başladı.Ükeydir’in hanımı Rebab bint-i Üneyf bin Âmirü’l-Kindiyye gidib kalenin üzerinden bakınca, yabani sığırı gördü. Kendi kendine: “-Ben doğrusu, yabani sığırın bu geceki gibi böyle semiz ve etlisini görmedim!”dedi.Kocası Ükeydir’e: “-Senin de, bunun gibisini görmüşlüğün var mı hiç?”diye sordu.Ükeydir: “-Hayır! Vallâhi, görmemişimdir!”dedi.Hanımı Rebab: “-Bunu, görüb de, kendi haline bırakılabilecek bir kimse var mı dır?” diye sordu.Ükeydir: “-Hayır! Onu, hiç kimse bırakamaz! Vallâhi, ben, bu geceden başka hiçbir gecede biz, böyle bir yaban sığırının geldiğini görmemişimdir. Ben, onları yakalamak istediğim zaman, bir ay veya daha çok zaman atlar besler, sonra da, üzerine biner, adamlar ve aletlerle birlikte avlanmaya çıkardım!”dedi.Kalenin üzerinden indi. Atını getirmelerini emretti. Atı getirilib eğerlendi. Ükeydir, atına bindi. Kendisi ile birlikte ev halkından bazıları da, atlarına bindiler. Ükeydir’in yanına katılanlar arasında kardeşi Hassân ile iki kölesi de, bulunuyordu. Ellerinde kısa mızrakları olduğu halde, kaleden dışarı çıktılar. Kaleden ayrıldıkları zaman, Hâlid bin Velid’in süvarileri, atlarından hiç biri kişnemeksizin ve kımıldamaksızın onları gözetlediler. Kaleden bir müddet uzaklaşınca, aniden Ükeydir’in üzerine saldırdılar. Ükeydir’i yakalayıb esir ettiler.Hassân ise, teslim olmaya yanaşmayıb çarpışmaya kalkışınca, kendi-sini vurub öldürdüler. Kölelerle ev halkından olanlar ise kaçıp kaleye girdiler. Hassân’ın üzerinde elişi ve ırgacı ibrişimle dokunmuş atlas bir kumaştan yapılmış, işlenme yerlerine altın sırma ile hurma yaprakları iş-lenmiş bir cübbe vardı. Hâlid bin Velid, Hassân’ın üzerinden bu cübbeyi soydu. Resûlullâh (s.a.v)’n yanına dönmeden önce, bu meşhur cübbeyi Resûlullâh (s.a.v)’e gönderdi.Amr bin Ümeyye ed-Damri, hemen Tebük’e gelib, hem bu cübbeyi Resûlullâh’a takdim etti, hem de, Ükeydir’in yakalandığını haber verdi. Bilindiğine göre: Ukeydir’in kardeşi Hassân’ın bu cübbesi, Resûlullâh’a getirildiği zaman, Müslümanlar, ellerini, ona sürüyor ve onun güzelliğine hayran oluyorlardı.Resûlullâh (s.a.v): “-Siz, bunun güzelliğine mi şaşıyorsunuz? Varlığım, kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki; Sa’d bin Muâz’ın cennetteki mendilleri (havluları), bundan çok daha güzeldir!”buyurdu.Tâyi kabilesinden Büceyr bin Bücere, Resûlullâh (s.a.v)’in: “-Onu, yabani sığır avlarken bulacaksın!”diye haber verdiğini, Hâlid bin Velid’e hatırlatarak: “-İşte sen, onu, yabani sığır avlarken buldun! Yaban sığırı, şu gece, Resûlullâh’ın sözünü doğrulmak için Ükeydir’i, dışarı çıkıncaya kadar yapacağını yaptı!”dedi.Hâlid bin Velid, Ükeydir’e: “-Sen, bana kaleyi açtırıb fethettirmek şartıyla seni, Resûlullâh’a götürünceye kadar öldürülmekten korumayı üzerime alsam olur mu?” diye sordu.Ükeydir: “-Olur!”dedi.Hâlid bin Velid, Ükeydir ile böylece anlaştı. Arab kabilelerinin birer birer Müslüman olduklarını görünce, Dûmeliler, Resûlullâh (s.a.v)’den korkmaya başlamışlardı. Hâlid bin Velid, Ükeydir’i, bağlı olarak kalenin kapısına kadar götürüb yanaştırdı.Ükeydir ev halkına: “-Kalenin kapısını açınız!”diye seslendi.Ükeydir’i böyle bağlı görünce, Ükeydir’in kardeşi Mudad, kapıyı açmaktan kaçındı. Bunun üzerine, Ükeydir, Hâlid bin Velid’e: “-Vallâhi, onlar benim bağlı bulunduğumu gördükçe, bana, kalenin kapısını açmazlar. Sana, Allâh adına and veriyorum; İstersen, sana, kaleyi fethettirmek üzere, bağımı çöz! İstersen, kale halkı hakkında benimle anlaşma yap?!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Seninle kale halkı hakkında anlaşma yapalım!”dedi.Ükeydir: “-İstersen ben, seni hakem yapayım, istersen sen, beni, hakem yap?”Hâlid bin Velid (r.a): “-Olur. Biz, senin verdiğin şeyi kabul ederiz!”dedi.Bunun üzerine:1-İki bin deve,2-Sekiz yüz at,3-Dört yüz zırh gömlek,4-Dört yüz mızrak vermek ve5-Ükeydir’le kardeşi, Resûlullâh (s.a.v)’e kadar götürülüb hakların-da Resûlullâh (s.a.v) tarafından hüküm verilmek üzere sulha vardılar. Ükeydir’in bağı çözülüb kale kapısı açıldı. Hâlid bin Velid, kaleden içeri girdi. Ükeydir’in kardeşi Mudad’ı bağladı. Teslim edilmesi kararlaştırılan ğanimet malları teslim alındı. Resûlullâh’a, Başkumandan hakkı olarak ğanimet malları içinden bir şey seçildikten ve beşte bir hisse çıkarıldıktan sonra kalanların beşte dördü mücahidler arasında bölüştürüldü.Hâlid bin Velid (r.a), Ükeydir’in kardeşi Hassan’ı öldürdükten sonra Ukeydir’i da esir alarak Resûlullâh (s.a.v)’e getirdi. Ükeydir ile kardeşi, Resûlullâh’ın yanına getirildiler. Ükeydir’in boynunda altından bir Haç, sırtında da, Atlastan elbise vardı. Resûlullâh, onları Müslümanlığa dâvet etti. Fakat, yanaşmadılar. Cizye ödemeye râzı oldular. Resûlullâh (s.a.v), Ükeydir ve kardeşi Mudad’ın kanını bağışladı. Cizye vermek üzere sulh oldu. Kendilerini serbest bıraktı. Resûlullâh, onlar için, içinde emân ve sulh maddeleri bulunan bir de yazı yazdırdı. Ve onu, baş parmağının tır-nağıyla çizerek mühürledi. Resûlullâh (s.a.v), yanında mühür bulunmaz ise, mühürünün yerine, böyle, elinin tırnağıyla çizgi yapardı. Ükeydir, Tebük’ten memleketine dönüp gitti. 14Hâlid bin Velid’in Necran’a Gönderilmesi:Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i, Hicretin 10. yılın Rebiü’l-Evvel ayı, Miladi 631. yılın Temmuz ayında, Necran’daki, Beni Hâris bin Kâ’b- lara gönderdi. Ve onlarla carpışmadan önce, kendilerini üç gün İslâmiyete dâvet etmesini, Kabul etmedikleri takdirde, çarpışmasını emretti. Hâlid bin Velid (r.a)’ın Rebiü’l-Âhir veya Cumade’l-Ûla ayında gönderildiği de rivâyet edilir. Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’in maiyetine dörtyüz mücahid Müslüman verdi.Hâlid bin Velid (r.a); gidib Beni Hârislerin üzerlerine vardı. Her tarafa süvariler saldı. Süvariler: “-Ey insanlar! Müslüman olunuz da, selâmete eresiniz!”Diyerek herkesi İslâmiyete dâvet ettiler. Necranda bulunan Belhâris bin Kâ’blar, yapılan dâvete hemen icabet ettiler. Müslüman oldular. Hâlid bin Velid, bir müddet onların yanında oturdu. İslâm şeriatını, Allâh’ın kitabını ve Allâh Resûlü’nün Sünnetini onlara öğretti. Beni Hârisler, mal-larının zakâtlarını verdiler. Hâlid bin Velid’de, bunları onların fakirlerine fukaralarına dağıttı.Hâlid bin Velid (r.a), Mezhic kabilesinden ayaklanan bir cemaatla çarpışarak onları mağlubiyete uğrattı. Bazılarını esir ve hayvanlarını İğtinam edib ğanimet mallarının beşte birini Resûlullâh (s.a.v)’e ayırdık-tan sonra beşte dördünü mücahidler arasında bölüştürdü.Hâlid bin Velid (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’e bir yazı yazıb Bilâl bin Hârisü’l-Müzeni ile gönderdi. Yazısında ise, Beni Hârislerin, İslâmiyeti hemen kabul ettiklerini bildirdi. Yazında şöyle dedi:“-Bismillâhirrahmanirrâhim:Allâh’ın Resûlü Muhammed (s.a.v)’e, Hâlid bin Velid tarafından: Esselâmü âleyke yâ Resûlallâh! Ve Rahmetullâhi ve berekâtüh. Ben, Senden dolayı O, Allâh’a hamd ederim ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra arz ederim ki yâ Resûlallâh! Allâh’ın selâmı, Senin üzerine olsun! Sen, beni, Beni Hâris bin Kâ’blara gönderdin. Onların yanına vardığım zaman, üç ğün kendileriyle çarpışmamamı ve kendilerini İslâm dinine dâvet etmemi, Müslüman olurlarsa yanlarında oturub kendilerine İslâm’ın alâmetlerini, Allâh’ın kitabını ve Allâh’ın Resûlü’nün sünnetini öğretmemi, Müslüman olmaz iseler çarpışmamı bana emretmiştin.Ben, onların üzerlerine vardım. Allâh’ın Resûlü’nün bana emrettiği gibi, üç gün, kendilerini İslâmiyete dâvet ettim. içlerine süvariler gönder-dim. Onlara: “-Ey Beni Hârisler! Müslüman olunuz da, selâmete eresiniz!”dediler.Onlar’da, hemen Müslüman oldular, ve çarpışmadılar. Ben, araların-da oturub, onlara, Allâh’ın emretmiş olduğu şeyleri emrediyor, Allâh’ın, yasakladığı şeylerden yasaklıyorum. Kendilerine İslâm’ın alâmetlerini ve Peygamberin sünnetini öğrettim. Resûlullâh (s.a.v), bana bu hususta ne yapacağımı bana yazıncaya kadar burada kalacağım. Selâm olsun Sana yâ Resûlullâh ve rahmetullâhi ve berekâtüh!”Resûlullâh (s.a.v)’ın Hâlid bin Velid’e Cevabı:“-Bismillâhirrahmanirrâhim:Allâhın Rasûlü Muhammed (s.a.v)’den Hâlid bin Velid’e: Selâm olsun sana! Ben, senden dolayı O Allâh’a hamd ederim ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra derim ki: Beni Hâris bin Kâ’b ların kendileriyle çarpışmanıza hacet kalmadan Müslüman olduklarını, İslâmiyeti kabule dâvet edildikleri şeyleri kabul ve Allâh’dan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in, O, Allâh’ın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ettiklerini, Allâh’ın, onlara doğru yolu gösterdiğini haber veren elçin ile birlikte maktubun bana geldi.Onları, Allâh’ın ve Râsülü’nün emirlerine göre haraket ettikleri takdirde, âhiret nimetleriyle müjdele. Aykırı haraket ettikleri taktirde, âhiret azabıyla korkut! Artık, dönüb gel! Onların Elçileri’de seninle birlikte gelsin. Vesselâmü aleyke ve Rehmetullâhi ve berekâtüh!”Hâlid bin Velid (r.a): Necrandan Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına dönüb geldi. Beni Hâris bin Kâ’bların Elçileri de, onunla birlikte geldiler. Kays bin Husayn Zü’l-Kussa, Yezid bin Abdülmedân, Yezid bin Muhaccel, Abdullâh bin Kuradü’z-Ziyadi, Şeddad bin Abdullâhü’l-Kinâni, Amr bin Abdullâhu’d-Dıbâbi, Abdullâh bin Abdülmedân. Gelen Beni Hâris elçi-leri arasında bulunuyorlardı. Hâlid bin Velid (r.a), bunları kendi evine indirdi. Sonra, onları yanına alarak Resûlullâh (s.a.v)’in yanına götürdü.Resûlullâh (s.a.v), Beni Hâris Elçilerini gördüğü zaman: “-Kimdir bunlar, Hindli adamlara benziyorlar?”diye sordu. “-Yâ Resûlallâh! Bunlar, Beni Hâris bin Kâ’bların ileri gelen adam-larıdır!”denildi.Beni Hâris elçileri, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelince Resûlullâh’a selâm verdiler: “-Senin, Allâh’ın Rasûlü olduğuna ve Allâh’dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederiz!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Ben de, Allâh’dan başka ilâh olmadığına, ve kendimin de Allâhın Resûlü olduğuma şehâdet ederim!”buyurdu. “- Sizler ki İslâmiyete dâvet olunduğunuz zaman, karşı koymak için halka ön ayak olmak mı istediniz?”diye sordu.Hepsi sustular. Onlardan hiç biri cevab vermedi. Resûlullâh (s.a.v), sorusunu tekrarladı. Yine onlardan hiç birisi cevab vermedi. Resûlullâh, sorusunu üçüncü kerre tekrarladı. Yine onlardan hiç biri cevab vermedi. Resûlullâh (s.a.v), bu sorusunu dördüncü kerre tekrarlayınca, Yezid bin Abdulmedân: “-Evet! Yâ Resûlallâh! Bizler, İslâmiyete dâvet olununca, karşı koy-mak için halka ön ayak olmak istemiştik!”dedi ve bunu dört kez söyledi.Resûlullâh (s.a.v): “-Eğer, Hâlid, bana, sizin çarpışmaya hacet kalmadan Müslüman olduğunuzu yazmasaydı, muhakkak, ben başlarınızı, ayaklarınızın altına atardım!”buyurdu.Yezid bin Abdülmedân: “-Vallâhi, biz, ne Sana şükr ederiz, ne de Halid’e şükr ederiz!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ kime şükredersiniz?”diye sordu. “-Yâ Resûlallâh! Biz, yüce Allâh’a şükrederiz ki Senin vasıtanla bizi hidayete erdirdi!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Doğru söylediniz!”buyurduktan sonra. “-Siz, câhilliye devrinde çarpıştığınız kimselere neyle ğalib gelir- diniz?”diye sordu. “-Biz, kimseye mağlub olmuş değiliz!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Evet! Siz, çarpıştığınız kimselere hep ğalib gelirdiniz!”buyurdu. “-Yâ Resûlallâh! Biz, kiminle çarpışsak, ğalib gelirdik. Çünkü fazla konuşmaz, tezellül ve savurğanlık etmez, biribirimize karşı kıskançlık göstermez, yardımı kesmez, savaş ve güçlük zamanlarında güçlüklere katlanırdık. Dâima toplu bulunur, dağılmazdık. Hiç kimseye karşı da, zulüm ve haksızlığa ilk başlayan biz olmazdık!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Doğru söylediniz!”buyurdu.Sonra Resûlullâh (s.a.v), elçiler arasında bulunan Kays bin Husayn’ı Beni Hâris bin Kâ’blara Vali ve Kumandan tayin etti. Beni Hâris bin Kâ’b elçileri, Şevval ayının son günlerine kadar Medine’de kaldıktan sonra yurdlarına döndüler. Resûlullâh, elçilerin her birine bahşiş olarak da onar ukiye ve Kays bin Husayn’a ise, on iki buçuk ukiye gümüş verdi. 15Hâlid bin Velid (r.a)’ın Menkibeleri:Vedâ Haccı’nda Resûlullâh (s.a.v)’in alnının saçları tıraş edildiği zaman, Hâlid bin Velid (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Alnının saçını bana ver! Hiç kimseyi, bu hususta bana tercih etme. Anam, babam Sana fedâ olsun!”diyerek yalvardı.Saçlar, kendisine verilince, Hâlid bin Velid, onu, gözlerine sürdü ve Kalensüvesi’nin (külahının) önüne yerleştirdi. Bu sâyede, onun, karşılaşıb yenilgiye uğratmadığı bir topluluk yoktu. Nitekim, Hâlid bin Velid (r.a): “-Ben, onu, hangi tarafa yönelttimse, orası, feth olundu!”demiştir.Hz.Ebû Bekr: Uhud’da, Hendek’de, Hudeybiye’de ve karşılaştıkları bütün savaş yerlerinde eskiden onun yaptıklarına bir de, şimdiki haline bakıb şaşmakta idi. 16Câ’fer bin Abdullâh bin el-Hâkem anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a) Yermûk Savaşı’nda başındaki sarığını kaybetti. Askerlerine: “-Onu Arayın!”diye emretti. Aradılar, bulamadılar. Aramaları için tekrar emredince bu sefer buldular. Baktılar ki eski bir sarık imiş. Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a) şunları anlattı: “-Resûlullâh (s.a.v) saçını kesmişti. Ashâb saçlarını aldılar. Ben de alnının saçından aldım, bu sarığın içine koydum. Bunu yanıma alarak gir-diğim bütün savaşları kazandım!”dedi. 17Ebû Ümame (r.a) anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a) Resûlullâh (s.a.v)’e geceleri korkulu rüyalar gördüğünü ve bu yüzdende teheccüd namazlarına kalkamadığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ Hâlid! Sana bir duâ öğreteyim mi? Bu duâyı daha üçüncü defa okumadan Allâh-u Teâlâ senden bu hali derhal giderir!”buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Öğret yâ Resûlallâh! Anam babam sana feda olsun! Şikâyetimi size arz etmemin sebebi de zaten buydu!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Ğazabından, cezasından, kullarının şerrinden, şeytanın vesvese-sinden ve yanıma yaklaşmalarından Allâh’ın ilmine sığınırım!”dersin.Hz.Âişe (r.a) diyor ki:Aradan birkaç gece ya geçmiş, ya da geçmemişti. Hâlid gelerek: “-Yâ Resûlallâh! Anam babam sana fedâ olsun. Seni hak dinle gön-deren Allâh’a yemin ederim ki, bana öğrettiğin duâyı üç defa okumaya kalmadı. Allâh-u Teâlâ şifamı verdi. Artık bana bundan sonra geceleyin aslanın inine girmek bile vız gelir!”dedi. 18Hayseme’den:“-Elinde bir küp şarab ile bir adam, Hâlid bin Velid’ın yanına geldi.Hâlid (r.a): “-Allâh’ım! Bu kübtekini bala dönüştür!”diye duâ etti.Kübte ki içki bala dönüştü.Hayseme’den gelen bir diğer rivâyet de şöyledir:“-Elinde bir küb içki ile bir adam Hâlid’ın yanına geldi.Hâlid (r.a): “-Kübteki nedir?”diye sordu.Adam: “-Sirke!”diye cevab verdi.Hâlid (r.a) da: “-Allâh ondakini sirkeye dönüştürsün!”diye duâ etti. Bir de baktılar ki, küpteki şarab sirke olmuş.Bir başka rivâyette de şöyledir:“-Yanında bir küb şarap ile bir adam Hâlid bin Velid (r.a)’a geldi. Hâlid bin Velid (r.a) adama: “-Bu kübdeki nedir?”diye sordu.Adam: “-Bal!”diye cevab verdi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a): “-Allâh’ım onu sirkeye dönüştür!”diye duâ etti.Adam arkadaşlarının yanına döndüğünde: “-Size öyle bir şarab getirdim ki, Arablar böylesini içmemiştir!”dedi.Sonra, küb’ün kapağını açtı. Bir de ne görsün, küb’deki şarab sirke haline gelmiş.Adam: “-Vallâhi Hâlid’ın duâsıyla küb’deki şarab bu hale geldi!”dedi. 19Ebû’s-Sefer’den:“-Hâlid bin Velid (r.a), Irak taraflarında Hire şehrin’de, yabancıların Arab olmayanların ileri gelenlerinden birine misafir oldu.Kendisine dediler ki: “-Zehirlenmemeye dikkat et. Yabancılar sana zehir içirebilirler!”Hâlid bin Velid (r.a): “-Bana zehir getirin bakalım!”dedi.Zehir getirdiler. Zehiri eline aldı ve: “-Bismillâhirrahmanirrâhim!”diyerek içti. Zehirin Hâlid bin Velid’e herhangi bir zararı dokunmadı!”Zi’l-Cevşeni’d-Dabâbi (r.a) ve diğer sahâbeden: “-Irak’ın Hire valisi İbn-i Bukayla’nın yanında, belinde torbası olan bir hizmetçisi var!”dediler.Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a), hizmetçinin belindeki torbayı aldı. Torbadakini avucuna döktü ve: “-Bu, nedir ya Amr?!”diye sordu.Amr bin Bukayla: “-Bu, Allâh korusun çok tesirli bir zehirdir!”dedi.Hâlid (r.a): “-Peki, bunu niçin yanında taşıyorsun?”diye sordu.Amr bin Bukayla: “-Halihazır davranışlarınızın aksine bir hareketinizden korkuyorum. Böyle bir durumda, hayatıma kıymak için bunu yanımda taşıyorum. İste-mediğim bir şeyi kavmin arasına ve kasabama sokmaktansa, ölümü tercih ederim!”dedi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a): “-Kimse eceli gelmedikçe ölmez!”dedi ve devamla: “-Bismillâhirrahmanirrâhim! İsimlerinin en hayırlısı yerin ve göğün Rabbi’nin ismidir. O’nun ismi sayesinde hiçbir şeyin zararı dokunmaz!”Yanındakiler, zehiri içmesine mâni olmak için eline vurdular. Hâlid bin Velid, elindekini düşürmelerine engel oldu. Zehiri içti.Bu durumu gören Amr bin Bukayla: “-Ey Arablar! Allâh’a yemin ederim ki, Resûlullâh’ın Ashâb’ı ara-nızda bulunduğu müddetçe dilediğinize kavuşacaksınız!”dedi.Bundan sonra Hirelilere dönerek: “-Bugünkü kadar Arablar’ın geleceğinin parlak olacağını gösteren ayan beyân bir hadise görmedim!”dedi. 20Übâde ve Hâlid bin Velid (r.a) anlatıyorlar:“-Bir adam Yermûk Savaşı’nda Hâlid bin Velid’e: “-Rumlar ne kadar çok! Müslümanlar ne kadar az!” deyinceHâlid bin Velid (r.a): “-Bilakis, Müslümanlar çok, Rumlar pek az! Allâh’ın yardım ettiği asker çok, yardımını kestiği asker azdır. İnsan sayısına bakılmaz. İsterdim ki, atım Eşkar’ın ayağı iyileşseydi de düşman kat kat fazla olsaydı!” diye mukabele etti. Çok yürümekten Hâlid’in atının tırnakları kırılmıştı. 21Hâlid bin Velid (r.a) anlatıyor:“-Mû’te Savaşı’nda elimde dokuz kılıç parçalandı. Son kılıç, Yemen işi, geniş ağızlı bir kılıçtı. Elimde tek o kaldı.Evs bin Harise anlatıyor: “-Arablara, Hürmüz’den daha çok kötülük eden hiç kimse yoktur. Müseyleme ve arkadaşlarının işini bitirdiğimiz zaman Basra tarafına hareket ettik. Kâzıme denilen yerde Hürmüz’ün ordusuyla karşılaştık. Hâlid meydana çıkıb teke tek savaşacak er diledi. Karşısına Hürmüz çıktı. Hâlid çabucak onun hesabını gördü. Durumu da Hz.Ebû Bekr’e yazdı. Halife Hz.Ebû Bekr (r.a)’de onun bütün öte berisini Halid (r.a)’a verdi. Hürmüz’ün tacı 100 bin dirheme satıldı. İranlılar’da, ileri gelenlerin tacının değeri 100 bin dirhem olurmuş!” 22Kays bin Hazım anlatıyor: “-Hâlid bin Velid, çok sevdiğim bir kızla evlendiğim, veya bir erkek çocukla müjdelendiğim gece bile, Muhacirlerden bir seriyye’de geçirdiğ- im, sabah olur olmaz erkenden Müslümanlarla birlikte düşmana saldıraca ğım, son derece soğuk o geceden daha çok hoşuma gitmezdi!”derdi.Yine Kays bin Ebî Hazım anlatıyor: “-Hâlid (r.a), Allâh yolunda cihad, çok zaman beni Kûr’ân okumaktan bile alıkoymuştur!”derdi. 23Hâlid bin Velid (r.a)’ın Savaşları:Resûlullâh (s.a.v) ile Vedâ Haccı’nı yaptıktan kısa bir zaman sonra, Resûlullâh (s.a.v)’in Hicretin 11. yılının Rebiülevvel ayının 12. pazartesi günü, Miladi 632. yılın Haziran ayının sekizinde vefat edince Müslüman-lar halife olarak Hz.Ebû Bekr (r.a)’a bey’at ettiler. Halife Hz.Ebû Bekr, hilafet makamına geçti. Resûlullâh (s.a.v)’in vefâtından istifade etmeye kalkışan bazı kabile reisleri, kendilerinin de peygamber olduklarını ilân ettiler. Böylece birden bire ortalık karıştı.Zülkasa Savaşı:Bu yalancıların ezilmesi ve ortadan kaldırılması için halife Hz.Ebû Bekr’ın yanında hicretin 11. yılı Cemaziyelevvel ayında Miladi 632. yılın Ağustos veya Eylül ayında yapılan Zülkassa’ya gitmek üzere Necid’e doğru hareket eden halifenin yanında, Fezâre kabilesinin zekât mallarına el koyub Medine’ye gönderilmesine engel olan Hârice bin Hısn el-Fezâri kumandası altındaki âsilerle yapılan Zülkasa Savaşı’nda ordunun sancak-tarlığını yaptı. Bu küçük çatışmadan sonra halife Hz.Ebû Bekr, diğer mürtedlerle savaşmak üzere hazırladığı 4000 kişilik ordunun başına Hâlid bin Velid’i başkumandan olarak tayin etti.Büzaha Savaşı:Hâlid bin Velid (r.a), Hicretin 11. yılının 27 Cemaziyelahir ayında, Miladi 19 Eylül 632 tarihinde peyğamberlik iddiasında bulunan veya yalancı peygamberlerden Tüleyha bin Huveylid el-Esedi’nin üzerine gönderildi. Hâlid bin Velid (r.a) Büzaha mevkiinde yapılan Büzaha Savaşı-nda Tüleyha’yı mağlup ederek tüm avanesi öldürüldü. Tüleyha ise kaçmayı başardı. Yıllar sonra Tüleyha tevbe ederek Müslüman oldu.Bütah Savaşı:Mâlik bin Nüveyra, el-Cezire diyarından geldiği zaman, Secah ile işbirliğine koyulmuştu. Hâlid bin Velid (r.a), daha sonra, zekât vermeyi reddeden Benî Temim kabilesi üzerine savaşmak üzere Bütah’a doğru yürüdü. Bazı mürtedlerle kabilenin reisi Mâlik bin Nüveyre’yi öldürdü. Karısı Ümmü Mütemmim ile evlendi. Peyğamberlik iddiasında bulunan Ayniye bin Husayn’ı etrafındakilerle birlikte yakalayarak Medine’ye gönderdi.Ümmü Zeml hadisesi:Büzaha Savaşı’nda hezimete uğrayan Tuleyha’nın Beni Gatafan kabilesinden olan birçok adamları toparlanıb Ümmü Zeml Selma bint-i Mâlik bin Hûzafe adındakı kadının yanına gittiler. Bu kadın ise, annesi Ümmü Karfe gibi Arabların önde gelen şahsiyetlerindendi. Annesı, evlad-ının çokluğu, kabilesinin ve âilesinin izzeti sebebiyle şeref hususunda, âdeta bir darb-ı mesel haline gelmişti. Yanında toplandıkları zaman bu kadın, onları Hâlid bin Velid’le savaşmaya teşvik etti. Onlarda şevklen-diler. Beni Süleym, Tay, Hevazin ve Esed kabilelerinden bazı adamlar da bunlara katıldılar.Böylece kalabalık bir ordu teşkil ettiler. Kadının durumu güçlendi. Hâlid bin Velid (r.a), bu durumu duyunca üzerlerine yürüdü. Aralarında şiddetli bir savaş cerayan etti. Kadın da anasının devesi üzerindeydi. Onur ve şerefi yüzünden bu deveye elini dahi süren kimseye yüz deve verilir, deniliyordu. Hâlid (r.a), onları hezimete uğrattı. Kadının devesini kesti. Kadını da öldürdü. Ve feth müjdesini halife Ebû Bekr (r.a)’a gönderdi. 24Secah ve Beni Temim olayı:Peyğamber olduğunu iddia eden Secâh adında yalancı bir kadın ise; Hâlid bin Velid’in mürtedlere karşı önemli başarı kazandığını görünce peyğamberlik iddiasından vazgeçerek korkusundan bu bölgeden ayrıldı ve Yemâme’ye Müseylemetü’l-Kezzâb’ın yanına giderek onunla evlendi.Yalancı Peyğamber Müseylemetü’l-Kezzâbın öldürülmesi:Yemame’de türeyen, yalancı peygamberlik iddiasında bulunan, ve bazı hokkabazlıklarla kendisine bir meleğin vahy getirdiğini iddia eden Müseylemetü’l-Kezzâb adındaki biri, etrafına oldukça büyük bir kuvvet toplamıştı. Öyle ki, üzerine gönderilen Şurahbil bin Hasene ve İkrime bin Ebû Cehl kumandasındaki İslâm ordularını dahi mağlub etmişti. Bunun üzerine, Halife Hz.Ebû Bekr, Hâlid bin Velid’i Bütah’dan Yemâme’ye hareket ettirdi. Yolda Müseyleme ve kabilesi Beni Hanife’nin Akraba adlı yerde toplandıklarını haber alınca o tarafa yöneldi.Hicri 12. Miladi 633 yıllarında Akraba mevkiinde yapılan çok kanlı savaşta, Hz.Hamza’yı şehid eden Vahşi bin Harb, Müseyleme’yi katletti ve ordusu da bozğuna uğratılarak darmadağın edildi.Zühri anlatıyor:“-Hz.Ebû Bekr (r.a), halife olduğu günlerde birtakım Arab kabileleri İslâm’dan yüz çevirmişlerdi. Ebû Bekr (r.a) bunlarla savaşmak üzere yola çıktı. Bâkî taraflarındaki Nak denen yere varınca, Medine’nin zarara uğra-masından korkarak geri döndü. Orduya Allâh’ın kılıcı Hâlid bin Velid’i kumandan tâyin etti. Savaş için topladığı askerleri onun emrine verdi. Ona, Mudar tarafına yönelmesini İslâm’dan yüz çevirenlerle muharebe etmesini, sonra Yemâme’ye dönüb yalancı paygamber Müseylemetü’l- Kezzâb ile savaşmasını emretti.Hâlid bin Velid, hemen harekete geçti. Tulâyha’t-ül Kezzâb el-Esedi ile savaşarak önce onları yendi. Üyeyne bin Hısın bin Huzafe el-Fezârî de Tüleyha’ya uymuştu. Tüleyha, ordusunun bozguna uğradığını görünce: “-Noluyor? Neden bozuluyorsunuz?”diye kızdı.Askerlerinden biri:“-Bozulmamızın sebebini sana anlatayım: “-Bizden herkes, arkadaşının kendinden önce ölmesini arzu ediyor. Halbuki, karşımızdakilerin hepsi, arkadaşından önce ölmeye can atıyor!” diye cevab verdi. 25Bu savaş tarihe Yemâme Savaşı olarak geçti. Bu çarpışmada yetmişi Muhacir, yetmişi Ensâr’dan olmak üzere askari altıyüzden fazla şehid verildi. Bazı rivâyetlerde Müslümanlardan 2000, Müseyleme taraflarından ise çoğu Benî Hanife kabilesinden olmak üzere yirmi binden fazla kişi öldürülmüştür. Nübüvvet iddiasında bulunanlar mağlub edildikten sonra, Hâlid bin Velid (r.a), Beni Hanife kabilesinden bir heyeti Medine-’ye halife Hz.Ebû Bekr’e gönderdi. Bazı rivâyetlerde kendisi de bu heyet ile birlikte Medine’ye geri döndü.Halife Hz.Ebû Bekr (r.a), irtidad hareketleri ve isyanlar tamamen bastırıldıktan sonra, Yemâme bölgesinde bulunan veya Medine’ye geri dönen Hâlid bin Velid’i Fırat nehrinin güney taraflarında bulunan İran Sâsâni İmparatorluğu ile savaşmakta olan Müsenne bin Hâris es-Şeybani kumandasındaki Bekir bin Vâil Kabilesine yardım etmesi için Irak’a gönderdi. Böylece İslâm tarihinde fütuhatlar dönemi başladı. Bu fütuhat-lar sayesinde Müslümanlar dünya ile irtibata geçme imkanı elde ettiler.Hâlid bin Velid (r.a), önce Irak bölgesinde ki Sâsâniler’e, ardından Suriye’de Bizans Rum İmparatorluğuna karşı iki ayrı başkumandanlık altında başlatılan bu fetihlerin ilk zamanlarında her iki cephede de İslâm ordularına başkumandan ve kumandan olarak önemli görevler yüklendi. Halife Hz.Ebû Bekr (r.a) sahâbiler ile yaptığı istişareden ve Hz.Ömer’in tavsiyesinden sonra Hâlid bin Velid’in Yemâme’den Irak’a gitmesini emretti. Hâlid bin Velid (r.a) hemen harekete geçib önce Bahreyn’e gitti. Oradan da o sırada Haffân’daki orduğahında bulunan ve halifeden yardım istemiş olan Müsennâ bin Hâris ile buluşmak üzere Nibac’a geçti.Çoğunluğunu Ensâr’ın oluşturduğu 200 kişilik çekirdek kuvvetin sayısı Müsenna bin Hâris’in emrindeki askerlerle birleşerek 5000 kişiye ulaştı. Hâlid bin Velid (r.a), Nibac’dan, Basra körfezi’ndeki Übülle’ye gitti. Daha sonra, Basra şehrinin kurulacağı bu liman şehrini küçük bir çatışmadan sonra fethetti. Fırat nehri güney istikametinden batıya doğru, Nehrü’l-Merre diye bilinen ırmağın yanındaki büyük bir kaleyi cizye öde-melerini şart koşarak barış yoluyla ele geçiren Hâlid bin Velid, bölgenin idaresini Bekir bin Vâil Kabilesi’nden Kutbe bin Katâde’ye bıraktı.Zendevend, Dürtâ ve Hürmüzcerd’i yine barış yoluyla, Ülleys’i ise şehri teslim etmeyi reddeden Sâsâni kumandanı Câbân’ın üzerine gönder-diği Müsennâ kumandasındaki birliğin Nehrüddem mevkiinde kazandığı savaştan sonra ele geçirdi. Şehir halkı ile yıllık 1000 dinar ödemeleri şartı ile Hicri 12. yıl 3 Receb, Miladi 13 Eylül 633 tarihinde bunlarla bir sulh andlaşması yaptı.Hâlid bin Velid (r.a) Futühat yoluna devam ederken kumandanlığını Âzâdbih’in yaptığı bir başka Sâsâni hudud muhafaza birliklerini mağlub ederek Müsennâ bin Hâris’in ordugahının bulunduğu Haffân’a uğradı. Âzâdbih’in yenildiğini öğrenen Hire halkı, yüksek surlarla çevrili şehirde bulunan üç büyük kaleye sığındı. Hâlid bin Velid (r.a)’ın kumandasındaki İslâm ordusu süvarilerinin şehrin çevresinde atlarıyla görünmesi üzerine Hireliler, Sâsâni İran tahtında oturan üçüncü Yezdicerd’den yardım gele-ceğini ümit etmedikleri için teslim olmaya karar verdiler. Hâlid bin Velid kendileriyle, diğer birçok şartların yanında cizye ödemeleri üzerine bir andlaşma yaptı.Ulleys Savaşı:Hâlid bin Velid (r.a), ilk önce Hicri 12. yıl, Miladi 633. yılda Irak bölgesinin önemli şehirlerinden Hire’yi zaptetti. Hâlid bin Velid, Hire’ye vardığında, Kubaysa bin İyas başta olmak üzere oranın ileri gelenleri onu karşıladılar. Nu’man bin Münzir’in ölümünden sonra Kisra, İyas’ı buraya vali tayin etmişti. Hâlid bin Velid, ona ve yanındaki adamlarına: “-Sizi Allâh’a ve İslâm’a dâvet ediyorum. Eğer, kabul ederseniz siz- ler de Müslümanlardan olur, onların hak ve vazifelerine sahip olursunuz. Eğer, kabul etmezseniz cizye vereceksiniz. Şayet cizye vermeyi de kabul etmezseniz sizin hayata bağlılığınız kadar ölümü isteyen bir kavimle üze-rinize geliyorum. Sizinle savaşacağız. Allâh’ın takdiri neyse o olur!”dedi.Hire Vâlisi Kubaysa bin İyas, şöyle dedi: “-Bizim için harbe lüzum yok. Biz dinimizde durur, cizye veririz!”Bunun üzerine doksan bin dirhem cizye vermeleri şartıyla anlaşma yapıldı.İbn-i İshak’dan hadisenin bir başka şekli şöyle naklediliyor:Hâlid bin Velid (r.a): “-Sizi İslâm’a, Allâh’dan ğayri ilâh olmadığını Muhammed (s.a.v)’ in O’nun kulu ve elçisi olduğunu kabul etmeye, namaz kılmaya, zekât vermeye, Müslümanların tâbi’ oldukları hükümlere tâbi’ olmaya dâvet ediyorum. Sizler de onların sahib oldukları hak ve vazifelere aynen sahib olacaksınız!”dedi.Bunun üzerine Kubaysa bin İyas: “-Bunu kabul etmek istemezsem ne olur?”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Kabul etmezseniz malınızdan cizye verirsiniz!” “-Onu da kabul etmezsek?” “-Onu da kabul etmezseniz, sizin hayatı sevdiğiniz kadar ölümü seven bir kavimle gelir sizi ezerim!”Vâli Kubaysa bin İyas “-Bize bu gece müsaade et, bu işi bir düşünelim?” “-Kabul!”dedi.Ertesi sabah, Kubaysa bin İyas erkenden geldi ve: “-Cizye vermeye karar verdik. Gel anlaşma yapalım!”dedi. 26Hâlid bin Velid’in İranlılara Mektubu:Ebû Vail (r.a) anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a) İranlıları İslâm’a dâvet eden bir mektub yazdı. Şöyle diyordu: “-Bismillâhirrahmanirrahim; Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adı ile Hâlid bin Velid’den, Rüstem, Mehran ve İran halkına: Selam, doğru yola tâbi olanlara. Biz sizi İslâm’a dâvet ediyoruz. Eğer kabul etmezseniz malınızdan güzellikle cizye verin. Eğer, cizye vermeyi kabul etmezseniz benimle beraber öyle bir topluluk var ki, İranlıların içkiyi sevdikleri gibi Allâh yolunda cihadı istiyorlar, ve seviyorlar. Selâm doğru yola tâbi olanlara!”Hâlid bin Velid’in Irak bölgesindeki Bazı Yerlere Mektubları:Mücahid; Şabi’den naklederek anlatıyor:“-Beni Bukayleliler, Hâlid bin Velid’in Medainlilere yazdığı bir mektubu bana okuttular. Mektubda şöyle yazıyordu: “-Hâlid İbn-i Velid’den İran idarecilerine: Selâm doğru yolda olan-lara: Hamd sizin birliğinizi dağıtan, mülkünüzü elinizden alan, plânları-nızı bozan Allâh’a mahsustur. Şunu katiyyetle biliniz ki kim bizim gibi namaz kılar, kıblemize döner, kestiğimizi yerse işte o gerçek Müslüman-dır. Hak ve vecibeleri de bizim gibidir. Mektubumu alınca bana rehineler gönderin. Onlar benim himayemdedir. Korkmayın! Eğer, dediğimi yap-mazsanız kendisinden başka İlâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki sizin hayatı sevdiğiniz gibi ölümü seven bir kavmi üzerinize göndereceğim!”Mektubu okuyunca endişelenmeye başladılar. Bu hadise Hicri 12. senede olmuştur.Hâlid bin Velid’in Hürmüz’e Mektubu:Şabi anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a), Ezazibe ile Yemâme’den çıkmadan önce İran kıralı Hürmüz’e şu mektubu yazdı. Hürmüz o zaman stratejik bir bölgede bulunuyordu. “-Müslüman ol kurtul veya cizye vererek kavmini ve kendini emni-yete al. Aksi halde neticeden sen sorumlusun. Sizin, hayatı sevdiğiniz kadar ölümü seven bir kavmle üzerinize geliyorum!”İbn-i Cerir’de aynı hâdiseyi şu şekilde anlatıyor:“-Hâlid (r.a) Irak’ın verimli ve önemli yerlerini ele geçirdikten sonra, Hireliler’den birini yanına çağırdı ve onunla İranlılara bir mektub gönder-di. O sıralar da İranlılar, Medâin’e gidib geliyorlar ve birbirlerine yardım ediyorlardı. Behmen Câzeveyh’in Büheresir denilen yerde çadırını kurdu-lar. Kumandanları imiş gibi ona muamale ettiler. Yanında’da arkadaşları vardı. Salub ile birlikte bir kişi çağırdı. Ve onlara birer tane mektub verdi. Mektuplardan biri ileri gelenlere, diğeri de halka yazılmıştı. Bunların biri Hireli, diğeri ise Nabti idi. Hirelilere: “-Adın ne senin?”diye sordu. “-Mürre!” (zehir) dedi.“-Bunun üzerine: “-Al şu mektubu, İranlılara götür. Allâh, ya onların hayatını zehir eder. Yahut da Müslüman olur, gelib tâbi olurlar!”dedi.Diğerinde de: “-Allâh’ım bu adamların canlarını al!”diye ilâve etti. “-Senin adın ne?”diye sordu. “-Hizkîl!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Al şu mektubu!”dedi. “-Allâh’ım bu adamların canlarını al!”diye ilâve etti.İbn-i Cerir de, bu iki mektubun metinleri şöyledir:“-Bismillahirrahmanirrahim!“-Hâlid bin Velid’den İran Krallarına: “-Hamd devletinizi dağıtan, planlarınızı bozan ve birliğinizi parça-layan Allâh’a mahsustur. Eğer böyle yapmasaydı iş, sizin için daha da kötü olacaktı. Emrimize girin ki, sizi serbest bırakalım. Sizin hayatı sev-diğiniz gibi ölümü seven bir kavme mağlub olmak istemezsiniz sanırım!” “-Esirgeyen, bağışlayan Allâh’ın adıyla. Hâlid’den İran Başkanına! Müslüman olun kurtulun, veya cizye vererek himayemizde olduğunuza inanın. Aksi takdirde İranlılar’ın içkiyi sevdikleri kadar ölümü seven bir kavimle üstünüze geliyorum!” 27Enbar’ın Fethi:Hâlid bin Velid (r.a), İranlılarla diğer bir çok şart yanında cizye ödemeleri üzerine bir antlaşma yaptı. Hire’de bir müddet kalan Hâlid bin Velid, şehrin çevresine ve Fırat’ı geçerek Sevâd bölgesinde bulunan bazı yerlere akınlar düzenledi. Bu arada Bânukya ve Bârüsmâ ile Fırat’ı Dicle-’ye bağlayan iki büyük kanalın içinden geçtiği, Sâsâni’lerin çok mühim lojistik bir erzak ve silâh ambarı olan Enbâr şehrini önce savaş, karşılıklı ok atışları, sonunda barış yoluyla, fethetti.Aynu’t-Temr Savaşı:Ticaret kervanlarının uğradığı çok önemli bir menzil olan, Suriye Arabistan çölünün birleştiği yerde kurulmuş Aynü’t-Temr’i savaşarak fethetti. Şehrin çevresindeki bazı bedevi kabilelerini de hizaya getirdi. Böylece Basra körfezinden Aynü’t-Temr’e Fırat nehri boyunca uzanan toprakların İslâm devleti sınırlarına katılmasını sağladı.İkinci Dümmetü’l-Cendel Savaşı:Halife Hz.Ebû Bekr (r.a), Hire’de bulunan Hâlid bin Velid’e yazdığı mektubda, Dümmetü’l-Cendel’e giderek, Resûlullâh (s.a.v) zamanında yaptığı antlaşmayı bozan Ükeydir bin Abdülmelik’in üzerine yürümesini, oradan da, Suriye’ye geçmesini emretti. Hâlid bin Velid, Irak’da yerine Mûsennâ bin Hârise’yi bırakıb Dümetü’l-Cendel’e gitti. Burayı ikinci defa fethetti ve Ükeydir bin Abdülmelik’i öldürdü.Hasid ve Mudayyah Savaşları:Hâlid bin Velid (r.a), Dümmetü’l-Cendel’de bir süre kaldı. Oradaki Acemler, el-Cezire Arablarıyla mektublaştılar ve Hâlid’le savaşmak için toplandılar. Zibrikan’ın elinden almak için Enbar üzerine yürüdüler. O zaman Enbar’da Hâlid’in nâibi olarak Zibrikan adında biri bulunuyordu. Hâlid bin Velid, Dümetü’l-Cendel’den Hireye döndü. O, Kisra’nın baş-kenti olan Medayin halkıyla savaşmaya niyetlenmişti. Ancak o, halifeden izin almaksızın bu savaşı yapmayı uyğun görmüyordu. Fakat mecburen onların üzerlerine yürüdü ve onları mağlub etti.Halife Ebû Bekr (r.a)’ın emir ve ahidnamesini ihtiva eden yeni bir mektubunu alınca yetmiş mil uzaklıkta ve kuzeybatı istikametindeki Beni Kelb kabilesinin suyu olan Kurâkır’a gitti. 700 veya 800 kişilik süvari birliği, Kurâkır ile Sûva arasındaki çölü, Râfi’ bin Âmire’nin kılavuzluğu ile beş günde aştı. Oradakileri de etkisiz hale getirdi.Firaz Savaşı:Hâlid bin Velid (r.a), beraberindeki Müslümanlarla birlikte Şam, Irak ve Cezire sınırlarının kesiştiği Firaz’a gitti. Orada Ramazan ayını geçirdi. Düşmanla meşğul olduğu için oruç tutmadı. Bizanslılar, Hâlid’ın oraya geldiğini ve memleketlerine yakın bir yere yerleştiğini duyunca hamiyyete gelib öfkelendiler. Çok sayıda asker topladılar. Tağlib, İyad ve Temr kabilelerine yardım ettiler. Sonra Hâlid’ın üzerine geldiler. Onlarla Hâlid arasında Fırat nehri vardı.Bizanslılar, Hâlid’e dediler ki: “-Fırat’ı geçib de yanımıza gel!”Hâlid’de onlara: “-Hayır, siz Fırat’ı geçib yanımıza gelin!”dedi.Rumlar nehri geçib Müslümanların karşısına geldiler. İki taraf şiddetli bir şekilde çarpıştılar Allâh Bizanslıları hezimete uğrattı. Hâlid bin Velid, Firaz Savaşı’ndan sonra Firaz’da on gün kadar kaldı. Sonra ordusuna Hire’ye dönmesini emretti. Hâlid bin Velid, Âsım bin Amr’ın öncü kuvvetlerin başında, Şecere bin Eazzı’ın da artçı kuvvetlerin başında bulunmasını emretti. Hâlid bin Velid, kendisinin artçı kuvvetlerle birlikte gitmekte olduğunun intibaını verdi.Kendisi de birkaç arkadaşıyla birlikte Mescid-i Hârem’e yöneldi. Mekke’ye, daha önce hiç gitmediği bir yoldan gitti. O sene haccetti. Sonra döndü ve artçı kuvvetlerin Hire’ye ulaşmalarından önce askerlere ulaştı. Hatta bazı insanlar onun saçlarını kesmiş yıkanmadan Mekke’den geldi-ğini söylerler. Halife bu olay üzerine Hâlid’i kınadı.Şam bölgesindeki Fetihler:Hiristiyan Gassaniler’in askeri karargâhları olan Mercürrahit’e saldı-rarak onları mağlub ettikten sonra. Hicri 13. yılın safer ayının onsekizinde Miladi 23 Nisan 634 de, Suriye’nin önemli kentlerinden olan Busra’ya indi. Burada halife Hz.Ebû Bekr’in Suriye fethi için göndermiş olduğu Ebû Ûbeyde bin Cerrâh, Şurahbil bin Hasene ve Yezid bin Ebû Süfyan ile buluştu. Şehrin kuşatılması sırasında diğer kumandanlar onu başkuman-danlığa getirdiler. Kısa süren muhasaradan sonra Busrâ ve bu şehrin için-de bulunduğu Havran bölgesi fethedildi.Hâlid bin Velid’in komutası altında birleşen İslâm ordusu kuzeye doğru ilerledi, ve, Amr bin Âs ile Ecnâdeyn’de buluştu. Hâlid bin Velid, Bizans Rum imparatoru Herakleus’un kardeşi Theodoros kumandasındaki 80,000 kişilik ordu ile yapılan ve Müslümanlara Filistin ve Suriye’nin kapılarını açan Ecnâdeyn Savaşı’nda büyük bir zafer kazandı.Yermük Savaşı:Tarihçiler Ecnadeyn Savaşı ile Yermük Savaşı’nın hangisinin önce veya sonra olduğunda birçok ihtilaflı görüşler arz etmişlerdir. Hâlid bin Velid (r.a)’ın Irak’dan gelmesiyle İslâm ordularını sayısı 40 veya 46 bin kişi olmuştu. Bizanslı Rumlar ve onlara yardım eden Hırıstiyan Arab aşiretlerden müteşekkil ordunun sayısı ise;200,000 idi. Bunlardan 80,000 kişi bağlı, 40,000 kişide ölüme hazır kaçmasınlar diye sarıklarla veya zincirlerle biribirlerine bağlanmışlardı. 80,000 kişi ise piyadeydiler. Bu askerler başlarında Bizans Rum rahib ve papazlarıyla Yermük Vadisi’ne geldiler. Harb günlerce sürdü.Hicri 13. yılın Cumadelahir ayı, Miladi 634. yılın 20 Ağustos ayı ile Eylül ayına kadar süren Yermük Savaşı, Suriye’deki İslâm orduları ile Bizans Rum orduları Yermük’te karşılaştılar. Bu meydan muharebesinde Hâlid bin Velid (r.a), İslâm ordularının süvari kumandanı idi. Fakat ordu-nun tanzimi, ve ğrub, ğrub ayrılarak her birinin görevini nasıl yapacağına dair talimatı, Ebû Ubeyde bin Cerrah’ın isteği ile, Hâlid bin Velid (r.a) hazırladı. Harb, çok kanlı oldu.Hâlid bin Velid’in Yermük Harbi’nde Roma’lı kumandan genaral Cerece’yi İslâm’a dâvet edişi ve Cerece’nin Müslüman Oluşu:Vâkidi ve diğerleri naklediyorlar:“-Bizans Rum kumandanlarının büyüklerinden olan Cerece, Yermük Savaşı sırasında savaş safından ileri çıkarak Hâlid’i ortaya dâvet etti. Hâlid’de ilerledi. Yaklaştılar. Atları burun buruna geldi.Bizans Rum Genarali Cerece: “-Ey Hâlid! Bana haber ver, ve doğru söyle. Yalan söyleme. Zira hür bir kimse yalan söylemez. Beni aldatma; asil insanlar Allâh için soran kimseyi aldatmazlar. Söyle; Yüce Allâh Peyğamberinize gökten bir kılıç indirdi. O da, bu kılıcı sana mı verdi ki, sen, onu kime çekersen mağlub ediyorsun?”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Hayır!”diye cevab verdi.Cerece: “-Peki neden Allâh’ın kılıcı deniyor sana?”deyince,Hâlid bin Velid (r.a):“-Allâh, bize Peyğamberini gönderdi. O da bizi İslâm dinine dâvet etti. Fakat biz ondan kaçtık, uzaklaştık. Bununla beraber bazılarımız ona inandı ve tabi oldu. Bazılarımız da onu yalanladı, uzaklaştı. Ben de onu yalanlayan ve O’ndan uzak duranlardandım. Sonra, Allâh bizim kalbleri-mizi doğru yola iletti. O’nunla kurtuluşu bulduk, ve O’na tâbi olduk.Peyğamber bana: “-Sen, Allâh’ın müşrikler üzerine çektiği kılıcısın!”buyurdu.Ve, bana zafer kazanmam için duâ etti. Bu sebeble bana: “-Allâh’ın kılıcı!”deniyor. Ben Müslümanların müşriklere karşı en şiddetli davrananlarındanım!”dedi.Cerece: “-Hâlid! Neye dâvet ediyorsun bizi?”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Allâh’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehâdete ve Allâh’dan getirdiği her şeyi tasdike dâvet ediyorum!”dedi.Cerece: “-Kabul etmeyen için ne var?” “-Cizye verir, biz de ona dokunmayız!” “-Cizyeyi vermezse?” “-Harb ilân eder, onunla savaşırız!” “-Bugün bu çağrıya uyan ve dine girenin mevkii nedir?” “-Allâh’ın emirleri karşısında asil olanla, olmayanın, önce İslâm’a girenle, daha sonra Müslüman olanımızın hiçbir mevkii farkı yoktur!” “-Bugün dine girenin mükâfatı da sizinki gibi midir?” “-Evet daha fazladır!” “-Nasıl size eşit olur? Siz daha önce Müslüman oldunuz?” “-Biz bu dini zorla kabul ettik. Gökten gelen bir kitabdan okuyor ve bize mucizeler gösteriyordu. Bizim gördüklerimizi gören ve işittiklerimizi işitenlerin onu kabul etmeleri muhakkaktı. Siz ise bizim gördüklerimizi görmediniz. İşittiğimiz ilgi çekici ve kuvvetli delilleri duymadınız. İşte bu sebeble sizden bu dini halis niyetle kabul edenler, bizden efdaldirler!” “-Allâh’a yemin olsun ki doğru söyledin, beni aldatmadın!” “-Allâh’a yemin ederim ki doğru söyledim. Bu sorduğun mesele Allâh’a aittir!”Bundan sonra general Cerece kalkanını indirdi ve Hâlid’e yönelerek: “-Bana İslâm’ı öğret!”dedi.Bu teklif üzerine, Hâlid, onu çadırına götürdü. Bir testi su vererek abdest aldırdı. Sonra iki rekât namaz kıldırdı. Onun Hâlid bin Velid’in tarafına geçişini gören Romalılar hücum ettiler ve Müslümanları gerilet-tiler. Ancak İkrime bin Cehl ile Hâris bin Hişam’ı yerlerinden oynatamadılar. Hâlid, atına atladı. Cerece’de onunla beraberdi. Romalılar bu sırada Müslümanların içine dalmışlardı. Hâlid orduyu toplayarak harbe teşvik etti. Hücuma geçildi. Romalılar ilk mevzilerine kadar gerilediler. Hâlid İslâm ordusunu şiddetle hücuma geçirdi, kılıç kılıca savaşa girdiler.O gün sabahdan akşama kadar Hâlid ve Cerece beraberce savaştılar. Müslümanlar öğle ve ikindi namazlarını savaşırlarken ima ile kıldılar. Cerece, Allâh rahmet eylesin. O gün şehid oldu. Hâlid’le beraber kıldığı o iki rekâttan başka namaz kılamadı.Ayrıca Bidaye’de anlatıldığına göre:“-Hâlid o gün orduya bir konuşma yaptı. Onları Arab olmayanların topraklarına imrendirdi. Ve kendi topraklarıyla karşılaştırarak: “-Bakın şu yiyeceklere, şu nimetlere! Eğer cihad ve İslâm’a dâvet gibi iki büyük vazife ile mükellef olarak gelmeyip de ganimet elde etmek için gelseydik sadece şu güzelim topraklar için de savaşılırdı. Yeter ki biz bu topraklara sahib olmaya hak kazanalım. İşte o zaman açlık ve fakirlik zilletinden kurtulmuş refaha kavuşmuş oluruz!”dedi. 28Neticede; günlerce süren bu kanlı savaştan İslâm ordusu muzaffer olarak ilerlemeye başladı. Bizans ordularıyla Suriye topraklarında son defa yapılan Yermük Savaşı’nı da Allâh’ın izniyle kazandılar. Bu savaş-lar sırasında halife Hz.Ebû Bekr (r.a)’ın vefat haberi gelmiştir. Ancak askerlerin moralini bozmamak için savaştan sonra askerleri haberdar etmişlerdi. Halife Ebû Bekr (r.a) Hicri 13. yıl 22 Cumadelahir, Miladi 634 yılının Ağustos ayının 22. günü vefat etmişti.Bu tarihlerden sonra ikinci halife Hz.Ömer (r.a) iş başına getirildi. Hz.Ömer hilafete gelir gelmez Hz.Ebû Bekr (r.a) döneminde başlayan Şam şehrinin fethi proğramına eksiksiz devam eder. Yermük Savaşı kaza-nılınca Ebû Ubeyde (r.a), Şam halkına Humus’dan yardım geldiğini bir mektublar Hz.Ömer’e bildirdi. Hz.Ömer (r.a) Ebû Ubeyde’ye cevaben yazdığı mektubda şöyle demişti:“-Şam bölgesinin sığınak kalesi ve yönetim merkezi olması bakım-ından Dımaşk’ı (Şam’ı) fethetmekle işe başlamasını Fihl bölgesinde bulunanları karşılarında durabilecek süvarilerle meşğul etmesini Şam’ı fethettikten sonra da Fihl’e yürümesini, Fihl’de fethedildikten sonra ise, Hâlid bin Velid (r.a) ile birlikte Humus şehrine yürümesini, Şurahbil bin Hasene ile Amr bin Âs’ı Filistinde bırakmasını emretti. Bunun üzerine Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a), Fihl’e bir ğrub asker gönderdi. Başka bir ğrub Müslüman askerlere’de Humus ile Şam arasında kararğah kurdu. Başka bir ğrub ise Şam ile Filistin arasında kararğahlarını kurdular. Ebû Ubeyde (r.a) ile Hâlid bin Velid (r.a), Şam şehri üzerine yürüdüler. Şam şehri komutanı Nastas adında bir Rum genaraliydi.Şehrin bir tarafında Ebû Ubeyde (r.a) bir tarafında Hâlid bin Velid, diğer tarafta ise Amr bin Âs, askeri kararğahlarının kurdular. İmparator Hereklieos ise, Humus yakınlarında buluyordu. Müslümanlar Şam şehrini yetmiş gün süreyle şiddetli bir şekilde kuşatma altına aldılar. Onlarla hem mancınıklarla hemde piyade olarak günlerce savaşıb durdular.Heraklieus’un süvari birlikleri Şam şehrine yardımcı olarak gelmek istedilersede Humus yakınlarındaki İslâm süvarileri onlara fırsat verme-diler. Böylelikle Şam’lılar umutsuzluğa düştüler. Bu da Müslümanların feht umudlarını oldukça arttırdı. Bu kuşatma sırasında Şamlıların Nastas adındaki komutanlarının o günlerde bir çocuğu doğmuştu. Bu doğumun şerefine Şamlılara bir ziyafet verdi. Günlerce yemekler yenildi, içkiler içilip eğlenceler yapıldı. Bu arada askerler özellikle nöbetçiler sarhoş olup nöbet yerlerini terk ettiler.Bu durumu çok iyi değerlendiren ve bir dahiyi harb olan Hâlid bin Velid (r.a) hemen merdiven şeklindeki pek çok kementleri hazırlatıp ziyafetin verildiği günün akşamında seçkin askerlerden oluşan Ka’ka bin Amr, Mezkür bin Adiy ve benzeri askerlerle birlikte Müslüman birliklerin önüne geçerek: “-Surların üzerinde tekbir sesimizi işittiğiniz zaman bizim yanımıza çıkınız ve kağıya doğru ilerleyiniz!”dedi.Bu taktikle surlara çıkılıp, şehrin kapıları açılınca Müslümanlar Şam şehrine girdiler. Bir müddet direnişle karşılaştılar fakat sonunda Şamlılar anlaşmayla telim oldular. Arkasından Fihl Savaşı oldu. Fihl Savaşı’ndada Allâh’ın izniyle ğalib geldiler. Bu savaşlardan sonra o ğünün süper gücü olan Bizans Rum imparatorluğunun askerleri yenilip bozğuna uğramışlar ve askerler artık ordudan firar etmeye başlamışlardı. Tarihçilerin bazıları-na göre; önce Fihl Savaşı oldu, sonra Şam feth edildi derler.Hicri 14. Miladi 634. yıllardaki ard arda gelen bu savaşlarda Şam bölgesinde hemen hemen feth edilmedik yer kalmamıştı. Bu yıllarda Irak bölgeside, Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a)’ın komutasındaki ordular tarafından tamamen feth edilme noktasına gelmiş idi. Hicretin 15. Miladi 636-637. yıllarında Mercu’r-Rum Vak’ası oldu.Şam bölgesinin tamamen fethinden sonra, Başkomutan Ebû Ubeyde bin Cerrah ile Hâlid bin Velid (r.a) ve beraberindeki Müslüman askerler ile birlikte Humus Şehrini de ele geçirdiler. Buradan da Kınnesrin şehri üzerine yürüdü. Karşısına çıkan Bizans Rum kumandanı Minas’ıda mağ-lub ederek şehri teslim aldı.Bu fetihler sırasında ikinci halife Hz.Ömer (r.a), Hâlid bin Velid’i azlederek yerine Ebû Ubeyde (r.a)’ı başkumandanlığına tayin etti. bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a): “-Size, bu ümmetin emini gönderilib tâyin edildi. Bunu Resûlullâh-’ın buyurduğunu duydum!”Bunun üzerine Ebû Ubeyde (r.a) şöyle dedi:“-Resûlullâh’ın şöyle buyurduğunu duydum: “-Hâlid, Allâh’ın kılıçlarından bir kılınçtır. Kabilenin ne yiğit deli-kanlısıdır o!” 29Hâlid bin Velid, bundan sonra Humus, Hama, Şeyzer ve Kınnesrin gibi şehirlerin fethine Ebû Ubeyde (r.a)’in emri altında iştirak etti. Hâlid bin Velid’in kabiliyetini, askeri dehasını takdir edip görüşlerine daima itibar eden Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) bu fetihler sırasında onu yanından ayırmamış, öncü birliği kumandanı olarak kendisinden faydalanmıştır.Hz.Ömer (r.a) bir rivâyete göre Ebû Ubeyde’nin vefatından sonra Hicri 18. Miladi 639. yılda, diğer rivayete göre ise; Hicri 17. Miladi 638. yılda Hâlid bin Velid (r.a)’ı bir hikmete binaen görevinden alır. Hz.Ömer, Hâlid bin Velid’i Askere sert davranıyor, kimseyi dinlemiyor ve kimseye kıymet vermiyor, veya ele geçirdiği ğanimet mallarından bir kısmını şan ve şeref sahibi kimselere verdiği için, üstelik ordu idaresine ait hesabı da muntazam göndermiyor gerekçesiyle Suriye bölgesi valiliğinden azletti.Bir başka rivâyetde ise; Hz.Ebû Bekr zamanında, Hâlid bin Velid Irak’taki işleri hallederek gizlice Hacca gelmişti. Bunu duyan birinci halife Hz.Ebû Bekr çok üzüldü. Hz.Ömer ile müşavere yaptı. Hz.Ömer, her seferinde kendi reyi ile hareket edib kimseyi dinlemiyor. Gerekçesiyle görevden alınmasını istedi. Bu istek üzerine Hz.Ebû Bekr, Hz.Ömer’e: “-O Allâh’ın kılıcıdır. Allâh’ın sıyrılmış kılıcını ben nasıl kınına sokarım?”diyerek cevab vermiştir.Hz.Ebû Bekr’in vefâtından sonra, Hz.Ömer (r.a), hilafete geçtiğinde Hâlid bin Velid’ı hemen değiştirmedi. Önce müteaddit defalar kendisine: “-Benim sözümün dışında hareket etmeyeceksin!”diyerek tenbihatta ve nasihatlerde bulundu. Fakat, bu nasihatleri Hâlid bin Velid (r.a) içinde bulunduğu durumdan dolayı pek dinlemedi.Bir başka rivâyetde ise; yapılan fütuhatın hemen hepsini Hâlid bin Velid yapmıştı. Müslümanlar arasında, “-Hâlid olmadan savaş kazanılmaz!”diye bir fikir uyanmasın diye Hz.Ömer onu azletti, şeklindedir.Bir başka rivâyete göre ise; Hâlid, ordu masraflarında fazla israfa kaçmıştı. Bol para dağıtması, epey dedikodu konusu oldu. Hz.Ömer, Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı gönderib işi tahkik ettirdi. Ebû Ubeyde (r.a)’in elin-deki emre göre: “-Bu kadar parayı Müslümanların malından verdi ise Müslümanlara hıyanet etmiştir. Yok eğer kendi malından vermiş ise israf etmiştir. Her iki halde de hareketi caiz değildir!”deniliyordu.Başka bir rivayette ise; Ebû Ubeyde (r.a), Yermük Savaşı sırasında azil fermanını Halid’e verdi. O ise, savaş alanında azlin, askerin moralini bozmasından çekindiği için: “-Şimdi ne ferman dinleyecek ve ne de işimden geri kalacak vaktim var. Evvela şu işi bitireyim!”diyerek savaşa girdi.Sonunda ğalib gelindi. Sonra fermanı kabul edip başkumandanlığı Ebû Ubeyde bin Cerrah’a bıraktı. Ebû Ubeyde bin Cerrâh başkumandanlı-ğa tayin edildi. Hâlid bin Velid (r.a), bundan sonra, Humus, Hama, Şeyzer ve Kinnesrin gibi şehirlerin fethine Ebû Ûbeyde bin Cerrâh (r.a)’ın emri altında iştirak etti. Hâlid (r.a)’in kabiliyetini, askeri dehasını takdir edib görüşlerine daima itibar eden Ebû Ûbeyde bin Cerrâh, fetihler esnasında Hâlid (r.a)’nı yanından hiç ayırmamıştır. Öncü birliği kumandanı olarak daima kendisinden faydalanmıştır.Bazı tarihçilere göre de: Hâlid bin Velid (r.a) el-Cezire’nin fethinde İyad bin Ganm (r.a) ile birlikte bulunmuş, ancak Amid (Diyarbakır)’da bir hamama girerek hamamda içinde şarab bulunan bir şeyle vucudunu oğması üzerine, Hz.Ömer (r.a) tarafından görevden alınmıştır. Bunu bazı kişiler kasıtlı bir şekilde abartarak eksik ve yanlış veya yanlı olarak anla-tırlar. Bu olayın doğrusu şöyledir:Hz.Ömer (r.a) ona azl mektubunda şöyle der: “-Ben senin şarab ile vucudunu ovaladığının haberini aldım. Şunu bilki; yüce Allâh, şarabın içini’de, dışını’da, ona el sürmeyi’de, haram kılmıştır. Sakın onu vücüdunuza dokundurmayınız!”Diye yazınca cevap olarak, Hâlid (r.a), kendisine şöyle yazmıştı: “-Bu şarabı şarablıktan çıkardığımız için artık şarabın dışında bir yıkama maddesi haline dönüşmüştür!”Yani bir nevi sirkeleşmişti. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a) kendisine: “-Muğire’nin soyundan gelenler katı kalblilik belasına uğramışlar-dır. Allâh sizlerin ruhunuzu bu haldeyken almasın!”diye cevab yazdı.Yine denildiğine göre; Hâlid bin Velid (r.a) Ebû Ûbeyde’nin dışında hiç kimsenin komutası altında bir yere gitmiş değildir. En doğrusunu Allâh bilir. 30Hâlid bin Velid (r.a), ellialtı savaşa katılmıştır. Irak’ın fethi, Yemen, Suriye bölgesi Şam, Humus, Hama, Anadolu’da, Antakya, Marsisya (Misis), Tarsus, Maraş, Darende, Amid (Diyarbakır), Cizre, Nusaybin, ve tüm el-Cezire bölgesinin Müslümanlaşmasında büyük hissesi vardır.Halife Hz.Ömer (r.a), Hz.Hâlid’i azlettikten sonra Medine’ye geri çağırdı. Kendisini sorğuya çekti. Hâlid bin Velid hesabını doğru olarak verib temize çıktı. Hz.Ömer, ona izzet ve ikrâmlarda bulunarak gönlünü aldı. Kısa bir süre sonra’da Hâlid bin Velid’i Harran taraflarına genel vali olarak tayin etti. Buraya giden Hâlid bir sene sonra valilikten istifa ederek Medine’ye geri geldi. Medine’de bir müddet sonra Hâlid hastalandı, ve Hicri 22. Miladi 642 yılında vefât etti. Cenazesine Hz.Ömer’de iştirak etti, denilir ise de sahih olan bir başka rivâyete göre ise,Hâlid bin Velid valilikten istifa ettikten sonra Humus’a gidib oraya yerleşti ve orada hastalanıb vefât etti. denilmektedir. Hz.Hâlid hasta yata-ğında yatarken kendisini ziyarete gelenlere gözyaşları içinde: “-Elli altı savaşa girdim. Hepsinde’de abdestli olarak bulunuyordum. Niyetim bu savaşlarda şehid olmak idi. Amma Cenâb-ı Hak bana şehâdeti nasib etmedi. Buna ağlıyorum!” demiştir.Ebû Vail anlatıyor:“-Ölüm anı gelib çattığında, Hâlid bin Velid (r.a): “-Ölüm saçan, çok tehlikeli sahnelerle dolu savaşlarda ölmek istemiş idim. Fakat, yatağımda ölmem takdir olunmuş, elden ne gelir ki. Lâ ilâhe illâllah’dan sonra en çok ecir umduğum amelim, sabahleyin kâfirlere bas-kın yapmak için, siperde göğün dibi delinmişçesine yağan yağmur altında geçirdiğim gecemdir. Ben öldüğüm zaman, atımı ve silâhımı muhafaza edin ve onları Allâh yolunda savaşanlara verin!”Ebû Zinâd anlatıyor:“-Hâlid (r.a) vefâtına yakın günlerde ağlayarak şöyle diyordu: “-Şu, şu savaşlarda bulundum. Vücudumda kılıç, mızrak, ok yarası bulunmayan bir tek karış bile yoktur. Fakat, görüyorsunuz ki, develer gibi yatakta ecelimle ölüyorum. Korkaklar dünyada rahat yüzü görmesin!” 31Hâlid bin Velid (r.a), Hicri 21. Miladi 642. yılda Hz.Ömer devrinde yine bir sefer hazırlığında iken Suriye’nin Humus şehrinde hastalanır. Bütün çabalara rağmen ellialtı yaşlarında yatağında ölmeyi kendine yediremeyib kılıcına dayanıb zorla da olsa ağaya kalkarak: “-Ölüm meleği beni ayakta bulsun!”demiş, ve birkaç adım atarak ruhunu rahmâna teslim etmiştir.Son vasiyeti ise şöyle olduğu söylenir: “-Beni, başımdaki sarığımla beraber gömün!”Zira, o sarığın içinde Resûlullâh (s.a.v)’in mübârek saçlarından bazı parçalar vardı. Ölüm haberi hemen Medine’ye bir sabah vakti ulaşınca kadınlar ağlamaya başladı.Halife Hz.Ömer (r.a): “-Ne bu ağıtlar, kim ölmüş ki?”diye sormuştu. “-Yâ Emîre’l-Mü’minin! Seyfullâh, Hâlid bin Velid ölmüş!”deninceHz.Ömer ağlayarak: “-Medine kadınlarına söyleyin feryat fiğan etmeden başlarına toprak saçmayıb yüksek sesle olmamak şartıyla Hâlid’e ağlasınlar. Zira Hâlid bin Velid buna değerdi!”dedi.Hz.Ömer (r.a) Hâlid bin Velid’ın akrabalarının evine geldiği zaman ihramlı bir kadının Hâlid üzerine ağlayıb şöyle dediğini işitti: “-Erkekler yüz üstü yere düşerlerken, sen, milyon kadar erkekden daha hayırlısın. Onlar da bana yiğit midirler? Sen, Damr bin Cehm’ın yeleli arslanından daha yiğitsin. Onlar da bana cömert midirler? Sen, dağlar arasında akan Deyyas selinden daha cömertsin!”Hz.Ömer (r.a): “-Bu kadın kimdir?”diye sorunca ona: “-Hâlid bin Velid’in Annesi, Lübabetü’l-Suğra!”dediler.Halife Hz.Ömer (r.a): “-Annesi ise, ona üç gün ağlayabilir. Kadınlar Hâlid gibisini ağla-makla yeniden dünyaya getirebilirler mi?”diye sordu. Arkasından: “-İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn: Vallâhi Hâlid düşmanın göğsü üzerine atılan, meşveret ve aklı bereketli olan bir kimseydi”dedi.Hz.Ali (r.a): “-Madem böyleydi de niye onu görevden aldın?”Hz.Ömer (r.a): “-Ona karşı yaptıklarıma pişman oldum! Allâh Ebû Süleyaman’a rahmet eylesin. Onun yapmadığı bazı işleri yaptığını zan etmiştik!”dedi.Hişâm bin Bahteri, Beni Mahzum kabilesinden birkaç kişiyle birlikte Ömer bin Hattab’ın yanına gitti. Ömer (r.a) ona şöyle dedi: “-Ey Hişâm! Hâlid bin Velid hakkında söylediğin şiirini bana oku!”Hişam, Hâlid bin Velid hakkında ki şiirini okuyunca, Ömer (r.a), ona şöyle dedi:“-Merhum Ebû Süleyman’ı az övdün. Çünkü, o şirki alçaltmak ve müşrikleri zelil kılmak isterdi. Düşmanı ona gülüb yürek soğutsaydı bile O, Yüce Allâh’ı ğazablandırmamak için ondan yüz çevirirdi. Allâh, Beni Temim’in kardeşini kahretsin. O ne kadar da usta bir şairmiş. “-Geçip gidenini aksine hayatta kalana de ki: Onun gibi bir başka-sına hazırlansın, sanki bu iş olub bitmiştir. Benden sonra yaşayanın yaşa-ması bana fayda vermez. Ölenin ölümü de beni hayatta ebedi bırakmaz!”Bu şiiri okuduktan sonra Hz.Ömer (r.a), şöyle dedi: “-Allâh, Ebû Süleyman’a rahmet etsin. Allâh katındaki sevab ve mükâafat, onun dünyada ve içinde bulunduğu halden daha hayırlıdır. O, mutlu olarak vefat etti. Övgüye layık olarak yaşadı. Ama zamanın bunu söylediğini görmedim!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a), vefat ettiği zaman atından, kölesinden ve silah-ından başka bir malı yoktu. 32Hâlid bin Velid (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’ın ismini anan bir kimse yalnız ismini salavatsız söylediği zaman âdeta ğazaba gelirdi. Fakat hiçbir şey yapmazdı. Resûlullâh’ın her bir şeyini mübârek telakki ederdi. Ondan şeref ve ğurur duyardı. Nitekim Resûlullâh traş olduğu zaman, mübârek başından düşen kılları toplamış ve “Mübârektir” diyerek saklamıştır.Hâlid bin Velid (r.a)’in; hanımları ve çocukları hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Hemen tamamı Amevas Taunu’ndan ölmüş kırk kadar çocuğu olduğu rivâyet edilir. Bunların en meşhur olanı birçok savaşlara katılan ve Humus Vâlisi olan Abdurrahman’dır. Ayrıca Abdullah el-Asğar, Abdullah el-Ekber, Muhacir, Velid ve Süleyman, adlarında altı tane oğlunun isimleri bize ulaşmıştır.Süleyman bin Hâlid (r.a) hakkında pek geniş bilgi bulunmamakla beraber kabrinin Diyarbakır’da Hz.Süleyman camisinde kendisiyle birlikte Diyarbakır’ın fethi sırasında şehid olan yirmisekiz sahabe ile bu camii içersinde medfun olduğu rivâyet edilir. Oğullarından Muhacir ise Sıffîn Savaşı’nda Hz.Ali tarafını tutuyordu.Humus Vâlisi olan oğlu Abdurrahman bin Hâlid, Muâviye devrinde İstanbul’un fethine iştirak etmiş ve ok müfrezesi kumandanlığı yapmıştır. Oğullarının son üç tanesi, zevcelerinden Esma bint-i Enes bin Müsdereke-’den dir. Hâlid bin Velid, bütün ömrünü savaş meydanlarında geçirdiğinden savaş sırasında Kûr’ân-ı Kerîm öğrenmekten geri kalmamış Resûlullâh (s.a.v)’den 18 tane hadis-i şerif rivâyet etmiştir.Teyzesinin oğlu Abdullah bin Kays, Kays bin Ebû Hâzim, Mikdad bin Ma’dikerib kendisinden hadis alanlar arasında bulunmaktadır. Hâlid bin Velid’e, nisbet edilen, “Mirseb, Edlak, Kurtubi” adlı üç tane kılıç Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. 33Hâlid bin Velid (r.a)’ın kabri, Suriye’nin Humus şehrindedir.Şüphesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan râzı olsun.
1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-9-227
2- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-162
3- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-22-23
4- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-658
5- Camiu’l-Usûl-Ashâbın faziletleri-14-254-No-6.651-Tirmizi-Menâkıb-50-3846
6- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-248-249-250-252-253
7- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-267-268-269
8- M.Âsım Köksal İslam Tarihi-15-349-350-351-352-353
9- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-380-390
10- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-438
11- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-450
12- Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-460
13- Âsım Köksal İslâm Tarihi-16-41
14- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-16-216-221
15- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-17-22-27
16- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-17-298
17- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2098
18- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1725
19- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2066
20- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2057
21- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2106
22- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-563
23- M.Yusuf Kahdehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-463
24- İbn-i Kesir el-Bidâye Ve’n-Nihâye tercemesi Mehmet Keskin 1994-Çağrı yayınları -6-456
25- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2107
26- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-212
27- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-206-207
28- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-214
29- el-İsabe, İbn-i Hacer el-Askalani-2-30-No-2203
30- İbn-i Esir Fit-Tarihi Kâmil-2-480-490-özet
31- M.yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-563
32- İbn-i Kesir-7-195
33- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-15-289-293-Konunun akışına göre montajlandı.
Ervâ bint-i Abdülmuttalib (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’ın halalarındandır. Hz.Osman (r.a)’ın teyzesidir. Orta boylu, güzel bir hanımdı. Heybetli bir hali vardı. Cesur, hak sözünü hiç kimseden esirgemeyen mert yapılı bir hanım efendidir.
Erkam bin Ebi’l-Erkam (r.a)’ın babasının esas adı, Abdümenaf bin Esed olduğu ve babasının da Müslüman olduğu ve Ebû Bekr (r.a) ile aynı günde vefat ettiği söylenir. Kendisi İbn-i Ebi’l-Erkam olarak tanınmıştır.
Anne Adı : Asma, Lübabetü’s-Suğra bint-i el-Hâris bin Hazn, el-Hilâliye.
Doğum Tarihi ve Yeri : Takriben, Miladi 586. yıl Mekke’de doğdu.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 21. Miladi 642. yıl Suriye’nin Humus Şehrinde 56 yaşlarında iken vefât etti. Kabri, Suriye Humus’tadır.
Fiziki Yapısı : Oldukça güzel ve baba yiğit bir yapısı vardı.
Eşleri : 1-Esmâ bint-i Enes bin Müdrik el-Has’âmi. 2-Kebşe bint-i Hevze bin Ebu Amr. 3-Ümmü Temim ve ismini bilemedik-lerimiz.
Oğulları : el-Muhacir, Abdurrahman, Abdullah el-Ek-ber, Süleyman, Abdullah el-Asğar ve Velid.
Kızları : Bilgi yok.
Gavzeler : Mekke fethinden sonra 56 savaşa katıldı.
Muhacir mi Ensar mı : Mekke’den, Medine’ye, Muhacirdir.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 18 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Hâlid bin Velid bin Muğire bin Abdullâh bin Ömer bin Mahzum el-Kureyşîy el-Mahzumî’dir.
Lakap ve Künyesi : Ebû Süleyman, Ebû Velid, Fârisü’l-İslâm İslâm’ın süvarisi, Seyfullâh, Allâh’ın kılıncı.
Kimlerle Akraba idi : Velid bin Velid’in kardeşi. Resûlullâh’ın hanımı Meymune’den taraf baldızı Lübâbetü’l-Suğra’nın da oğludur.
Hâlid bin Velid'in Hayatı
Hâlid bin Velid, bin Muğire, bin Abdullah, bin Amr, bin Mahzum, el-Kureyşîy, el-Mahzumî’dir. Babası: Meşhur Velid bin Muğire, Kureyş kabilesi arasında seçkin bir kişiydi. Annesi ise Asmâ Lübâbetü’s-Suğra bint-i Hâris bin Harb el-Hilâliye’dir. Annesinin ablası Lübabetü’l-Kübra, Hz.Abbâs (r.a)’ın zevcesidir. Diğer kız kardeşi Meymune bint-i Hâris ise, Resûlullâh’ın zevcesi idi. Künyesi Ebû Süleyman, Ebû Velid’dir. lâkabı Allâh’ın kılıcı manasında Seyfullâh’dır. Diğer bir lakabı: Fârisü’l-İslâm, İslâm’ın Süvarisi’dir. Ayrıca, Ebû Cehl ile amca çocuklarıdır. Resûlullâh ile soyları yedinci göbekte Mürre bin Kâ’b’da birleşir.Hâlid bin Velid’in mensub olduğu ailesi Kureyş’in eşrafından olduğu kadar Mekke içinde ve dışında muhterem ve itibarlı bir aile idi. Kureyş kabilesinin Mahzum Oğulları kolun’un ana görevleri ise: (Hılfü’l-ahlâf, Kubbe, ve, E’inne) Yani, câhiliye devrinde Mekke’nin idaresi hususunda teşekkül eden idari görevlerden, savaşlarda askeri araç ve gereçlerin kor-unması, ve ordunun donatımı için çadırlar kurdurma, ve süvari birliğinin komutanlığı gibi, ordunun sevk ve idare kumandanlığı ve diplomasi işleri ile uğraşırlardı. Bu itibarla bütün Arab kabileleri tarafından tanınmakta ve saygı görmekte idiler. Hâlid bin Velid, Kureyşilerin cesur süvarilerinden ve namlı yiğitlerindendi. Aynı zamanda ticaretle de meşğul olurdu.Hâlid bin Velid doğumundan sonra, Mekke’deki geleneğe uyularak temiz ve sağlıklı bir iklimde yetiştirilmek üzere çöldeki bir âilenin yanına verildi. Beş altı yaşlarına ulaşıncada, Mekke’ye âilesinin yanına döndü. Oğlunun yetişmesine büyük önem veren babası Velid bin Muğire, ona Arablar’ın sahib olmak istedikleri kanramanlık, cesaret ve cömertlik gibi iyi hasletler telkin etmeye, Muğire soyundan gelen bir Mahzûmlu olduğunu ve bu soy ile övünmesi gerektiğini zihnine yerleştirmeye başladı.Kabilesinin yürüttüğü E’inne süvari vazifesinin bir gereği olarak ata binmeyi, iyi ok atmayı mızrak, kalkan ve kılınç kullanmayı, süvari birlik-lerini sevk ve idare etmeyi sürekli yaparak çok iyi öğrendi. Spor yaparak güçlü bir fiziğe sahib oldu. Çocukluğunda akranı olan Hz.Ömer ile güreş tuttuğu, Hz.Ömer’in onu yendiği, ve bacağının kırılmasına sebeb olduğu rivâyet edilir. Tam tersi de rivâyet edilir. Hâlid bin Velid, bu gençlik yılla-rında zaman zaman, diğer Kureyşli zengin çocukları gibi, ticaret kervan-larıyla, Suriye, Busra, Şam, Kudüs, İskenderiye Mısır, Irak, Medâin, ve Yemen’e gitti. Bu gezileri sırasında özellikle, ilim, bilim, din, ve devlet adamlarının yanı sıra, askeri yetkililer ile görüşüb tanışıp bilgi ve tecrü-besini geliştirmiştir.Onun yetişme çağında okuma yazma öğrendiği ve bu sayede gezdiği Bizans Rum diyarlarında Roma medeniyetini, İran taraflarında İran Sasani medeniyetini, Yemen’in tarihi birikimini, dini, ticari ve askeri gelişmeleri öğrenib, bunca bilgi ve birikimleri Mekke’ye taşıdı. Bunlardan dolayı da herkesin yanında Hâlid bin Velid’in yeri bir başka idi. Müslüman olduktan sonrada, bütün bilgi ve birikimlerinin tümünü, Müslümanlık için kullandı. Resûlullâh (s.a.v)’ın kâtibleri, ve ordu komutanları arasında hak ettiği yeri aldığı, hayat serüveninden bilinmektedir.İslâm dâvetini, câhiliye devrinin âdet ve geleneklerini yıkan, Kabile taassubunu, gurur ve asâbiyeti, ırkçılığı köleliği, ortadan kaldıran bir hareket olarak değerlendiren Hâlid bin Velid (r.a), câhiliye devrinde İslâm dinine karşı düşmanlıkta, Hz.Muhammed’e ve O’na inanan kişilere karşı nefrette, başta babası Velid bin Muğire, olmak üzere diğer kabile mensub-ları ve Kureyşilerin ileri gelenleri gibi, oda düşünüyor ve hareket ediyordu. Bu düşmanlığın ve mücadelenin öncülüğünü yapan kabilesi, Mekke’de Müslümanlara yaptıkları yetmiyormuş gibi, Hicretten sonra Müslümanlara karşı başlayan silahlı mücadelede Kubbe ve E’inne vazifelerinin tabii sonucu olarak aktif görevler üstlendi.Hâlid bin Velid’ın Miladi 13 Mart 624 yılında, Hicretten ondokuz ay sonra, Ramazan ayının on yedisinde yapılan Bedir Ğazvesi’ne iştirak edib etmediği kesin olarak bilinmemektedir. İbn-i Sa’d onun Bedir Savaşı’na katıldığını rivâyet eder. Ancak, şu rivâyet kesindir:Kardeşi, Velid bin Velid, Bedir Savaşı’nda Müslümanlara karşı müş-riklerle birlikte savaşmıştı. Savaşın sonlarına doğru, Abdullah bin Cahş tarafından esir alınmıştı. Kardeşleri Hâlid bin Velid ile Hişâm bin Velid, onu kurtarmak üzere Medine’ye geldiler. Abdullah bin Cahş (r.a), dört bin dirhem verilmedikçe bırakmak istemedi. Hâlid bin Velid buna râzı oldu. Fakat, kardeşi Hişâm râzı olmadı. Çünkü onunla, Hâlid gibi ana baba bir kardeş değildiler. Anneleri ayrı idi.Hâlid bin Velid: “-Vallâhi kurtaracağım kişi babam olsaydı, ona da ancak şöyle şöyle yapardım!”dedi.Hişâm’ın bu teklifi Resûlullâh’a duyuruldu. Resûlullâh, bunu kabul etmedi. Velid’in kurtulmalığı olmak üzere babasının silâhının verilmesini tensib etti. Buna Hişâm râzı oldu, Hâlid râzı olmadı. Velid’in babasının silâhı: Geniş bir zırhlı gömlekle bir kılıç ve bir zırhlı gömlekle bir kılıç ve bir miğferdi ki bunların kıymeti yüz dinar tutmakta idi.Nihayet her ikisi de silâhı vermeye râzı oldular ve kardeşleri Velid’i kurtardılar. Birlikte Zülhüleyfe’ye gelib kavuştukları zaman, Velid oradan kaçtı, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelib Müslüman oldu.Hâlid bin Velid, ona: “-Madem böyle yapacaktın, kurtulmalığı ödemeden Muhammed’e tâbi’ olsaydın da, babamızdan kalan şerefli bir hatırayı elimizden çıkar-masan olmaz mıydı? Sen, bunu ne diye yaptın?” dedi.Velid bin Velid: “-Kureyş kavmi kurtulmalıktan kaçtı kaçındı da Muhammed’e tâbi oldu, demesinler diye kavmimin ödediği gibi kurtulmalık ödemedikçe Müslüman olmadım!”dedi.Daha sonra ki zamanlarda Velid bin Velid Mekke’ye ziyarete gittiği zaman kardeşleri onu Mahzumoğullarından bazı Müslümanlarla ezcümle Eyyaş bin Rebiâ ve Seleme bin Hişâm’la birlikte habsettiler. İşkenceden işkenceye uğrattılar. Bunun üzerine, Resûlullâh (s.a.v) duâsına Velid’i de kattı. Velid, bir fırsatını bularak bağlı bulunduğu yerden kaçıb, Medine’ye geldi. Resûlullâh (s.a.v), ona, Eyyaş ve Seleme’yi sordu.Velid bin Velid’de: “-Birinin ayağı ötekinin ayağına bağlanmış, şiddetli azab ve işken-celer altında kıvranır bir halde bulunuyorlar!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Mekke’de işkenceler altında bulunan Müslüman-ları kimin gidib kurtarabileceğini sordu.Velid bin Velid: “-Yâ Resûlallâh! Onları ben kurtarır sana getiririm!”dedi.Tekrar Mekke’ye geri gitti, şehre girdi. Yolda yemek taşıyan bir kadına rastladı. Ona: “-Ey Allâh’ın kulu kadın! Bu, yiyecekleri nereye ve kime götürmek istiyorsun?”dedi.Kadın da: “-Şuradaki iki mahbus adama!”dedi.Velid bin Velid, onların nerede bulunduklarını öğreninceye kadar takibetti. Onlar tavansız dört duvardan ibaret bir evde hapsedilmişlerdi. Gece olunca, Velid (r.a), duvarın üzerinden sıyrılıb onların yanlarına indi. Bir taşa iple bağlanmışlardı. Kılıçla vurub bağlarını kesti. Onları devesine bindirib Mekke’den çıkardı.Medine’nin Hârre mevkiine gelinceye kadar, müşrikler tarafından takip olunmak ele geçirilmek endişesi ve korkusu ile hiç durmadan hiç dinlenmeden deveye yol aldırdı. Müşrikler, bu durumu öğrenir öğrenmez kardeşi Hâlid bin Velid’i bazı kimselerle birlikte Ûsfan’a yolladılar.Bir takımları da, deniz yolu semti olan Emec’e doğru araştırmaya çıktılar. Resûlullâh (s.a.v)’de hicrette o yolu takib etmişti. Küçük kafile Hârre mevkiine gelib kavuştuğu zaman Velid’in yaya yürümekten ayak parmakları parçalanmış kanlar içinde kalmıştı. 1Kardeşi Velid bin Velid’in, onları, Mekke’den gizlice kaçırdığını öğrenen Hâlid bin Velid, onların peşlerine düşüb, ne kadar araştırdıysa onları bulamadı, öfkeli ve eli boş bir şekilde Mekke’ye geri döndü.Bedir Savaşı’nda, Kureyş’ın ileri gelenleri ve Benî Mahzum’un büy-ükleri katledilib ölünce, Hâlid bin Velid, Hicretin üçüncü yılının Şevval ayı, Miladi 24 Mart 625 yılındaki Uhud Ğazvesi’nden başlayarak Mekke Kureyş ordusunun süvari kuvvetlerinin kumandanı oldu. Müslümanların lehine sonuçlanmak üzere devam eden Uhud Ğazvesi’ınde, Resûlullâh’ın kesin emrine rağmen bazı Müslümanların Ayneyn Tepesi’ndeki okçuluk görevinden ayrılmasını görünce İslâm ordusuna Ayneyn Dağı’nın arkasın-dan hücum ederek savaşın neticesini kendi lehlerinde değiştirdi. Uhud Savaşı’nda Müslümanlara çok büyük zayiatlar verdirdi. Bu savaşta Hâlid bin Velid, askeri ehliyet ve kabiliyetini açıkça göstermiş oldu.Hicretin 5. Miladi 627 yıllarında Hendek Kuşatması’nda Kureyş’ın süvari birliklerinin başında bulunan Hâlid bin Velid, zaman zaman kazı-lan hendeği aşmaya çalıştı. Resûlullâh (s.a.v)’ın çadırı hizasındaki bölge-den şiddetli saldırıya girişti. Ancak, gece yarısına kadar devam eden bu uğraşmadan ve saldırıdan hiçbir sonuç alamadı. Çok büyük bir kuvvete sahib olarak Medine’de Müslümanlara hiçbir şey yapamaması, Kureyş’in süvari komutanı Hâlid bin Velid’i derin düşüncelere sevketti. Hendek Kuşatması’ndan sonra Mekke’ye geri dönen Kureyş ordusunun arkasını emniyete alma vazifesini Amr bin Âs ile birlikte yerine getirdi.Hicretin 6. Miladi 628. yılda Umre yapmak niyetiyle Hudeybiye’ye gelen, Resûlullâh (s.a.v) ve Müslümanları Mekke’ye sokmak istemeyen Kureyşiler, Usfân önünde bulunan Gamim adlı tepeye yerleştirdikleri iki yüz kişilik bir süvari birliğine Hâlid bin Velid’in kumanda etmesini karar-laştırdılar. Buradan ötesini bizzat kendisinden dinleyelim:Hâlid Bin Velid’in Müslüman Oluşu:Hâlid bin Velid (r.a) şunları anlatıyor:“-Yüce Allâh benim hakkımda hayır murat edince kalbime İslâm’ı yerleştirdi ve aklımı başıma getirdi. Kendi kendime şöyle dedim:“-Ben Muhammed’e karşı yapılan bütün savaşlarda bulundum. Her savaştan dönüşte kendimi yanlış bir iş yapmış görüyordum. Ve gerçekten Muhammed’in ğâlib geleceğini biliyordum.Resûlullâh (s.a.v), Hudeybiye’ye doğru gelmeye başlayınca, ben de müşrik bir süvari ğrubunun başında yola çıktım ve Usfan’da Resûlullâh ile ashâbına yetiştim. O’na yaklaştım ve gözüktüm. Resûlullâh, Ashâb’ına önümüzde öğlen namazını kıldırdı. Onlara, hücum etmenin tam sırası, diye düşündüm. Sonra her nasıl olduysa vazgeçtik. Bu da hayırlı oldu. Resûlullâh kalbimden geçenlere müttali oldu ki, ashabına ikindi namazını Salât-ı Havf olarak kıldırdı. Bu bize çok tesir etti. “-Bu, Allâh tarafından korunuyor!”dedim.Sonra, oradan ayrıldı ve yolunu değiştirerek birden sağ tarafa doğru yöneldi. Kureyşilerle Hudeybiye’de on yıllık bir sulh anlaşması yaptıktan ve Kureyşiler onu geri çevirdikten sonra kendi kendime:“-Artık geriye ne kaldı ki? Nereye gideyim? Necaşi’ye mi? O da, Muhammed’e uydu, ve Muhammed’in Ashâb’ı, onun yanında emniyet içinde yaşıyor. Yoksa Heraklius’un yanına gideyim de, bu dini bırakıb Hıristiyan veya Yahudi mi olayım? İran’da mı ikâmet edeyim? Yahut, geriye kalanlarla evimde mi kalayım? İşte, ben böyle kararsızlık içinde bocalarken, Resûlullâh ve ashâbı geçen senenin Umresini kaza etmek için Mekke’ye geldi. Ben ise onun beni görmemesi için gizlendim. Mekke’ye girişini de göremedim. Kardeşim Velid bin Velid, Resûlullâh ile beraber Umre’lerini kaza etmek için gelmiş beni epeyce arayıb da bulamayınca, şu mektubu yazmış:“-Bismillâhirrahmânirrahîm! Bu kadar akıllı olduğun halde İslâm’a girmekten kaçman kadar acayib bir şey göremedim. İslâm gibi bir dinden kim uzak kalabilir? Resûlullâh bana seni sordu ve: “-Hâlid nerede?”dedi.Ben de: “-Allâh onu getirir!”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-Onun gibiler İslâm’a uzak kalabilir mi? Mücadele ve gayretini Müslümanlar için yapsaydı onun için daha iyi olurdu. Onu diğerlerinden daha üstün tutardık!”dedi. “-Kardeşim, Hâlid! Çabuk ulaş, fırsatları kaçırma!”Kardeşimin mektubu gelince ortaya çıkmakta acele ettim ve İslâm’a girme isteğim’de epey arttı. Resûlullâh’ın beni sormasına çok sevindim. Rüyamda çok dar ve kurak bir yerden geniş ve yeşil bir ülkeye çıktığımı gördüm. Bu rüya herhalde doğru, dedim. Medine’ye gelince, bu rüyayı Ebû Bekr’e tabir ettireyim dedim. Gerçekten de Medine’ye vardığım zaman rüyamı ona anlattım.Ebû Bekr: “-Çıkışın, Allâh’ın seni İslâm’a yöneltmesidir. İçinde bulunduğun dar yer şirktir!”diye tabir etmişti.Resûlullâh’ın yanına gitmeye karar verince kendime bir arkadaş aradım. Safvan bin Ümeyye’ye rastladım. “-Ey Ebû Vehb! İçinde bulunduğumuz durumu biliyor musun? Biz çok azaldık. Muhammed ise Arablara ve Acemlere ğalib geliyor!”dedim.Safvan bin Ümeyye itiraz etti, ve: “-Kendimden başka kimse de kalmasa, yine ona tâbi’ olmam!”dedi.Bunun üzerine ayrıldık. Ben kendi kendime: “-Bunun kardeşi ve babası Bedir Savaşı’nda öldürüldü!”dedim.Sonra İkrime bin Ebi Cehl’e rastladım. Safvan bin Ümeyye’ye söy-lediklerimi ona da söyledim. O da Safvan gibi cevab verdi. Ona: “-Sakın açığa vurma!”dedim. “-Kimseye söylemem!”dedi.Evime gittim bineğimi hazırlamalarını söyledim. Sonra bindim ve yola koyuldum. Yolda Osman bin Talha’ya rastladım. “-Arzu ettiğim şeyi ona söylesem bu bana dost olur!”dedim.Onunda dedelerinden öldürülenleri hatırladım. Sonra ise bunları ona hatırlatmayı doğru bulmadım. Tam yola çıkarken bunları hatırlatmanın ne mânâsı var! Dedim. Durumu söyledim. Bir delikteki tilki gibi olduğumu- zu, yukarıdan bir kere su dökülünce çıkmaya mecbur kalacağımızı anlat-tım ve diğer ikisine söylediklerimi ona da söyledim. Hemen kabul etti!” “-Ben, bugün yola çıkacağım, işte bineğim!”dedim.Ye’cec mevkiinde buluşmak üzere sözleştik. Eğer, o önce gelirse, beni bekleyecekti. Ben, önce gelirsem, onu bekleyecektim. Seher vakti olunca yola çıktım ve şafak sökmeden Ye’cec’de buluştuk. Kuşluk vakti yola çıktık, ve Hidde’ye vardık. Orada Amr bin Âs’la karşılaştık. “-Hoş geldiniz!”dedi. “-Hoş bulduk!”dedik. “-Nereye gidiyorsunuz?”dedi.Biz de: “-Sen ne için yola çıktın?”dedik.Aynı suali o da bize sordu.Biz de: “-İslâm’a girmek ve Muhammed’e tâbi olmak için!” dedik. “-Beni de buralara getiren sebeb budur!”dedi. 2 “-Vallâhi, artık tutulacak doğru yol, belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât, muhakkak Peygamberdir. Vallâhi, ben hemen ona gidib Müslüman olaca-ğım! Daha, ne zamana kadar bekleyib duracağım? Aklı başında olanlardan, Müslümanlığa girmeyen, kalmadı. Vallâhi, biz böyle oturub duracak olur-sak, sırtlanların, inlerinde yakalandıkları gibi, Muhammed’de bizi, boyun-larımızdan tutub yakalayacaktır!”dedim.Hep birlikte yoldaşlık ve arkadaşlık ederek Medine’ye geldik. Hârre mevkiinin arkasında develerimizi ıhdırdık. Bizim Medine’ye geldiğimiz, Resûlullâh (s.a.v)’e, haber verilince, çok sevinmiş. Elbisemin en iyisini giydikten sonra, Resûlullâh ile görüşmeye hazırlanmıştım ki, kardeşim Velid bin Velid gelib beni buldu ve: “-Acele et ey kardeşim! Çünkü, Resûlullâh (s.a.v)’e, senin geldiğin haber verilmiş. Gelişin O’nu çok sevindirmiştir. Kendisi, şimdi sizleri bekliyor!”deyince, yürümeyi hızlandırdım.Resûlullâh bizleri görünce: “-Mekke, ciğer pârelerini kucağınıza attı!”buyurdu.Huzuruna çıktığım zaman, Resûlullâh, bana gülümseyib duruyordu. Yanına kadar varıb durdum. Kendisine, Peygamberlik selâmı ile selâm verdim. Selâmıma, güler yüzle mukabele etti. “-Allâh’dan başka ilâh bulunmadığına, Seninde Resûlullâh olduğuna şehâdet ediyorum!”dedim.Resûlullâh (s.a.v), bana: “-Beri gel!”buyurdu. Sonra da: “-Sana hidâyet eden, doğru yolu gösteren Allâh’a hamd olsun! Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun, er geç seni selâmet ve hayra eriştireceğini umuyorum!”buyurdu.Bende: “-Yâ Resûlallâh! Sen, benim, Sana karşı açılan savaşların hepsinde, Hak’dan inatla uzaklaşmış olarak bulunduğumu biliyorsundur. Benim bu yoldaki günahlarımı bağışlayıb yargılaması için Allâh’a duâ et!”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları keser, atar!” buyurdular. “-Yâ Resûlallâh! Benim için böylece duâ etsen?”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-Ey Allâh’ım! Hâlid’in, Senin kullarını, Senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün çabalarından ileri gelen günahlarını bağışla!”diye duâ buyurdu.Amr bin Âs ile, Osman bin Talha’da varıb, Resûlullâh (s.a.v) ile konuşub bey’at ettiler.Resûlullâh’ın yanına varışımız, sekizinci yılın Sefer ayında idi. Vallâhi, Müslüman olduğum günden beri, Resûlullâh (s.a.v) beni, mühim işlerde ashâbı’nın hiçbirinden ayırmadı!”Resûlullâh (s.a.v), Ensâr’ın ileri gelenlerinden Hârise bin Nû’man’ın kendisine bağışladığı Medine’de Mescid-i Nebevi civarındaki evlerden birini Hâlid bin Velid’e verdi. Evin darlığından şikâyet edince de: “-Binayı yukarı doğru yükselt! Allâh’dan da genişlik iste!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i, üç yıl boyunca tüm savaşlarda daima süvari birliği kumandanlığıyla vaziflendirmiş ve bu vazifenden hiç ayrılmamıştır. 3Bundan böyle Hâlid bin Velid (r.a), artık güç ve kuvvetini yalnız Allâh yolunda ve İslâm düşmanlarına karşı kullanacaktı. Bu uğurda, onun katıldığı ilk cihad, Ürdün bölgesinde ki Mûte Savaşı oldu.Mû’te Savaşı:Bu savaşın sebebi: Resûlullâh (s.a.v)’in Rum Kayseri’ne İslâm’a dâvet mektubunu gönderdiği Hâris bin Umeyr (r.a)’ın Şam valilerinden Şurahbil bin Amr tarafından şehid edilmesiydi. Bu hadise Resûlullâh’ın çok ağrına gitti. Hemen üç bin kişilik bir ordu hazırladı. Orduya Zeyd bin Hârise (r.a) kumanda edecekti. Şayet, Zeyd şehid olursa Ca’fer bin Ebî Tâlib (r.a) kumandayı ele alacak, o da şehid olursa Abdullah bin Revâha kumandan olacaktı. Hâlid bin Velid’de orduya bir nefer olarak katılmıştı.Medine’den hareket eden mücahidler Bizanslılarla Mû’te mevkiinde karşılaştılar. Bizans Rum ordusunun sayısı yüz bin civarındaydı. Diğer bir rivâyete göre sayıları iki yüz bin idi. Üstelik mükemmel bir şekilde silâhlanmışlardı. Fakat, onların sayıca kalabalık, ve silâh yönünden de üstün olmaları mücahidleri korkutmadı. Çünkü, onlar zaten şehid olmak arzusu ile cihada katılmışlardı. İşte bu fırsat önlerindeydi. Hiç tereddüt etmeden kumandanları Zeyd bin Hârise’nin arkasından Tekbir sesleri ile şahlan-dılar. Bir müddet savaşıldıktan sonra, ardı ardına Zeyd bin Hârise, Câ’fer bin Ebi Tâlib ve Abdullah bin Revâha (r.a), kahramanca çarpışarak şehid olarak cennete uçtular.İslâm ordusu kumandansız kalmıştı. Bizans Rum askerleri neredeyse Müslümanların hepsini imha edeceklerdi. Sahâbelerin bir kısmı şehid düştü. Bu arada Sâbit bin Akrem (r.a), sancağa sarılarak dağılan askeri toplamaya uğraşıyordu. “-Ey Müslümanlar! İçinizden birini kumandan olarak seçin ve onun çevresinde toplanın!”diyordu.Müslümanlar her taraftan onun sesine ve etrafına gelib toplandılar. “-Biz, seni kumandan seçtik, sana râzıyız!”dediler.Fakat o, bunu kabul etmedi, ve sancağı Hâlid bin Velid (r.a)’e uzattı. Hâlid, kumandanlığı kabul etmek istemediyse de Sâbit bin Akrem’in: “-Al be adam! Sen, savaş usulünü benden daha iyi bilirsin!”Demesi üzerine sancağı elinden aldı. Zaten mücahidlerin hepsi onun kumandan olmasını canu gönülden istiyorlardı. Bu arada, Cenâb-ı Hak zaman ve mekân perdelerini ortadan kaldırdı. Savaş meydanını olduğu gibi, Resûlullâh (s.a.v)’in gözleri önüne serdi. Resûlullâh (s.a.v) minbere çıkıp oturdu. Müslümanlar toplanınca şöyle buyurdu:“-Onlar, düşmanla karşılaştılar. Zeyd şehid oldu. O, şimdi cennete girdi. Orada koşub duruyor. Sonra sancağı Câ’fer aldı. O da şehid oldu. Şimdi o, yakuttan iki kanadıyla cennette uçuyor. Câ’fer’den sonra sancağı Abdullah bin Revâha aldı. O da elinde sancak olduğu halde şehid edildi. Abdullah bin Revâha’dan sonra sancağı Hâlid bin Velid aldı. İşte şimdi ocak tutuştu, savaş kızıştı.Resûlullâh (s.a.v), daha sonra da ellerini kaldırarak: “-Ey Allâh’ım! O, senin kılıçlarından bir kılıçtır. Ona yardım et!”Şeklinde duâ etti. Böylece Resûlullâh (s.a.v)’in duâsına da mazhar olan İslâm ordusu derlenib toparlanmaya, Hâlid bin Velid (r.a)’in kuman-dasında düşmanla çarpışmaya devam etti. Çok geçmeden de Rumlar’dan önemli bir bölüğü bozguna uğrattı. Vakit bir hayli ilerlemiş, karanlık iyice bastırmıştı. İki ordu birbirinden ayrıldı ve istirahata çekildi. Hâlid bin Velid için, bu bulunmaz bir fırsattı. Bu anı iyi değerlendirmesi gereki-yordu. Hâlid bin Velid, harb hususunda tecrübeliydi. Artık bu tecrübesini göstermeli, hem mücahidleri imhadan kurtarmalı, hem de bir avuç askerle kalabalık Bizans ordusuna ağır bir darbe indirmeliydi.Kendi karargâhını dolaştı, askere moral verdi. Gece yarısından sonra düşündüğü planı tatbika koydu. Sağ kanattaki mücahidleri sol kanada, sol kanattakileri sağa, arkadakileri öne, ve öndekileri de arka safa yerleştirdi. Böylece, Müslümanlara taze kuvvetler gelmiş, imajını vererek düşmanın kuve-i maneviyesini sarsmak istiyordu. Sabah olunca da hiç vakit geçir-meden “hücum” emrini verdi. Rumlar, daha önce şekil ve kıyafetlerini gördükleri Müslümanlardan başkalarını görünce: “-Herhalde bunlara yardımcı taze kuvvet gelmiş?”dediler.Yüreklerine bir korku düştü, ve paniğe kapıldılar. Bunu fırsat bilen mücahidler âni bir hücuma geçtiler ve düşmanı bozguna uğrattılar. Ordu komutanı’da ön safta kılıç sallıyordu. Öyle ki, o gün Hâlid bin Velid’in elinde dokuz kılıç kırıldı. Böylece Müslümanlar, Hâlid (r.a)’in başarılı kumandanlığı sayesinde büyük bir başarı kazandılar. Birçok ğanimet ele geçirerek Medine’nin yolunu tuttular. Bundan sonra Hâlid bin Velid (r.a), “Seyfullâh” yani Allâh’ın kılıncı lâkabıyla anılmaya başladı.Avf bin Mâlik el-Eşcei anlatıyor:“-Zeyd bin Hârise kumandasında, Mû’te Savaşı’na giden orduya, her Müslüman gibi ben de katılmıştım. Yanımdaysa, Yemen’den, bu orduya yardım için gönderilen, elinde kılıcından başka bir şeyi olmayan bir adam vardı. Yolda, Müslümanlardan birisi bir deve kesmişti. Yemenli zât, kesilen o devenin, derisinden bir parça istedi. O, Müslüman da deriyi verdi. Yemenli zat, bu deriden kendisine kalkan yaptı. Yolumuza devam ettik. Nihayet Rum ordularıyla karşılaştık. Düşman içinde eyeri altın işlemeli doru bir kısrak üzerinde bir adam vardı. Silâhlarıda işlemeliydi. Bu adam, Müslümanlara çok zayiât verdiriyordu.Yemenli zât, bir kayanın arkasına gizlenerek bu adamı haklamak için pusuya yattı. Yaklaşır yaklaşmaz da, atının ayağına vurarak onu yere düşürdü. Yemenli, onun tepesine dikilib işini bitirdi. Atını ve silâhını da ğanimet olarak aldı. Allâh, Müslümanlara zafer ihsan edince, savaşın sonunda, Hâlid bin Velid, bu Yemenli adama, birini göndererek, hak ettiği ğanimetleri elinden aldı. Ben, bunu duyar duymaz, Hâlid’e gelerek: “-Yâ Hâlid! Resûlullâh’ın bu ğanimetlerin öldüren kişiye ait olduğu-na hüküm verdiğini biliyor musun?”dedim. “-Evet biliyorum, ama bu kadar ğanimeti ona çok gördüm!”dedi.Ben de: “-Ya bu ğanimetleri ona geri iâde edersin, veya, Resûlullâh’ın yanın-da sana, bunun hesabını sorarım!”dedim.Hâlid, geri vermemekte ısrar etti. Medine’ye dönünce, Resûlullâh’ın yanına vardık. Ben, bu Yemenli adamın hadisesini ve Hâlid’in yaptıklarını, Resûlullâh’a anlattım.Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ Hâlid! Seni böyle yapmaya sevkeden ne?”diye sordu.O da: “-Yâ Resûlallâh! Bu kadar ğanimeti bir kişiye çok bulmamdır!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ Hâlid! Ondan ne aldıysan hepsini geri ver!”buyurdu.Ben: “-Haydi ver, yâ Hâlid! Ben, sana söylememiş miydim?”dedim.Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v): “-Neyi söyledin?”dedi.Ben, bu durumu anlattım. Resûlullâh (s.a.v) birden kızdı: “-Yâ Hâlid! Ona cevab verme! Siz de kumandanlarımın fazla üstüne gitmeyin, bütün sıkıntıları onlar çekiyor. Başarılarından da sizler istifâde ediyorsunuz!”buyurdu. 4Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir:“-Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte bir yerde konaklamıştık. İnsanlar ora-dan gelib geçiyordu. Resûlullâh (s.a.v): “-Bu kimdir, ya Ebû Hüreyre?”diye soruyor, ben de: “-Filancadır!”diyordum.Resûlullâh (s.a.v)’de: “-Bu Allâh’ın ne iyi kuludur!”diye karşılık veriyordu.Sonra yine: “-Bu kimdir?”diye soruyor, ben de: “-Falacadır!”diyordum. O da: “-Allâh’ın ne kötü kuludur bu!”diyordu.Nihayet oradan Hâlid bin Velid geçti. Resûlullâh (s.a.v) yine: “-Bu kimdir?”diye sordu. “-Hâlid bin Velid!”dedim. “-Hâlid bin Velid Allâh’ın ne iyi kuludur! O, Allâh’ın kılıçlarından biridir!”buyurdular. 5Mekke’nin Fethi:Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında Resûlullâh (s.a.v)’in, Mekke fethi için kumandanlarından ilk önce vazifelendirib Mekke’ye hareket ettirdiği kumandan Hâlid bin Velid idi. Hâlid bin Velid (r.a), Mekke’ye, Mekke’nin aşağısındaki yoldan girdi. Kureyşiler; Benî Bekir’lerle, Benî Hâris bin Abdimenatları, Huzeylleri, ve Ehâbiş’i orada toplamışlar, onlara Mekke’nin aşağısında bulunmalarını ve kendilerine yardımcı olmalarını emretmişlerdi. Hâlid bin Velid (r.a), Hândeme dağının dibinde, Safvan bin Ümeyye, İkrime bin Ebî Cehl, ve Süheyl bin Âmr’ın, Müslümanlarla çarpışmak üzere toplandıkları bu cemaatla karşılaştı.Bunlar, Hâlid bin Velid’in, Mekke’ye girmesine engel olmak iste-diler. Silâh çektiler, üzerlerine ok yağdırmaya başladılar. Hâlid bin Velid, İslâm ordularının sağ cenahının kumandanlığını yapıyordu. Mekke’ye girişi esnasında müşrikler: “-Mekke’ye hiçbir zaman, harble giremeyeceksin!”dediler.Hâlid bin Velid (r.a)’a, karşı koyanlar, bilhassa Benî Bekir’ler ile Ehâbiş’ler idi. Hâlid bin Velid (r.a), askerlerine bağırdı: “-Onlarla, çarpışınız! Öldürülebilen, öldürülecek, bozguna uğrayıb kaçan, öldürülmeyecektir!”dedi.Kaçan kişilerin peşlerine düşülüb araştırılmalarını yasakladı. Onlar, develerin iki sağım süresi arasında, bozgunun en kötüsüyle bozguna uğra-tıldılar. Hazvere çarşısına kadar takib edilerek öldürüldüler. Pek çokları, oraya buraya kaçıştılar. Bir kısmı da dağ başlarına kaçtı. Handeme Dağına at üzerinde kaçanlar, evlerine saklananlar da vardı. Müslümanlar, kaçan-ları peşini takib etmediler. Safvan bin Ümeyye, İkrime bin Ebî Cehl, ve Süheyl bin Âmr, gibi Kureyşiler’in ileri gelenleri Mekke’den kaçmışlardı.Silâhlarını, sırf Resûlullâh’ın ve Ashâbı için onarıb Handeme’de Müslümanları yenerek onlardan alacağı esiri karısına hizmetçi yapacağını vaa’d eden Hımas adında biri, bu adam, hanımına daha önceleri: “-Ben de bu savaşa gideyim, sana bir esir hizmetçi getireyim!”deyip Müslümanlara karşı savaşa gitmişti. Sonunda kaça kaça evine hizmetçisiz geri dönmüştü.Hanımı: “-Bana, söylemiş olduğun, vaa’d ettiğin hizmetçi nerede kaldı? Seni beklemekten geri durmadım!”diyerek onunla alay etti.Hımas: “-Alay etmeyi bırakta, kapıyı üzerime sıkıca kapat! Çünkü kim kapı-sını kapar, evinde oturursa, ona, emân verilmiştir!”dedi.Hanımı: “-Yazıklar olsun sana! Ben, seni, Muhammed ile çarpışmaktan alı-koymak istememiş mi idim? Ben sana, kaç kere O’nunla çarpışmışsanız, muhakkak, O’nun sizlere ğalebe çaldığını gördüm! Dememiş mi idim? Kapamamı istediğin kapımız nedir?”dedi.Hımas: “-O, hiç kimseye açılmayacak kapıdır? Eğer sen, bizim Handeme de Hâlid bin Velid’in karşısında ki halimizi; Safvan bin Ümeyye’nın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebû Yezid Süheyl bin Amr’ın, nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü kılıçlarla nasıl karşılanıb vurulduğumuzu, bacak ve kafataslarının nasıl biçildiklerini, onların arkamızdan nasıl homurdandıklarını ve haykırdık-larını hele bir görmüş olaydın da?! Beni kınayacak en küçük bir söz bile söylemezdin!”dedi.Ebû Süfyân ile, Hâkim bin Hizâm ise: “-Ey Kureyş topluluğu! Siz ne diye kendinizi boş yere öldürüyor-sunuz? Kim, Ebû Süfyân’ın evine girer, sığınırsa, ona emân verilmiştir! Kim, Hâkim bin Hizâm’ın evine sığınırsa, ona, emân güvence verilmiştir! Kim silâhını elinden bırakırsa, ona da emân güvence verilmiştir!”diyerek bağırıyorlardı.Bunun üzerine, halk, evlerine girmek için koşuşub sokak kapılarını üzerlerine kapamaya ve silâhlarını yollara atmaya, Müslümanlar da, atılan silâhları teslim almaya başladılar.Resûlullâh (s.a.v), Mekke’ye girerlerken, güneş, gökte yükselmişti. Devesinin üzerinde, Fetih Sûresini yüksek sesle okuyordu. Allâh’a şükür ve tevazuundan dolayı, başını önüne eğmişdi. Resûlullâh (s.a.v), Ezâhır yokuşuna çıkınca, kılıç parırtılarını gördü. “-Nedir bu parıltılar? Hâlid bin Velid, çarpışmaktan menedilmemiş mi idi? Ben, çarpışmayı yasaklamamış mı idim?!”diye sordu.Sahâbeler: “-Yâ Resûlallâh! Sanırız ki, müşrikler, Hâlid bin Velid ile çarpış-maya kalkışmışlardır. Onlar, onunla çarpışmayı başlatmamış olsalardı, Hâlid, onlarla çarpışmazdı!”dediler.O sırada Kureyşiler’den birisi (Ebû Süfyân) hızla gelib şöyle dedi: “-Yâ Resûlallâh! İşte Hâlid bin Velid, hızla adam öldürmeye girişti!”Resûlullâh (s.a.v), yanında bulunan Ensâr’dan birisine: “-Kalk! Hâlid bin Velid’e git! Kendisine Resûlullâh, sana, Mekke’de hiç kimseyi öldürmemeyi emir ediyor! Elini, adam öldürmekten çeksin!” de, buyurdu.Ensâr’i gitti ve, tam tersini söyledi: “-Ey Hâlid! Resûlullâh (s.a.v); Karşılaştığın ve kavuştuğun kimseyi öldürmeni sana emrediyor. Gücün yettiğini öldür!”buyuruyor, dedi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid, karşısına çıkan herbir düşmanla çarpışmaya ve öldürmeye girişti. O gün yetmiş kişiyi öldürdü!” 6O sırada, Müslümanlar, müşriklerden kendilerine karşı koymak iste-yenleri vurub öldürüyorlardı. Resûlullâh (s.a.v), Safa tepeciğinde iken, Ensâr ise, Safa Merve arasında Sâ’y yapıyorlardı.Ebû Süfyân Sahr bin Harb gelib: “-Yâ Resûlallâh! Kureyş cemaati, mahvoldu! Bu günden sonra artık, Kureyş yok demektir!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Niçin yok oluyor muş?”diye sordu.Ebû Süfyân: “-İşte Hâlid bin Velid! Halktan bulduğu kimseyi öldürüyor!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Hâlid’i bana çağırınız!”buyurdu.Hâlid bin Velid’i çağırdılar. Resûlullâh (s.a.v) ona: “-Yâ Hâlid! Ben, seni çarpışmaktan, men’etmiş olduğum halde, sen niçin çarpışıyorsun?”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Yâ Resûlallâh! İlk önce, onlar bizi oka tutular, bize silâh çektiler. Bizimle çarpışmaya başladılar. Ben, onlarla çarpışmaktan elimi çekmeye imkân bulamadım! Kendilerini İslâmiyet’e ve halkın gireceği şeye girme-ye dâvet ettim. Kabul etmediler. Onlarla çarpışmaktan başka çare bulama-dım! Nihayet Allâh, bizi onlara muzaffer kıldı. Onlar her yere kaçmaya başladılar!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Ey Hâlid! Hiç kimseyi öldürmeyeceksin! Diye sana haber salma-dım mı? Adam öldürmekten seni men’etmedim mi?”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Hayır öyle değil yâ Resûlallâh! Gücümün yettiğini, ele geçirebil-diğimi öldüreyim diye bana haber saldınız! Senin tarafından filan adam gelib gücümün yettiğini öldürmemi bana emretti!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-O, Ensâri’yi, bana çağırın!”buyurdular.Ensâri’yi çağırdılar. Ona: “-Hiç kimseyi öldürmeyeceksin diye Hâlid’e emretmeni, sana emr-etmedim mi?”diye sordu.Ensâr’i: “-Evet! Öyle emretmiştiniz yâ Resûlallâh! Ben, Senin emrini yerine getirmek istedim. Fakat, Allâh, başka türlü olmasını diledi. Allâh’ın dile-diği oldu! Sen, bir işin, olmasını istedin. Allâh’da başka bir işin olmasını istedi. Allâh’ın olmasını istediği iş, Senin olmasını istediğin işten üstün ve baskın geldi! Olanı, önlemeye güç yetiremedim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Allâh’ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır!”buyurdu.Ensâri’ye bir şey söylemedi. Sustu. Sonra da: “-Yâ Hâlid!”diye hitabda bulundu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Lebbeyk yâ Resûlallâh! Buyur! Yâ Resûlallâh!” dedi. “-Artık hiç kimseyi öldürmeyeceksin değil mi?!”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Hayır! Öldürmeyeceğim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Müşrikleri, takibden, araştırmaktan da vazgeç!” buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Öyle yapayım!”dedi.Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v): “-Her kim, Ebû Süfyân’ın evine girer, sığınırsa, ona emân güvence verilmiştir. Her kim, silâhını bırakırsa ona, emân verilmiştir. Her kim, evine girib kapısını kapatırsa, ona da emân verilmiştir. Ey Müslümanlar topluluğu! Artık, silâh kullanmaktan vazgeçiniz! Ancak, Huzâalara, Benî Bekirler’in yaptıklarından dolayı, ikindi namazı vaktine kadar müsaade edilmiş; izin verilmiştir!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v)’in münâdisi: “-Mekke’de her kim, evinin kapısını, üzerine kapatır, silâh kullan-maktan el çekerse, ona emân güvence verilmiştir!” diyerek seslendi.Resûlullâh (s.a.v): “-Yaralı, öldürülmeyecektir! Arkasına dönüb kaçan, takib edilmeye- cektir! Esir alınan, öldürülmeyecektir!”buyurdu.Savaşanların dışındaki bütün Mekke halkına, canlarına, mallarına, çoluk ve çocuklarına dokunulmamak üzere emân verildi. 7Resûlullâh (s.a.v) Mekke’yi feth ettikten bir hafta sonra Ramazan’ın yirmisine rastlayan Cuma gününde, her tarafa askeri birlikler sevk ve İslâmiyete uymayan her şeyi değiştirmelerini onlara emr etti. Hâlid bin Velid’de arkadaşlarından otuz kişilik bir süvari birliği ile Nahle vadisin- deki Uzzâ putunu yıkmaya gitti.Uzzâ, Nahle vadisinde, üç semüre veya sakız ağacından veya büyük dikenli ağaçtan ibaretti. Uzzâ’nın yanında da, Gatafanlar’ın taptıkları bir put bulunuyordu. Uzzâ’nın, üzerine bir de ev yapılmıştı. Uzzâ’nın bakıcı ve kapıcıları orada oturuyorlardı. Arablar’dan hiç kimse Mekke’de oturub- da Uzzâ’ya, sonra Lât’a, sonra Menat’a tapmayan yoktu. Kureyşlilerin nazarında putların en büyüğü Uzzâ, sonra Lât, sonra Menat idi.Rivâyetlere göre: Bunların her birinde bir şeytan bulunur. Kapıcı ve bakıcılarına görünür ve onlarla konuşurdu. Halkı, Uzzâ’ya tapmaya ilk dâvet edenler, Amr bin Rebiâ ve Hâris bin Kâ’b adındaki kişilerdi.Amr bin Rebia, halka: “-Tâif, serin olduğu için Rabbimiz, Tâif’deki Lât’da yazlar, Tihâme sıcak olduğu için de Nahle’deki Uzzâ’da kışlar!”derdi.Uzzâ’ya tapmayı ilk benimseyen ve Kureyşilere benimseten de Amr bin Luhay’dı. Kendisi kâhindi. Cinlerle ilişkisi vardı. Uzzâ: Kureyşilerle Benî Kinâne ve Huzaâların ve bütün Mudarlar’ın Nahle bölgesindeki tapınakları idi. Benî Nasr, Cüşem, Sa’d bin Bekirler, Ğaniy, ve Bâhileler- de Uzzâ’ya taparlardı.Bununla beraber, Arablar, (o gün milli onurlarından dolayı) Kâbe’yi, tapınakların hepsinden üstün tutarlardı. Çünkü, Kâbe’nin Allâh’ın dostu Hz.İbrahim’in mâbedi ve mescidi olduğunu bilirlerdi. Arablar, Hac amel-lerini tamamladıkları ve Kâbe’yi tavaf ettikleri zaman, Uzzâ’ya gidib onu da tavaf etmedikçe, ihramdan çıkmazlar. Onun yanında bir gün itikâfa girerler ve sonra ihramdan öyle çıkarlardı. Uzzâ putunun kapıcı ve bakıcı-ları, Süleymler’den Şeyban Oğulları olub kendileri, Haşim Oğulları’nın müttefiki idiler. Şeyban Oğulları’ndan son kapıcı ve bakıcı da Dübeyye bin Haremiyyü’s-Sülemi idi.Yüce Allâh, Resûlullâh (s.a.v)’i gönderib putlara tapmayı kötüleyin-ceye ve bu hususta, âyetler indirib putperestliği yasaklayıncaya kadar Uzzâ’ya tapılmaktan geri durulmadı. Uzzâ’ya dil uzatılması, Kureyşli müşriklerin çok ağırlarına gitti. Ebû Uhayha Saîd bin Âs, bin Ümeyye, ölümüyle sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, Ebû Leheb bin Abdül-muttâlib, onu yoklamak için yanına varmış ve ağlar bulmuştu.Ona: “-Ey Ebû Uhayha! Ne diye ağlıyorsun? Yoksa, öleceğine mi ağlı-yorsun? Ondan, kaçınılmaz, kurtulunmaz ki!”dedi.Ebû Uhayha: “-Hayır! Ben öleceğime ağlamıyorum. Fakat, ben, asıl benden sonra Uzzâ’ya tapılmayacağından korkuyor ve buna üzülüyorum!”dedi.Ebû Leheb: “-Vallâhi, Uzzâ’ya, senin sağlığından dolayı tapılmıyordu ki! Senin ölümünden sonra da ona tapılmak bırakılsın!”dedi.Bunun üzerine, Ebû Uhayha şöyle dedi: “-Şimdi anladım ki benim yerimi tutacak birisi vardır!”dedi.Ebû Leheb’in Uzzâ’ya son derecede ki bu bağlılığı ve tapma tutkusu onun çok hoşuna gitti. Daha sonra Ebû Leheb, Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı olan Eflah bin Nadrü’s-Sülemi’yi’de ölüm döşeğinde iken ziyaret edib kendisini üzgün görünce: “-Ben, seni ne için çok üzgün görüyorum?”diye sormuştu.Eflah: “-Benim ölümümden sonra, Uzzâ’ya hizmet edilmemesinden, bakıl-mamasından korkuyor ve üzülüyorum!”demişti.Ebû Leheb, ona: “-Hiç üzülme! Senden sonra, onun üzerinde ben bulunur, onu, görür gözetirim!”diye söz vermişti.Bunun üzerine, Ebû Leheb kime rastlarsa: “-Eğer, Uzzâ, Muhammed’e ve davasına ğalebe çalarsa, bir elimi onun üzerinde bulunduruyorum! Eğer Muhammed, Uzzâ’ya ğalebe çalar-sa ki, ğalebe çalacağını sanmıyorum, kardeşimin oğludur, beni sayar!”Diye propaganda yapmaya başlamıştı. Uzzâ, Hüzeyliler’in, Mekke şehrine iki gecelik uzaklıktaki Nahletü’ş-Şâmiye vadisinde bulunuyordu.Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i göndereceği zaman, ona: “-Nahle Vâdisine git! Orada, yanyana üç semüre ağacı bulacaksın. Onlardan birincisini kes!”buyurdu.Hâlid bin Velid, yanına arkadaşlarından 30 süvari alarak Nahle’ye gitti. İlk ağacı kesti. Oradaki putu kırdı, mal ambarını da yıktı. Sonra Resûlullâh (s.a.v)’in yanına döndü.Resûlullâh (s.a.v): “-Yıktın mı?” diye sordu.Hâlid bin Velid: “-Evet! Yâ Resûlallâh!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Bir şey gördün mü?”diye sordu.Hâlid bin Velid: “-Hayır! Bir şey görmedim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Öyle ise, sen, onu daha yıkamamışsın. Ona, geri dön! İkincisini de kes! Yık onu da!”buyurdu.Hâlid bin Velid, öfkeli bir halde oraya geri dönüb Uzzâ’nın yanına vardı. Kılıcını sıyırdı. Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı Dübeyye, Hâlid bin Velid’in geldiğini işitince, Uzzâ’nın üzerine bir kılıç asarak kendisi dağa çıktı. O sırada, kapkara, çırıl çıplak, saçı başı darma dağınık, elleri boy-nunda, dişlerini gıcırdatan bir kadın, Hâlid bin Velid’in karşısına birden dikiliverince, Hâlid, bin Velid’in sırtının tüyleri ürperdi. Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı ise, Hâlid bin Velid’e bakarak: “-Ey Uzzâ! Haydi yalan çıkarma! En şiddetli bir saldırışla Hâlid’in üzerine saldır! Baş örtünü at ve çemren! Ey Uzzâ! Eğer, sen, bugün şu Hâlid’i öldürmezsen zelil olarak geri dönecek ve Nâsranileştireceksin!”Diye bağırıyordu. Hâlid bin Velid, kılıcını sıyırmış olduğu halde, ona doğru vardı ve: “-Ey Uzzâ! Seni tanımak yok! Tenzih ve takdis etmek de yok! Yüce Allâh’ın seni alçaltmış olduğunu görüyorum!”Diyerek kılıncıyla vurub şeytan karıyı ikiye böldü. O zaman, o karı, kapkara bir kül haline geldi. Hâlid bin Velid, Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı Dübeyye’yi de öldürdü. Bundan sonra, Resûlullâh (s.a.v)’in yanına geri döndü. Olan bitenleri O’na haber verince, Resûlullâh (s.a.v): “-Evet! İşte, o Uzzâ’dır! Uzzâ, artık ülkenizde kendisine tapılmak- tan temelli olarak umudunu kesmiştir. Bundan sonra, Arablar için Uzzâ yoktur, ona, hiç tapılmıyacaktır!” buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Ey Allâh’ın Resûlü hamd olsun! O, Allâh’a ki, bize İslâmiyet gibi yüce bir dini ikrâm ve ihsan etti de bizleri helâk olmaktan kurtardı. Ben babamın yüz deve ve koyun içinden en iyisini seçerek götürüb Uzzâ için kestiğini ve onun yanında üç gün kaldıktan sonra sevine sevine yanımıza döndüğünü görürdüm. Babam gibi bir adamın üzerinde hayatını tüketmiş ve ölüb gitmiş olduğu bu görüş ve inanışına, işitmez, görünmez, zarar ve yarar vermez bir taş ağaç parçası için kurbanlar keserek nasıl aldanmış olduğuna bakıyorum da şaşıyorum!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Bu hiç şübhesiz, Allâh’a aid bir iştir. Onun doğru yolu kolaylaş- tıracağı kimse, doğru yolu bulur, sapıklığı kolaylaştırdığı kimse de sapık-lık içinde kalır!”buyurdu.Uzzâ’nın yıktırılma hadisesi hicretin sekizinci yılın Ramazan ayının bitmesine beş gece kala vukubulmuştur. 8Hâlid bin Velid (r.a)’ın Beni Cezimelere gönderilmesi:Hâlid bin Velid (r.a), Hicretin sekizinci yılında Şevval ayında gön-derildi. Bu seferden bir kaç gün önce Resûlullâh (s.a.v), onu, önce Nahle deki Uzza putunu yıkmakla görevlendirmişti. Hâlid bin Velid, Uzza’yı yıkıp, Mekke’ye dönünce, Resûlullâh (s.a.v) onu da Muhacir, Ensâr ve Beni Süleymden üç yüz elli kişilik bir askeri bir birliğin başına geçirerek Beni Cezimelere gönderdi. Hâlid bin Velid, onları, sadece İslâmiyet’e dâvet edecek, çarpışma yapmayacaktı. Beni Cezime, bin Amir, bin Abd-i Menat, bin Kinâneler, Mekke’nin aşağı tarafında bir gecelik uzaklıktaki Yelemlem Nahiyesinde, Gumeysa adıyla anılan kendi sularının başında oturmakta idiler. Hâlid bin Velid, askerleri ile birlikte Beni Cezimelerin yurduna varıb dayandı.Beni Cezimeler, Müslümanları görünce silahlandılar. Ve çarpışmaya kalktılar. Karşı koymanın en şiddetlisi ile karşı koydular. Hâlid bin Velid ikindi, akşam ve yatsı namazlarına kadar bekledi. Ezan sesi işitilmeyince üzerlerine saldırdı. Beni Cezimeler’de çarpıştılar. Onlardan, öldürülenler öldürüldü. Esir edilenler esir edildiler. Beni Cezimeler, sonradan, kendile-rinin Müslüman olduklarını iddia ettiler.Abdullah bin Ebi Hadred der ki:“-Gumeysa günü, Beni Cezimelere baskın yapıldığı sırada süvariler-in arasında ve Hâlid bin Velid’in yanında idim. Onlardan bir adamla kar-şılaştık. Adamın yanında kadın vardı. Kadından dolayı adam, bizimle üç kere çarpışma yaparak kadını dağa çıkardı. Başka bir adamla karşılaştık. Onun yanında da bir kadın vardı. Adam kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkardı. Daha başka bir adamla da karşılaştık. Onun yanında da bir kadın bulunuyordu. Adam, kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkar-mayı başardı. Hâlid bin Velid (r.a)’da: “-Artık, onların ardına düşmeyiniz!”dedi.Müslümanlar, hevdeçli develer üzerindeki kadınları genç bir adamın dağa doğru çekip götürdüğünü görmüşlerdi. Hâlid bin Velid: “-Şunlara yetişiniz!”diye emir verdi.Müslümanlardan bazıları, onların arkalarına düşerek onlara yetişti-ler. Genç adam, Müslümanları görünce, yolda durdu. Müslümanlar, ken-disinin yanına varınca, Recezler okuyarak onlarla çarpışmağa girişti, Bir hayli çarpıştılar. Onu da, orada öldürdüler. Kadınlara yetiştiler. Yine bir önceki gibi bir delikanlı ile karşılaştılar. Delikanlı, recezler okuyarak çarpışmağa başladı. Müslümanlar, onu da öldürdüler. Hevdec’in içinde parlak yüzlü sararmış benizli, bitkin bir genç adam buldular. Ona: “-Müslüman ol!”dediler.Genç adam: “-İslamiyet, ne demek?”diye sordu.İslâmiyet’in, ne olduğu anlatıldı. Kedisinin, İslamiyet’ten hiç haberi olmadığı anlaşıldı. Ona: “-Sen Kâfir misin?”diye sordular.Genç adam: “-Sizin istediğinizi yapmazsam, kâfir isem, bana ne yapacağınızı öğ-renebilir miyim?”diye sordu.Müslümanlar: “-Kâfir isen, seni öldüreceğiz!”dediler.Genç adam: “-Siz, bana bir iyilik yapsanız olmaz mı?”diye sordu.Müslümanlar: “-Ne imiş o iyilik?”dediler.Genç adam: “-Beni, şu vadinin aşağısındaki hevdeçli kadınlara ulaştırdıktan sonra öldürünüz!”dedi.Müslümanlar: “-Olur! Öyle yapalım”dediler.Elleri bağlı genç adam, Abdullah bin Ebi Hadred’e: “-Ey delikanlı!”diyerek seslendi.Kendisi, Abdullah bin Ebi Hadred (r.a) ile hemen hemen yaşıt idi.Abdullah bin Ebi Hadred: “-Benden ne istiyorsun?”diye sordu.Genç adam: “-Sen, ellerimin bağını çözsen, beni de şu kadınların yanına kadar götürsen de onlarla olan işimi bitirdikten sonra beni geri çevirib yapmak istediğinizi yapsanız olmaz mı?”dedi.Abdullah bin Ebi Hadred: “-Vallahi, senin istediğin şey kolaydır!”diyerek onun hemen ellerini kollarını çözdü ve kendisini o kadınların yanına götürdü. Genç adam, kadınların yanında durdu. “-Selâmlarım seni Hubeyş! Artık, tükendi, bitti yaşayış! Benim suç-um yok!”dedi, ve ona bir şiir söyledi.Kadın: “-Sana da, yedi, sekiz, dokuz, on kerre selâmlar!”dedi.Bundan sonra geri çevrilerek, o genç adamın boynu vuruldu. Kadın gelib onun cesedinin üzerine kapandı. Onun yüzünü, gözünü, dudaklarını öpmeye başladı. Bir veya iki kerre hıçkırdıktan sonra, oracıkta can verdi.Müslümanlar, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelib bu hadiseyi anlattık-ları zaman, Resûlullâh (s.a.v): “-İçinizde hiç mi merhametli bir adam yoktu?!” buyurmuştur.Rivâyete göre: Beni Cezimelere: “-İşte, bu gelen, Hâlid bin Velid! Yanındakiler de Müslümanlardır!” denilmişti. Hâlid bin Velid, Beni Cezimelerden silaha sarılmış olanlara: “-Siz, nesiniz? Müslüman mısınız? Yoksa, kafir misiniz?”diye sordu “-Eslemnâ! Biz Müslüman olduk!Demeyi beceremediler de, Saba’nâ Saba’na! Bir dinden çıkıb diğer dine girdik!”dediler.Başka rivâyete göre: “-Biz Müslüman bir cemaâtız, namaz kılıb duruyoruz. Muhammed-in Peyğamberliğini tasdik etmiş bulunuyoruz. Meydanlarımızda Mescid-ler yapmışız. Orada ezanlar da okutuyoruz!”dediler.Hâlid bin Velid (r.a): “-Ya üzerinizdeki silahlar ne oluyor?”diye sordu.Beni Cezimeler: “-Arablardan bir cemaat ile aramızda düşmanlık vardır. Sizin, onlar olduğunuzu sanıb korktuk! Kendimizi İslâmiyet’e karşı olanlardan koru-yalım diye, silahlarımızı üzerimize aldık!”dediler.Hâlid bin Velid (r.a), onların mâzeretlerini kabul etmedi. Gerçekten Müslüman olduklarına kanaat getiremedi. Onlara: “-Bütün halk teslim oldular. Siz de, silahları elden bırakınız! Teslim olunuz!”dedi.İçlerinden Cahdem adındaki kişi: “-Yazıklar olsun size, ey Cezime oğulları! Vallâhi, bu kişi Hâlid’dir! Muhammed, Müslüman olduğunu söyleyib duran bir kimseyi araştırmaz. Halbuki, biz, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz. Bu Hâlid, Müslüman-lara yapılmak istenilmeyen şeyi bize yapmak istiyor. O, silahlı iken yapa-mayacağı şeyi, bize, esirlikte yapacak! Silahları bırakmanın arkasından esirlik gelecek esirliğin arkasından da kılıç, ve boyunların vurulması gelecek! Ben Vallâhi, silahımı, hiçbir zaman elimden bırakmam, teslim olmam!”dedi.Beni Cezimelerden bir kısmı, Cahdem’in bu görüşünü benimsediler Hâlid bin Velid’e: “-Hayır! Vallâhi, silahı elden bırakmanın sonu, ancak öldürülmektir! Bizim, ne sana, ne de yanındakilere güvenimiz vardır!”dediler.Hâlid bin Velid: “-Teslim olmadıkça, sizin için eman yoktur!”dedi.Beni Cezimelerden bazıları ise; Cahdem’e: “-Ey Cahdem! Sen, bizim kanlarımızın dökülmesini mi istiyorsun? Halk, teslim oldular ve silahlarını bıraktılar. Savaş, bırakıldı, halk, emni-yet ve selâmete erdi. Sana, Allâh’ı hatırlatırız. Bize, aykırı davranma!” dediler.Cahdem, kılıcını bırakmaktan kaçındı. Cahdem’e: “-Biz, Müslümanız. Halk, teslim olmuştur. Muhammed, Mekke’yi feth etmiş bulunuyor. Hâlid’den ne diye korkacağız?”dediler.Cahdem: “-Ammâ, vallâhi, sizler, bilmediğiniz eskiden kalma hınç ve kinlerle tutulup cezalandırılacaksınızdır!”dedi.Hep birden Cahdem’in üzerine düşünce, silahını bıraktırdılar. Hâlid bin Velid’in sözü üzerine, Beni Cezimeler silahlarını bıraktılar. Silahlarını bırakınca, Hâlid bin Velid: “-Onları, esir ediniz!”diye emir verdi.Cahdem: “-Ey kavm! O, Müslümanlardan bir kavmi esir etmek mi istiyor? O, ancak, yapılmayacak bir şeyi yapmak istiyor. Artık, her şey bitti! Siz, bana aykırı davrandınız, sözümü dinlemediniz. Vallâhi, onun, yapacağı şey, siz- leri kılıçtan geçirmektir!”dedi.Beni Cezimelerden bir kısmı teslim oldukları zaman ötekileri, etrafa dağılmışlardı. Hâlid bin Velid (r.a), teslim olan Beni Cezimelerin ellerinin boyunlarına bağlanmasını emretti. Elleri boyunlarına bağlanınca kendileri, Müslümanlardan her birine, birer ikişer teslim edildi. Cahdem, Hâlid binVelid’in Beni Cezimelere yaptığı muameleyi görünce: “-Ey Beni Cezime! Başınıza gelen şeyi, ben, size önceden haber ver-miş, sizi uyarmıştım!”dedi.Beni Cezimeler, o geceyi, bağlanmış olarak geçirdiler. Namaz vakti olunca, Müslümanlarla konuştular, namazlarını kıldıktan sonra tekrar bağ-landılar. Bunun üzerine Müslümanlar seher vakti kendi aralarında anlaş-mazlığa düştüler. İçlerinden birisi: “-Biz, onları esir etmeyi hiç istemiyoruz! Onları Resûlullâh’ın yanı-na götüreceğiz!”Başka birisi ise: “-Bakalım bizim sözümüzü dinleyecekler mi?”diyordu.Tam o sırada Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanındaki esirin kılıçla boynunu vursun!”diyerek seslendi.Beni Süleymler, ellerinde bulunan her bir esirin hemen boyunlarını vurdular. Muhacirlerle Ensâr ise, kendilerine teslim edilmiş olan esirleri serbest bırakıb saldılar.Ensâr’dan Seleme der ki:“-Hâlid bin Velid (r.a)’la birlikte bulunuyordum. Elimdeki esiri salıb kendisine: “-Nereye istersen, git!”dedim.Ensâr’dan olanlar da, yanlarında olan esirleri saldılar.Abdullah İbn-i Ömer de, Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!”diye seslenince: “-Vallâhi, ben, esirimi öldüremem! Arkadaşlarımdan olan kişiler de esirlerini öldürmezler!”dedim ve, esirimi, hemen saldım, demiştir.Ebû Beşirü’l-Mazini de esiri ile aralarında geçeni şöyle anlatır:“-Beni Cezimelerden yanımda bir esir bulunuyordu Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanında bulunan esirin boynunu vursun!”diye seslenince, boynunu vurmak için, kılıcımı sıyırdım. Esir, bana şöyle dedi: “-Ey Ensâri kardeş! Sen bu işi kendiliğinden yapma! Kavmine bak!”Baktım ki, Ensâr, esirlerini salmışlar. Esiri’me: “-Haydi, sen de nereyi istersen, oraya git!”dedim.Esir: “-Allâh, sizleri mübarek kılsın! Fakat, bize, sizden daha yakın olan kimseler, Beni Süleymler bizi, hiç acımadan öldürdüler!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a), Muhacirlerle Ensârın esirleri salmalarına kızdı. O zaman, Ebu Üseydü’s-Saidi, Hâlid bin Velid’e: “-Ey Hâlid! Allâh’dan kork! Vallâhi biz, Müslüman olan bir cemaatı öldüremeyiz!”dedi.Hâlid bin Velid: “-Onların Müslüman olduğunu ne biliyorsun?”diye sordu.Ebû Üseydü’s-Saidi: “-Onların, Müslüman olduklarını söylediklerini işittik. Şu Mescidler de onların meydanlarında bulunuyor ya!”dedi.Ebû Katâde de:“-Seher vakti, Hâlid bin Velid: “-Herkes, yanında olan esiri öldürsün!”diye seslenince, esirimi saldım, ve Hâlid’e: “-Allâh’dan kork! Sen, bu davranışınla, ancak bir ölüsündür! Bunlar, hiç şüphesiz Müslüman bir cemaattırlar!”dedim.Hâlid bin Velid: “-Ey Ebû Katâde! Senin, onlar hakkında hiçbir bilgin yoktur!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a), onların hakkında ancak içinde taşıdığı kesin ve peşin hükme göre konuşmuştu denmiştir.Beni Cezimeler’den bir adam kurtulub, Resûlullâh (s.a.v)’in yanına geldi. Başlarına gelenleri, Resûlullâh (s.a.v)’e haber verdi. Resûlullâh, ellerini semaya kaldırıb: “-Ey Allâh’ım! Hâlid bin Velid’in yaptığı şeyden uzak ve beri bulun-duğumu Sana arz ederim!”diyerek. Allâh’a sığındıktan sonra: “-Onu, zorlayıb bundan vazgeçirecek bir kimse yok muydu?!”diye sordu. Haberi getiren adam da: “-Evet! Vardı. Beyaz, orta boylu bir adam, ona karşı koydu. Fakat, Hâlid, onu, azarladı. O da, sustu. Endamı, düzgün olmayan, uzun boylu bir adam da bu hususta ona karşı koymak istemişti!”dedi.Hz.Ömer (r.a): “-Yâ Resûlallâh! İlki, benim oğlum Abdullah’dır. Diğeri ise, Ebû Huzeyfe’nin azadlısı Salim’dir!”dedi.Rivâyete göre:Beni Cezimelerden öldürülenlerin sayısı otuza yakındı.Resûlullâh (s.a.v): “-Rü’yamda, Hays’tan, ağzıma bir lokma alıb çiğnediğimi, tadını tattığımı, onu, yutacağım sırada, içinden, bir şeyin boğazıma gerildiğini, Ali’nin, elini sokub onu çıkardığını gördüm!”buyurdular.Hz.Ebû Bekr (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Göndermiş olduğun askeri birlikler arasındaki şu askeri birlikten, Sana, hoşlanmayacağın bazı haberler geldi. Ali’yi gönder- de onu halletsin, kolaylaştırsın!”dedi.Resûlullâh (s.a.v) Hz.Ali’yi çağırdı ve şöyle buyurdu: “-Ey Ali! Şu kavm’ın (Beni Cezimelerin) yanına kadar git. İşlerini gör. Cahilliye çağındaki davaları, ayaklarının altına al, hükümsüz say!”Resûlullâh, Mekke feth edildiği zaman, Kureyşilerden Abdullah bin Ebi Rebiâ ile Safvan bin Ümeyye ve Huvaytıb bin Abduluzza’dan ordu-nun ihtiyacı için mühim bir para almıştı. Hz.Ali, o paradan kalanlardan yanına mühim bir miktar alarak, Beni Cezimelerin yurdlarına vardı. Hâlid bin Velid’in öldürmüş, öldürtmüş olduğu kimselerin diyetlerini ödedi.Yanında getirmiş olduğu para yetişmediğinden, Hz.Ali (r.a), Ebû Rafi’i, Resûlullâh (s.a.v)’e gönderdi. Resûlullâh (s.a.v)’de Ebû Rafi’ ile bir miktar daha para yolladı. Hz.Ali (r.a)’de iğtinam edilmiş veya ziyana uğratılmış, köpek yalaklarına varıncaya kadar bütün mallarının bedellerini kendilerine ödedi. Beni Cezimelilerin kan bedelinden vesaire den ödenme-dik hiçbir alacakları kalmadı. Hz.Ali (r.a), Beni Cezimelerin yurdundan ayrılacağı sırada, onlara: “-Kan veya mal bedelinden size ödediğim bir alacağınız kaldı mı?” diye sordu.Beni Cezimeler: “-Hayır!”dediler.Hz.Ali (r.a): “-Şu yanımda kalan paraları da, Resûlullâh’ın bilmediği ve sizin bil-mediğiniz şeylerden dolayı Resûlullâh (s.a.v) adına size veriyorum!”dedi ve, verdi. Resûlullâh (s.a.v)’in yanına döndü.Resûlullâh (s.a.v): “-Ey Ali! Ne yaptın?”diye sordu.Hz.Ali (r.a):“-Yâ Resûlallâh! Müslüman olan bir kavmin yanına vardık. Onlar, meydanlarına Mescidler yapmışlar. Hâlid’in öldürmüş, öldürtmüş olduğu herkesin diyetlerine ve köpek yalaklarına varıncaya kadar onlara ödeme yaptım. Yanımda bir miktar para artmış, kalmıştı. Onlara: “-Bu da, size Resûlullâh (s.a.v) tarafından bilmediği, sizin bildiğiniz şeylere karşılık olarak ihsan edilmiştir dedim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Çok iyi yapmışsın. Ben, Hâlid’e adam öldürmeyi emir etmemiş, ancak, onları, İslâmiyet’e davet etmesini emir etmiştim!”buyurdu.Sonra kalkıp Kıbleye karşı ayakta durdu, ellerini kaldırıp üç kere: “-Ey Allâh’ım! Hâlid bin Velid’in yaptığı şeyden uzak ve beri bul-unduğumu Sana arz ederim!”diyerek Allâh’a sığındı.Hâlid bin Velid gelince, Resûlullâh (s.a.v), onu azarladı. Hâlid bin Velid, Beni Cezimeleri, ne düşmanlık, ne de öç almak için öldürmediğine yemin etti. Abdurrahman bin Avf’da, Hâlid bin Velid’i çok kınadı. “-Ey Hâlid! Sen, cahilliye çağının işini, İslamiyet’te işledin!?”dedi.Hâlid bin Velid: “-Ben, senin babanın öcünü aldım! Onları, senin babana karşı tutub cezalandırdım!”dedi.Abdurahman bin Avf: “-Vallahi, sen yalan söylüyorsun! Ben, babamın katilini kendi elimle öldürmüşümdür. Buna, Osman İbn-i Affan’ı şahid tutuyorum!”dedi.Hz.Osman (r.a)’a dönerek: “-Allâh aşkına! Söyle babam’ın katilini benim öldürdüğümü, sen biliyorsun?”dedi.Hz.Osman İbn-i Affan da: “-Allâh için, evet! Biliyorum!”dedi.Bunun üzerine, Abdurrahman bin Avf, Hâlid bin Velid’e: “-Fakat sen amcan Fâke bin Mugire’nin öcünü aldın! Yazıklar olsun sana ey Hâlid! Farazâ, ben, babamın katilini öldürmemiş olsaydım, sen, benim cahilliye çağındaki babama karşı, bu gün, Müslüman bir kavmi nasıl öldürebilirsin?!”dedi.Hâlid bin Velid: “-Onların Müslüman olduklarını sana kim haber verdi?”diye sordu.Abdurrahman bin Avf (r.a): “-Senin onları, Mescidler yapmış ve Müslüman olduklarını söyler bulduğunu sonrada onları tutub kılıçtan geçirdiğini birlik halkının hepsi bize haber verdiler!”dedi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid şöyle dedi: “-Onlara baskın yapayım diye Resûlullâh’dan bana haber gelmişti!”Abdurrahman bin Avf (r.a): “-Resûlullâh hakkında yalan söylüyorsun!”dedi ve ona çok ağır sözler söyledi.Hâlid bin Velid mazeret olarak:“-Abdullah bin Huzafetü’s-Sehmi bana: “-Resûlullâh, onlar, İslamiyet’ten kaçınırlarsa, kendileriyle çarpışma- yapmanı sana emretmiştir!”diyerek bunu, bana emretmedikçe ben çarpış-ma yapmadım!”dedi.Hz.Ömer (r.a), Hâlid bin Velid’e: “-Yazıklar olsun sana ey Hâlid! Sen, Beni Cezimelileri, câhiliye çağı-na aid olan bir işden dolayı tutub cezalandırdın! İslâmiyet kendisinden önceki câhiliye çağında olan şeyleri yok etmiş değil miydi?”dedi.Hâlid bin Velid: “-Yâ Ebû Hafs! Vallâhi, ben, onları, ancak haklı olarak tuttum. Müşrik olan bir kavm üzerine baskın yaptım. Karşı koydular. Onlar, karşı koyunca da, kendileriyle çarpışmamak da, benim için mümküm olmadı. bunun üzerine, onları, esir ettim. Sonra da, kılıçtan geçirdim!”dedi.Hz.Ömer, ona: “-Oğlum Abdullah bin Ömer’i nasıl bir adam bilirsin?”diye sordu.Hâlid bin Velid: “-Vallâhi, onu salih, iyi bir adam olarak biliyorum!”dedi.Hz.Ömer (r.a): “-İşte, o, bana, senin haber verdiğinin aksini haber verdi. Kendisi bu asker içinde ve senin yanında bulunuyordu!”dedi.Hâlid bin Velid: “-Allâh’dan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim!”dedi.Hz.Ömer (r.a): “-Yazıklar olsun sana! Resûlullâh (s.a.v)’e git te senin yarğılanmanı yüce Allâh’dan dilesin!”dedi ve bu hadiseden dolayı ona kırıldı.Hâlid bin Velid’e Resûlullâh (s.a.v)’de kızdı ve darıldı. Ama daha sonra ise ona istiğfar etti.Hâlid bin Velid, Hz.Osman (r.a) ile birlikte Abdurrahman bin Avf’a gitti, ondanda özür diledi ve gönlünü aldı: “-Ey Ebû Muhammed! Benim için Allâh’dan mağfiret dile!”dedi. 9Beni Cezime Seferi olayları, gerçekten de çok üzücü acı bir olaydır. Ancak, bu olaydan çıkaracağımız hukuki bazı hisseler vardır. Özellikle Hâlid bin Velid gibi, Seyfullâh diye tesmiye edilen, bu büyük sahâbenin, sekiz aylık bir Müslüman olduğunu unutmamak gerektir. Yani, İslâm’ın savaş hukuku onun bilgisine tam yerleşmemiştir. Ve, yaptığı bu olay başta Resûlullâh’ı, ve sahâbenin ilerde gelenlerini, kırılacak derecede üzmüş ve kızdırmıştır. Yanlışta ısrar edilib de, Hâlid bin Velid için: “-Bu benim kahraman komutanım, asla yanlış yapmaz, ne yapmışsa şu şu sebeblerden dolayı doğrudur!”denmemiştir.Haksızlığa taraf olunmaması, en önemli İslâmi mesaj olsa gerektir. Fakat, Hâlid bin Velid’de işin bir intikam gayreti ile olmadığını ısrarla söylemiş, bu olayın mesuliyetinin. Beni Cezimelerin kendilerini iyi ifade edemediklerine atfedererek asıl hatanın onlardan kaynaklandığını belirt-meye çalışmıştır.Sonuç her nasıl olursa olsun, Resûlullâh (s.a.v), komutanının hatasını kabullenmiş, ve, bu üzücü olayın izalesi için de, Tarihte eşine çok ender rastlanabilecek olan, savaş mahkemesi, ve, savaş tazminatı ilkesini getir-miş, ve bu olay vesilesiyle, bunu kendi devrinde, kendi aleyhine ve devleti âleyhindede olsa, hak ve adalet ilkesi adına hiç çekinmeden tatbik etmiştir.Olayın şahidlerini, taraflarını ve mağdurlarını ayrı ayrı dinlemek ile, savaş mahkemesi ilkesi, bu savaşta zarar görenlere ve yakınlarına diyet ödemekle, savaş tazminatı ilkesi olarak İslâm hukukunda yerini almıştır. En doğrusunu Allâh bilir!Huneyn Savaşı:Hâlid bin Velid, Mekke fethi, ve, Uzza putunu yıkıp, Beni Cezime Seferi’nden sonra, Resûlullâh (s.a.v) ile, Huneyn Savaşı’na iştirâk etti. Huneyn Savaşı esnasında, yeni İslâm’a girenler arasında savaş başlanğı-cında bir bozğun meydana geldi. Resûlullâh ileri atılarak Müslümanların lehine çevirmeye çalıştı. Hâlid bin Velid’de ileri atılarak çok büyük şecaat ve cesaret göstererek savaştı. Ancak bu savaşta küçük bir yara da aldı.Abdullâh bin Ezher der ki:“-Hâlid bin Velid (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’in süvari kumandanı idi. Huneyn’de kâfirleri bozguna uğrattığı zaman Resûlullâh (s.a.v)’ı gördüm. Müslümanlar, konak yerlerine dönüyor, Resûlullâh’da, Müslümanlar ara-sında bulunuyor ve şöyle soruyordu: “-Bana, Hâlid bin Velid’in konak yerini kim gösterir?”Koşub önüne vardım. Bize, Hâlid bin Velid’in konak yeri gösterildi. O sıralarda, Hâlid bin Velid, hayvanının sırtına dayanmış duruyordu. Resûlullâh (s.a.v), onun yanına varıp yarasına baktı. Üzerine nefes etti. Yarası, iyileşti. 10Tâif Kuşatması:Huneyn Savaşı’ndan boşalınca, Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Tâif’de üslenen düşmanların üzerlerine yürümeye hazırlandı. Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i, bin kişilik bir kuvvetle, öncü birlik olarak önden yola çıkardı. Resûlullâh’da en önce Evtas’daki karargâhına uğradı. Oradan, Nahletü’l-Yemâniye üzerine doğru gitti. Sonra, Karn’e, sonra, Müleyha-’ya, sonra, Liyye’nin Buhretürruğa mevkiine uğradı. Liyye’de bir Mescid yapıp içinde namaz kıldı. Mescidin duvarlarını Resûlullâh (s.a.v) örmüş, Ashab’da taş taşımıştır.Tâif Muhasarası’nda ordunun komutanlığını Hâlid bin Velid yaparak yine büyük ğayret ve kahramanlık gösterdi. Öyle ki Taif’lilerin gözleri korkmaya başladı. 11Hâlid bin Velid, Tâif’de Sakiflere: “-Kaleden çıkıb benimle çapışacak kim var?”diye seslendi.Fakat, hiçbir kimse dışarı çıkamadı. Hâlid bin Velid, tekrar onlara meydan okudu. Yine, çıkan olmadı.İbn-i Yalil: “-Bizden hiç biri seninle çarpışmak için kaleden inmeyecektir. Biz kalemizde oturacağız. Çünkü, bizim, yıllarca yetecek yiyeceklerimiz var! eğer, bu yiyecekler, tükenir, sen de, o zamana kadar beklersen, hepimiz kılıçlarımızı sıyırır, senin karşına çıkarız. Son erimiz ölunceye kadar seninle çarpışırız!”diyerek seslendi. 12Hâlid bin Velid’in Beni Mustaliklere zekât için gönderilmesi:Hicretin dokuzuncu yılında Resûlullâh (s.a.v) Beni Mustalikler’in zekâtlarını almak için ilk önce sahabeden Velid bin Ukbe’yi göndermişti. Fakat, Velid bin Ukbe, onlardan ürkerek onların irtidat ettiklerini düşü-nerek kaçıb geri Medine’ye gelerek durumu Resûlullâh (s.a.v)’e bildir-mişti. Resûlullâh’da, hemen Hâlid bin Velid’i durumu incelemek üzere askeri bir birlikle, Beni Mustalıklara gönderdi. Hâlid bin Velid, geceleyin onların yakınlarına kadar varınca, içlerine casuslar saldı. Casuslar, onların namaz için ezanlar okutup namaz kıldıklarını gördüklerini haber verdiler. Hâlid bin Velid, yanlarına vardı. Kendilerinde itaât ve hayırdan başka bir şey görmedi. Medine’ye dönüb durumu, Resûlullâh’a haber verdi. 13Hâlid bin Velid’in Dûmetü’l-Cendel’e Gönderilmesi:Hicretin dokuzuncu yılında meydana gelen Tebük Seferi esnasında İslâm ordusu Tebük’e kadar geldi. O civardaki bütün kabileler itaat altına alındılar. İtaât etmeyen Dûmetü’l-Cendel Reisi Ükeydir idi. Resûlullâh, Tebük’te bulunduğu sırada Hâlid bin Velid (r.a)’i çağırdı. Yanına 400 süvari verib kendisini, Dûmetü’l-Cendel’de bulunan Ükeydir bin Abdül Melik’in üzerine gönderdi. Ükeydir, Kindeler’den olub onların Kralı idi. Kendisi Hıristiyandı. Dûmetü’l-Cendel akar suyu, hurmalık ve ekinlikleri bulunan bir yerdir. Şam yollarının ağzındadır. Dımeşk’e beş, Medine’ye 15 veya 16 geceliktir. Şam’ın, Medine’ye en yakın beldelerindendir, Tebük’ün yakınındadır. Dûmetü’l-Cendel, büyük bir panayır ve ticaret merkezi idi.Resûlullâh (s.a.v), Hâlid’in yanına 400 süvari verip Ükeydir’e göndermek istediği zaman, Hâlid bin Velid (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Azıcık sayıdaki insanların başında gidib her yerini iyice bilemediğim geniş Beni Kelb memleketlerinde onu bulmak, benim için nasıl mümkün olur?”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Sen, muhakkak, onu, yabani sığır avlarken bulacak ve yakalaya-caksın! Yakalamayı başarınca, onu öldürme, bana getir! Gelmekten kaçı-nırsa, öldürünüz!”buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a) Tebük’den ayrılıb Dûmetü’l-Cendel’e doğru gitti. Mehtablı bir yaz gecesinde Ükeydir’in kalesine, gözle görebilecek yere kadar yaklaştı. O sırada, Ükeydir, kalesinin üzerinde ve hanımı da, yanında bulunuyordu. Ükeydir, kalenin üzerine, havanın çok sıcaklığın-dan ötürü çıkmıştı. Şarkıcı câriyesi, kendilerine şarkı söylüyordu. Sonra, şarab getirtib içti. Derken, yabani bir sığır gelib, kale kapısının önüne yattı. Kalenin kapısını, boynuzuyla kazımaya, kaşımaya başladı.Ükeydir’in hanımı Rebab bint-i Üneyf bin Âmirü’l-Kindiyye gidib kalenin üzerinden bakınca, yabani sığırı gördü. Kendi kendine: “-Ben doğrusu, yabani sığırın bu geceki gibi böyle semiz ve etlisini görmedim!”dedi.Kocası Ükeydir’e: “-Senin de, bunun gibisini görmüşlüğün var mı hiç?”diye sordu.Ükeydir: “-Hayır! Vallâhi, görmemişimdir!”dedi.Hanımı Rebab: “-Bunu, görüb de, kendi haline bırakılabilecek bir kimse var mı dır?” diye sordu.Ükeydir: “-Hayır! Onu, hiç kimse bırakamaz! Vallâhi, ben, bu geceden başka hiçbir gecede biz, böyle bir yaban sığırının geldiğini görmemişimdir. Ben, onları yakalamak istediğim zaman, bir ay veya daha çok zaman atlar besler, sonra da, üzerine biner, adamlar ve aletlerle birlikte avlanmaya çıkardım!”dedi.Kalenin üzerinden indi. Atını getirmelerini emretti. Atı getirilib eğerlendi. Ükeydir, atına bindi. Kendisi ile birlikte ev halkından bazıları da, atlarına bindiler. Ükeydir’in yanına katılanlar arasında kardeşi Hassân ile iki kölesi de, bulunuyordu. Ellerinde kısa mızrakları olduğu halde, kaleden dışarı çıktılar. Kaleden ayrıldıkları zaman, Hâlid bin Velid’in süvarileri, atlarından hiç biri kişnemeksizin ve kımıldamaksızın onları gözetlediler. Kaleden bir müddet uzaklaşınca, aniden Ükeydir’in üzerine saldırdılar. Ükeydir’i yakalayıb esir ettiler.Hassân ise, teslim olmaya yanaşmayıb çarpışmaya kalkışınca, kendi-sini vurub öldürdüler. Kölelerle ev halkından olanlar ise kaçıp kaleye girdiler. Hassân’ın üzerinde elişi ve ırgacı ibrişimle dokunmuş atlas bir kumaştan yapılmış, işlenme yerlerine altın sırma ile hurma yaprakları iş-lenmiş bir cübbe vardı. Hâlid bin Velid, Hassân’ın üzerinden bu cübbeyi soydu. Resûlullâh (s.a.v)’n yanına dönmeden önce, bu meşhur cübbeyi Resûlullâh (s.a.v)’e gönderdi.Amr bin Ümeyye ed-Damri, hemen Tebük’e gelib, hem bu cübbeyi Resûlullâh’a takdim etti, hem de, Ükeydir’in yakalandığını haber verdi. Bilindiğine göre: Ukeydir’in kardeşi Hassân’ın bu cübbesi, Resûlullâh’a getirildiği zaman, Müslümanlar, ellerini, ona sürüyor ve onun güzelliğine hayran oluyorlardı.Resûlullâh (s.a.v): “-Siz, bunun güzelliğine mi şaşıyorsunuz? Varlığım, kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki; Sa’d bin Muâz’ın cennetteki mendilleri (havluları), bundan çok daha güzeldir!”buyurdu.Tâyi kabilesinden Büceyr bin Bücere, Resûlullâh (s.a.v)’in: “-Onu, yabani sığır avlarken bulacaksın!”diye haber verdiğini, Hâlid bin Velid’e hatırlatarak: “-İşte sen, onu, yabani sığır avlarken buldun! Yaban sığırı, şu gece, Resûlullâh’ın sözünü doğrulmak için Ükeydir’i, dışarı çıkıncaya kadar yapacağını yaptı!”dedi.Hâlid bin Velid, Ükeydir’e: “-Sen, bana kaleyi açtırıb fethettirmek şartıyla seni, Resûlullâh’a götürünceye kadar öldürülmekten korumayı üzerime alsam olur mu?” diye sordu.Ükeydir: “-Olur!”dedi.Hâlid bin Velid, Ükeydir ile böylece anlaştı. Arab kabilelerinin birer birer Müslüman olduklarını görünce, Dûmeliler, Resûlullâh (s.a.v)’den korkmaya başlamışlardı. Hâlid bin Velid, Ükeydir’i, bağlı olarak kalenin kapısına kadar götürüb yanaştırdı.Ükeydir ev halkına: “-Kalenin kapısını açınız!”diye seslendi.Ükeydir’i böyle bağlı görünce, Ükeydir’in kardeşi Mudad, kapıyı açmaktan kaçındı. Bunun üzerine, Ükeydir, Hâlid bin Velid’e: “-Vallâhi, onlar benim bağlı bulunduğumu gördükçe, bana, kalenin kapısını açmazlar. Sana, Allâh adına and veriyorum; İstersen, sana, kaleyi fethettirmek üzere, bağımı çöz! İstersen, kale halkı hakkında benimle anlaşma yap?!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Seninle kale halkı hakkında anlaşma yapalım!”dedi.Ükeydir: “-İstersen ben, seni hakem yapayım, istersen sen, beni, hakem yap?”Hâlid bin Velid (r.a): “-Olur. Biz, senin verdiğin şeyi kabul ederiz!”dedi.Bunun üzerine:1-İki bin deve,2-Sekiz yüz at,3-Dört yüz zırh gömlek,4-Dört yüz mızrak vermek ve5-Ükeydir’le kardeşi, Resûlullâh (s.a.v)’e kadar götürülüb hakların-da Resûlullâh (s.a.v) tarafından hüküm verilmek üzere sulha vardılar. Ükeydir’in bağı çözülüb kale kapısı açıldı. Hâlid bin Velid, kaleden içeri girdi. Ükeydir’in kardeşi Mudad’ı bağladı. Teslim edilmesi kararlaştırılan ğanimet malları teslim alındı. Resûlullâh’a, Başkumandan hakkı olarak ğanimet malları içinden bir şey seçildikten ve beşte bir hisse çıkarıldıktan sonra kalanların beşte dördü mücahidler arasında bölüştürüldü.Hâlid bin Velid (r.a), Ükeydir’in kardeşi Hassan’ı öldürdükten sonra Ukeydir’i da esir alarak Resûlullâh (s.a.v)’e getirdi. Ükeydir ile kardeşi, Resûlullâh’ın yanına getirildiler. Ükeydir’in boynunda altından bir Haç, sırtında da, Atlastan elbise vardı. Resûlullâh, onları Müslümanlığa dâvet etti. Fakat, yanaşmadılar. Cizye ödemeye râzı oldular. Resûlullâh (s.a.v), Ükeydir ve kardeşi Mudad’ın kanını bağışladı. Cizye vermek üzere sulh oldu. Kendilerini serbest bıraktı. Resûlullâh, onlar için, içinde emân ve sulh maddeleri bulunan bir de yazı yazdırdı. Ve onu, baş parmağının tır-nağıyla çizerek mühürledi. Resûlullâh (s.a.v), yanında mühür bulunmaz ise, mühürünün yerine, böyle, elinin tırnağıyla çizgi yapardı. Ükeydir, Tebük’ten memleketine dönüp gitti. 14Hâlid bin Velid’in Necran’a Gönderilmesi:Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’i, Hicretin 10. yılın Rebiü’l-Evvel ayı, Miladi 631. yılın Temmuz ayında, Necran’daki, Beni Hâris bin Kâ’b- lara gönderdi. Ve onlarla carpışmadan önce, kendilerini üç gün İslâmiyete dâvet etmesini, Kabul etmedikleri takdirde, çarpışmasını emretti. Hâlid bin Velid (r.a)’ın Rebiü’l-Âhir veya Cumade’l-Ûla ayında gönderildiği de rivâyet edilir. Resûlullâh (s.a.v), Hâlid bin Velid’in maiyetine dörtyüz mücahid Müslüman verdi.Hâlid bin Velid (r.a); gidib Beni Hârislerin üzerlerine vardı. Her tarafa süvariler saldı. Süvariler: “-Ey insanlar! Müslüman olunuz da, selâmete eresiniz!”Diyerek herkesi İslâmiyete dâvet ettiler. Necranda bulunan Belhâris bin Kâ’blar, yapılan dâvete hemen icabet ettiler. Müslüman oldular. Hâlid bin Velid, bir müddet onların yanında oturdu. İslâm şeriatını, Allâh’ın kitabını ve Allâh Resûlü’nün Sünnetini onlara öğretti. Beni Hârisler, mal-larının zakâtlarını verdiler. Hâlid bin Velid’de, bunları onların fakirlerine fukaralarına dağıttı.Hâlid bin Velid (r.a), Mezhic kabilesinden ayaklanan bir cemaatla çarpışarak onları mağlubiyete uğrattı. Bazılarını esir ve hayvanlarını İğtinam edib ğanimet mallarının beşte birini Resûlullâh (s.a.v)’e ayırdık-tan sonra beşte dördünü mücahidler arasında bölüştürdü.Hâlid bin Velid (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’e bir yazı yazıb Bilâl bin Hârisü’l-Müzeni ile gönderdi. Yazısında ise, Beni Hârislerin, İslâmiyeti hemen kabul ettiklerini bildirdi. Yazında şöyle dedi:“-Bismillâhirrahmanirrâhim:Allâh’ın Resûlü Muhammed (s.a.v)’e, Hâlid bin Velid tarafından: Esselâmü âleyke yâ Resûlallâh! Ve Rahmetullâhi ve berekâtüh. Ben, Senden dolayı O, Allâh’a hamd ederim ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra arz ederim ki yâ Resûlallâh! Allâh’ın selâmı, Senin üzerine olsun! Sen, beni, Beni Hâris bin Kâ’blara gönderdin. Onların yanına vardığım zaman, üç ğün kendileriyle çarpışmamamı ve kendilerini İslâm dinine dâvet etmemi, Müslüman olurlarsa yanlarında oturub kendilerine İslâm’ın alâmetlerini, Allâh’ın kitabını ve Allâh’ın Resûlü’nün sünnetini öğretmemi, Müslüman olmaz iseler çarpışmamı bana emretmiştin.Ben, onların üzerlerine vardım. Allâh’ın Resûlü’nün bana emrettiği gibi, üç gün, kendilerini İslâmiyete dâvet ettim. içlerine süvariler gönder-dim. Onlara: “-Ey Beni Hârisler! Müslüman olunuz da, selâmete eresiniz!”dediler.Onlar’da, hemen Müslüman oldular, ve çarpışmadılar. Ben, araların-da oturub, onlara, Allâh’ın emretmiş olduğu şeyleri emrediyor, Allâh’ın, yasakladığı şeylerden yasaklıyorum. Kendilerine İslâm’ın alâmetlerini ve Peygamberin sünnetini öğrettim. Resûlullâh (s.a.v), bana bu hususta ne yapacağımı bana yazıncaya kadar burada kalacağım. Selâm olsun Sana yâ Resûlullâh ve rahmetullâhi ve berekâtüh!”Resûlullâh (s.a.v)’ın Hâlid bin Velid’e Cevabı:“-Bismillâhirrahmanirrâhim:Allâhın Rasûlü Muhammed (s.a.v)’den Hâlid bin Velid’e: Selâm olsun sana! Ben, senden dolayı O Allâh’a hamd ederim ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra derim ki: Beni Hâris bin Kâ’b ların kendileriyle çarpışmanıza hacet kalmadan Müslüman olduklarını, İslâmiyeti kabule dâvet edildikleri şeyleri kabul ve Allâh’dan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in, O, Allâh’ın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ettiklerini, Allâh’ın, onlara doğru yolu gösterdiğini haber veren elçin ile birlikte maktubun bana geldi.Onları, Allâh’ın ve Râsülü’nün emirlerine göre haraket ettikleri takdirde, âhiret nimetleriyle müjdele. Aykırı haraket ettikleri taktirde, âhiret azabıyla korkut! Artık, dönüb gel! Onların Elçileri’de seninle birlikte gelsin. Vesselâmü aleyke ve Rehmetullâhi ve berekâtüh!”Hâlid bin Velid (r.a): Necrandan Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına dönüb geldi. Beni Hâris bin Kâ’bların Elçileri de, onunla birlikte geldiler. Kays bin Husayn Zü’l-Kussa, Yezid bin Abdülmedân, Yezid bin Muhaccel, Abdullâh bin Kuradü’z-Ziyadi, Şeddad bin Abdullâhü’l-Kinâni, Amr bin Abdullâhu’d-Dıbâbi, Abdullâh bin Abdülmedân. Gelen Beni Hâris elçi-leri arasında bulunuyorlardı. Hâlid bin Velid (r.a), bunları kendi evine indirdi. Sonra, onları yanına alarak Resûlullâh (s.a.v)’in yanına götürdü.Resûlullâh (s.a.v), Beni Hâris Elçilerini gördüğü zaman: “-Kimdir bunlar, Hindli adamlara benziyorlar?”diye sordu. “-Yâ Resûlallâh! Bunlar, Beni Hâris bin Kâ’bların ileri gelen adam-larıdır!”denildi.Beni Hâris elçileri, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelince Resûlullâh’a selâm verdiler: “-Senin, Allâh’ın Rasûlü olduğuna ve Allâh’dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederiz!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Ben de, Allâh’dan başka ilâh olmadığına, ve kendimin de Allâhın Resûlü olduğuma şehâdet ederim!”buyurdu. “- Sizler ki İslâmiyete dâvet olunduğunuz zaman, karşı koymak için halka ön ayak olmak mı istediniz?”diye sordu.Hepsi sustular. Onlardan hiç biri cevab vermedi. Resûlullâh (s.a.v), sorusunu tekrarladı. Yine onlardan hiç birisi cevab vermedi. Resûlullâh, sorusunu üçüncü kerre tekrarladı. Yine onlardan hiç biri cevab vermedi. Resûlullâh (s.a.v), bu sorusunu dördüncü kerre tekrarlayınca, Yezid bin Abdulmedân: “-Evet! Yâ Resûlallâh! Bizler, İslâmiyete dâvet olununca, karşı koy-mak için halka ön ayak olmak istemiştik!”dedi ve bunu dört kez söyledi.Resûlullâh (s.a.v): “-Eğer, Hâlid, bana, sizin çarpışmaya hacet kalmadan Müslüman olduğunuzu yazmasaydı, muhakkak, ben başlarınızı, ayaklarınızın altına atardım!”buyurdu.Yezid bin Abdülmedân: “-Vallâhi, biz, ne Sana şükr ederiz, ne de Halid’e şükr ederiz!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ kime şükredersiniz?”diye sordu. “-Yâ Resûlallâh! Biz, yüce Allâh’a şükrederiz ki Senin vasıtanla bizi hidayete erdirdi!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Doğru söylediniz!”buyurduktan sonra. “-Siz, câhilliye devrinde çarpıştığınız kimselere neyle ğalib gelir- diniz?”diye sordu. “-Biz, kimseye mağlub olmuş değiliz!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Evet! Siz, çarpıştığınız kimselere hep ğalib gelirdiniz!”buyurdu. “-Yâ Resûlallâh! Biz, kiminle çarpışsak, ğalib gelirdik. Çünkü fazla konuşmaz, tezellül ve savurğanlık etmez, biribirimize karşı kıskançlık göstermez, yardımı kesmez, savaş ve güçlük zamanlarında güçlüklere katlanırdık. Dâima toplu bulunur, dağılmazdık. Hiç kimseye karşı da, zulüm ve haksızlığa ilk başlayan biz olmazdık!”dediler.Resûlullâh (s.a.v): “-Doğru söylediniz!”buyurdu.Sonra Resûlullâh (s.a.v), elçiler arasında bulunan Kays bin Husayn’ı Beni Hâris bin Kâ’blara Vali ve Kumandan tayin etti. Beni Hâris bin Kâ’b elçileri, Şevval ayının son günlerine kadar Medine’de kaldıktan sonra yurdlarına döndüler. Resûlullâh, elçilerin her birine bahşiş olarak da onar ukiye ve Kays bin Husayn’a ise, on iki buçuk ukiye gümüş verdi. 15Hâlid bin Velid (r.a)’ın Menkibeleri:Vedâ Haccı’nda Resûlullâh (s.a.v)’in alnının saçları tıraş edildiği zaman, Hâlid bin Velid (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Alnının saçını bana ver! Hiç kimseyi, bu hususta bana tercih etme. Anam, babam Sana fedâ olsun!”diyerek yalvardı.Saçlar, kendisine verilince, Hâlid bin Velid, onu, gözlerine sürdü ve Kalensüvesi’nin (külahının) önüne yerleştirdi. Bu sâyede, onun, karşılaşıb yenilgiye uğratmadığı bir topluluk yoktu. Nitekim, Hâlid bin Velid (r.a): “-Ben, onu, hangi tarafa yönelttimse, orası, feth olundu!”demiştir.Hz.Ebû Bekr: Uhud’da, Hendek’de, Hudeybiye’de ve karşılaştıkları bütün savaş yerlerinde eskiden onun yaptıklarına bir de, şimdiki haline bakıb şaşmakta idi. 16Câ’fer bin Abdullâh bin el-Hâkem anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a) Yermûk Savaşı’nda başındaki sarığını kaybetti. Askerlerine: “-Onu Arayın!”diye emretti. Aradılar, bulamadılar. Aramaları için tekrar emredince bu sefer buldular. Baktılar ki eski bir sarık imiş. Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a) şunları anlattı: “-Resûlullâh (s.a.v) saçını kesmişti. Ashâb saçlarını aldılar. Ben de alnının saçından aldım, bu sarığın içine koydum. Bunu yanıma alarak gir-diğim bütün savaşları kazandım!”dedi. 17Ebû Ümame (r.a) anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a) Resûlullâh (s.a.v)’e geceleri korkulu rüyalar gördüğünü ve bu yüzdende teheccüd namazlarına kalkamadığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ Hâlid! Sana bir duâ öğreteyim mi? Bu duâyı daha üçüncü defa okumadan Allâh-u Teâlâ senden bu hali derhal giderir!”buyurdu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Öğret yâ Resûlallâh! Anam babam sana feda olsun! Şikâyetimi size arz etmemin sebebi de zaten buydu!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Ğazabından, cezasından, kullarının şerrinden, şeytanın vesvese-sinden ve yanıma yaklaşmalarından Allâh’ın ilmine sığınırım!”dersin.Hz.Âişe (r.a) diyor ki:Aradan birkaç gece ya geçmiş, ya da geçmemişti. Hâlid gelerek: “-Yâ Resûlallâh! Anam babam sana fedâ olsun. Seni hak dinle gön-deren Allâh’a yemin ederim ki, bana öğrettiğin duâyı üç defa okumaya kalmadı. Allâh-u Teâlâ şifamı verdi. Artık bana bundan sonra geceleyin aslanın inine girmek bile vız gelir!”dedi. 18Hayseme’den:“-Elinde bir küp şarab ile bir adam, Hâlid bin Velid’ın yanına geldi.Hâlid (r.a): “-Allâh’ım! Bu kübtekini bala dönüştür!”diye duâ etti.Kübte ki içki bala dönüştü.Hayseme’den gelen bir diğer rivâyet de şöyledir:“-Elinde bir küb içki ile bir adam Hâlid’ın yanına geldi.Hâlid (r.a): “-Kübteki nedir?”diye sordu.Adam: “-Sirke!”diye cevab verdi.Hâlid (r.a) da: “-Allâh ondakini sirkeye dönüştürsün!”diye duâ etti. Bir de baktılar ki, küpteki şarab sirke olmuş.Bir başka rivâyette de şöyledir:“-Yanında bir küb şarap ile bir adam Hâlid bin Velid (r.a)’a geldi. Hâlid bin Velid (r.a) adama: “-Bu kübdeki nedir?”diye sordu.Adam: “-Bal!”diye cevab verdi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a): “-Allâh’ım onu sirkeye dönüştür!”diye duâ etti.Adam arkadaşlarının yanına döndüğünde: “-Size öyle bir şarab getirdim ki, Arablar böylesini içmemiştir!”dedi.Sonra, küb’ün kapağını açtı. Bir de ne görsün, küb’deki şarab sirke haline gelmiş.Adam: “-Vallâhi Hâlid’ın duâsıyla küb’deki şarab bu hale geldi!”dedi. 19Ebû’s-Sefer’den:“-Hâlid bin Velid (r.a), Irak taraflarında Hire şehrin’de, yabancıların Arab olmayanların ileri gelenlerinden birine misafir oldu.Kendisine dediler ki: “-Zehirlenmemeye dikkat et. Yabancılar sana zehir içirebilirler!”Hâlid bin Velid (r.a): “-Bana zehir getirin bakalım!”dedi.Zehir getirdiler. Zehiri eline aldı ve: “-Bismillâhirrahmanirrâhim!”diyerek içti. Zehirin Hâlid bin Velid’e herhangi bir zararı dokunmadı!”Zi’l-Cevşeni’d-Dabâbi (r.a) ve diğer sahâbeden: “-Irak’ın Hire valisi İbn-i Bukayla’nın yanında, belinde torbası olan bir hizmetçisi var!”dediler.Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a), hizmetçinin belindeki torbayı aldı. Torbadakini avucuna döktü ve: “-Bu, nedir ya Amr?!”diye sordu.Amr bin Bukayla: “-Bu, Allâh korusun çok tesirli bir zehirdir!”dedi.Hâlid (r.a): “-Peki, bunu niçin yanında taşıyorsun?”diye sordu.Amr bin Bukayla: “-Halihazır davranışlarınızın aksine bir hareketinizden korkuyorum. Böyle bir durumda, hayatıma kıymak için bunu yanımda taşıyorum. İste-mediğim bir şeyi kavmin arasına ve kasabama sokmaktansa, ölümü tercih ederim!”dedi.Bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a): “-Kimse eceli gelmedikçe ölmez!”dedi ve devamla: “-Bismillâhirrahmanirrâhim! İsimlerinin en hayırlısı yerin ve göğün Rabbi’nin ismidir. O’nun ismi sayesinde hiçbir şeyin zararı dokunmaz!”Yanındakiler, zehiri içmesine mâni olmak için eline vurdular. Hâlid bin Velid, elindekini düşürmelerine engel oldu. Zehiri içti.Bu durumu gören Amr bin Bukayla: “-Ey Arablar! Allâh’a yemin ederim ki, Resûlullâh’ın Ashâb’ı ara-nızda bulunduğu müddetçe dilediğinize kavuşacaksınız!”dedi.Bundan sonra Hirelilere dönerek: “-Bugünkü kadar Arablar’ın geleceğinin parlak olacağını gösteren ayan beyân bir hadise görmedim!”dedi. 20Übâde ve Hâlid bin Velid (r.a) anlatıyorlar:“-Bir adam Yermûk Savaşı’nda Hâlid bin Velid’e: “-Rumlar ne kadar çok! Müslümanlar ne kadar az!” deyinceHâlid bin Velid (r.a): “-Bilakis, Müslümanlar çok, Rumlar pek az! Allâh’ın yardım ettiği asker çok, yardımını kestiği asker azdır. İnsan sayısına bakılmaz. İsterdim ki, atım Eşkar’ın ayağı iyileşseydi de düşman kat kat fazla olsaydı!” diye mukabele etti. Çok yürümekten Hâlid’in atının tırnakları kırılmıştı. 21Hâlid bin Velid (r.a) anlatıyor:“-Mû’te Savaşı’nda elimde dokuz kılıç parçalandı. Son kılıç, Yemen işi, geniş ağızlı bir kılıçtı. Elimde tek o kaldı.Evs bin Harise anlatıyor: “-Arablara, Hürmüz’den daha çok kötülük eden hiç kimse yoktur. Müseyleme ve arkadaşlarının işini bitirdiğimiz zaman Basra tarafına hareket ettik. Kâzıme denilen yerde Hürmüz’ün ordusuyla karşılaştık. Hâlid meydana çıkıb teke tek savaşacak er diledi. Karşısına Hürmüz çıktı. Hâlid çabucak onun hesabını gördü. Durumu da Hz.Ebû Bekr’e yazdı. Halife Hz.Ebû Bekr (r.a)’de onun bütün öte berisini Halid (r.a)’a verdi. Hürmüz’ün tacı 100 bin dirheme satıldı. İranlılar’da, ileri gelenlerin tacının değeri 100 bin dirhem olurmuş!” 22Kays bin Hazım anlatıyor: “-Hâlid bin Velid, çok sevdiğim bir kızla evlendiğim, veya bir erkek çocukla müjdelendiğim gece bile, Muhacirlerden bir seriyye’de geçirdiğ- im, sabah olur olmaz erkenden Müslümanlarla birlikte düşmana saldıraca ğım, son derece soğuk o geceden daha çok hoşuma gitmezdi!”derdi.Yine Kays bin Ebî Hazım anlatıyor: “-Hâlid (r.a), Allâh yolunda cihad, çok zaman beni Kûr’ân okumaktan bile alıkoymuştur!”derdi. 23Hâlid bin Velid (r.a)’ın Savaşları:Resûlullâh (s.a.v) ile Vedâ Haccı’nı yaptıktan kısa bir zaman sonra, Resûlullâh (s.a.v)’in Hicretin 11. yılının Rebiülevvel ayının 12. pazartesi günü, Miladi 632. yılın Haziran ayının sekizinde vefat edince Müslüman-lar halife olarak Hz.Ebû Bekr (r.a)’a bey’at ettiler. Halife Hz.Ebû Bekr, hilafet makamına geçti. Resûlullâh (s.a.v)’in vefâtından istifade etmeye kalkışan bazı kabile reisleri, kendilerinin de peygamber olduklarını ilân ettiler. Böylece birden bire ortalık karıştı.Zülkasa Savaşı:Bu yalancıların ezilmesi ve ortadan kaldırılması için halife Hz.Ebû Bekr’ın yanında hicretin 11. yılı Cemaziyelevvel ayında Miladi 632. yılın Ağustos veya Eylül ayında yapılan Zülkassa’ya gitmek üzere Necid’e doğru hareket eden halifenin yanında, Fezâre kabilesinin zekât mallarına el koyub Medine’ye gönderilmesine engel olan Hârice bin Hısn el-Fezâri kumandası altındaki âsilerle yapılan Zülkasa Savaşı’nda ordunun sancak-tarlığını yaptı. Bu küçük çatışmadan sonra halife Hz.Ebû Bekr, diğer mürtedlerle savaşmak üzere hazırladığı 4000 kişilik ordunun başına Hâlid bin Velid’i başkumandan olarak tayin etti.Büzaha Savaşı:Hâlid bin Velid (r.a), Hicretin 11. yılının 27 Cemaziyelahir ayında, Miladi 19 Eylül 632 tarihinde peyğamberlik iddiasında bulunan veya yalancı peygamberlerden Tüleyha bin Huveylid el-Esedi’nin üzerine gönderildi. Hâlid bin Velid (r.a) Büzaha mevkiinde yapılan Büzaha Savaşı-nda Tüleyha’yı mağlup ederek tüm avanesi öldürüldü. Tüleyha ise kaçmayı başardı. Yıllar sonra Tüleyha tevbe ederek Müslüman oldu.Bütah Savaşı:Mâlik bin Nüveyra, el-Cezire diyarından geldiği zaman, Secah ile işbirliğine koyulmuştu. Hâlid bin Velid (r.a), daha sonra, zekât vermeyi reddeden Benî Temim kabilesi üzerine savaşmak üzere Bütah’a doğru yürüdü. Bazı mürtedlerle kabilenin reisi Mâlik bin Nüveyre’yi öldürdü. Karısı Ümmü Mütemmim ile evlendi. Peyğamberlik iddiasında bulunan Ayniye bin Husayn’ı etrafındakilerle birlikte yakalayarak Medine’ye gönderdi.Ümmü Zeml hadisesi:Büzaha Savaşı’nda hezimete uğrayan Tuleyha’nın Beni Gatafan kabilesinden olan birçok adamları toparlanıb Ümmü Zeml Selma bint-i Mâlik bin Hûzafe adındakı kadının yanına gittiler. Bu kadın ise, annesi Ümmü Karfe gibi Arabların önde gelen şahsiyetlerindendi. Annesı, evlad-ının çokluğu, kabilesinin ve âilesinin izzeti sebebiyle şeref hususunda, âdeta bir darb-ı mesel haline gelmişti. Yanında toplandıkları zaman bu kadın, onları Hâlid bin Velid’le savaşmaya teşvik etti. Onlarda şevklen-diler. Beni Süleym, Tay, Hevazin ve Esed kabilelerinden bazı adamlar da bunlara katıldılar.Böylece kalabalık bir ordu teşkil ettiler. Kadının durumu güçlendi. Hâlid bin Velid (r.a), bu durumu duyunca üzerlerine yürüdü. Aralarında şiddetli bir savaş cerayan etti. Kadın da anasının devesi üzerindeydi. Onur ve şerefi yüzünden bu deveye elini dahi süren kimseye yüz deve verilir, deniliyordu. Hâlid (r.a), onları hezimete uğrattı. Kadının devesini kesti. Kadını da öldürdü. Ve feth müjdesini halife Ebû Bekr (r.a)’a gönderdi. 24Secah ve Beni Temim olayı:Peyğamber olduğunu iddia eden Secâh adında yalancı bir kadın ise; Hâlid bin Velid’in mürtedlere karşı önemli başarı kazandığını görünce peyğamberlik iddiasından vazgeçerek korkusundan bu bölgeden ayrıldı ve Yemâme’ye Müseylemetü’l-Kezzâb’ın yanına giderek onunla evlendi.Yalancı Peyğamber Müseylemetü’l-Kezzâbın öldürülmesi:Yemame’de türeyen, yalancı peygamberlik iddiasında bulunan, ve bazı hokkabazlıklarla kendisine bir meleğin vahy getirdiğini iddia eden Müseylemetü’l-Kezzâb adındaki biri, etrafına oldukça büyük bir kuvvet toplamıştı. Öyle ki, üzerine gönderilen Şurahbil bin Hasene ve İkrime bin Ebû Cehl kumandasındaki İslâm ordularını dahi mağlub etmişti. Bunun üzerine, Halife Hz.Ebû Bekr, Hâlid bin Velid’i Bütah’dan Yemâme’ye hareket ettirdi. Yolda Müseyleme ve kabilesi Beni Hanife’nin Akraba adlı yerde toplandıklarını haber alınca o tarafa yöneldi.Hicri 12. Miladi 633 yıllarında Akraba mevkiinde yapılan çok kanlı savaşta, Hz.Hamza’yı şehid eden Vahşi bin Harb, Müseyleme’yi katletti ve ordusu da bozğuna uğratılarak darmadağın edildi.Zühri anlatıyor:“-Hz.Ebû Bekr (r.a), halife olduğu günlerde birtakım Arab kabileleri İslâm’dan yüz çevirmişlerdi. Ebû Bekr (r.a) bunlarla savaşmak üzere yola çıktı. Bâkî taraflarındaki Nak denen yere varınca, Medine’nin zarara uğra-masından korkarak geri döndü. Orduya Allâh’ın kılıcı Hâlid bin Velid’i kumandan tâyin etti. Savaş için topladığı askerleri onun emrine verdi. Ona, Mudar tarafına yönelmesini İslâm’dan yüz çevirenlerle muharebe etmesini, sonra Yemâme’ye dönüb yalancı paygamber Müseylemetü’l- Kezzâb ile savaşmasını emretti.Hâlid bin Velid, hemen harekete geçti. Tulâyha’t-ül Kezzâb el-Esedi ile savaşarak önce onları yendi. Üyeyne bin Hısın bin Huzafe el-Fezârî de Tüleyha’ya uymuştu. Tüleyha, ordusunun bozguna uğradığını görünce: “-Noluyor? Neden bozuluyorsunuz?”diye kızdı.Askerlerinden biri:“-Bozulmamızın sebebini sana anlatayım: “-Bizden herkes, arkadaşının kendinden önce ölmesini arzu ediyor. Halbuki, karşımızdakilerin hepsi, arkadaşından önce ölmeye can atıyor!” diye cevab verdi. 25Bu savaş tarihe Yemâme Savaşı olarak geçti. Bu çarpışmada yetmişi Muhacir, yetmişi Ensâr’dan olmak üzere askari altıyüzden fazla şehid verildi. Bazı rivâyetlerde Müslümanlardan 2000, Müseyleme taraflarından ise çoğu Benî Hanife kabilesinden olmak üzere yirmi binden fazla kişi öldürülmüştür. Nübüvvet iddiasında bulunanlar mağlub edildikten sonra, Hâlid bin Velid (r.a), Beni Hanife kabilesinden bir heyeti Medine-’ye halife Hz.Ebû Bekr’e gönderdi. Bazı rivâyetlerde kendisi de bu heyet ile birlikte Medine’ye geri döndü.Halife Hz.Ebû Bekr (r.a), irtidad hareketleri ve isyanlar tamamen bastırıldıktan sonra, Yemâme bölgesinde bulunan veya Medine’ye geri dönen Hâlid bin Velid’i Fırat nehrinin güney taraflarında bulunan İran Sâsâni İmparatorluğu ile savaşmakta olan Müsenne bin Hâris es-Şeybani kumandasındaki Bekir bin Vâil Kabilesine yardım etmesi için Irak’a gönderdi. Böylece İslâm tarihinde fütuhatlar dönemi başladı. Bu fütuhat-lar sayesinde Müslümanlar dünya ile irtibata geçme imkanı elde ettiler.Hâlid bin Velid (r.a), önce Irak bölgesinde ki Sâsâniler’e, ardından Suriye’de Bizans Rum İmparatorluğuna karşı iki ayrı başkumandanlık altında başlatılan bu fetihlerin ilk zamanlarında her iki cephede de İslâm ordularına başkumandan ve kumandan olarak önemli görevler yüklendi. Halife Hz.Ebû Bekr (r.a) sahâbiler ile yaptığı istişareden ve Hz.Ömer’in tavsiyesinden sonra Hâlid bin Velid’in Yemâme’den Irak’a gitmesini emretti. Hâlid bin Velid (r.a) hemen harekete geçib önce Bahreyn’e gitti. Oradan da o sırada Haffân’daki orduğahında bulunan ve halifeden yardım istemiş olan Müsennâ bin Hâris ile buluşmak üzere Nibac’a geçti.Çoğunluğunu Ensâr’ın oluşturduğu 200 kişilik çekirdek kuvvetin sayısı Müsenna bin Hâris’in emrindeki askerlerle birleşerek 5000 kişiye ulaştı. Hâlid bin Velid (r.a), Nibac’dan, Basra körfezi’ndeki Übülle’ye gitti. Daha sonra, Basra şehrinin kurulacağı bu liman şehrini küçük bir çatışmadan sonra fethetti. Fırat nehri güney istikametinden batıya doğru, Nehrü’l-Merre diye bilinen ırmağın yanındaki büyük bir kaleyi cizye öde-melerini şart koşarak barış yoluyla ele geçiren Hâlid bin Velid, bölgenin idaresini Bekir bin Vâil Kabilesi’nden Kutbe bin Katâde’ye bıraktı.Zendevend, Dürtâ ve Hürmüzcerd’i yine barış yoluyla, Ülleys’i ise şehri teslim etmeyi reddeden Sâsâni kumandanı Câbân’ın üzerine gönder-diği Müsennâ kumandasındaki birliğin Nehrüddem mevkiinde kazandığı savaştan sonra ele geçirdi. Şehir halkı ile yıllık 1000 dinar ödemeleri şartı ile Hicri 12. yıl 3 Receb, Miladi 13 Eylül 633 tarihinde bunlarla bir sulh andlaşması yaptı.Hâlid bin Velid (r.a) Futühat yoluna devam ederken kumandanlığını Âzâdbih’in yaptığı bir başka Sâsâni hudud muhafaza birliklerini mağlub ederek Müsennâ bin Hâris’in ordugahının bulunduğu Haffân’a uğradı. Âzâdbih’in yenildiğini öğrenen Hire halkı, yüksek surlarla çevrili şehirde bulunan üç büyük kaleye sığındı. Hâlid bin Velid (r.a)’ın kumandasındaki İslâm ordusu süvarilerinin şehrin çevresinde atlarıyla görünmesi üzerine Hireliler, Sâsâni İran tahtında oturan üçüncü Yezdicerd’den yardım gele-ceğini ümit etmedikleri için teslim olmaya karar verdiler. Hâlid bin Velid kendileriyle, diğer birçok şartların yanında cizye ödemeleri üzerine bir andlaşma yaptı.Ulleys Savaşı:Hâlid bin Velid (r.a), ilk önce Hicri 12. yıl, Miladi 633. yılda Irak bölgesinin önemli şehirlerinden Hire’yi zaptetti. Hâlid bin Velid, Hire’ye vardığında, Kubaysa bin İyas başta olmak üzere oranın ileri gelenleri onu karşıladılar. Nu’man bin Münzir’in ölümünden sonra Kisra, İyas’ı buraya vali tayin etmişti. Hâlid bin Velid, ona ve yanındaki adamlarına: “-Sizi Allâh’a ve İslâm’a dâvet ediyorum. Eğer, kabul ederseniz siz- ler de Müslümanlardan olur, onların hak ve vazifelerine sahip olursunuz. Eğer, kabul etmezseniz cizye vereceksiniz. Şayet cizye vermeyi de kabul etmezseniz sizin hayata bağlılığınız kadar ölümü isteyen bir kavimle üze-rinize geliyorum. Sizinle savaşacağız. Allâh’ın takdiri neyse o olur!”dedi.Hire Vâlisi Kubaysa bin İyas, şöyle dedi: “-Bizim için harbe lüzum yok. Biz dinimizde durur, cizye veririz!”Bunun üzerine doksan bin dirhem cizye vermeleri şartıyla anlaşma yapıldı.İbn-i İshak’dan hadisenin bir başka şekli şöyle naklediliyor:Hâlid bin Velid (r.a): “-Sizi İslâm’a, Allâh’dan ğayri ilâh olmadığını Muhammed (s.a.v)’ in O’nun kulu ve elçisi olduğunu kabul etmeye, namaz kılmaya, zekât vermeye, Müslümanların tâbi’ oldukları hükümlere tâbi’ olmaya dâvet ediyorum. Sizler de onların sahib oldukları hak ve vazifelere aynen sahib olacaksınız!”dedi.Bunun üzerine Kubaysa bin İyas: “-Bunu kabul etmek istemezsem ne olur?”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Kabul etmezseniz malınızdan cizye verirsiniz!” “-Onu da kabul etmezsek?” “-Onu da kabul etmezseniz, sizin hayatı sevdiğiniz kadar ölümü seven bir kavimle gelir sizi ezerim!”Vâli Kubaysa bin İyas “-Bize bu gece müsaade et, bu işi bir düşünelim?” “-Kabul!”dedi.Ertesi sabah, Kubaysa bin İyas erkenden geldi ve: “-Cizye vermeye karar verdik. Gel anlaşma yapalım!”dedi. 26Hâlid bin Velid’in İranlılara Mektubu:Ebû Vail (r.a) anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a) İranlıları İslâm’a dâvet eden bir mektub yazdı. Şöyle diyordu: “-Bismillâhirrahmanirrahim; Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adı ile Hâlid bin Velid’den, Rüstem, Mehran ve İran halkına: Selam, doğru yola tâbi olanlara. Biz sizi İslâm’a dâvet ediyoruz. Eğer kabul etmezseniz malınızdan güzellikle cizye verin. Eğer, cizye vermeyi kabul etmezseniz benimle beraber öyle bir topluluk var ki, İranlıların içkiyi sevdikleri gibi Allâh yolunda cihadı istiyorlar, ve seviyorlar. Selâm doğru yola tâbi olanlara!”Hâlid bin Velid’in Irak bölgesindeki Bazı Yerlere Mektubları:Mücahid; Şabi’den naklederek anlatıyor:“-Beni Bukayleliler, Hâlid bin Velid’in Medainlilere yazdığı bir mektubu bana okuttular. Mektubda şöyle yazıyordu: “-Hâlid İbn-i Velid’den İran idarecilerine: Selâm doğru yolda olan-lara: Hamd sizin birliğinizi dağıtan, mülkünüzü elinizden alan, plânları-nızı bozan Allâh’a mahsustur. Şunu katiyyetle biliniz ki kim bizim gibi namaz kılar, kıblemize döner, kestiğimizi yerse işte o gerçek Müslüman-dır. Hak ve vecibeleri de bizim gibidir. Mektubumu alınca bana rehineler gönderin. Onlar benim himayemdedir. Korkmayın! Eğer, dediğimi yap-mazsanız kendisinden başka İlâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki sizin hayatı sevdiğiniz gibi ölümü seven bir kavmi üzerinize göndereceğim!”Mektubu okuyunca endişelenmeye başladılar. Bu hadise Hicri 12. senede olmuştur.Hâlid bin Velid’in Hürmüz’e Mektubu:Şabi anlatıyor:“-Hâlid bin Velid (r.a), Ezazibe ile Yemâme’den çıkmadan önce İran kıralı Hürmüz’e şu mektubu yazdı. Hürmüz o zaman stratejik bir bölgede bulunuyordu. “-Müslüman ol kurtul veya cizye vererek kavmini ve kendini emni-yete al. Aksi halde neticeden sen sorumlusun. Sizin, hayatı sevdiğiniz kadar ölümü seven bir kavmle üzerinize geliyorum!”İbn-i Cerir’de aynı hâdiseyi şu şekilde anlatıyor:“-Hâlid (r.a) Irak’ın verimli ve önemli yerlerini ele geçirdikten sonra, Hireliler’den birini yanına çağırdı ve onunla İranlılara bir mektub gönder-di. O sıralar da İranlılar, Medâin’e gidib geliyorlar ve birbirlerine yardım ediyorlardı. Behmen Câzeveyh’in Büheresir denilen yerde çadırını kurdu-lar. Kumandanları imiş gibi ona muamale ettiler. Yanında’da arkadaşları vardı. Salub ile birlikte bir kişi çağırdı. Ve onlara birer tane mektub verdi. Mektuplardan biri ileri gelenlere, diğeri de halka yazılmıştı. Bunların biri Hireli, diğeri ise Nabti idi. Hirelilere: “-Adın ne senin?”diye sordu. “-Mürre!” (zehir) dedi.“-Bunun üzerine: “-Al şu mektubu, İranlılara götür. Allâh, ya onların hayatını zehir eder. Yahut da Müslüman olur, gelib tâbi olurlar!”dedi.Diğerinde de: “-Allâh’ım bu adamların canlarını al!”diye ilâve etti. “-Senin adın ne?”diye sordu. “-Hizkîl!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Al şu mektubu!”dedi. “-Allâh’ım bu adamların canlarını al!”diye ilâve etti.İbn-i Cerir de, bu iki mektubun metinleri şöyledir:“-Bismillahirrahmanirrahim!“-Hâlid bin Velid’den İran Krallarına: “-Hamd devletinizi dağıtan, planlarınızı bozan ve birliğinizi parça-layan Allâh’a mahsustur. Eğer böyle yapmasaydı iş, sizin için daha da kötü olacaktı. Emrimize girin ki, sizi serbest bırakalım. Sizin hayatı sev-diğiniz gibi ölümü seven bir kavme mağlub olmak istemezsiniz sanırım!” “-Esirgeyen, bağışlayan Allâh’ın adıyla. Hâlid’den İran Başkanına! Müslüman olun kurtulun, veya cizye vererek himayemizde olduğunuza inanın. Aksi takdirde İranlılar’ın içkiyi sevdikleri kadar ölümü seven bir kavimle üstünüze geliyorum!” 27Enbar’ın Fethi:Hâlid bin Velid (r.a), İranlılarla diğer bir çok şart yanında cizye ödemeleri üzerine bir antlaşma yaptı. Hire’de bir müddet kalan Hâlid bin Velid, şehrin çevresine ve Fırat’ı geçerek Sevâd bölgesinde bulunan bazı yerlere akınlar düzenledi. Bu arada Bânukya ve Bârüsmâ ile Fırat’ı Dicle-’ye bağlayan iki büyük kanalın içinden geçtiği, Sâsâni’lerin çok mühim lojistik bir erzak ve silâh ambarı olan Enbâr şehrini önce savaş, karşılıklı ok atışları, sonunda barış yoluyla, fethetti.Aynu’t-Temr Savaşı:Ticaret kervanlarının uğradığı çok önemli bir menzil olan, Suriye Arabistan çölünün birleştiği yerde kurulmuş Aynü’t-Temr’i savaşarak fethetti. Şehrin çevresindeki bazı bedevi kabilelerini de hizaya getirdi. Böylece Basra körfezinden Aynü’t-Temr’e Fırat nehri boyunca uzanan toprakların İslâm devleti sınırlarına katılmasını sağladı.İkinci Dümmetü’l-Cendel Savaşı:Halife Hz.Ebû Bekr (r.a), Hire’de bulunan Hâlid bin Velid’e yazdığı mektubda, Dümmetü’l-Cendel’e giderek, Resûlullâh (s.a.v) zamanında yaptığı antlaşmayı bozan Ükeydir bin Abdülmelik’in üzerine yürümesini, oradan da, Suriye’ye geçmesini emretti. Hâlid bin Velid, Irak’da yerine Mûsennâ bin Hârise’yi bırakıb Dümetü’l-Cendel’e gitti. Burayı ikinci defa fethetti ve Ükeydir bin Abdülmelik’i öldürdü.Hasid ve Mudayyah Savaşları:Hâlid bin Velid (r.a), Dümmetü’l-Cendel’de bir süre kaldı. Oradaki Acemler, el-Cezire Arablarıyla mektublaştılar ve Hâlid’le savaşmak için toplandılar. Zibrikan’ın elinden almak için Enbar üzerine yürüdüler. O zaman Enbar’da Hâlid’in nâibi olarak Zibrikan adında biri bulunuyordu. Hâlid bin Velid, Dümetü’l-Cendel’den Hireye döndü. O, Kisra’nın baş-kenti olan Medayin halkıyla savaşmaya niyetlenmişti. Ancak o, halifeden izin almaksızın bu savaşı yapmayı uyğun görmüyordu. Fakat mecburen onların üzerlerine yürüdü ve onları mağlub etti.Halife Ebû Bekr (r.a)’ın emir ve ahidnamesini ihtiva eden yeni bir mektubunu alınca yetmiş mil uzaklıkta ve kuzeybatı istikametindeki Beni Kelb kabilesinin suyu olan Kurâkır’a gitti. 700 veya 800 kişilik süvari birliği, Kurâkır ile Sûva arasındaki çölü, Râfi’ bin Âmire’nin kılavuzluğu ile beş günde aştı. Oradakileri de etkisiz hale getirdi.Firaz Savaşı:Hâlid bin Velid (r.a), beraberindeki Müslümanlarla birlikte Şam, Irak ve Cezire sınırlarının kesiştiği Firaz’a gitti. Orada Ramazan ayını geçirdi. Düşmanla meşğul olduğu için oruç tutmadı. Bizanslılar, Hâlid’ın oraya geldiğini ve memleketlerine yakın bir yere yerleştiğini duyunca hamiyyete gelib öfkelendiler. Çok sayıda asker topladılar. Tağlib, İyad ve Temr kabilelerine yardım ettiler. Sonra Hâlid’ın üzerine geldiler. Onlarla Hâlid arasında Fırat nehri vardı.Bizanslılar, Hâlid’e dediler ki: “-Fırat’ı geçib de yanımıza gel!”Hâlid’de onlara: “-Hayır, siz Fırat’ı geçib yanımıza gelin!”dedi.Rumlar nehri geçib Müslümanların karşısına geldiler. İki taraf şiddetli bir şekilde çarpıştılar Allâh Bizanslıları hezimete uğrattı. Hâlid bin Velid, Firaz Savaşı’ndan sonra Firaz’da on gün kadar kaldı. Sonra ordusuna Hire’ye dönmesini emretti. Hâlid bin Velid, Âsım bin Amr’ın öncü kuvvetlerin başında, Şecere bin Eazzı’ın da artçı kuvvetlerin başında bulunmasını emretti. Hâlid bin Velid, kendisinin artçı kuvvetlerle birlikte gitmekte olduğunun intibaını verdi.Kendisi de birkaç arkadaşıyla birlikte Mescid-i Hârem’e yöneldi. Mekke’ye, daha önce hiç gitmediği bir yoldan gitti. O sene haccetti. Sonra döndü ve artçı kuvvetlerin Hire’ye ulaşmalarından önce askerlere ulaştı. Hatta bazı insanlar onun saçlarını kesmiş yıkanmadan Mekke’den geldi-ğini söylerler. Halife bu olay üzerine Hâlid’i kınadı.Şam bölgesindeki Fetihler:Hiristiyan Gassaniler’in askeri karargâhları olan Mercürrahit’e saldı-rarak onları mağlub ettikten sonra. Hicri 13. yılın safer ayının onsekizinde Miladi 23 Nisan 634 de, Suriye’nin önemli kentlerinden olan Busra’ya indi. Burada halife Hz.Ebû Bekr’in Suriye fethi için göndermiş olduğu Ebû Ûbeyde bin Cerrâh, Şurahbil bin Hasene ve Yezid bin Ebû Süfyan ile buluştu. Şehrin kuşatılması sırasında diğer kumandanlar onu başkuman-danlığa getirdiler. Kısa süren muhasaradan sonra Busrâ ve bu şehrin için-de bulunduğu Havran bölgesi fethedildi.Hâlid bin Velid’in komutası altında birleşen İslâm ordusu kuzeye doğru ilerledi, ve, Amr bin Âs ile Ecnâdeyn’de buluştu. Hâlid bin Velid, Bizans Rum imparatoru Herakleus’un kardeşi Theodoros kumandasındaki 80,000 kişilik ordu ile yapılan ve Müslümanlara Filistin ve Suriye’nin kapılarını açan Ecnâdeyn Savaşı’nda büyük bir zafer kazandı.Yermük Savaşı:Tarihçiler Ecnadeyn Savaşı ile Yermük Savaşı’nın hangisinin önce veya sonra olduğunda birçok ihtilaflı görüşler arz etmişlerdir. Hâlid bin Velid (r.a)’ın Irak’dan gelmesiyle İslâm ordularını sayısı 40 veya 46 bin kişi olmuştu. Bizanslı Rumlar ve onlara yardım eden Hırıstiyan Arab aşiretlerden müteşekkil ordunun sayısı ise;200,000 idi. Bunlardan 80,000 kişi bağlı, 40,000 kişide ölüme hazır kaçmasınlar diye sarıklarla veya zincirlerle biribirlerine bağlanmışlardı. 80,000 kişi ise piyadeydiler. Bu askerler başlarında Bizans Rum rahib ve papazlarıyla Yermük Vadisi’ne geldiler. Harb günlerce sürdü.Hicri 13. yılın Cumadelahir ayı, Miladi 634. yılın 20 Ağustos ayı ile Eylül ayına kadar süren Yermük Savaşı, Suriye’deki İslâm orduları ile Bizans Rum orduları Yermük’te karşılaştılar. Bu meydan muharebesinde Hâlid bin Velid (r.a), İslâm ordularının süvari kumandanı idi. Fakat ordu-nun tanzimi, ve ğrub, ğrub ayrılarak her birinin görevini nasıl yapacağına dair talimatı, Ebû Ubeyde bin Cerrah’ın isteği ile, Hâlid bin Velid (r.a) hazırladı. Harb, çok kanlı oldu.Hâlid bin Velid’in Yermük Harbi’nde Roma’lı kumandan genaral Cerece’yi İslâm’a dâvet edişi ve Cerece’nin Müslüman Oluşu:Vâkidi ve diğerleri naklediyorlar:“-Bizans Rum kumandanlarının büyüklerinden olan Cerece, Yermük Savaşı sırasında savaş safından ileri çıkarak Hâlid’i ortaya dâvet etti. Hâlid’de ilerledi. Yaklaştılar. Atları burun buruna geldi.Bizans Rum Genarali Cerece: “-Ey Hâlid! Bana haber ver, ve doğru söyle. Yalan söyleme. Zira hür bir kimse yalan söylemez. Beni aldatma; asil insanlar Allâh için soran kimseyi aldatmazlar. Söyle; Yüce Allâh Peyğamberinize gökten bir kılıç indirdi. O da, bu kılıcı sana mı verdi ki, sen, onu kime çekersen mağlub ediyorsun?”dedi.Hâlid bin Velid (r.a): “-Hayır!”diye cevab verdi.Cerece: “-Peki neden Allâh’ın kılıcı deniyor sana?”deyince,Hâlid bin Velid (r.a):“-Allâh, bize Peyğamberini gönderdi. O da bizi İslâm dinine dâvet etti. Fakat biz ondan kaçtık, uzaklaştık. Bununla beraber bazılarımız ona inandı ve tabi oldu. Bazılarımız da onu yalanladı, uzaklaştı. Ben de onu yalanlayan ve O’ndan uzak duranlardandım. Sonra, Allâh bizim kalbleri-mizi doğru yola iletti. O’nunla kurtuluşu bulduk, ve O’na tâbi olduk.Peyğamber bana: “-Sen, Allâh’ın müşrikler üzerine çektiği kılıcısın!”buyurdu.Ve, bana zafer kazanmam için duâ etti. Bu sebeble bana: “-Allâh’ın kılıcı!”deniyor. Ben Müslümanların müşriklere karşı en şiddetli davrananlarındanım!”dedi.Cerece: “-Hâlid! Neye dâvet ediyorsun bizi?”diye sordu.Hâlid bin Velid (r.a): “-Allâh’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehâdete ve Allâh’dan getirdiği her şeyi tasdike dâvet ediyorum!”dedi.Cerece: “-Kabul etmeyen için ne var?” “-Cizye verir, biz de ona dokunmayız!” “-Cizyeyi vermezse?” “-Harb ilân eder, onunla savaşırız!” “-Bugün bu çağrıya uyan ve dine girenin mevkii nedir?” “-Allâh’ın emirleri karşısında asil olanla, olmayanın, önce İslâm’a girenle, daha sonra Müslüman olanımızın hiçbir mevkii farkı yoktur!” “-Bugün dine girenin mükâfatı da sizinki gibi midir?” “-Evet daha fazladır!” “-Nasıl size eşit olur? Siz daha önce Müslüman oldunuz?” “-Biz bu dini zorla kabul ettik. Gökten gelen bir kitabdan okuyor ve bize mucizeler gösteriyordu. Bizim gördüklerimizi gören ve işittiklerimizi işitenlerin onu kabul etmeleri muhakkaktı. Siz ise bizim gördüklerimizi görmediniz. İşittiğimiz ilgi çekici ve kuvvetli delilleri duymadınız. İşte bu sebeble sizden bu dini halis niyetle kabul edenler, bizden efdaldirler!” “-Allâh’a yemin olsun ki doğru söyledin, beni aldatmadın!” “-Allâh’a yemin ederim ki doğru söyledim. Bu sorduğun mesele Allâh’a aittir!”Bundan sonra general Cerece kalkanını indirdi ve Hâlid’e yönelerek: “-Bana İslâm’ı öğret!”dedi.Bu teklif üzerine, Hâlid, onu çadırına götürdü. Bir testi su vererek abdest aldırdı. Sonra iki rekât namaz kıldırdı. Onun Hâlid bin Velid’in tarafına geçişini gören Romalılar hücum ettiler ve Müslümanları gerilet-tiler. Ancak İkrime bin Cehl ile Hâris bin Hişam’ı yerlerinden oynatamadılar. Hâlid, atına atladı. Cerece’de onunla beraberdi. Romalılar bu sırada Müslümanların içine dalmışlardı. Hâlid orduyu toplayarak harbe teşvik etti. Hücuma geçildi. Romalılar ilk mevzilerine kadar gerilediler. Hâlid İslâm ordusunu şiddetle hücuma geçirdi, kılıç kılıca savaşa girdiler.O gün sabahdan akşama kadar Hâlid ve Cerece beraberce savaştılar. Müslümanlar öğle ve ikindi namazlarını savaşırlarken ima ile kıldılar. Cerece, Allâh rahmet eylesin. O gün şehid oldu. Hâlid’le beraber kıldığı o iki rekâttan başka namaz kılamadı.Ayrıca Bidaye’de anlatıldığına göre:“-Hâlid o gün orduya bir konuşma yaptı. Onları Arab olmayanların topraklarına imrendirdi. Ve kendi topraklarıyla karşılaştırarak: “-Bakın şu yiyeceklere, şu nimetlere! Eğer cihad ve İslâm’a dâvet gibi iki büyük vazife ile mükellef olarak gelmeyip de ganimet elde etmek için gelseydik sadece şu güzelim topraklar için de savaşılırdı. Yeter ki biz bu topraklara sahib olmaya hak kazanalım. İşte o zaman açlık ve fakirlik zilletinden kurtulmuş refaha kavuşmuş oluruz!”dedi. 28Neticede; günlerce süren bu kanlı savaştan İslâm ordusu muzaffer olarak ilerlemeye başladı. Bizans ordularıyla Suriye topraklarında son defa yapılan Yermük Savaşı’nı da Allâh’ın izniyle kazandılar. Bu savaş-lar sırasında halife Hz.Ebû Bekr (r.a)’ın vefat haberi gelmiştir. Ancak askerlerin moralini bozmamak için savaştan sonra askerleri haberdar etmişlerdi. Halife Ebû Bekr (r.a) Hicri 13. yıl 22 Cumadelahir, Miladi 634 yılının Ağustos ayının 22. günü vefat etmişti.Bu tarihlerden sonra ikinci halife Hz.Ömer (r.a) iş başına getirildi. Hz.Ömer hilafete gelir gelmez Hz.Ebû Bekr (r.a) döneminde başlayan Şam şehrinin fethi proğramına eksiksiz devam eder. Yermük Savaşı kaza-nılınca Ebû Ubeyde (r.a), Şam halkına Humus’dan yardım geldiğini bir mektublar Hz.Ömer’e bildirdi. Hz.Ömer (r.a) Ebû Ubeyde’ye cevaben yazdığı mektubda şöyle demişti:“-Şam bölgesinin sığınak kalesi ve yönetim merkezi olması bakım-ından Dımaşk’ı (Şam’ı) fethetmekle işe başlamasını Fihl bölgesinde bulunanları karşılarında durabilecek süvarilerle meşğul etmesini Şam’ı fethettikten sonra da Fihl’e yürümesini, Fihl’de fethedildikten sonra ise, Hâlid bin Velid (r.a) ile birlikte Humus şehrine yürümesini, Şurahbil bin Hasene ile Amr bin Âs’ı Filistinde bırakmasını emretti. Bunun üzerine Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a), Fihl’e bir ğrub asker gönderdi. Başka bir ğrub Müslüman askerlere’de Humus ile Şam arasında kararğah kurdu. Başka bir ğrub ise Şam ile Filistin arasında kararğahlarını kurdular. Ebû Ubeyde (r.a) ile Hâlid bin Velid (r.a), Şam şehri üzerine yürüdüler. Şam şehri komutanı Nastas adında bir Rum genaraliydi.Şehrin bir tarafında Ebû Ubeyde (r.a) bir tarafında Hâlid bin Velid, diğer tarafta ise Amr bin Âs, askeri kararğahlarının kurdular. İmparator Hereklieos ise, Humus yakınlarında buluyordu. Müslümanlar Şam şehrini yetmiş gün süreyle şiddetli bir şekilde kuşatma altına aldılar. Onlarla hem mancınıklarla hemde piyade olarak günlerce savaşıb durdular.Heraklieus’un süvari birlikleri Şam şehrine yardımcı olarak gelmek istedilersede Humus yakınlarındaki İslâm süvarileri onlara fırsat verme-diler. Böylelikle Şam’lılar umutsuzluğa düştüler. Bu da Müslümanların feht umudlarını oldukça arttırdı. Bu kuşatma sırasında Şamlıların Nastas adındaki komutanlarının o günlerde bir çocuğu doğmuştu. Bu doğumun şerefine Şamlılara bir ziyafet verdi. Günlerce yemekler yenildi, içkiler içilip eğlenceler yapıldı. Bu arada askerler özellikle nöbetçiler sarhoş olup nöbet yerlerini terk ettiler.Bu durumu çok iyi değerlendiren ve bir dahiyi harb olan Hâlid bin Velid (r.a) hemen merdiven şeklindeki pek çok kementleri hazırlatıp ziyafetin verildiği günün akşamında seçkin askerlerden oluşan Ka’ka bin Amr, Mezkür bin Adiy ve benzeri askerlerle birlikte Müslüman birliklerin önüne geçerek: “-Surların üzerinde tekbir sesimizi işittiğiniz zaman bizim yanımıza çıkınız ve kağıya doğru ilerleyiniz!”dedi.Bu taktikle surlara çıkılıp, şehrin kapıları açılınca Müslümanlar Şam şehrine girdiler. Bir müddet direnişle karşılaştılar fakat sonunda Şamlılar anlaşmayla telim oldular. Arkasından Fihl Savaşı oldu. Fihl Savaşı’ndada Allâh’ın izniyle ğalib geldiler. Bu savaşlardan sonra o ğünün süper gücü olan Bizans Rum imparatorluğunun askerleri yenilip bozğuna uğramışlar ve askerler artık ordudan firar etmeye başlamışlardı. Tarihçilerin bazıları-na göre; önce Fihl Savaşı oldu, sonra Şam feth edildi derler.Hicri 14. Miladi 634. yıllardaki ard arda gelen bu savaşlarda Şam bölgesinde hemen hemen feth edilmedik yer kalmamıştı. Bu yıllarda Irak bölgeside, Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a)’ın komutasındaki ordular tarafından tamamen feth edilme noktasına gelmiş idi. Hicretin 15. Miladi 636-637. yıllarında Mercu’r-Rum Vak’ası oldu.Şam bölgesinin tamamen fethinden sonra, Başkomutan Ebû Ubeyde bin Cerrah ile Hâlid bin Velid (r.a) ve beraberindeki Müslüman askerler ile birlikte Humus Şehrini de ele geçirdiler. Buradan da Kınnesrin şehri üzerine yürüdü. Karşısına çıkan Bizans Rum kumandanı Minas’ıda mağ-lub ederek şehri teslim aldı.Bu fetihler sırasında ikinci halife Hz.Ömer (r.a), Hâlid bin Velid’i azlederek yerine Ebû Ubeyde (r.a)’ı başkumandanlığına tayin etti. bunun üzerine Hâlid bin Velid (r.a): “-Size, bu ümmetin emini gönderilib tâyin edildi. Bunu Resûlullâh-’ın buyurduğunu duydum!”Bunun üzerine Ebû Ubeyde (r.a) şöyle dedi:“-Resûlullâh’ın şöyle buyurduğunu duydum: “-Hâlid, Allâh’ın kılıçlarından bir kılınçtır. Kabilenin ne yiğit deli-kanlısıdır o!” 29Hâlid bin Velid, bundan sonra Humus, Hama, Şeyzer ve Kınnesrin gibi şehirlerin fethine Ebû Ubeyde (r.a)’in emri altında iştirak etti. Hâlid bin Velid’in kabiliyetini, askeri dehasını takdir edip görüşlerine daima itibar eden Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) bu fetihler sırasında onu yanından ayırmamış, öncü birliği kumandanı olarak kendisinden faydalanmıştır.Hz.Ömer (r.a) bir rivâyete göre Ebû Ubeyde’nin vefatından sonra Hicri 18. Miladi 639. yılda, diğer rivayete göre ise; Hicri 17. Miladi 638. yılda Hâlid bin Velid (r.a)’ı bir hikmete binaen görevinden alır. Hz.Ömer, Hâlid bin Velid’i Askere sert davranıyor, kimseyi dinlemiyor ve kimseye kıymet vermiyor, veya ele geçirdiği ğanimet mallarından bir kısmını şan ve şeref sahibi kimselere verdiği için, üstelik ordu idaresine ait hesabı da muntazam göndermiyor gerekçesiyle Suriye bölgesi valiliğinden azletti.Bir başka rivâyetde ise; Hz.Ebû Bekr zamanında, Hâlid bin Velid Irak’taki işleri hallederek gizlice Hacca gelmişti. Bunu duyan birinci halife Hz.Ebû Bekr çok üzüldü. Hz.Ömer ile müşavere yaptı. Hz.Ömer, her seferinde kendi reyi ile hareket edib kimseyi dinlemiyor. Gerekçesiyle görevden alınmasını istedi. Bu istek üzerine Hz.Ebû Bekr, Hz.Ömer’e: “-O Allâh’ın kılıcıdır. Allâh’ın sıyrılmış kılıcını ben nasıl kınına sokarım?”diyerek cevab vermiştir.Hz.Ebû Bekr’in vefâtından sonra, Hz.Ömer (r.a), hilafete geçtiğinde Hâlid bin Velid’ı hemen değiştirmedi. Önce müteaddit defalar kendisine: “-Benim sözümün dışında hareket etmeyeceksin!”diyerek tenbihatta ve nasihatlerde bulundu. Fakat, bu nasihatleri Hâlid bin Velid (r.a) içinde bulunduğu durumdan dolayı pek dinlemedi.Bir başka rivâyetde ise; yapılan fütuhatın hemen hepsini Hâlid bin Velid yapmıştı. Müslümanlar arasında, “-Hâlid olmadan savaş kazanılmaz!”diye bir fikir uyanmasın diye Hz.Ömer onu azletti, şeklindedir.Bir başka rivâyete göre ise; Hâlid, ordu masraflarında fazla israfa kaçmıştı. Bol para dağıtması, epey dedikodu konusu oldu. Hz.Ömer, Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı gönderib işi tahkik ettirdi. Ebû Ubeyde (r.a)’in elin-deki emre göre: “-Bu kadar parayı Müslümanların malından verdi ise Müslümanlara hıyanet etmiştir. Yok eğer kendi malından vermiş ise israf etmiştir. Her iki halde de hareketi caiz değildir!”deniliyordu.Başka bir rivayette ise; Ebû Ubeyde (r.a), Yermük Savaşı sırasında azil fermanını Halid’e verdi. O ise, savaş alanında azlin, askerin moralini bozmasından çekindiği için: “-Şimdi ne ferman dinleyecek ve ne de işimden geri kalacak vaktim var. Evvela şu işi bitireyim!”diyerek savaşa girdi.Sonunda ğalib gelindi. Sonra fermanı kabul edip başkumandanlığı Ebû Ubeyde bin Cerrah’a bıraktı. Ebû Ubeyde bin Cerrâh başkumandanlı-ğa tayin edildi. Hâlid bin Velid (r.a), bundan sonra, Humus, Hama, Şeyzer ve Kinnesrin gibi şehirlerin fethine Ebû Ûbeyde bin Cerrâh (r.a)’ın emri altında iştirak etti. Hâlid (r.a)’in kabiliyetini, askeri dehasını takdir edib görüşlerine daima itibar eden Ebû Ûbeyde bin Cerrâh, fetihler esnasında Hâlid (r.a)’nı yanından hiç ayırmamıştır. Öncü birliği kumandanı olarak daima kendisinden faydalanmıştır.Bazı tarihçilere göre de: Hâlid bin Velid (r.a) el-Cezire’nin fethinde İyad bin Ganm (r.a) ile birlikte bulunmuş, ancak Amid (Diyarbakır)’da bir hamama girerek hamamda içinde şarab bulunan bir şeyle vucudunu oğması üzerine, Hz.Ömer (r.a) tarafından görevden alınmıştır. Bunu bazı kişiler kasıtlı bir şekilde abartarak eksik ve yanlış veya yanlı olarak anla-tırlar. Bu olayın doğrusu şöyledir:Hz.Ömer (r.a) ona azl mektubunda şöyle der: “-Ben senin şarab ile vucudunu ovaladığının haberini aldım. Şunu bilki; yüce Allâh, şarabın içini’de, dışını’da, ona el sürmeyi’de, haram kılmıştır. Sakın onu vücüdunuza dokundurmayınız!”Diye yazınca cevap olarak, Hâlid (r.a), kendisine şöyle yazmıştı: “-Bu şarabı şarablıktan çıkardığımız için artık şarabın dışında bir yıkama maddesi haline dönüşmüştür!”Yani bir nevi sirkeleşmişti. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a) kendisine: “-Muğire’nin soyundan gelenler katı kalblilik belasına uğramışlar-dır. Allâh sizlerin ruhunuzu bu haldeyken almasın!”diye cevab yazdı.Yine denildiğine göre; Hâlid bin Velid (r.a) Ebû Ûbeyde’nin dışında hiç kimsenin komutası altında bir yere gitmiş değildir. En doğrusunu Allâh bilir. 30Hâlid bin Velid (r.a), ellialtı savaşa katılmıştır. Irak’ın fethi, Yemen, Suriye bölgesi Şam, Humus, Hama, Anadolu’da, Antakya, Marsisya (Misis), Tarsus, Maraş, Darende, Amid (Diyarbakır), Cizre, Nusaybin, ve tüm el-Cezire bölgesinin Müslümanlaşmasında büyük hissesi vardır.Halife Hz.Ömer (r.a), Hz.Hâlid’i azlettikten sonra Medine’ye geri çağırdı. Kendisini sorğuya çekti. Hâlid bin Velid hesabını doğru olarak verib temize çıktı. Hz.Ömer, ona izzet ve ikrâmlarda bulunarak gönlünü aldı. Kısa bir süre sonra’da Hâlid bin Velid’i Harran taraflarına genel vali olarak tayin etti. Buraya giden Hâlid bir sene sonra valilikten istifa ederek Medine’ye geri geldi. Medine’de bir müddet sonra Hâlid hastalandı, ve Hicri 22. Miladi 642 yılında vefât etti. Cenazesine Hz.Ömer’de iştirak etti, denilir ise de sahih olan bir başka rivâyete göre ise,Hâlid bin Velid valilikten istifa ettikten sonra Humus’a gidib oraya yerleşti ve orada hastalanıb vefât etti. denilmektedir. Hz.Hâlid hasta yata-ğında yatarken kendisini ziyarete gelenlere gözyaşları içinde: “-Elli altı savaşa girdim. Hepsinde’de abdestli olarak bulunuyordum. Niyetim bu savaşlarda şehid olmak idi. Amma Cenâb-ı Hak bana şehâdeti nasib etmedi. Buna ağlıyorum!” demiştir.Ebû Vail anlatıyor:“-Ölüm anı gelib çattığında, Hâlid bin Velid (r.a): “-Ölüm saçan, çok tehlikeli sahnelerle dolu savaşlarda ölmek istemiş idim. Fakat, yatağımda ölmem takdir olunmuş, elden ne gelir ki. Lâ ilâhe illâllah’dan sonra en çok ecir umduğum amelim, sabahleyin kâfirlere bas-kın yapmak için, siperde göğün dibi delinmişçesine yağan yağmur altında geçirdiğim gecemdir. Ben öldüğüm zaman, atımı ve silâhımı muhafaza edin ve onları Allâh yolunda savaşanlara verin!”Ebû Zinâd anlatıyor:“-Hâlid (r.a) vefâtına yakın günlerde ağlayarak şöyle diyordu: “-Şu, şu savaşlarda bulundum. Vücudumda kılıç, mızrak, ok yarası bulunmayan bir tek karış bile yoktur. Fakat, görüyorsunuz ki, develer gibi yatakta ecelimle ölüyorum. Korkaklar dünyada rahat yüzü görmesin!” 31Hâlid bin Velid (r.a), Hicri 21. Miladi 642. yılda Hz.Ömer devrinde yine bir sefer hazırlığında iken Suriye’nin Humus şehrinde hastalanır. Bütün çabalara rağmen ellialtı yaşlarında yatağında ölmeyi kendine yediremeyib kılıcına dayanıb zorla da olsa ağaya kalkarak: “-Ölüm meleği beni ayakta bulsun!”demiş, ve birkaç adım atarak ruhunu rahmâna teslim etmiştir.Son vasiyeti ise şöyle olduğu söylenir: “-Beni, başımdaki sarığımla beraber gömün!”Zira, o sarığın içinde Resûlullâh (s.a.v)’in mübârek saçlarından bazı parçalar vardı. Ölüm haberi hemen Medine’ye bir sabah vakti ulaşınca kadınlar ağlamaya başladı.Halife Hz.Ömer (r.a): “-Ne bu ağıtlar, kim ölmüş ki?”diye sormuştu. “-Yâ Emîre’l-Mü’minin! Seyfullâh, Hâlid bin Velid ölmüş!”deninceHz.Ömer ağlayarak: “-Medine kadınlarına söyleyin feryat fiğan etmeden başlarına toprak saçmayıb yüksek sesle olmamak şartıyla Hâlid’e ağlasınlar. Zira Hâlid bin Velid buna değerdi!”dedi.Hz.Ömer (r.a) Hâlid bin Velid’ın akrabalarının evine geldiği zaman ihramlı bir kadının Hâlid üzerine ağlayıb şöyle dediğini işitti: “-Erkekler yüz üstü yere düşerlerken, sen, milyon kadar erkekden daha hayırlısın. Onlar da bana yiğit midirler? Sen, Damr bin Cehm’ın yeleli arslanından daha yiğitsin. Onlar da bana cömert midirler? Sen, dağlar arasında akan Deyyas selinden daha cömertsin!”Hz.Ömer (r.a): “-Bu kadın kimdir?”diye sorunca ona: “-Hâlid bin Velid’in Annesi, Lübabetü’l-Suğra!”dediler.Halife Hz.Ömer (r.a): “-Annesi ise, ona üç gün ağlayabilir. Kadınlar Hâlid gibisini ağla-makla yeniden dünyaya getirebilirler mi?”diye sordu. Arkasından: “-İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn: Vallâhi Hâlid düşmanın göğsü üzerine atılan, meşveret ve aklı bereketli olan bir kimseydi”dedi.Hz.Ali (r.a): “-Madem böyleydi de niye onu görevden aldın?”Hz.Ömer (r.a): “-Ona karşı yaptıklarıma pişman oldum! Allâh Ebû Süleyaman’a rahmet eylesin. Onun yapmadığı bazı işleri yaptığını zan etmiştik!”dedi.Hişâm bin Bahteri, Beni Mahzum kabilesinden birkaç kişiyle birlikte Ömer bin Hattab’ın yanına gitti. Ömer (r.a) ona şöyle dedi: “-Ey Hişâm! Hâlid bin Velid hakkında söylediğin şiirini bana oku!”Hişam, Hâlid bin Velid hakkında ki şiirini okuyunca, Ömer (r.a), ona şöyle dedi:“-Merhum Ebû Süleyman’ı az övdün. Çünkü, o şirki alçaltmak ve müşrikleri zelil kılmak isterdi. Düşmanı ona gülüb yürek soğutsaydı bile O, Yüce Allâh’ı ğazablandırmamak için ondan yüz çevirirdi. Allâh, Beni Temim’in kardeşini kahretsin. O ne kadar da usta bir şairmiş. “-Geçip gidenini aksine hayatta kalana de ki: Onun gibi bir başka-sına hazırlansın, sanki bu iş olub bitmiştir. Benden sonra yaşayanın yaşa-ması bana fayda vermez. Ölenin ölümü de beni hayatta ebedi bırakmaz!”Bu şiiri okuduktan sonra Hz.Ömer (r.a), şöyle dedi: “-Allâh, Ebû Süleyman’a rahmet etsin. Allâh katındaki sevab ve mükâafat, onun dünyada ve içinde bulunduğu halden daha hayırlıdır. O, mutlu olarak vefat etti. Övgüye layık olarak yaşadı. Ama zamanın bunu söylediğini görmedim!”dedi.Hâlid bin Velid (r.a), vefat ettiği zaman atından, kölesinden ve silah-ından başka bir malı yoktu. 32Hâlid bin Velid (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’ın ismini anan bir kimse yalnız ismini salavatsız söylediği zaman âdeta ğazaba gelirdi. Fakat hiçbir şey yapmazdı. Resûlullâh’ın her bir şeyini mübârek telakki ederdi. Ondan şeref ve ğurur duyardı. Nitekim Resûlullâh traş olduğu zaman, mübârek başından düşen kılları toplamış ve “Mübârektir” diyerek saklamıştır.Hâlid bin Velid (r.a)’in; hanımları ve çocukları hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Hemen tamamı Amevas Taunu’ndan ölmüş kırk kadar çocuğu olduğu rivâyet edilir. Bunların en meşhur olanı birçok savaşlara katılan ve Humus Vâlisi olan Abdurrahman’dır. Ayrıca Abdullah el-Asğar, Abdullah el-Ekber, Muhacir, Velid ve Süleyman, adlarında altı tane oğlunun isimleri bize ulaşmıştır.Süleyman bin Hâlid (r.a) hakkında pek geniş bilgi bulunmamakla beraber kabrinin Diyarbakır’da Hz.Süleyman camisinde kendisiyle birlikte Diyarbakır’ın fethi sırasında şehid olan yirmisekiz sahabe ile bu camii içersinde medfun olduğu rivâyet edilir. Oğullarından Muhacir ise Sıffîn Savaşı’nda Hz.Ali tarafını tutuyordu.Humus Vâlisi olan oğlu Abdurrahman bin Hâlid, Muâviye devrinde İstanbul’un fethine iştirak etmiş ve ok müfrezesi kumandanlığı yapmıştır. Oğullarının son üç tanesi, zevcelerinden Esma bint-i Enes bin Müsdereke-’den dir. Hâlid bin Velid, bütün ömrünü savaş meydanlarında geçirdiğinden savaş sırasında Kûr’ân-ı Kerîm öğrenmekten geri kalmamış Resûlullâh (s.a.v)’den 18 tane hadis-i şerif rivâyet etmiştir.Teyzesinin oğlu Abdullah bin Kays, Kays bin Ebû Hâzim, Mikdad bin Ma’dikerib kendisinden hadis alanlar arasında bulunmaktadır. Hâlid bin Velid’e, nisbet edilen, “Mirseb, Edlak, Kurtubi” adlı üç tane kılıç Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. 33Hâlid bin Velid (r.a)’ın kabri, Suriye’nin Humus şehrindedir.Şüphesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan râzı olsun.
1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-9-227
2- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-162
3- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-22-23
4- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-658
5- Camiu’l-Usûl-Ashâbın faziletleri-14-254-No-6.651-Tirmizi-Menâkıb-50-3846
6- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-248-249-250-252-253
7- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-267-268-269
8- M.Âsım Köksal İslam Tarihi-15-349-350-351-352-353
9- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-380-390
10- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-438
11- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-450
12- Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-460
13- Âsım Köksal İslâm Tarihi-16-41
14- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-16-216-221
15- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-17-22-27
16- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-17-298
17- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2098
18- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1725
19- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2066
20- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2057
21- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2106
22- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-563
23- M.Yusuf Kahdehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-463
24- İbn-i Kesir el-Bidâye Ve’n-Nihâye tercemesi Mehmet Keskin 1994-Çağrı yayınları -6-456
25- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2107
26- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-212
27- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-206-207
28- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-214
29- el-İsabe, İbn-i Hacer el-Askalani-2-30-No-2203
30- İbn-i Esir Fit-Tarihi Kâmil-2-480-490-özet
31- M.yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-563
32- İbn-i Kesir-7-195
33- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-15-289-293-Konunun akışına göre montajlandı.