Hûzeyfe Bin El-yemâni, El-absi Kimdir?
حُــذَيْــفَــةُ بْــنُ اْلــيَــمَـان
Baba Adı : Huseyl bin Câbir.
Anne Adı : Rebâb bint-i Kâ’b bin Abdüleşhel’dır.
Doğum Tarihi ve Yeri : Tarih yok, Teyme ile Hayber arasında kendi yurdunda doğmuştur.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 36. Miladi 656 yılında Hz.Osman’ın vefatından kırk gün sonra vefat etmiştir. Kabri Medâin’dedir.
Fiziki Yapısı : Bilgi yok.
Eşleri : Cûmâne bint-i Hasan bin Hable,
Oğulları : Ebû Ubeyde, Safvân, Sa’d, Said ve Simak Künyesine bakarak Abdullah isminde bir oğlunun olduğu da anlaşılır.
Kızları : Ümmü Seleme.
Gavzeler : Uhud, Hendek, Beni Kureyza, Hayber, Mekke’nin fethi, Huneyn, Tâif kuşatması, Tebük, Umman Savaşı, Mezopo-tamya, Nihavend, Azerbaycan, Ermenistan, Türki Beldeleri
Muhacir mi Ensar mı : Kendi yurdundan Medine’ye Muhacir dir.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 225 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Ammar İbn-i Yâsir ile din kardeşidir.
Kabile Neseb ve Soyu : Hûzeyfetü’l-Yemani onun asıl ismi, Hûzeyfe bin Hısl veya Huseyl bin Câbir bin Amru bin Rebiâ bin Cirve bin el-Hâris bin Mazin bin Kutey’â bin Abs bin Beğid bin Reys bin Ğatafan el-Absi’dir.
Lakap ve Künyesi : el-Yemâni, Ebû Abdullah, el-Absi,
Kimlerle Akraba idi : Huseyl bin Câbir (r.a)’in oğludur.
Hûzeyfe Bin El-yemâni, El-absi'nin Hayatı?
İslâm tarihinde Hûzeyfe bin el-Yemân adında iki tane sahâbi vardır. Bunlardan biri, Hûzeyfe bin el-Yemân, el-Ezdi’dir. Diğeri ise, bizim bur-ada, anlatmaya çalışacağımız; Hûzeyfe bin el-Yemani, el-Absi (r.a)’dir. Künyesi Ebû Abdullah olub, Cumâne bint-i Hasan bin Hable ile evli idi. Hûzeyfe’nin kardeşinin oğlu Abdülaziz, hadis rivâyeti bakımından önemli bir tabiindi. Kız kardeşi Havle bint-i Yemâni’de hadis rivâyet etmiştir. Resûlullâh (s.a.v)’in sırdaşı olan Hûzeyfe bin el-Yemâni’nin, hangi tarihte doğduğu veya vefatında kaç yaşında olduğu ise, bilinmemektedir. Ancak, Hicri 36. Miladi 656 yılında halife Hz.Osman (r.a) şehid edildikten sonra Hz.Ali (r.a)’a yapılan biat’tan kırk gün sonra vefat etmiştir.Babasının esas ismi; Huseyl bin Câbir olub, lakabı ise el-Yemâni’dır. Bu lâkab ile o kadar meşhur olmuştur ki, babasının asıl ismi adeta unu-tulub, el-Yemâni lakabı babasının ismi gibi telakki edilmiştir. Babası Huseyl bin Câbir, Medine’de doğdu.Babasının babası, Yemenden gelib Mekke’de oturdu. Bir kan davası yüzünden Mekke’den kaçarak Medine’ye yerleştiği ve orada aslen Yemenli olan Abdüleşhel Oğulları ile bir andlaşma yaptığı için babasına, bazı rivâyetlere göre büyük dedesine, Cirve bin Hâris’e, Yemân-i denilmiş, Hûzeyfe’de, dedesine nisbetle İbn-i Yemâni diye anılmıştır. Annesi;Abdül-eşhel Oğulları’nın Evs kolundan Rebâb bint-i Kâ’b, Resûlullâh (s.a.v)’e biat eden Medineli Ensâr kadınlarındandır.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’ın kabilesi olan Beni Abs’lar, Hayber ile Teyma arasındaki bölgede ikâmet etmekte idiler. İran Kisrası Nûşirevan zamanında Hıristiyanlık dininı kabul etmişlerdi. Bu arada kendi araların-da çıkan âlim bir zat, onlara, Ahirzaman Peyğamberi Resûlullâh (s.a.v)’ın daha sonra geleceğini haber vermişti. Resûlullâh (s.a.v) Mekke’de İslâm dinini yaymaya başladığı zaman bundan haberdar olamamışlardı.Resûlullâh (s.a.v), Medine’ye hicret ettikten sonra, bu yeni ve en son Peyğamberin zuhûrunu haber alan Beni Abs’lıların içinden dokuz kişi önceden Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Bunların hemen arkasın-dan Hûzeyfetü’l-Yemâni ve ihtiyar babası Huseyl bin Câbir, Medine’ye gelib İslâmiyeti kabul ettiler. Muhacirler ile Ensâr arasındaki kardeşlik andlaşması sırasında Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a) ile Muhacirinden Ammâr İbn-i Yâsir, Resûlullâh (s.a.v) tarafından din kardeşi olarak ilan edildi.Rivâyete göre: Hûzeyfetü’l-Yemâni ile babası Huseyl bin Câbir (r.a) birlikte Bedir Savaşı’na katılmak için Resûlullâh’ın yanında yer almak için gelirlerken yolda müşrikler tarafından yakalanırlar.Ebû Cehl, onlara: “-Siz Muhammed’e yardıma gitmiyorsunuz değil mi? Yoksa onun ordusuna katılıb bize karşı Bedir’de sayısını mı arttıracaksınız. Söyleyin bakalım?!”Onlar da: “-Biz, Medine’ye gidiyoruz. Mühim bir müşkülümüz var da, bir hacetimiz var!”Ebû Cehl: “-O zaman yemin edin, söz verin ki, Medine’ye gidiyoruz!”Onlar da yemin ettiler. Müşrikler onları bıraktılar. Hûzeyfe ve babası Huseyl, Bedir’e Resûlullâh (s.a.v)’in yanına geldi. Durumu Resûlullâh’a anlatınca Resûlullâh (s.a.v)’de: “-Mademki söz verdiniz, sözünüze ve ettiğiniz yemine sadık kalınız. Bizi merak etmeyiniz, biz Allâh’ın yardımını umarız!”dedi.Hûzeyfe (r.a) ve babası Huseyl bin Câbir Bedir Savaşı’na katıla-madan Medine’ye geri döndüler. 1Uhud Savaşı:Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), ilk olarak Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Uhud Ğazvesi’ne aktif olarak iştirak etmiştir. Bu arada savaş sırasında Hûzeyfe (r.a)’in babası Huseyl bin Câbir ile Rifâa bin Vakş, çok yaşlı ve faziletli kişiler olmasına rağmen, ihtiyar oldukları için savaşa iştirak ede-memişlerdi. Bunlar, bir köşke çıkıp kadın ve çocuklarla birlikte oturduk-ları zaman, birbirlerine: “-Biz, keni başımızın çaresine bakalım. Daha ne bekliyoruz? Ömür-lerimizden birşey kalmadı. Ancak iki yudumluk, bu günlük ve yarınlık ömürlerimiz kaldı. Kılıçlarımızı yanımıza alsak da gündüzün Uhud’da Resûlullâh’ın yanına katılsak? Belki Allâh bize şehidlik nasib eder!”Diyerek kılıçlarını alıb Uhud’a kadar geldiler ve mucahidler arasına katıldılar. Ancak, Huseyl bin Câbir, Medine’ye yeni gelmiş olduğundan Ensâr, pek kendisini tanıyamıyordu. Bu sebeblede, İslâm ordusu bir ara dağılınca, Utbe bin Mes’ûd, onu müşrik zannederek şehid etti.Bunu gören Hûzeyfe (r.a): “-Babam! Babam!”diyerek oraya koştu ise de iş işten geçmişti.Resûlullâh (s.a.v) işin yanlışlığını ona izah ederek babasının diyetini vermek istedi ise de almadı. Neticede diyet olarak verilen bütün malları sadaka olarak dağıttı. Bu hareket Resûlullâh (s.a.v)’in çok hoşuna gitti.Hendek Savaşı:Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), yine Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Hendek Ğazvesi’nde bulunmuştur. Bu ğazve hakkındaki görüşlerini ve ğazvedeki durumlarını yeğeni Abdülaziz şöyle anlatmaktadır:“-Amcam Hûzeyfe (r.a), Resûlullâh (s.a.v) ile beraber şahid oldukları hadiseleri anlattı da, arkadaşları: “-Bizde o günleri görseydik şöyle şöyle yapardık!”dediler.Amcam:“-Böyle söylemeyin!Yüce Allâh o günleri göstermesin. Bana Hendek Savaşı’ndaki o geceyi hatırlattınız. Biz, bir tarafta saf bağlamış oturuyor-duk. Ebû Süfyân, ve ordusu üst tarafımızda, Beni Kurayza Yahûdileri de bizim alt tarafımızdaydı. Bunların, Medine’de ki, çoluk çocuklarımıza bir şey yapmalarından korkuyorduk. Hiç böyle karanlık, böyle fırtınalı bir gece geçirmemiştik. Rüzgar adeta ıslık çalıyor, karanlıkta kimse parmağının ucunu bile göremiyordu.Münafıklar ise: “-Evlerimiz açıktır!”diyerek Resûlullâh (s.a.v)’den izin istediler.Halbuki evleri açık değildi. İzin isteyen herkese izin verildi. İzin alanlar sıvışıb gidiyorlardı. Biz üç yüz küsür kişi civarında idik. Tek tek, Resülullâh (s.a.v)’ın yanında nöbet tuttuk. Sıra bana gelmişti. Üzerimde düşmana karşı koyacak ne bir kalkanım, ne de soğukdan korunacak bir elbisem vardı. Sadece üzerim de dizlerimi geçmeyen karımın örtüsü vardı. Diz üstü oturuyordum!”Başka bir rivâyetinde ise, Küfe’li bir adamın sorularına karşı: “-Yeğenim, Allâh’â yemin ederim ki, Resüllullâh (s.a.v) ile beraber Hendek kuşatmasındaki durumumuzu hatırlıyorum!”dedikten sonra, kor-kuya, açlığa ve soğuğa nasıl dayandıklarını anlatıb: “-Sen, olsaydın bunu yapar mıydın? Soğuğu çok korkunç, ve son derece fırtınalı bir gecede, Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte bulunduk. Allâh, o günleri bir daha göstermesin!”buyurmuştur. 2Hendek Kuşatması’nın sonlarında, Cebrâil (a.s)’ın, yüce Allâh tara-fından müşriklerin üzerlerine salınacağını ve onları perişan ve tedirgin edeceğini Resûlullâh’a haber vermiş olduğu Sebt Rüzğarı (Cumartesi) gecesi, gürlemeğe ve esmeye başladı. Bu en soğuk kış gecelerinde esen soğuk dondurucu bir rüzgardı. Resûlullâh (s.a.v) bu rüzgar hakkında: “-Ben, Allâh tarafından Saba, yani gün doğusu yeli ile yardım olun-dum. Ad kavmi ise, batı yeli ile yok oldular!”buyurmuştur.Bu, rüzgar tozları müşriklerin gözlerine dolduruyordu. Onları kendi başlarının derdine düşürmüş ordugahlarına çekilmek sinmek zorunda bır-akmıştı, rüzgar çadırların bezlerini derilerini yırtıyor, direklerini söküyor, koparıyor, sergilerini kumlara gömüyor, hiç kimse hiç kimsenin yanına gidemiyordu. Yakılan ateşler, ışıklar sönüyor, develer atlar birbirlerine karışıyordu. Müşrikler ordugahlarında ğayb den Tekbirler ve silah şakırtı-ları da işitiyorlardı.Müşriklerin kalblerine çok büyük bir korku düşmüştü. Müşriklerin üzerlerine, kendilerini perişan ve tedirgin eden rüzgar ve Melekler salınmak suretiyle Müslümanlara yapılmış olan bu İlahi yardım ve nimet Kûr’ân-ı Kerim’de şöyle hatırlatılır: “- Ey İman edenler! Allâh'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayınız. O zamanda ki, size ordular saldırmışlardı da, biz onlara karşı bir Rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular (Melekler) salmıştık. Allâh, ne işlerseniz, hepsini hakkıyla görendir!” 3Resûlullâh (s.a.v), Sel’ Dağı’ndaki fetih Mescidinin yerinde bulunu-yor idi. Gecenin üçte biri geçince, namaz kılmaya kalktı. Yahudi zındık şair Kâ’b bin Eşref’in öldürüldüğü gece de, böyle yapmıştı Resûlullâh (s.a.v), bir sıkıntı ve üzüntüye uğradığı zaman namaz kılmayı arttırırdı.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a) der ki:“-Ahzab (Hendek) gecesi halk, Resûlullâh (s.a.v)’ın başından dağıl-dılar. Yanında, on iki kişi’den başka kimse kalmadı. Biz saf halinde otur-muştuk. Ebû Süfyân ve onunla birlikte bulunan kuvvetler üst tarafımız da, Kurayza Yahûdileri aşağımız’da idi. Çoluk çocuklarımız, Üzerine baskın yapıverecekler diye onlardan korkub duruyorduk.Bize öyle bir gece gelib çatmıştı ki, ondan daha zifiri karanlık bir gece bundan önce hiç görmemiş idik, Gök gürültülerini andıran gürültülerle korkunç bir rüzgar da, gelib çatmıştı bize. Öyle bir karanlık çökmüştü ki, hiç birimiz, uzattığı parmağı-nın ucunu dahi göremiyordu!”Resûlullâh (s.a.v) müşriklerin aralarında anlaşmazlığa düştüklerini ve Allâh’ın, onların topluluklarını dağıttığını haber almıştı.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a) der ki:“-Resülullâh (s.a.v), gecenin bir kısmını namaz kılarak geçirdikten sonra bize doğru yöneldi ve: “-Bizim için gidib, şu kavmin ne yaptığını gördükten sonra benim yanıma dönecek bir kimse var mı ki, Ben, onun Cennet’te bana arkadaş olmasını Allâh’dan dileyeyim?”buyurdular.Orada bulunanlardan hiç biri, duydukları şiddetli korku ve karşılaş-tıkları şiddetli açlık ve şiddetli soğuk yüzünden ayağa dahi kalkamadılar. Hepimiz sustuk. Bizden hiçbir kimse, O’nun davetine icabet edemedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Bize şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allâh, onu, Kıyamet gününde benim yanımda bulundursun?”buyurarak sorusunu bir daha tekrarladı.Yine hep sustuk. Bizden hiçbir kimse, O’nun bu davetine icabet etme cesaretini gösteremedi. Resülullâh (s.a.v) yanıma kadar geldi. Benim üzerimde, ne düşmandan korunabileceğim bir kalkanım, ne de, soğuktan korunabileceğim bir elbisem vardı. Zevcemin entari üzerinden giydiği, boyu dizlerimi geçmeyen kısa bir ceketten başka hiçbir şeyim yoktu.Resûlullâh (s.a.v) yanıma gelince, dizlerimin üzerine çöküb büzüldüm! Resûlullâh (s.a.v) bana ayağıyla dokunarak: “-Kimdir bu?”diye sordu. “-Ben, Hûzeyfe’yim yâ Resûlallâh!”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-Sen, geceden beri benim sesimi işitmedin mi? Niçin kalkmadın?” diye sordu.Ben de: “-Seni hak din ve kitab ile, Resul olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, ben, kendimdeki açlıktan ve karşılaştığım soğuktan dolayı dâvetine icabet edemedim!”dedim.Ben orada bulunan halkın en çok korkanı ve en çokta üşüyeni idim.Resûlullâh (s.a.v): “-Git, şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma gelib dönünceye kadar da, onlara ne ok atacaksın, ne taş atacaksın, ne mızrak saplayacak, ne de kılıç vuracaksın!”buyurdu. “-Yâ Resûlallâh! Onlar, beni öldürürler diye korkmuyorum. Fakat, beni esir edib keserler, biçerler diye korkuyorum!”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-Sen, benim yanıma dönüb gelinceye kadar, ne sıcaktan, ne de, soğuktan zarar göreceksin! Senin için, ne esir edilmek, ne kesilib biçilmek sakıncası da, mevcud değildir!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v)’ın: “-Senin için bir sakınca yoktur!”buyurmasından ilk anladığım şey, bana bir zarar gelmeyeceği oldu.Resûlullâh (s.a.v): “-Git, şu kavmin içlerine gir, ne söylüyorlar bir bak!”buyurduktan sonra: “-Allâh’ım! Onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!”diyerek bana dua etti.Kılıcımı yayımı aldım. Üzerimdeki öte berimi sıkıladım bağladım. Müşriklere doğru yürüyüb gitmeğe başladım. Sanki hamam’da yürüyor gibi oluyordum! Vallâhi, içimde ne bir korku, ne de bir üşüme kalmış, hepsi içimden çekilib gitmişti! İçimde, bunlardan hiç bir şey duymuyordum artık! Nihayet, müşriklerin ordugahlarının yakınına kadar vardım. Ebû Süfyân’ı yanmış ateşin başında bir takım adamların içinde buldum. Ebû Süfyân, kara, iriyarı bir adamdı. Soğukdan iki elini ateşe tutuyor. koltuklarına sürüyor: “-Göçüb gitmek gerek! Göçüb gitmek gerek!”diyordu.Ben, kendisini, bundan önce hiç görmemiştim ve tanımıyordum da. Ebû Süfyân, sırtını ateşe doğru tutub ısıtmağa başladığı sırada idi ki kendi kendime: “-Ben, daha ne bekliyorum? Allâh düşmanının yerini görmüş bulu-nuyorum!”dedim.Ok çantamdan bir ok çıkartıb yayımın ortasına yerleştirdim. Ateşin ışığından faydalanıb onu vurmak istedim. Hemen, Resûlullâh (s.a.v)’ın: “-Benim yanıma dönüb gelinceye kadar bir hadise çıkarmıyacaksın!” buyruğunu hatırlayınca, geri durdum, okumu çantama koydum.Eğer, ona atmış olsaydım, muhakkak vururdum. Kendimde öyle bir cesaret buldum ki, onların içlerine kadar girdim. Rüzgar ve Allâh’ın gözle görülmeyen orduları, onlara, yapacağını yapıyor, onların tencere ve tava-larını yerlere deviriyor, ateş ve ışıklarını söndürüyor, çadırlarını başlarına yıkıyordu! Müşriklerle birlikte yakılan ateşlerinin başına oturdum.Ebû Süfyân, ayağa kalkıb: “-İçinizde casuslar ve gözcüler bulunmasından sakınınız! Her adam, yanında bulunanın kim olduğuna iyice baksın! Sizden her biriniz, yanında oturanın elini tutsun! Kim olduğunu tanısın!”dedi.Ebû Süfyân, aralarına bir yabancının girdiğini sezmişti. Hemen sağ elimi uzatıb yanımda oturan kimsenin elini tuttum. Ona: “-Sen kimsin?”diye sordum. “-Amr bin Âs!”dedi.Ve yine hemen sol elimi uzatıb yanımda oturan kimsenin de, elini tuttum. Ona: “-Sen kimsin?”diye sordum. “-Muâviye bin Ebû Süfyan!”dedi.Ben, bunu tanınırım diye korkumdan yapmıştım. Bundan sonra, Ebû Süfyân Sahr bin Harb: “-Ey Kureyş cemaatı! Vallahi, siz, durulacak gibi bir yerde durub sabahlamadınız! Vallâhi, siz, durulacak gibi bir yerde değilsiniz! Atlar, develer, kırılmağa, ölmeğe başladı. Kıtlık, her tarafı sardı! Beni Kureyza Yahudileri de, bize aksilik etmeğe başladılar! Onlardan, hoşumuza gitme-yecek bazı haberler aldık. Rüzgardan, başımıza gelenleri de görüyorsunuz. Ne tencerelerimizi, ne ateşimizi, ne sığınacağımız çadırlarımızı yerinde bırakıyor! Hemen göç edib gidiniz! İşte, ben göç edib gidiyorum!”dedi.Sonra da devesine doğru vardı. Devesinin bir dizi bağlı idi. Üzerine oturdu ve yürütmek için ona vurdu. Deve, üç ayağı üzerine sıçrayıp kalktı. Vallâhi, devenin, ayak bağı ayakta iken çözüldü. Eğer, Resûlullâh’ın: “-Bana dönüb gelinceye kadar bir hadise çıkarmıyacaksın!”buyruğu olmasaydı ve isteseydim, onu okla öldürmüş gitmiştim.Halkın, en yakınımda bulunanı ise, Âmir Oğulları idiler. Onlar: “-Ey Âmir Oğulları hânedanı! Buradan göç edib gidiniz! Buradan göç edib gidiniz! Buradan göç edib gidiniz! Burası sizin için durulacak bir yer değildir!”diyorlardı.Rüzgar, ordugahlarını alt üst ederken, onlar, ordugahlarından bir karış bile ileri geçecek durumlarda değillerdi. Vallâhi, onların büyük halı-ları ve döşekleri üzerine rüzgarın yağdırdığı taşların çıkardıkları sesleri işitiyor idim! İkrime bin Ebû Cehl, Ebû Süfyân’a: “-Sen kavmin lideri ve orduların Başkumandanı olduğun halde, halkı nasıl bırakıb gidiyorsun?!”deyince,Ebû Süfyân, utandı, hemen devesini ıhdırdı ve yularını eliyle çekib durdu. Halka: “-Haydi, göç ediniz!”dedi.Ebû Süfyân dikilib dururken halk göç etmeğe başladılar. Ebû Süfyân askerinin takib edilmesinden korkarak, Âmr bin Âs’a: “-Ebû Abdullah! Benim ve senin, burada kalmamız gerekmektedir. Muhammed’le Ashâbı’nın takiblerinden ğafil ve süvarilerimizin de, hima-yesinden uzak bulunuyoruz. Askerlerimiz çekilib gidinceye kadar takib edilmeyeceğimizden emin değiliz!”dedi.Âmr bin Âs: “-Peki, ben, geride kalayım!”dedi.Ebû Süfyân, Hâlid bin Velid’e: “-Ebû Süleyman! Sen, ne dersin?”diye sordu.Hâlid bin Velid: “-Ben de, onun gibi geride kalayım!”dedi.Böylece, Takib edilmekten korktukları için, Âmr bin Âs’la, Hâlid bin Velid ard’cı olarak ikiyüz atlı ile geride kaldılar. Bunlar, Seher vaktine kadar ordugahlarda beklediler. Kureyşlilerin orduları göç edib gittiler.Tûlayha bin Hüveylid: “-Muhammed, size kötülük etmeğe, sizi büyülemeğe başladı! Hemen buradan savuşub kurtulmaktan başka çare yok!”diyerek sesleniyordu.Her kabilenin lideri, kavmine: “-Ey filan oğulları! Yanıma geliniz!”diye sesleniyor ve kabileleri, yanlarında toplandıkları zaman da, onlara: “-Hemen buradan savuşub kurtulmaktan, başka çare yok!” diyordu.Kureyşilerin çekib gittiklerini işitince, Fezâre ve Ğatafanlar da, acele yurtlarına döndüler!”Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), Ğatafanların ordugahlarına gittiği zaman onları göçüb gitmiş buldu. Ğatafanlar göç edinceye kadar Mes’ûd bin Ruhayla ve süvari arkadaşları Hâris bin Avf ve süvari arkadaşları ve Beni Süleym’den bazı kimseler ardçı olarak geride kalmışlardı.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’ der ki:“-Müşriklerin ordugahından döndüğüm zamanda da, yine hamamda yürüyormuşum gibi idim. Resülullâh (s.a.v)’e doğru giderken yolu yarıla-dığım veya yarıya yakın yol aldığım sırada gördüğüm yirmi kadar beyaz sarıklı süvari, bana: “-Sahibine haber ver: Yüce Allâh düşman askerlerine karşı onlara kâfi gelmiştir!”dediler.Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına dönüb geldiğim zaman, kendisi, zevce-lerinden birisine aid olan Yemen işi bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Vallâhi, geri döner, dönmez, bütün üşümelerim, bana geri gelmişti. Tir tir titriyordum! Resûlullâh (s.a.v), bana yaklaşmamı, eliyle işaret edince, yanına yaklaştım. Yine işaret edince, biraz daha yaklaştım. Yaklaşınca, kilimin ucunu benim üzerime sarkıtıb saldı. Namazını bitirince: “-Yemân’ın oğlu otur! Müşrikler hakkında ne haberin var?”buyurdu. “-Yâ Resûlallâh! Halk, Ebû Süfyân’ın başından dağılmış. Başında, ancak bir cemaat kalmış. Ateş yakmışlar. Allâh bizim üzerimize boşalttığı soğuk gibi, onların üzerlerine’de, soğuk boşaltmaktadır. Fakat, biz buna karşılık, Allâh’dan onların dilemedikleri ecri dileriz!”dedim.Kendisine müşriklerin bütün haberlerini verdim ve onları, göçüb giderlerken bıraktığımı söyledim. Resûlullâh (s.a.v) azı dişleri görünün-ceye kadar güldü. Resûllulâh (s.a.v), beni iki ayağı arasında, ayak ucuna yatırdı. Örtüsünün bir ucunu, üzerime örttü. Örtünün içinde sabaha kadar uyumaktan ayılamadım. Sabaha eriştiğim zaman, bana: “-Ey uykucu! Kalk artık!”buyurdu.Sabah olduğu zaman, oradaki düşman ordugahlarından tek kişi bile geri kalmış değildi. Müşrikler, götüremedikleri bir takım Metalarını da, bırakıb gitmişler idi. Müşrik orduları Revhâ’ya erişinceye kadar, üzerle-rinden kasırğa, ayrılmadı. Ve, arkalarından gelen Tekbir Sesleride, kesil-medi. Huyey bin Ahtab, Ebû Süfyân ile birlikte Revha’ya kadar korka korka gitti. Kâ’b bin Esed’e vermiş olduğu sözü yerine getirmek üzere oradan ayrılarak geceleyin Beni Kurayza Yahudileriyle birlikte kalelerine girdi. Müşrikler, öğleye doğru Melel’e ertesi günüde, Seyyale’ye vardılar.Ebû Süfyân, Kureyş ordusu ile Tihâme bölgesine kavuştuğu sırada, Uyeyne bin Hısn ile yanındaki Necid’liler Ebû Süfyân’a arkasından yetiş-tiler. Beni Kureyza Oğulları Yahûdileri de, dönüb kalelerine sığındılar. Medine’yi saran düşmanlar, hiç bir şey yapamadan, olanca öfkeleriyle geri dönüb gitmek zorunda kalmışlardı. Bu vakıâ Kûr’ân-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır. “-Allâh, o kafirleri, hiçbir hayra eremedikleri halde, olanca öfkeleriyle red ve yüz üstü geri etti. Allâh muharebe hususunda Mü’minlere kâfi geldi. Allâh, Kaviy’dir, herşeye ğalib ve üstündür!” 4Hendek’den dönecekleri sırada, Resûlullâh (s.a.v), Müslümanlara: “-Bu yılınızdan sonra, Kureyşiler, artık, sizinle çarpışamayacaklar! Fakat, siz, onlarla çarpışacaksınız!” buyurdu.Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına geldiğimde Resûlullâh (s.a.v), Allâh’ın şu ayetleri indirdiğini söyledi: 5“-Ey iman edenler, Allâh’ın size olan nimetlerini hatırlayın. Hani bir zaman size ordular saldırmıştı da biz onlara karşı kuvvetli rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allâh sizin bütün işlediklerinizi görür. Hani onlar üst tarafınızdan, ve, alt tarafınızdan üzerinize gelmişlerdi de, gözler yıkılmış ve donub kalmış, yürekler gırtlaklara kadar gelmiş, sizler Allâh hakkında türlü türlü zanlara düşmüştünüz. İşte orada mü’minler büyük bir imtihan geçirerek en müthiş sarsıntıya uğramışlardı.Hani münafıklarla yürekleri hasta olanlar, Allâh ile Peyğamber-in bize olan zafer vaadi, meğer bizi aldatmak içinmiş demeğe başla-mışlardı. Hani münafıklardan bir taife:“-Ey Yesrib halkı, sizin için burada oturacak yer yok, geri dönün, diyorlardı. Yine onlardan bir taife, Peyğamberden izin isteyerek, “-Evlerimiz (avret) açıktır!”demişlerdi.Halbuki, onların evleri açık değildi. Onlar kaçmak istiyorlardı. Şayet, Medine’nin her tarafından üzerlerine saldırılsaydı da kendi-lerinden karışıklık çıkarmaları istenseydi, şübhesiz onu hemen yaparlardı bunu yapmak da fazla gecikmezlerdi.And olsun ki, onlar, daha evvel dönüb kaçmayacaklarına dair Allâh’a taahüdde bulunmuşlardı. Yüce Allâh’a verilen söz mutlaka sorumluluk gerektirir.De ki:“-Siz ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsunuz, fakat kaç-manız size bir fayda vermez. Zira ergeç eceliniz gelir, dünya da eğlenmeniz, kısa sürer.De ki; “-Allâh, size bir kötülük istese veya size bir merhamet dilerse, sizi Allâh’dan kim koruyabilir?”Onlar, kendilerine Allâh’dan başka hiç bir yar ve yardımcı bulamazlar.Allâh içinizden başkalarını geride bırakanları, ağır davrananları, kardeşlerine: Bizimle beraber gelin, diyenleri bilir. Zaten bunlardan Kavğaya pek azı gelir. Onlar, size karşı cimri ve hâristirler. Hele korku gelib çattı mı, üzerine ölüm bayğınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürürsün. Korku gidince de mala karşı düşkünlük göstererek sizi keskin dilleriyle incitirler. İşte bunlar, iman etmediler.Allâh, onların bütün işlediklerini hiçe indirmiştir. Bu da Allâh için kolaydır. Bunlar, müttefik askerleri gitmemiş sanırlar. Müttefik askerler, bir daha gelecek olurlarsa, Bedeviler arasında bulunub, sizin ne halde bulunduğunuzu sormayı temenni ederler. Aranızda bulunmasalardı. Harbe ancak pek azı iştirak ederlerdi.Sizin, için Allâh’ı ve Ahiret gününü umanlar, Allâh’ı çokça anan kimseler için, Allâh’ın Peyğamberinde en mükkemel örnek vardır.Mü’minler, müttefik askerlerini, gördükleri zaman:“-İşte, Allâh ile Peyğamberinin bize vadettiği bu derler. Allâh ile Peyğamberinin vâ’di dosdoğru dur. Bu hal, onların iman ve teslimi-yetlerini ancak artırmıştı.Mü’minler içinde öyle mert, öyle kahraman erler vardır ki, Allâh’a karşı olan ahidlerine sadık çıktılar. İçlerinden kimi ahdini tamamladı. Kimi tamamlamayı bekliyor bunlar zerre kadar değiş-mediler. Allâh, buna karşı doğrulara, doğrulukları sebebiyle mükafat verecek. Dilerse, münafıkları azaba uğratacak, yahut tevbelerini kabul edecektir. Hak Teâlâ affedici ve merhametlidir.Allâh, kafirleri öfkeleriyle geri çevirdi. Onlar hiçbir fayda elde edemediler. Allâh, muharebe’de mü’minlere yardımıyla el verdi. Allâh, kuvvetlidir, yeğâne ğalib dir!” 6Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Hendek Ğaz-vesi’nden sonra Beni Kurayza Kuşatması’nda, Hayber Ğazvesi’nde ve Mekke Fethi’nde bulunmuştur. Ayrıca, Huneyn Savaşı’nda Tâif kuşatması-’nda, ve, Tebük Seferi’nde bulunmuştur.Tebük Seferi:Resûlullâh (s.a.v) Tebük’den ordusuyla birlikte Medine’ye doğru gelmekte olduğu ve yolun bir kesiminde bulunduğu sırada, münafıklardan bazıları yoldaki dar boğaza tuzak kurub, Resûlullâh (s.a.v)’ı düşürmeyi, aralarında tasarladılar. Bunun için hazırlandılar ve maskelendiler. Onların yapmak istedikleri şey, Resûlullâh’a haber verildi. Resûlullâh (s.a.v), dar boğaza yaklaştığı zaman, orduya: “-Siz, vadi içine giriniz! Orası, sizin için hem daha kolay, hem daha geniştir!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v): “-Yokuş, boğaz tutulmuş bulunuyor. Hiç kimse, o yolu, tutmaya- cak!”diye nida ettirdi.Mücahidler, vadi içine doğru gittiler. Resûlullâh (s.a.v)’de, yokuş ve dar boğaza doğru gitti. Devesinin yularından yedmesini, Ammâr İbn-i Yâsir’e, deveyi, arkasından sürmesini de, Hûzeyfetü’l-Yemâni’ye emretti.Ebü’t-Tufeyl’e göre:Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), devenin yularını çekiyor, Ammâr, dönüb onların hayvanlarının yüzlerine değnekle vurdu. Hûzeyfe ile Ammâr devenin yularını nöbetle çekiyorlardı. Hûzeyfetü’l-Yemâni, Resûlullâh’ın, devesinin üzerinde giderken uyuklamağa başladığı sırada, arkalarından gelen bazı kimselerin: “-Resûlullâh’ı hayvanından bir düşürebilsek, boynu kırılır. Biz de, kendisinden kurtulur, rahatlarız!”dediklerini işitti.Hemen sesini yükselterek Kûr’ân-ı Kerim’i yüksek sesle okumaya başladı. Resûlullâh (s.a.v)’i uyandırdı.Resûlullâh (s.a.v) uyanınca: “-Kim bu?”diye sordu. “-Ben, Hûzeyfe’yim!”dedi.Cebrâil, adam göndermesini, onların hayvanlarının yüzlerine değnek ile çarpmasını, Resûlullâh (s.a.v)’e emr etti. Resûlullâh (s.a.v) kendisinin canına kasd etmek istediklerini anlayınca, o münafıklara kızdı, kendile-rini, yüz geri etmesi için, Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’a emir verdi. Hûzeyfe, hemen dönüb onların hayvanlarının yüzlerine elindeki değnekle çarptı. “-Ey Allâh düşmanları!”diyerek bağırdı.O sırada, Resûlullâh (s.a.v)’de, bağırınca, bu on iki kişilik münafık suikastciler hemen geri döndüler. Allâh onların kalblerine korku düşürdü. Kurdukları tuzağın, Resûlullâh (s.a.v)’e açıklandığını sandılar. Boğazdan, acele aşağı inib halk arasına karıştılar.Resûlullâh (s.a.v), Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’a: “-Onların söylediklerini işittin mi?”diye sordu.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a): “-Evet! İşittim. Zaten, Senin ile onların arasına bunun için girib yürüdüm!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Bu süvarilerden her hangi birini tanıyabildin mi?”diye sordu.Ammâr İbn-i Yâsir (r.a): “-Hayvanların hepsini tanıdım. Fakat, üzerindekiler, maskelenmiş idiler!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Onlar, ne yapmak istiyorlardı?”diye sordu.Ammâr İbn-i Yâsir (r.a): “-Allâh ve Resulü, daha iyi bilir!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Onlar, devesini ürkütüb Resûlullâh’ı düşürmek istiyorlardı! Onlar, benimle birlikte biraz gidib dar boğaz yokuşuna varınca, beni, oradan aşağı yuvarlama tuzağı kurmuşlardı! Allâh, bana, onların ve babalarının isimlerini dahi haber verdi. Onları, sana bildireyim. Onlar, filan, filan kişilerdir!” diyerek münafıkların isimlerini birer birer saydıktan sonra: “-Bunu, sakın hiç kimseye haber verme!”buyurdu. “-Ey Allâh’ım! Onları, Debiel ile vur!”diye dua etti.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a) ile Ammâr İbn-i Yâsir (r.a): “-Debiel nedir?”diye sordular.Resûlullâh (s.a.v): “-O, bir parça ateş alevidir ki, onlardan birinin kalb damarlarının üzerine düştü mü, onu, muhakkak, öldürür! O, ateşten bir kandildir ki, onların omuzlarında meydana gelib sıcaklığı gögüslerini sarar! Ashabım için de on iki münafık vardır. Onların içinde de, sekizi vardır ki bir alev parçası, kendilerinin hakkından gelir! Deve iğne deliğine girinceye kadar, onlar, Cennete giremez ve onun kokusunu bile duyamazlar! Onlar, dünya-da da, şahidlerin dikileceği ahiret gününde de, Allâh’a ve Resûlüne karşı harp açmış kişilerdir!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v)’in, oniki münafık dan dördü hakkında buyurduğu şey akılda tutulamamıştır. Münafıklar, yokuşta Resûlullâh (s.a.v)’in deve-sini ürküttükleri zaman, devenin üzerinde kamçı, ip ve benzeri şeyler yere düşmüş, Hamza bin Âmrü’l-Eslemi tarafından toplanmıştı.Sabaha çıkılınca, Üseyd bin Hudayr (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Dün gece, seni, vadi yoluna girmekten alıkoyan ne idi. Oysa ki, bu yol, boğaz ve yokuş yolundan daha rahat ve daha kolay idı?”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Ey Ebû Yahya! Dün gece, münafıkların bana yapmak istedikleri, tasarladıkları şeyi biliyor musunuz?” “-Dar boğazda, yokuşta, onu, gece karanlığı bürüyünceye kadar izle-yelim!”dediler.Karanlık basıncada, devem’in kolan yularını kesecekler, üzerinden, beni düşürünceye kadar ona vurub duracaklardı!”buyurdu.Üseyd bin Hudayr (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Konakladıkları zaman, halkı topla. Bu cinayete teşebbüs etmiş olan adamlarını öldürmelerini her kabileye emret. Onları, kendi kabilelerinden olan adamları, öldürsünler! İstersen, onların, kimler olduğunu, bana bildir. Seni, hak dinle gönderen Allâh’a yemin ederim ki; çok geçmez onların başlarını size getiririm! Eğer, onlar, Nebit oğulları içinde bulunuyorlarsa, ben, Senin namına onların hemen hakkından gelirim! Hazreclerin Ulu’su ve büyüğüne de, emret! O da, Senin namına kendi tarafındaki kişilerin hakkından gelir. Yâ Resûlallâh! Bunlar gibi kişiler, yaptıklarıyla kalacaklar mı? Onlar, bu gün az, hâkir ve düşkün durumda, İslâmiyet ise, yayılmış, yerleşmiş bulunuyorken, biz, daha ne zamana kadar onların yüzüne güleceğiz?!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Halkın, müşriklerle arasındaki savaş sona erince, Muhammed, Ashabını öldürmeğe el uzattı!”Diye ortalıkta yaygaraya başlamalarını çirkin görürüm hoş bulmam!” buyurdu.Üseyd bin Hudayr (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Bunlar, Senin ashâbın değiller ki!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Onlar, Lâ İlâhe İlallâh! Diyerek şehâdetlerini açıklamış değiller mi?”diye sordu.Üseyd bin Hudayr (r.a): “-Evet! Amma, bu, onlar için şehâdet değil ki!”dedi.Resûlullâh (s.a.v) şöyle sordu: “-Onlar, benim Resûlullâh olduğumu açıklamış değiller mi?”Üseyd bin Hudayr (r.a): “-Evet Amma, bu, onlar için şehâdet değil ki!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Biz, onları, öldürmekten men edilmişizdir!”buyurdu. 7Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a) Tebük Seferinde bulunduktan sonra, ardın-dan Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Veda Haccı’nda bulunmuştır.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’ı zekât işleriyle görevli kâtiblerden olduğu için, Resûlullâh (s.a.v) onu Debâ’da oturan Ezd kabilesine zekât memuru olarak gönderdiği ve kendisine zekât esaslarını ihtiva eden bir mektub verdiği bilinmektedir.Resûlullâh (s.a.v)’ın vefatlarından sonra Hz.Ebû Bekr devrinde ordu kumandanı olarak tayin edilib Umman’daki mürtedlerle savaşmak üzere Umman’a gitti. Arkasından gelen İkrime bin Ebû Cehil (r.a)’in ordusu ile müşterek olarak savaşıb, Umman halkını tekrar İslâm dinine döndürdük-ten sonra Umman emiri olarak orada görev yaptı.Hz.Ömer (r.a), devrinde, Medine’ye geri alınarak bir müddet müşa-vere heyetinde bulunduktan sonra Mezopotamya taraflarına savaşlara gitti. Irak’ın fethinde bulundu. Sonra, fırka kumandanı olarak, Nihavend Savaş-ları’na iştirâk edib bu savaşta gelecekte Hz.Ömer'i şehid edecek olan Ebû Lü’lü’yü esir alıb Medine’ye gönderdi. Bu arada Kûfe şehrinin yerini seçmek için takriben Hicri 17. Miladi 637-638 yılında Selmân-ı Fârisi ile birlikte Kûfe Şehri’nin olduğu yere gelib burada bir şehir kurulmasına karar verdi.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), Hz.Ömer devrinde uzun müddet Medain şehrinde valilik yaptı. Halka kendini o kadar sevindirdi ki, Medain’e bir hırka ile gitti ve bir hırka ile geri döndü.Muhammed İbn-i Sirin anlatıyor:Ömer İbn-i Hattab (r.a), bir şehre vali gönderirken, halka: “-Size, adil davrandığı müddetçe onu dinleyin ve ona itaat edin!” diye mektub yazıyordu. Huzayfe’yi Medâin’e vali tayin ettiği zaman, Medain halkına: “-Onu dinleyin, ona itaat edin ve ona istediğini verin!”diye mektub yazmıştı.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), çullu bir merkeb üzerinde Hz.Ömer’in yanından ayrıldı. Azığı’da merkebinin üzerindeydi. Medain’e geldiği zaman halk ve beyler kendisini karşıladılar. Şehre çullu bir merkeb’in üzerinde elinde ekmek ve kuru et yiyiyerek girmişti. Halka Hz.Ömer’in mektubunu okudu. Mektubu dinleyen halk: “-Bizden dilediğini iste!”dediler.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’da: “-Sizden aranızda kaldığım müddetçe kendim için yiyecek bir şeyler, bu merkebim için de ot istiyorum!”dedi.Bir müddet onların arasında kaldı. Daha sonra Hz.Ömer gelmesi için Hûzeyfe’ye mektub yazdı. Hûzeyfe’nin Medine’ye geldiğini duyunca, onun vaziyetinin çok iyi olacağını tahmin ediyordu. Yanından ayrıldığı gibi döndüğünü görünce yanına geldi ve: “-Sen, benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim!”dedi.Başka bir rivâyette ise:Hz.Ömer, diğer valiler gibi, Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’in durumunu soruşturuyor, ondan bir değişikliğin bulunub bulunmadığını öğrenmek istiyordu. Uzun bir müddet başarılı bir şekilde vazifesini yapan Hûzeyfe-’ye, Halifenin taltifi manidardı: “-Yâ Hûzeyfe! Ben, senin, sende benim kardeşimsin!” 8Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), Hz.Ömer döneminde Medâin’e vali tayin edildi. Çok cesur ve kudretli bir yönetici olan Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), Medâin Şehrini imâr etti. Hicri 21. Miladi 642 yılında Nihâvend Savaşı sırasında ordunun komutanı Nû’man bin Mukarrin (r.a), şehid edilince kumandayı ele aldı, ve, düşmanı teslim olmaya mecbur etti. Nihâvend merzübânı (lideri) her yıl Hûzeyfe’ye belli miktarda haraç vermek onunla andlaşma yapmak zorunda kaldı.Dinever, Hemadan ve Rey şehirleri de Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a) tarafından fethedildi. El-Cezire bölgesinin bazı beldelerinin fethine de katılmıştır. Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’ın vali olarak Nusaybin’e giderek orada görev yapıb ve orada birde evlilik yapmıştır.Cuma günleri Irak bölgesinde Medâin ve Kûfe Şehirlerinde okuduğu bazı Cuma hutbeleri kaynaklarda yer almıştır.Hûzeyfetü’l-Yemâni’nin ilmi sezgisi kuvvetli idi. Resûlullâh (s.a.v) ileri de olacak hadiseleri ona haber vermekle beraber, hadiselerin nasıl, ne şekilde, hangi şartlarda meydana gelebileceğini önceden his ederdi. Bu hususiyetini bilen örnek idareci Hz.Ömer fitneler hakkında onun düşünce-lerini öğrenmek isterdi. Çünkü tehlikeyi önceden sezib tedbir almak bir idarecinin en başta gelen vazifelerindendi.Bununla alakalı bir hadiseyi Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’in kendi ağzın-dan dinleyelim:Buhâri’de şöyle anlatır:Bir gün Mü’minlerin Emiri Ömer (r.a)’ın yanında oturuyorduk. “-Resûlullâh (s.a.v)’ın fitne hakkındaki sözlerini bakalım hanginiz bellemiş!”diye sordu.Ben: “-İnsanın kendi ehl-i, malı, evladı, komşusu yüzünden maruz kaldığı fitneye imtahana, namaz, oruç, sadaka, iyliği tavsiye, kötülükten uzaklaş-tırmak, keffâret olur!”dedim.Halife Ömer (r.a): “-Hayır, sormak istediğim bu fitne değildir. Deniz nasıl kudurursa öylece kuduran fitnedir!”dedi.Bunun üzerine şöyle dedim: “-Ey Mü’minlerin Emiri! O, fitneden sana hiç bir şey yok. Çünkü muhakkak seninle onun arasında bir kapı vardır!”Hz.Ömer (r.a): “-Kapı kırılacak mı?”diye sorması üzerine,Ben de: “-Kırılacak!”dedim.Hz.Ömer’de; “-Demek ki, ta Kıyamete kadar kilitlenmeyecek!”dedi.O sırada bir zat Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’na sordu: “-Ömer kapıyı biliyor muydu?”Hûzeyfe (r.a): “-Evet yarından önce bu akşamın geleceğini bildiği gibi biliyordu. Benim ona söylediğim sözde yalan yanlış yoktur!”Adam tekrardan sordu: “-Ya kapı kimdir?”şeklinde bir suale ise Hûzeyfe (r.a): “-Ömer’in kendisidir!”cevabını vermişti.Hz.Ömer (r.a), muhkem bir kale kapısı gibi fitne ve fesadın İslâm sarayına girmesine mani olmuştu. Fakat vefatından sonra fitne kazanı kaynamaya başlamış, münafıklar büyük mesafe alarak Müslümanların birliğini sarsmaya çalışmışlardı. Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), zaman zaman müslümanlara nasihatlerde bulunurdu. Bir defasında halka şöyle hitab etti: “-Fitnelerden çok sakınınız, herhangi biriniz fitneye bulamaşmasın. Allâh’a yemin ederim ki, kim fitneye doğru giderse sellerin pislikleri sür-ükleyib götürdüğü gibi, finede o kimseyi öylece sürükleyib götürecektir. Fitne başlangıçta hak kisvesine bürünerek başlar. Öye ki câhil kimse onu hak zanneder. Şu halde onu gördüğümüz zaman evlerinizde oturun, kılıç-larınızı kırın ve yayların iplerini kesin!”Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’dan:“-Ramazan ayında Resûlullâh’la beraber namaz kıldım. Bir defasında kalktı ğusl etti bende kendisine perde tuttum kapda biraz su arttı, artan suyu bana: “-İster kaldır istersen dök!”dediler. “-Yâ Resûlallâh! Artan suyu dökmesem daha iyi olur!”dedim.O su ile guslettim. Daha sonra Resûlullâh (s.a.v)’de bana perde tuttu.Resûlullâh (s.a.v)’e: “-Yâ Resûlullâh! Ne olur siz tutmayınız!”diye yalvardımsa, O: “-Hayır! Sen, bana tuttun, bende sana perde tutacağım!”buyurdular.Zeyd bin Vehb’den:Hûzeyfe (r.a), mescide girdiğinde birinin namaz kılmakta olduğunu, fakat rüku ve secdelerini tam yapmadığını gördü. Adam selâm verdikten sonra ona: “-Ne zamandan beri böyle namaz kılıyorsun?”diye sordu. “-Kırk yıldan beri!”cevabını verince: “-Kırk yıldan beri böyle namaz kılmışsın?! Eğer, bu şekilde namaz kılarak ölmüş olsaydın. Muhammed (s.a.v)’in yaratıldığı fıtratla (İslâm fıtratına) sahib olmadan ölecektin!”diyerek, ona namazın nasıl kıldığını öğretmeye başladı ve şöyle dedi: “-İnsan namazı fazla uzatmamalı rüku ve secdeleri tam yapmalıdır” 9Hûzeyfetü’l-Yemani (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’ın sır arkadaşıydı.Zeyd bin Eslem’in babası anlatıyor:“-Bir gün Ömer bin Hattab etrafındakilere: “-Herkes bir temenni de bulunsun!”dedi.İçlerinden biri: “-Ben bu ev dolusu gümüşüm olmasını ve bunu Allâh yolunda infak etmeyi isterim!”dedi.Hz.Ömer sözünü yine tekrarlayınca, bir diğeri şöyle dedi: “-Bu ev dolusu mücevherim olsa da, Allâh yoluna infak etsem!”Hz.Ömer yine: “-Ne isterseniz söyleyin!”dedi.Onlar: “-Bundan sonra, daha söyleyecek bir şeyimiz kalmadı!”dediler.Hz.Ömer (r.a): “-Bense, ev dolusu, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel ve Hûzeyfetü’l-Yemani gibi adamlar olmasını isterim!”dedi.Daha sonra Hûzeyfe’ye de bir miktar para gönderdi ve kölesine: “-Bak bakalım ne yapacak?”dedi.Köle, parayı Hûzeyfe’ye götürünce, Hûzeyfe (r.a), hemen gönderilen parayı dağıttı. Hz.Ömer bu defa, Muâz bin Cebel’e gönderdi. O da gelen parayı dağıttı. Ebû Ubeyde bin Cerrah’a gönderdi. O da dağıtınca,Hz.Ömer (r.a): “-Ben, zaten size söylemiştim!”dedi. 10Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), Resûlullâh’dan 225 adet hadis rivâyetinde bulunmuştur. Bu rivâyetlerin bir kısmı, fitne ve fesadın Müslümanları ne durumlara sokacağı hakkındadır. Nitekim bir rivâyetinde: “-Fitneyi mucib olan yerlere yaklaşmayın!”dedikten sonra.Fitneyi mucib yerlerin neresi olduğu sorulduğunda: “-İdarecilerin kapılarıdır. İçeriye girer, onların yalanlarını doğru diye tasdik eder, kendisinde olmayan hasletlerle onu methedersiniz!”demiştir.Bir başka rivâyetinde Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a), Resûlullâh’ın şöyle buyurduğunu bildiriyor:“-Kumaşın renginin silindiği gibi İslâm’da ortadan silinecek. Oruç nedir, sadaka nedir, ibadet nedir, bilinmeyecek Allâh-u Teâla’nın kitabı bir gecede ve yeryüzünde bir tek Kûr’ân âyeti bile kalmayacak. Geriye, sadece yaşlı kadınlar ve erkekler kalacak. Onlar da: “-Bizler, babalarımızın “Lâ ilahe illallah” dediklerini işitirdik. Biz de öyle söyleriz!”diyecekler.Bu sözleri duyan sıla adındaki bir ravi: “-Oruç, sadaka ve ibadetini bilmedikten sonra “Lâ ilahe illallah” demenin onlara bir faydası dokunmaz ki?”dedi. Ve bu sözlerini üç kere tekrar etti.Bunun üzerine Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a): “-Ey Sıla! Bu söz, onları Cehennemden kurtarır! Cehennemden kur-tarır! Cehennemden kurtarır!”dedi.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’in fıkhi ve ahlaki sahada hadis rivayetleri de pek çoktur. Bunların hepsi hadis kitaplarında bulunmaktadır.Hûzeyfetü’l-Yemâni (r.a)’ın Öğütleri:Ebû Tufeyl, Hûzeyfe (r.a)’ın şöyle dediğini duymuş:“-Ey insanlar! Bana niçin bir şeyler sormuyorsunuz? Müslümanlar Resülullah (s.a.v)’e hayırla ilgili sorular sorardı, ben de şerle ilgili sorular sorardım. Siz, yaşayan ölülerden bana sormuyor musunuz? Allâh-u Teâla Muhammed (s.a.v)’i gönderdi. O da insanları dalaletten hidayete, küfür-den imana dâvet etti. Resûlullâh (s.a.v)’e inananlar inandı. Yaşayan ölüler bu gerçekle hayat buldular. Batılla hayat sürenler’de o şekilde öldüler. Nihayet Peyğamberlik sona erdi. Aynı yolu takib eden hilafet geldi. Daha sonra da halkı ezen saltanat gelir!Kim bir kötülüğe, eli, dili ve kalbi ile engel olursa vazifesini yapmış olur. Müslümanlardan kim de kötülüğe kalbi ve dili ile engel olub eli ile kuvvetle engel olamazsa, hakikaten bir bölümü terketmiş olur! Yine Müslümanlardan kim bir kötülüğü sadece kalben tenkit ederse hakikatin iki şubesini terketmiş olur. Müslümanlardan kim bir kötülüğü kalbi ve dili ile işaret etmezse o yaşayan bir ölüdür.Hûzeyfe (r.a)’dan:“-Dört türlü kalb vardır. Kilitli kalb, bu kafirin kalbidir. İki yüzlü kalb bu münafığın kalbidir. İçinde etrafı aydınlatan bir kandil olan temiz kalb bu Mü’minin kalbidir. İçinde iman ve nifak bulunan kalb; orada iman, temiz suların suladığı ve büyüttüğü bir ağaç gibidir. Nifak ise, kan ve irinin azdırdığı yara gibidir. İman ve nifaktan hangisi ağır basarsa, kalb o tarafa döner.Hûzeyfe (r.a)’dan: “-Fitne kalblere arız olur, hangi kalbte kalırsa orada siyah bir nokta meydana gelir. Hangi kalb’de o noktayı atabilirse, orada beyaz bir nokta meydana gelir. Hanginiz, kendisine fitnenin arız olub olmadığını anlamak isterse, kendi kendini kontrol etsin; Eğer, haram olan bir şeyi helâl, helâl olan bir şeyi haram olarak kabul ederse ona fitne arız olmuş demektir!”Hûzeyfe (r.a)’dan: “-Fitneden sakınınız. Ona hiç kimse karışmasın. Vallahi ona kim karışırsa selin önündeki çerçöpü sürükleyib götürdüğü gibi onu da sürük-leyib götürür. Fitne gelirken cahili bile şüpheye düşürür. Gidince herşey apaçık meydana çıkar. Neyin hak neyin batıl olduğu anlaşılır. Fitne zuhur ettiği zaman evlerinize çekilib oturunuz. Kılıçlarınızı kırınız, yaylarınızın kirişlerini kesiniz!”Hûzeyfe (r.a)’dan:“-Fitnenin uyku ve hücum zamanı vardır. O uykuda olduğu zaman ölebilen ölsün. Fitnenin uykuda olması, Müslümanların biribirine düşüb biribirlerine kılıç çekmemeleri, sulh içinde yaşamaları demektir.Hûzeyfe (r.a)’dan:“-Fitne üç grub insan arasında cereyan eder:1-Kendisine karşı çıkanları kesen akıllı ve atak bir diktatör.2-Onun propağandacıları.3-Haklı olanlar.İlk ikisine karışma. Haklı olanları ara, onlarla beraberken başına gelenlere razı ol!”Hûzeyfe (r.a)’dan: “-Fitne içkiden daha çok aklı baştan giderir!”Hûzeyfe (r.a)’dan: “-Öyle zamanlar gelecek ki, o zaman sadece boğulmak üzere olan birinin yaptığı gibi dua edenler kurtulacak!”Âmeş’den:Bana Hûzeyfe (r.a)’ın şöyle dediği haber verildi: “-Sizin en hayırlınız, ne dünya için ahireti terkeden, ne de ahiret için dünyayı terkedendir. En hayırlınız, her ikisi için de çalışandır!” 11Hûzeyfe (r.a) dan: “-Fitne mahallerinden uzak durun!”dedi. “-Ey Ebû Abdullah! Fitne mahalleri nelerdir?”diye sorulunca: “-İdarecilerin kapılarıdır. Biriniz idarecinin yanına girer, onun yalan-larını tasdik eder, onun sahib olmadığı hasletlerle onu över. İşte bunlar fitnedir!”cevabını verdi. 12Hûzeyfe (r.a)’dan: “-Keşke benim mallarımı idare eden biri olsa da kapımı kapasam, yanıma hiç kimse girmese, ben de Rabbime kavuşuncaya kadar hiç kimse-nin yanına çıkmasam!” 13Ribi’den:“-Hûzeyfe (r.a)’in cenazesinde, bir adamın şöyle dediğini duydum:“-Bu tahtanın üzerinde yatan adam şöyle derdi:“-Ben Resûlullâh (s.a.v)’den şöyle duydum. Eğer birbirinize düşer-seniz evime kapanırım. Evime girerlerse, onlara: “-Haydi, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenib cehenneme gir!”derim. 14Şimr bin Âtiye den:Hûzeyfe (r.a) bir adama şöyle dedi: “-İnsanların en kötüsünü öldürmek seni sevindirir mi?” “-Evet!”dedi. “-O zaman sen, ondan daha kötü olursun!” 15Ebü’r-Rekkad anlatıyor:“-Ben küçükken efendimle beraber Hûzeyfe (r.a)’a gittik. O şöyle söylüyordu: “-Resûlullâh (s.a.v) zamanın da konuşulunca münafıklık alameti say-dığımız sözleri bugün herhangi birinizden bir mecliste dört beş defa işitiyorum. Yâ kesinlikle iyiliği emreder, Kötülüğe mani olur, halkı hayıra teşvik edersiniz, yahut Allâh hepinizi azabı ile helâk eder, veya kötüleri-nizi başınıza musallat kılar, sonra da iyileriniz onlara beddua ederler, fakat duaları kabul edilmez!” “-Bizden olmayan kimselere Allâh lanet etsin! Allâh’a yemin ederim ki, ya kesinlikle iyiği emreder, kötülüğü men’ederseniz, yahut da biribiri-nize düşerek savaşırsınız, kötüleriniz iyilerinize ğâlib gelir. İyiliği emre-dib fenâlığa mani olan tek kişi kalmayıncaya kadar hepinizi keserler. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allâh’a dua edersiniz, fakat buna müstehak olduğunuz için dualarınızı kabul etmez. Öyle bir devir gelecek ki, o zaman sizin en iyileriniz, iyiliği emretmeyen, kötülüğe mani olma-yan kimseler olacak!” 16Hûzeyfe (r.a) anlatıyor:Resûlullâh (s.a.v)’e: “-Yâ Resûlallâh! İyiliği emretmek, ve kötülüğü nehy etmek ne zaman terk edilir? Halbuki her ikiside iyilik ehlinin en üstün amelleridir!” dedim. Resûlullâh,(s.a.v)’de bana: “-İsrâil Oğulları’nın başına gelenler sizinde başınıza geldiği zaman!” buyurdular. “-İsrâil oğullarının başına gelenler nedir yâ,Resûlallâh?”dedim: “-İyileriniz zalimlere yardakçılık eder, fıkıh kötülerinizin eline düşer, saltanat’da küçüklerinizin eline düşer, işte, o zaman fitnenin hucumuna uğrarsınız ve birbirinize düşersiniz!”buyurdular. 17Ebû Abdurrahman es-Sülemi’den:“-Medâin’de babamla birlikte Cuma’ya gitmiştik. Medâin bize bir fersah uzakta idi. Hûzeyfetü’l-Yemani (r.a)’da orada vali idi. Hûzeyfe minbere çıktı, Allâh’a hamdü senadan sonra şöyle dedi: “-Kıyamet saati yaklaşır, ay ikiye bölünür. Dikkat edin ay ikiye bölünmüştür. Dünya ayrılacağını bildirmiştir. Bugün hazırlık günü, Yarın da müsabaka var!”Ben babama: “-Müsabaka ile neyi kastediyor?”diye sordum.O da: “-Cennete yapılacak yarış!”dedi.Aynı râviden gelen bir başka rivâyetin başında “-Dikkat edin! Allâh şöyle buyuruyor. Kıyamet saati yaklaşmıştır. Ay ikiye ayrılmıştır!”şeklinde bir ilave vardır.Ve devamla şöyle denilmektedir:Babama: “-Yarın halk, müsabaka mı yapacak?”dedim.O da: “-Yavrum, senin aklın ermez. O amellerde bir müsabakadır. Yani bugün amel günü, kıyamet ise, karşılıkların verildiği gündür!”dedi.Ertesi Cuma günü yine oraya gittik. Hûzeyfe hutbesinde şöyle dedi:“-Dikkat edin! Aziz ve celil olan Allâh şöyle buyuruyor: “-Kıyamet saati yaklaşmıştır, ay ikiye ayrılmıştır. Dünya ayrılacağını bildirdi. Bugün ise hazırlık günü, yarın ise, müsabaka günüdür. Kaybeden Cehenneme, kazanan ise, Cennete gidecek!”Kurdus’dan:Hûzeyfe, Medain’deki hutbesindeki şöyle dedi:“-Ey insanlar! Kölelerinizle anlaşma yapınız. Eğer helâlden kazanı-yorlarsa getirdiklerini yiyiniz. Eğer helâlinden kazanmıyorlarsa, getirdik-lerini atınız. Çünkü ben Resûlullâh (s.a.v)’ın: “-Haramla beslenen vücut cennete giremez!”buyurduğunu duydum.Ebû Dâvud el-Ahmedi’den Medain’de Hûzeyfe (r.a), bize bir konuş-ma yaptı. Konuşmasın da şöyle dedi: “-Ey insanlar! Kölelerinizin getirdiklerini araştırın. Size getirmek zorunda olduklarını nereden temin ettiklerini iyice öğrenin. Çünkü haram ile beslenen vücut, ebedi olarak cennete giremez. Bilmiş olunuz ki, içkiyi satan, satın alan ve elinde bulunduran içen gibidir!” 18Hûzeyfetü’l-Yemani (r.a), en karışık, dolaşık meseleleri davaları hal edecek derece de yetişen sahâbelerdendi. Resûlullâh (s.a.v) müslümanlar arasındaki münafıkların isimleriyle kıyamete kadar zuhur edecek fitne ve fesadları haber vermiş ve bunları gizli tutmasını tavsiye etmişti.Hz.Ömer (r.a) ölen birisinin cenazesinde Hûzeyfe’nin bulunmadığını görürse, kendisi de bulunmazdı.Bir cemaat kamıştan yapılmış bir ev üzerin de anlaşmazlığa düşerek Resûlullâh (s.a.v)’e baş vurdular. Resûlullâh (s.a.v)’de aralarındaki anlaş-mazlığa hal ve fasl etmesi için onları Hûzeyfe’ye havale etti. Hûzeyfe onlar hakkındaki kararını verib Resûlullâh (s.a.v)’in yanına döndü. Verdiği kararı anlatınca,Resûlullâh (s.a.v) ona: “-İsabet etmiş güzel yapmışsın!” buyurdular. 19Hûzeyfetü’l-Yemani, Resûlullâh’ın sırdaşı idi. Geleceğe ait bütün meseleleri ona açıklardı. Bunu bütün ashab bildiğinden Hûzeyfe’ye itibar gösterirlerdi. Ayrıca, ileriye dönük bazı önemli mes’eleleri ona sorarlardı.Kendisi de bu hususta şöyle der di: “-Herkes Resûlullâh (s.a.v)’e hayırdan sorarken, ben sakınmak ğayesi ile şerden sorardım!”Hûzeyfetü’l-Yemani’nin Müslümanlara en büyük iyiliği, Kûr’ân’ın çoğaltılması hususunda yaptığı teşebbüstür. Hz.Osman (r.a), Hûzeyfetü’l-Yemani’yi, Azerbaycan ve Ermenistan taraflarının fethine göndermişti. Orduda, Irak’lı ve Suriye’li askerler bulunmakta idi.Bunların Kûr’ân-ı Kerim öğretmenleri Abdullah İbn-i Mes’ûd ile Ubey bin Kâ’b idi. İki bölgenin askeri’de kendi aralarında kendilerinin okudukları Kûr’ân-ı Kerim’in daha doğru olduğunu ileri sürerek zıdlaş-maya kadar gittiler. Bu durum ordu içinde disiplini sarstığından durumu halife Hz.Osman’a bildirerek Kûr’ân-ı Kerim’in Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasına sebeb oldu.Allâh korkusu ve Resûlullâh’a olan hasret, Hûzeyfe’ye o kadar tesir ediyordu ki, bilhassa son zamanlarında, yani ahiret yurduna yaklaştığını anladığı sırada bu durumu iyice hissediyordu. Zaman zaman da ağlıyordu.Ona sordular: “-Ey Peyğamber dostu, neden ağlıyorsun?”O da şöyle cevab verdi: “-Ben dünyadan ayrı kalacağıma üzülmüyorum. Aksine ölüm benim için daha sevimlidir. Lâkin, Rabbimin rızasına uygun olarak yaşayıb yaşamadığımı kesin olarak bilmiş değilim!”buyurmuştur.Fâni âlem’den ayrılacağı sırada ise şöyle dua ediyordu: “-İşte bugün dünyadaki son, ahiretteki ilk günümdür. Allâh’ım, Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, Sana kavuşmayı benim için hayırlı ve mübarek kıl, benim hakkımda iyi muâmele et!”Hâlid bin Rebi anlatıyor:“-Hûzeyfe (r.a)’ın hastalığının ağırlaştığını duyan kabilesi ve Ensâr’ dan bazıları sabaha karşı onu ziyarete geldiler. Hûzeyfe (r.a) onlara: “-Vakit nasıl?”diye sordu.Onlarda: “-Henüz ortalık karanlık, sabah olmak üzere!”dediler.Bunun üzerine: “-Sabah sabah, Cehenneme gitmekten Allâh’a sığınırım. Kefenimi getirdiniz mi?”diye sordu. “-Evet!”dedik.Bu defa Hûzeyfe (r.a) şöyle dedi: “-Kefenlere fazla masraf yapmayın. Şayet, Allâh katında hayırlı bir amelim varsa, Allâh, bunu daha hayırlısı ile değiştirir. Eğer böyle değilse, sırtımdaki de soyulur alınır!”dedi.Ebû Vail’den:“-Hûzeyfe’nin hastalığı ağırlaştığı zaman yanına Abs Oğullarından bir ğrub gitmişti. Bu ğurubun içinde bulunan Hâlid bin Rebi’ bin Abs-i bana şunları anlattı: “-Medâin’de iken onun yanına vardık içeri girdiğimizde ortalık karanlıktı, henüz sabah olmamıştı!”Sıla bin Züfer anlatır:“-Hûzeyfe, Ebû Mes’ûd’la beni kefen almak için pazara gönderdi bizde onun için üçyüz dirhem vererek kıymetli bir kefenlik kumaş aldık.Bize: “-Benim için aldığınız kefeni gösterin!”dedi.Kendisine kefeni gösterince,de: “-Benim kefenim bu değildir. Bana iki beyaz bez parçası yeter. Hem gömlek de istemez. Çünkü ben kısa bir müddet kefenle kalacağım. Ondan sonra ise ya daha iyi yada daha kötü bir elbise ile kefenim değiştirilecek-tir!”dedi. Bunun üzerine ona iki parça beyaz bez aldık. 20Hûzeyfetü’l-Yemeni (r.a), Hicri 36. Miladi 656 yılında Hz.Osman’ın öldürülmesi ve Hz.Ali’nin hilafetinden kırk gün sonra Medâin’de vefat etti. Medâin şehri bugün Irak’ın başkenti olan Bağdad’ın yerleşim alanı içerisinde kalmıştır. Hûzeyfe (r.a)’ın kabri de buradadır.Hûzeyfetü’l-Yemeni (r.a)’ın Ebû Ubeyde, Safvân, Sa’d ve Simak adlı dört oğlu ile Ümmü Seleme adlı bir kızı olub, oğulları Ebû Ubeyde, Simak, Medâin kadısı olan Sa’d ve kızı kendisinden hadis rivâyet etmiştir. Ölürken oğullarına Hz.Ali (r.a)’a itaat etmelerini öğütlemiş, kendisi de Hz.Osman’ın ölümünden hemen sonra Hz.Ali’ye biat etmiştir. Oğulların-dan Safvân ile Said Sıffın Savaşı’nda Hz.Ali’nin yanında yer almış ve şehid olmuşlardır.Resûlullâh (s.a.v)’den pek çok hadis dinleyen Hûzeyfe (r.a) ondan bizzat duymadığı hadisleri de Hz.Ömer’den öğrenmiştir. Hz.Ömer, Hz.Ali ve Câbir bin Abdullah gibi sahabiler yanında Ebû Vâil, Zir bin Hubeyş, Zeyd bin Vehb, Abdurrahman bin Ebû Leylâ, Ebû İdris el-Havlâni gibi tâbiin âlimleri de ondan bir çok hadis rivâyet etmişlerdir. Hadis kitabla-rında Hûzeyfe (r.a)’ın rivâyet ettiği 100 veya 225 hadis yer almaktadır.Son olarak rivayet ettiği üç hadisi nakledelim:“-Hûzeyfe bin el-Yemân anlatıyor:“-İnsanlar: “-Ey Allâh’ın Rasûlü, yerine bir halef bıraksan?”dediler.Resûlullâh (s.a.v) şu cevabı verdi: “-Size bir halef tayin etmiş olsam ve siz de ona karşı gelseniz, azab görürsünüz. Ama Hûzeyfe size ne söylerse onu doğrulayın! Abdullah İbn-i Mes’ûd da size nasıl okutursa, öyle okuyun!” 21Resûlullâh (s.a.v) buyurdu ki: “-İnsan’ın âilesi, malı, çocukları ve komşusu ile ilgili kusurlarına namaz, oruç, sadaka, iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırmak gibi güzel amelleri keffâret olur!”Hûzeyfe bin el-Yemân anlatıyor:“-Annem bana; “-Peyğamber’le ne zaman buluştun?”diye sordu.Ben de: “-Şu kadar zamandan beri O’nunla buluşmadım!”dedim.O zaman beni azarladı. Ben de kendisine dedim ki: “-Beni bırak da Resûlullâh (s.a.v)’e gideyim, akşam namazını O’nun ile birlikte kılayım ve kendisinden hem benim için, hem de senin için istiğfar etmesini isteyeyim!”Arkasından gidip Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte akşam namazını kıldım. Sanra Resûlullâh (s.a.v) (nafile) namaz kılmaya başladı ve nihayet yatsı namazını kıldıktan sonra ancak mescidden ayrıldı. Ben hemen peşin-den gittim, sesimi duyunca: “-Kim o? Hûzeyfe sen misin?”diye sordu. “-Bir ihtiyacın mı var? Allâh seni de, anneni de mağfiret buyursun!” dedi, ve sonra şöyle devam eti: “-Şu bir melektir. Bu geceden önce yeryüzüne hiç inmemişti. Bana selam vermek ve Fâtıma’nın cennet kadınlarının hanımefendisi, Hasan ve Hüseyin’in de cennet gençlerinin efendileri olduklarını müjdelemek için Rabbinden izin alarak geldi!” 22Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-9-126
2- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-1-260
3- Ahzab-9
4- Ahzab-25
5- M.Âsım Köksal islâm Tarihi-12-291-300
6- Ahzab-9-25
7- M.Âsım Köksal islâm Tarihi-12-246-250
8- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-3-1173
9- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1527
10- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2-821
11- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1897
12- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1614
13- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1253
14- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1002
15- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1006
16- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1250
17- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1247
18- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1857
19- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-8-227
20- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1380
21- Tirmizi Menâkıb-39-3812
22- Tirmizi Menakıb-31-3781