Anasayfa
  • Haberler
    TeknolojiAsayişEğitimDünyaGüncel
  • Ekonomi
  • Siyaset
  • Yaşam
    SağlıkTaziyeKültür Sanat
  • Spor
  • Ara
A
Büyüt
A
Küçült
Yorumlar
  1. Haberler
  2. Yaşam
  3. Hüseyin Bin Ali Bin Ebû Talib
Yaşam
11 Aralık 2019 - 01:00

Hüseyin Bin Ali Bin Ebû Talib

Resûlullâh (s.a.v)’in kızı Hz.Fâtıma (r.a), birinci oğlu Hz.Hasan’ın doğumundan elli gece kadar sonra, Hz.Hüseyin (r.a)’a hâmile kalmıştı. Hicretin 4. yılı, Şaban ayının beşinde, Miladi 10 Ocak 626 yılında Medine şehrinde Resûlullâh (s.a.v)’in sevgili torunu ve Hz.Ali (r.a)’ın ikinci oğlu

Yaşam
11 Aralık 2019 - 01:00
Yorumlar
TAKİP ETTAKİP ET
Yazdır
A
Büyüt
A
Küçült
Yorumlar
Hüseyin Bin Ali Bin Ebû Talib

Hüseyin Bin Ali Bin Ebû Talib Kimdir?
الحُـسَــيــنُ بْــنُ عَـلي بِـنْ أبـِي طَـا لِـب


 Baba Adı    :    Ali bin Ebû Talib.
 Anne Adı    :    Fâtımatü’z-Zehra bint-i Resûlullâh (s.a.v).
 Doğum Tarihi ve Yeri    :    Hicri 4. yıl, Şaban ayınının beşinde, Miladi 10 Ocak 626 yılında Medine-i Münevvere’de doğdu
 Ölüm Tarihi ve Yeri    :    Hicretin 61.yılı Muharrem ayının onun’da, Miladi 10 Ekim 680 yılında 55 yaşlarında Kerbelâ’da şehid edildi. Cesedi Kerbelâ’da başı ise, Şâm’da Emevi Camiindedir. Başka yerler de söylenir.
 Fiziki Yapısı    :    Orta boylu, güzel yüzlü, siyah sakallı, güzel endamlı, yürüyüşü Resûlullâh (s.a.v)’e çok benzerdi.
 Eşleri    :    1-Âmine bint-i Ebu Mürre 2-Rebbab bint-i İmrü’l-Kays 3-es-Selafe el-Kuda’a kabilesinden 4-İranlı Beğüm 5-Ümmü’l-Benin ve İsimleri bilinmeyenler, ümmü veledleri…
 Oğulları    :    Ali el-Ekber, Ali el-Asğar, Câ’fer, Abdullah, Muhammed ve adını bilemediklerimiz.
 Kızları    :    Zeyneb, Fâtıma, Sükeyne.
 Gavzeler    :    Bir çok seferler, En Meşhuru Kerbelâ’dır.
 Muhacir mi Ensar mı    :    Medine’de doğan muhacir çocuklarındandı.
 Rivayet Ettiği Hadis Sayısı    :    8 tane.
 Sahabeden Kim ile Kardeşti    :    Bilgi yok.
 Kabile Neseb ve Soyu    :    Hüseyin bin Ali bin Ebû Talib bin Abdül-muttalib bin Hâşim bin Abdimenâf el-Kureyşiy el-Haşimi.
 Lakap ve Künyesi    :    Ebû Abdullah, eş-Şehid, el-Hüseyn bin Ali, bin Ebû Talib, el-Kureyşi, el-Haşimi
 Kimlerle Akraba idi    :    Resûlullâh (s.a.v)’ın torunu. Hz.Ali’nin ve Fâtımatü’z-Zehra’nın oğullarıdır.

 

Hüseyin Bin Ali Bin Ebû Talib'in Hayatı

Resûlullâh (s.a.v)’in kızı Hz.Fâtıma (r.a), birinci oğlu Hz.Hasan’ın doğumundan elli gece kadar sonra, Hz.Hüseyin (r.a)’a hâmile kalmıştı. Hicretin 4. yılı, Şaban ayının beşinde, Miladi 10 Ocak 626 yılında Medine şehrinde Resûlullâh (s.a.v)’in sevgili torunu ve Hz.Ali (r.a)’ın ikinci oğlu Ebû Abdillâh el-Hüseyin bin Ali bin Ebû Talib el-Kureyşi el-Hâşimi eş-Şehid (r.a), Hz.Fâtımatü’z-Zehra (r.a)’dan doğarak dünyayı şereflendirdi. Resûlullâh (s.a.v)’ın sünnetine göre: Müslüman bir âilenin eğer maddi güç ve imkanları varsa, Yüce Allâh’ın kendilerine bahşedib verdiği çocuk nimetine şükretmek için mümkünse çocuğun doğumunun yedinci gününde Akika kurbanı kesilir, ona isim takılır, başından biraz saçı kesilir. Bu yapı-lamaz ise sonraki günlerde, aylarda yıllar da ömrünün sonuna kadar imkanı olduğu zaman yapılabilir.

Resûlullâh (s.a.v)’de, Hz.Hüseyin (r.a)’in doğumunun yedinci günü, Akika kurbanı olarak iki koç boğazlattı, ismini koydu, saçını kestirdi.

      “-Yâ Fâtıma! Hüseyin’in saçını kes! Saçının ağırlığınca sadaka ver!” buyurdular. Saçı tartıldı. Saçının ağırlığı bir dirhem geldi. Hz.Fâtıma da, Hz.Hüseyn’in kesilen saçının ağırlığınca olan gümüşü fakirlere dağıttı. Resûlullâh (s.a.v), Hz.Hüseyin’in Akika Kurbanından Ebesi’ne bir but gönderilmesini, kalanının da, kemikleri kırılmadan pişirilip yenmesini ve başkalarına da, yedirilmesini tavsiye etti.

Hz.Ali (r.a) der ki:

“-Ben harbi, darbı sever bir adamdım. Hasan doğduğu zaman, ona harb ismini koymuştum. Resûlullâh (s.a.v) geldi:

      “-Gösteriniz oğlumu, bana! Ne isim koydunuz ona?” buyurdular.

      “-Harb ismini koydum!”dedim.

      “-Hayır! O, Hasan dır!”buyurdular.

Hüseyin doğduğu zaman da, ona ben yine Harb ismini koydum.

Resûlullâh (s.a.v) geldi:

      “-Gösteriniz oğlumu bana! Ne isim koydunuz ona?” buyurdular.

      “-Harb ismini koydum!” dedim.

      “-Hayır! O, Hüseyin’dir!” buyurdu.

Üçüncü oğlum doğduğu zaman, yine ona da Harb ismini koydum.

Resûlullâh (s.a.v) geldi:

      “-Gösteriniz oğlumu bana! Ne isim koydunuz ona?” buyurdu.

      “-Harb ismini koydum!” dedim.

      “-Hayır! O, Muhsin (Muhassin)’dir!” buyurdular.

Sonra da:

      “-Ben, bunlara, Hârun Aleyhisselâm’ın oğulları olan Şebber Şebir ve Müşebbir’in isimlerini koydum!” buyurdular.

Resûlullâh (s.a.v)’in her üç torunun doğumunda Cebrâil gelip onlara koyacağı ismi Resûlullâh (s.a.v)’e bildirmişti. Nitekim, Hz.Hüseyin (r.a) doğduğu zaman, Cebrâil (a.s) gelip:

      “-Yâ Muhammed! Rabbın sana selâm söylüyor. Oğluna, şu Hârun (a.s)’ın oğlunun ismini koy!” diyor dedi.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Ey Cebrâil! Hârun’un oğlunun ismi nedir?”diye sordu.

Cebrâil (a.s):

      “-Şebir!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Benim dilim, Arapça!” buyurdu.

Cebrâil (a.s):

      “-Öyle ise, bunun Arapça karşılığı olan Hüseyin ismini koy!”

Başka bir rivâyette’de şöyle denir:

Hz.Ali (r.a) daha önce, Hz.Hasan’a, Hamza, Hz.Hüseyin’e de, Câ’fer ismini koymuştu. Resûlullâh (s.a.v) her birisi için:

      “-Bunun ismini değiştirmem bana emir olundu!” buyurmuştur.

Hz.Ali (r.a) da:

      “-Allâh ve Resûlü, daha iyi bilir!”demiştir.

Resûlullâh (s.a.v), Hz.Hüseyin’in ismini koyarlarken, kulağına ezan okudu. Hz.Hüseyin’in künyesi, Ebû Abdullah idi. Hz.Hüseyin, doğumun- un yedinci günü, sünnet ettirildi.

Hz.Ali (r.a) der ki:

      “-Hasan, Resûlullâh (s.a.v)’e göğsünden başına kadar olan kısmında, Hüseyin de, bundan aşağı olan kısmında çok benzerdi!”

Resûlullâh (s.a.v)’in amcası Hz.Abbas (r.a)’ın zevcesi Ümmü’l-Fadl, Medine’de bulunduğu günlerden bir gün, Resûlullâh’in yanına gelib:

      “-Yâ Resûlallâh! Ben, dün gece bir rüya gördüm!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v:

      “-Nedir o, gördüğün rüya?” diye sordu.

Ümmü’l-Fadl:

      “-O, çok şiddetli ve mihnetli bir rüya!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Nedir o, söyle!”buyurdular.

Ümmü’l-Fadl:

      “-Senin Cesedinden bir parçanın kesilib evime konulduğunu rüyada gördüm!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v)’de ona:

      “-Hâyır görmüşsündür İnşallâh! Kızım Fâtıma, bir oğlan çocuğu doğuracak, sende, onu, oğlun Kusem’in sütü ile emzireceksin!”buyurdu.

Gerçektende öyle oldu. Hz.Hüseyin (r.a) doğunca, Ümmü’l-Fadl, onu alıb evine götürdü, oğlu Kusem ile beraber debeleninceye kadar ona Kusem’in sütünü emzirdi.

Burada önemli tarihi bir gerçeği de belirtelim:Ümmü’l-Fadl’ın o tarih’te kendi âile bireylerinin yanında Mekke’de olması lazım geliyor. Zira onlar henüz Medine’ye hicret edememişlerdi. Ancak bu anlatılanlara bakılarak bizde şöyle bir kanaât hasıl olabilir: O tarihlerde Ümmü’l-Fadl Medine’ye yakınlarını görmek için gelmiş, uzun bir müddet Medine’de kaldıktan sonra tekrar Mekke’ye geri dönmüş olabilir? Çünkü Hz.Abbas ve Mekke’de kalan onun âile bireyleri Mekke’nin fethi sırasında en son muhacir olarak Medine’ye gelmişlerdir.

Veya; Bedir Savaşı’ndan sonra, kayınbiraderi Ebû Leheb gibi müşrik birinin ölmesine sebeb olan darbeyi başına vurub öldürmesından dolayı, yakın âile arasında bir herhangi bir olayın çıkmaması için, tedbir olarak kendisi ve kölesi Ebû Râfi’ el-Kıbti ile birlikte bir müddet gözlerden uzak tutulup bu olayın unutulması için o sıralarda Mekke’den Medine’ye gel-miş olabilir. Allâh’u Â’lem.

Ümmü’l-Fadl der ki:

“-Bir gün, Hüseyin’i alıb Resûlullâh’a götürmüştüm. Resûlullâh’ı görünce, üzerine atıldı. O da, onu alıb öptü, sevdi. Sonra, eteğine oturttu. Eteğine oturtunca, Resûlullâh’ın üzerine çişini akıttı.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Ey Ümmü’l-Fadl! Al tut oğlumu, üzerime akıttı!”buyurdular.

Bende:

      “-Resûlullâh’ın üzerine çişini akıttında üzdün O’nu!”dedim.

Ve, Hüseyin’in canını acıtacak bir tutuşla tutub boynuna hafiften vurunca, Hüseyin ağlamaya başladı.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Ey Ümmü’l-Fadl! Allâh, iyiliğini versin, Allâh, seni esirgesin! Sen, oğlumun canını acıtıb ağlatmakla, beni üzdün!”buyurdular.

Bende:

      “-İhramını giysini çıkar, başka bir elbise giy de, yıkayayım!”dedim.

Resûlullâh (s.a.v), bir gün, torunu Hz.Hüseyin’in ağladığını işitti. Hz.Hüseyin’in annesi Hz.Fâtıma’ya:

      “-Yâ Fâtıma! Kızım! Benim onun ağlamasına üzüldüğümü bilmiyor musun?”buyurdular.

Resûlullâh (s.a.v)’in Hz.Hasan ve Hüseyin’e olan sevgisi:

Resûlullâh (s.a.v), torunları Hz.Hasan ve Hüseyin’e bakıb:

      “-Allâh’ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de, sev!”diye dua etmiştir.

      “-Hasan ve Hüseyin ki, onlar, benim, dünyada kokladığım iki reyha-nımdır! Hasan ve Hüseyin’i seven beni de sevmiş, onlara kin tutan da, bana kin tutmuş olur!”

      “-Hasan ve Hüseyin, Cennetlik gençlerin iki Seyididir!” buyurdu.

Ebû Eyüb el-Ensari der ki:

      “-Bir gün Resûlullâh (s.a.v)’in huzuruna girmiştim. Torunları Hasan ile Hüseyin, önünde oynuyorlardı.”

      “-Yâ Resûlallâh! Sen, bunları çok mu seversin?”dedim.

      “-Nasıl sevmem? Bunlar benim, dünya da kokladığım iki Reyhanım’ dır!”buyurdu.

Hz.Abbas, Resûlullâh (s.a.v)’i, son hastalığında ziyarete gelmişti. Kendisinden sonra, Hz.Ali, müsaâde isteyib Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin ile birlikte içeriye girdi.

Hz.Abbas (r.a):

      “-Yâ Resûlallâh! Bunlar, senin evlatlarındır!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Evet, Amca! Onlar, Senin de, evlâtlarındır!”buyurdu.

Hz.Abbas (r.a):

      “-Ben, onları severim!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Senin, onları sevdiğin gibi, Allâh’da, Seni sevsin!”buyurdu. 1

Resûlullâh (s.a.v), bir gün cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin, güreşmeye başladılar. Resûlullâh gülerek:

      “-Hâ ğayret Hasan! Göreyim seni oğlum, yakala Hüseyin’i!”diyerek Hz.Hasan’ı kayırınca, Hz.Ali, veya Anneleri Hz.Fâtıma:

      “-Yâ Resûlallâh!Sen, Hüseyin’i kayırmalı değil miydin?!Oysa Hasan ondan daha, büyüktür?!”dediler.

Resûlullâh (s.a.v):

“-Baksanıza, şu Cebrâil de, Hüseyin’e:

      “-Hâ ğayret Hüseyin! Göreyim seni!”diyor. buyurdular.

Abdullah bin Amr anlatıyor:

“-Resûlullâh (s.a.v) Mescid de Minber üzerinde halka hitâb etmekte iken, torunu Hüseyin, dışarı çıktı. Boynunda (Annesi onu soğuktan koru-mak için) sürüklemekte olduğu bir atkı vardı. yürürken atkının üzerine basınca, yüzüstü yere yuvarlandı. Resûlullâh (s.a.v)’ın onu kaldırmak için minberden indiğini gören cemaât, çocuğu yerden kaldırarak, kendisine getirdiler. Resûlullâh (s.a.v) Hüseyin’i sırtına alarak:

      “-Kahrolası Şeytan! Doğrusu çocuk da ne kadar tatlı. Vallâhi çocuk yanıma getirilince minberden indiğimin farkına vardım!”buyurdular.

Abdullah ibn-i Mes’ud (r.a) anlatıyor:

“-Resûlullâh (s.a.v), namaz kılarlarken, secdeye varınca, Hasan ile Hüseyin (r.a), O’nun sırtına bindiler. Orada bulunanlar, çocuklara mani olmak isteyince, Resûlullâh (s.a.v) onlara dokunmamalarını işaret etti. Namazı bitirince’de onları kucağına alarak

      “-Beni seven, bu ikisini’de sevsin!” buyurdular.

Enes bin Mâlik (r.a):

“-Bir defasında Resûlullâh (s.a.v) secde ederken, Hasan ile Hüseyin gelerek sırtına binince secdeyi uzattı. orada bulunanlar:

      “-Yâ Resûlallâh! Secdeyi çok uzatmıyor musun?”dediler

Resûlullâh (s.a.v), şöyle buyurdular:

      “-Torunlarım sırtıma binince, acele etmek istemedim!”

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:

“-Resûlullâh (s.a.v), yanımıza gelmişti. Bir omuzlarında Hasan, bir omuzlarında’da, Hüseyin vardı. Resûlullâh, yanımıza gelinceye kadar bir Hasanı öpüyor, bir Hüseyini öpüyordu.

Orada bulunanlardan biri:

      “-Ey Allâh’ın Rasûlü! Onları seviyor musun?”deyince:

      “-Onları seven, beni sevmiş olur, onlara buğzeden, bana buğz etmiş olur!”buyurdular. 2

Hz.Ömer (r.a) der ki:

“-Resûlullâh, Hasan ve Hüseyini kucağına alır şöyle dua ederdi:

      “-Allâh’ın sizi şeytanlardan, zehirli hayvanlardan ve kem gözlerden korumasını niyaz ederim!” 3

Câbir bin Abdullah (r.a) der ki:

“-Hüseyin, Mescide girince, Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurdular:

      “-Cennetlik gençlerin seyyidine bakmak isteyen, şuna baksın!”

Resûlullâh (s.a.v)’in üvey oğlu Ömer bin Ebû Seleme der ki şu:

      “-Ey Ehl-i Beyt! Allâh, sizden günah kirlerini gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister!” 4

Âyeti, Ümmü Seleme’nin evinde nâzil oldu. Resûlullâh (s.a.v), kızı Fâtıma’yı, Hasan’ı, Hüseyin’i çağırdı. Onları bir örtü ile bürüyüb örttü. Tam o sırada babaları Ali, arkada geride bulunuyordu. Onu da, bir örtü ile bürüdü örttü. Sonra da:

      “-Allâh’ım! Bunlar, benim Ehl-i Beyt’imdir! Bunlardan günah kirini gider, kendilerini ter temiz yap!”diyerek dua etti.

Ümmü Seleme:

      “-Yâ Nebiyyallâh! Ben de, onlarla birlikte miyim?”diye sordu.

Resûlullâh (s.a.v) ona:

      “-Sen, yerindesin ve bana hayırlısın!”buyurdu.

Hz.Âişe (r.a)’da, bu hadiseyi şöyle anlatır:

“-Resûlullâh (s.a.v), bir sabah, siyah kıldan dokunmuş, Yemen işi, nakışlı, bir örtü bulunduğu halde, erkenden çıkınca, yanına Hasan bin Ali geldi. Onu, hemen örtüsünün içine aldı. Sonra, Hüseyin bin Ali geldi. Onu da, yanına aldı. Sonra, kızı Fâtıma geldi. Onu da, örtünün içine aldı Daha sonra, Ali geldi. Onu da, örtüsünün içine aldıktan sonra:

      “-Ey Ehl-i Beyt! Allâh, sizden günah kirini gidermek ve sizi, ter temiz yapmak ister!” âyetini okudu. 5

Resûlullâh (s.a.v)’in;

Hz.Ali, Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin İçin:

      “-Ben, bunlarla sulh olanlarla sulh olurum, çarpışanlarla da, çarpışı- rım!”buyurduğu rivayet edilir. 6

Resûlullâh (s.a.v)’ın hanımı Ümmü Seleme (r.a) anlatıyor:

“-Resûlullâh (s.a.v), kızı Fâtıma’ya:

      “-Kocanı ve iki oğlunu bana getir!”dedi.

Fâtıma (r.a) onları getirince Resûlullâh (s.a.v), Hayber ğanimetlerin-den hisseme düşen altımdaki kumaş parçasını onların altlarına serdi daha sonra’da şöyle dedi:

      “-Allâh’ım! Bunlar Muhammed’in Âilesi’dir. İbrahim (a.s)’ın Âile-sin’den esirgemediğin gibi, Muhammed’in Âilesinden de, Rahmetini ve Bereketini esirgeme. Sen, Hamd’e layık ve yücesin!”

Ebû Ammar anlatıyor:

“-Vâsil’e bin Eska’nın yanında oturuyordum. Orada bulunan Harici-ler, Ali (r.a)’ın adı anılınca ona küfrettiler. Onlar kalkınca Vasil’e bana:

      “-Otur! Ali (r.a)’a küfreden Haricilerin durumu hakkında sana bir şey anlatacağım!”dedi ve anlattı:

“-Bir gün Resûlullâh (s.a.v)’ın yanında oturuyordum. O, sırada Ali, Fâtıma, Hasan, ve Hüseyin (r.a) geldiler. Resûlullâh (s.a.v) hemen onların altlarına abasını serdi ve şöyle dua ettiler:

      “-Allâh’ım! Ehl-i Beyt’imi koru! Onları maddi ve manevi kirlerden temizle!”bunun üzerine ben:

      “-Yâ Resûlallâh! Benim içinde dua et!”dedim:

      “-Seni’de!”dedi.

      “-Vallâhi, en çok güvendiğim ve en umutlandığım şey, Resûlullâh (s.a.v)’ın işte bu duasıdır!” 7

Resûlullâh (s.a.v) bir gün Mescid’inde hutbe irad ederken, Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin’in kırmızı gömleklerini giymiş oldukları halde, iki tarafa baka baka kendisine doğru yavaş yavaş yürüyüb geldiklerini görünce, hutbesini kesti. Minberden indi. Onları önüne oturttuktan sonra:

      “-Yüce Allâh, ne kadar doğru buyurmuş!”diyerek.

      “-Mallarınız ve evlâtlarınız, sizin için, hiç şübhesiz bir imtihan, ve mihnettir!” Âyetini okudu. 8

“-Resûlullâh her iki torununu da seviyordu. Aralarında hiç bir ayrım gözetmiyordu. Her ikisi de bir şey istediğinde önce kim istediyse ona veriyordu. Bir gün yine torunlarını görmek onları sevmek için gelmişti. Uyuyorlardı. O sırada Hz.Hasan uyandı. Süt istedi. Evde bir koyun vardı. Fakat sütü çok azdı. Resûlullâh, koyunun yanına gitti. Onu sağdı. Koyun bol süt verdi. Sütü Hz.Hasan’a vermek üzereyken, Hz.Hüseyin’de uyandı. Süt istedi. Resûlullâh (s.a.v) elindeki sütü Hasan’a verdi.

Hz.Fâtıma (r.a) şöyle sordu:

      “-Yâ Resûlallâh! Her halde Hasan’ı daha çok seviyorsunuz?!”

Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurdular:

      “-İkisini de aynı derecede seviyorum. Fakat, Hasan, önce istemişti!”

Bir gün Resûlullâh (s.a.v), ashabıyla sohbet ederken Ümmü Eymen geldi. Oldukça heyecanlıydı.

      “-Yâ Resûlallah! Hasan ve Hüseyin kayboldu. Bütün aramalarımıza rağmen onları bulamadık!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v), Sahabelere:

      “-Kalkın, çocuklarımı arayın!”buyurdu.

Onlardan her biri bir yöne gittiler. Resûlullâh (s.a.v)’de Hz.Selmân-ı Fârisi ile gitti. Bir dağ tepesine vardıklarında Hz.Hasan ve Hüseyin’i gör-düler. Birbirlerine sarılmış vaziyette öylece duruyorlardı. Bir yılan onla-rın hemen yanı başlarında duruyor. Ağzından korku saçıyordu. Resûlullâh hemen koştu. Yılan oradan uzaklaştı. Bir deliğe sağılı verdi. Resûlullâh sevgili torunlarının yanına gitti. Onları okşadı ve şöyle buyurdular:

      “-Anam babam size fedâ olsun. Bu size Allâh’ın bir lütfu!”

Sonrada birini sağ omzuna birinide sol omzuna aldı. Bunu gören Selmân-ı Fârisi (r.a):

      “-Ne mutlu size bineğiniz ne güzel!”dedi.

Resûlullâh (s.a.v) ise:

      “-Binenlerde güzel. Babası ise onlardan daha üstün!”buyurdular.

Başka bir rivayette ise Resûlullâh (s.a.v):

      “-Hasan ve Hüseyin benim oğullarımdır. Onları seven beni sevmiş olur. Beni Seven Allâh’ı sever. Allâh kimi severse onu Cennete koyar. Kim, onları sevmez onlara kötülük ederse bana düşmanlık etmiş olur. Bana düşmanlık edeni de, yüce Allâh sevmez. Yüce Allâh kimi sevmezse onu Cehenneme koyar!”

Resûlullâh (s.a.v), Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin için:

      “-Size harb açana ben de harb açarım. Sizinle sulh içerisinde olanla ben de sulh içerisinde olurum!”

Ebû Hüreyre (r.a) den:

“-Mervan, son hastalığında Ebû Hüreyre’nin ziyaretine gitmişti ona:

      “-Seninle tanıştığımdan beri Hasan’la, Hüseyin’i sevdiğine kızdığım kadar sana hiç kızmadım!”dedi.

Ebû Hüreyre (r.a) sıçrayarak kalktı, oturdu ve şöyle dedi:

“-Ben, bizzat şahid oldum. Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Biraz yürüdükten sonra Resûlullâh (s.a.v) Hasan ve Hüseyin’in ağladıklarını duydu. Yanlarında annelerı Fâtıma’da vardı. Resûlullâh (s.a.v) derhal yanlarına koştu:

      “-Yavrularıma ne oldu?” diye sordu.

Anneleri :

      “-Susuzluktan ağlıyorlar!”

Resûlullâh (s.a.v) su tulumunu yokladı, aksi gibi o gün de çok sıcak ve su kıttı, herkes şöyle böyle idare ediyordu.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Yanında su olan var mı?”diye seslendi.

Herkes su tulumunu yokladı, fakat hiç kimsede bir damla dahi su bulunamadı. Bunun üzerine kızı Fâtıma’ya:

      “-Çocukların birini getir!”dedi.

Fâtıma çadırın altından çocuğu uzattı. Bileklerine kadar ellerinin beyazlığını gördüm. Resûllulâh (s.a.v) ağlayan o çocuğu aldı, göğsüne bastırdı. Çocuk susmuyor hala ağlıyordu. Resûlullâh (s.a.v) dilini çıkardı. Hasan onu emmeye başladı ve susuncaya kadarda emdi. Bir daha ağla-dığını işitmedim. Hüseyin ise hala ağlıyordu.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Onu da bana getirin!”dedi.

Hz.Fâtıma onu da uzattı. Resûlullâh aynı şeyleri ona da yaptı. Biraz sonra Hüseyin’inde sesi işitilmez oldu. Bu olaylardan hemen sonra, Resûlullâh (s.a.v), bize:

      “-Haydi yürüyün!”dedi.

Biz, topluluktan sağa sola dağılılıb gittik. Resûlullâh (s.a.v) bizden sonra geldi. Resûlullâh (s.a.v.)’in onlara bu muamelesini gördükten sonra, ben onları nasıl sevmem?” 9

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:

“-Resûlullâh (s.a.v) ile yatsı namazını kılıyorduk. Resûlullâh (s.a.v) secdeye vardığı zaman Hasan ile Hüseyin dedelerinin sırtına sıçradılar. Resûlullâh (s.a.v) başını secdeden kaldırdı, onları incitmeden tutarak sırt-ından yavaşça indirdi. İkinci secdeye gittiği zaman onlar tekrar dedeleri Resûlullâh’ın sırtına bindiler. Resûlullâh namazı bitirince onları dizlerine oturttu. Ben kalkıb Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelerek:

      “-Yâ Resûlallâh! Onları Annelerine götüreyim mi?”dedim.

O sırada bir şimşek çaktı. Resûlullâh (s.a.v) onlara:

      “-Haydi Annenize gidin!”dedi.

Çocuklar evlerine varıncaya kadar şimşeğin aydınlığı devam etti!”

Başka bir rivâyette ise gecenin karanlık olduğu da zikredilmektedir. 10

Hz.Hasan ve Hüseyin’in çocukluğu Resûlullâh (s.a.v)’in derin sevgi ve şefkatiyle çok uzun müddet devam etmedi. Zira, Hz.Hüseyin, Hicretin onbirinci yılının başında Miladi 632 yılında 6-7 yaşlarında başta dedesi Resûlullâh (s.a.v), altı ay sonra da Annesi Hz.Fâtıma vefat edince gerçek olarak onlardan yana yetim kaldı. Babası Hz.Ali’nın vesâyetinde büyüdü.

Fakat Müslümanlar, her devirde onlara karşı yapılması lazım gelen sevgi saygı ve hürmetlerini hiç eksilmeden daima taru taze olarak devam ettirmişler, ve kıyamete kadar da bu şerefli sevgi ve sayğıyı devam ettire-ceklerdir. Hz.Hasan ve Hüseyin (r.a) ile birlikte tabiin’in ilerde gelenler-inden Ebû Abdurrahman es-Sülemi’den kıraat öğrenmişlerdi. Hz.Hüseyin dedesiyle annesinden ve babasından, ayrıca Hz.Ömer’den ve diğer bazı sahabelerden sekiz hadis rivâyet etmiştir.

Abdurrahman bin el-İsfahani’den:

“-Resûlullâh (s.a.v)’ın vefat ettiği ve Ebû Bekr (r.a)’ın hilafetinin ilk Cuma günü Mescid’de cemaâte hutbe okuyordu. Ebû Bekr (r.a) minberde iken Hz.Ali’nin oğlu Hz.Hasan geldi ve:

      “-Babamın yerinden in!”dedi.

Halife Ebû Bekr (r.a):

      “-Doğru söyledin! Orası senin baban’ın yeridir! Benim babam’ın minberi yoktur!”dedi ve çocuğu kucağına alarak ağladı.

Hz.Ali (r.a):

      “-Vallâhi çocuğu ben öğütlemiş değilim!”dedi.

Ebû Bekr (r.a):

      “-Biliyorum, zaten seni de itham etmiyorum o doğru söylüyor!”dedi.

Hz.Ebû Bekr (r.a)’in vefatından sonra ikinci halife olarak seçilen Hz.Ömer devrinde bu defa heniüz çocuk hükmünde olan Hz.Hüseyin (r.a) ikinci halife Hz.Ömer (r.a) hutbe okurken babası Hz.Ali (r.a) ile beraber Mescide geldiler. Hz.Hüseyin doğruca halife Hz.Ömer’e giderek:

      “-Babamın yerinden in!”dedi.

Hz.Ömer, bu sözün karşısında:

      “-Doğrusun, yâ Hüseyin! Minber Babanın’dır. Benim babamın min-beri yok! Sana, bunu kim öğretti?”diye sordu.

O sırada oturmakta olan babası Hz.Ali, ayağa kalkarak:

      “-Vallâhi ona, bunu kimse öğretmedi. Sana ben sorarım yaramaz!” deyince, Hz.Hüseyin ağlamaya başladı. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a):

      “-Yâ Ali yeğenime dokunma! O doğru söylüyor. Bu onun babasının minberidir!”dedi. Hz.Hüseyin kendisi de bunun aynısını anlatır. 11

Hz.Hüseyin’in nasıl yetiştirildiği hakkında elimizde geniş bir bilgi bulunmamaktadır. Hz.Hüseyin de ağabeyi Hz.Hasan gibi ilk iki halife döneminde cerayan eden önemli olaylarda yaşlarından dolayı aktif olarak yer almadılar. Hz.Ömer (r.a) zamanında Hz.Hüseyin, Medine’de ikamet etmekte idi. Hicri 15. Miladi 636 yılında Hz.Ömer’in teşkil etmiş olduğu yüce divan, Hz.Hüseyin’e Bedir Ashabı kadar yıllık bir tahsisat vermeyi kararlaştırmıştı.

Hz.Osman zamanında Hicri 30. Miladi 650 yılında Said bin Âs’ın Kûfe’den Horasan’a yapmış olduğu seferde ordu içinde Hz.Hüseyin ve ağabeyi bulunmakta idi. Bu seferden beş yıl sonra, Hicretin 35. yılında Hz.Osman (r.a)’ın şehâdeti ile neticelenen olayda Hz.Ali, her iki oğlunu Hz.Osman’ın evine göndererek onu savunmalarını istemiştir. Âsilerin isyanda muvaffak olmaları üzerine kızan Hz.Ali, büyük oğlu Hasan’ı tok-atlamış ve küçük oğlu Hüseyin’in göğsüne vurarak acı sözler söylemiştir.

Hz.Hüseyin, Hz.Osman’ın şahadetinden sonra babası ile birlikte Kûfe’ye gitti. Babasının yanında onun iştirak etmiş olduğu bütün seferlere iştirak etti. Bu arada Sıffın Savaşı’nda, babasını arkasından vurmak isteyen bir Emevi kölesini, kardeşi Muhammed ile birlikte öldürdü.

Babası Hz.Ali’nin Hicri 40. Miladi 661 yılında şehâdetinden sonra Hz.Hüseyin ikinci planda kaldı. Bunun sebebi, ise Hz.Ali ölüm anında iken kendisine, Ağabeyi Hasan’a itaat etmesini öğütlemesidir. Hz.Hasan (r.a.), Emevilerle anlaşıb hilafeti bırakması olayını Hz.Hüseyin’e bildirdiğinde, Hz.Hüseyin itiraz edecek gibi oldu ise de, aldığı terbiyeden ve abisine olan sevgi ve hürmetinden dolayı sesini çıkaramadı ve ağabeyi ile birlikte Medine’ye döndü. Medine’de uzun müddet sesini çıkarmayarak ibadet zühd ve takva ile meşgul oldu.

Bu arada Hz.Hasan Muâviye ile anlaşmaya karar verdiği zaman ona karşı çıkmak istediyse de bu itirazının red edilmesi üzerine vazgeçtiğide söylenir. Ve kardeşi ile birlikde Medine’ye gelib yerleşti. Daha sonra Hüseyin (r.a) bu andlaşma dolaysıyla Muâviye’nin tahsis ettiği yıllık iki milyon dirhemi onun vefatına kadar aldı. Daima ağabeyi Hasan’ın yanın-da bulundu. Hz.Hasan’ın şehadetinden sonra ki zamanlarda ise Hz.Hüseyin ön plan da yer almaya başladı.

Hz.Hasan (r.a)’ın vefatından sonra ise Yezid bin Muâviye’nin hilafet makamına gelişi olan Hicri 60. Miladi 680 yıllarına kadar, kendini ibâdete vererek zühd ve takvâya dayalı bir hayat sürdürdü. Hz.Hüseyin’e ağabe-yinin vefâtı üzerine İmam sıfatıyla biat edildiğine veya onun Muâviye aleyhine faâliyette bulunduğuna yahut kendi imâmeti için harekete geçti-ğine dair ilk Sünni ve Şii kaynaklarında herhangi bir rivâyete rastlanmaz. Tam aksine, bu husustaki birtakım oluşumlara kıpırdanışlara fırsat bile vermediği söylenir.

Meselâ kardeşi Hz.Hasan’ın vefat haberi Kûfe’ye ulaşınca taraftar-ları Hz.Hüseyin’e babasıyla ağabeyi Hasan’ın intikamını almak için onun emrini beklediklerini bildiren bir mektub göndermişlerdi. Hicri 51. Miladi 671yıllarında sahabeden Hucr bin Adi (r.a)’in Muâviye bin Ebû Süfyân’ın emri ile başlatılan camilerde Hz.Ali’ye hakaret etme faâliyetine karşı çıktığı için zindanda öldürülmesi üzerine Kûfe’nin ileri gelenlerinden bir kişi hem bu haberi iletmek hem de Hz.Hüseyin’i Kûfe’ye alıp getirmek amacıyla Medine’ye gitmiş, durumdan haberdar olan Muâviye bin Ebû Süfyan Hz.Hüseyin’e fitne çıkarmak isteyen kimselere fırsat vermemesi konusunda tavsiyede bulunmuş, o da cevâbi mektubunda:

      “-Seninle savaşmak ve sana karşı çıkmak niyetinde değilim!”dedi.

Bununla birlikte Hz.Hüseyin’in Muâviye’ye karşı takındığı olumlu tavrı Hicri 56. Miladi 676 yılından sonra değiştirdiği muhakkaktır: çünkü bu yılda Muâviye’nin oğlu Yezid’e biat edilmesini istemesi, verilen sözün tutulmaması pek çok Müslüman gibi Hz.Hüseyin’i de rahatsız etmiştir.

Hz.Hüseyin’in Şehâdeti Hakkındaki Müşahade ve İhbarlar:

Resûlullâh (s.a.v)’in zevcesi Ümmü Seleme (r.a) der ki:

      “-Resûlullâh (s.a.v), bir gün yanı üzerine yattı. Kaygılı ve üzüntülü olarak uyandı. Yine uyudu. Sonra uyandı. Avucunda kırmızı bir toprak bulunuyor ve onu öpüyordu!”

      “-Nedir bu?”diye sordum.

      “-Hüseyin için, Cebrâil, onun Irak toprağında öleceğini bana haber verdi! Bu da, oranın toprağıdır!”buyurdular.

Hz.Hüseyin’in şehid edileceği yerden Cebrâil’in getirdiği toprağın Kerbelâ toprağı olduğu, Resûlullâh (s.a.v)’in, bu yeri Kerb’ü-Belâ, tasa ve belâ yeri diye vasıflandırdığı da, rivâyet edilir.

Enes bin Mâlik’den gelen bir rivâyete göre de:

“-Yağmur Meleği veya (Cebrâil) Rabbin’den izin alarak Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelir.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Ey Ümmü Seleme! Kapıyı, üzerimize kapa, yanımıza, kimseyi bırakma!”buyururlar.

O sırada, Hz.Hüseyin, koşarak kapıya gelir. Hz.Ümmü Seleme, onu, içeri bırakmaz. Fakat, Hz.Hüseyin, kapıyı zorlayıb içeri dalar. Kendisini, Resûlullâh (s.a.v)’in kucağına atıverir. Resûlullâh (s.a.v), onu, boynuna, omzuna alır, koklar, öper, sever.

Melek, Resûlullâh (s.a.v)’e:

      “-Onu, çok mu seversin?” diye sorar.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Evet!” buyurur.

Melek:

      “-İyi amma, Ümmetin, onu, öldürecektir!”der.

Resûlullâh (s.a.v) hayretle:

      “-Demek, onu, öldürecek olanlar Mü’minler hâ?!” buyurur.

Cebrâil (a.s):

      “-Evet! İstersen, onun öldüreceği yeri de, Sana göstereyim?”der.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Olur!”buyurunca,

Melek, getirdiği bir avuç ıslak, kızıl toprağı, Resûlullâh (s.a.v)’e gösterir. Hz.Ümmü Seleme (r.a)’de, onu alıb elbisesinin eteğine koyar. Resûlullâh’in bu husustaki ihbar ve müşâhedeleri, kendisinin vefatından 50 yıl sonra, Irak Kerbelâ’da cereyan eden facia ile gerçekleşmiştir. 12

Kerbelâ Fâciası:

Muâviye bin Ebi Süfyan, Hicretin 60. yılın Receb ayının ortalarında Şâm’da vefat etti. Bunun üzerine Şamlılar, Muâviye bin Ebi Süfyan’ın oğlu Yezid bin Muâviye’ye biat ettiler.

Yezid, dört kişi den çok çekinirdi. Bunlar: Hz.Hüseyin, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah ibn-i Ömer ve Abdullah ibn-i Abbas (r.a)’dan başka çekincesi yoktu. Yezid, Receb ayı içinde Dımaşk’a (Şam’a) dönünce, Medine Valisi Velid bin Utbe bin Ebi Süfyân’a şöyle yazdı:

      “-Yazım sana geldiği zaman, hemen Hüseyin bin Ali, ile Abdullah bin Zübeyr’i buldur. Onların, bey’atlarını al! Eğer bey’at’dan kaçınırlarsa, boyunlarını vur, başlarını bana gönder! Halkın’da bey’atını al. Bey’attan kaçınanlar hakkında, Hüseyin bin Ali ve Abdullah bin Zübeyr hakkında olduğu üzere, hükmü yerine getir, vesselâm!”

Belâzüri’ye göre:

“-Mektubda, Hz.Hüseyin ile Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah bin Ömer’in zorla bey’atlarının alınması, bu hususta aslâ gevşeklik ve yumu-şaklık gösterilmemesi emredilmişti. Yezid’in emirnâmesi gelince, Medine valisi Velid, bir fitne ve karışıklık çıkmasından korktu. O zaman, araları açık bulunan Mervan’ı çağırttı. Mektubu, ona okudu, ne yapmasını ne gerektiğini ona danıştı.

Mervan:

      “-Abdullah bin Ömer ile Abdurrahman bin Ebi Bekr, veya Abdullah İbn-i Abbas bu hilâfet işinden bir şeye pek istekli olamazlar. Hüseyin bin Ali ile Abdullah bin Zübeyr’e gelince: Adam gönderib çağırt ve onların, Yezid’e bey’atlarını al. Bey’at etmezlerse Muâviye’nin ölüm haberi etrafa yayılmadan önce, boyunlarını vur! Yoksa, onlardan her biri bir tarafa çekilir, muhalefete başlarlar!”dedi.

Dessas Mervan bunu şu şeytani desise ile planlamıştı: Halk adları geçen bu adamların kellelerinin vurdurulma olayını Muâviyenin yaptığını sanır. Nasıl olsa Muâviye’de ölmüştür. Olay iki sultan arasında o yaptı ben yapmadım tartışmalarıyla arada kaynar gider. Kaç gün sonra millet bu olayı unutur gider olayın üstü de küllenir. Emevi saltanatı rahat rahat her bildiğini din adına yapmak için bu adamlardan kurtulmuş olur.

Medine valisi Velid bin Utbe bin Ebi Süfyan, Abdullah bin Amr, bin Osman’la onlara haber gönderdi. O sırada, Hz.Hüseyin ile Abdullah bin Zübeyr, Resûlullâh’ın Mescid’inde oturuyorlar dı.

Abdullah bin Amr:

      “-Vali sizi çağırıyor!”dedi.

Ona:

      “-Sen, git izin sıra geliriz!”dediler.

Abdullah bin Zübeyr, Hz.Hüseyin’e:

      “-Sence, bu saatte adam gönderib çağrılmamızın sebebi ne olabilir?” diye sordu.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Sanırım ki; Muâviye ölmüştür. Bey’at için çağırılıyoruz!”dedi.

Abdullah bin Zübeyr (r.a):

      “-Ben, bundan başka bir maksat bulunduğunu sanıyorum?”dedi.

Mescid’den ayrılıb evlerine gittiler. Abdullah bin Zübeyr, Cumartesi gecesi, kardeşi Câ’fer bin Zübeyr ile birlikte gizlice Mekke’ye gittiler. Sabah olunca, Medine valisi Velid, onu çok arattı, fakat bulduramadı. Arkasından 30 atlı gönderdi ise de, ele geçiremediler.

Hz.Hüseyin, azadlı köleleriyle oğullarından bazılarını yanına alarak Vâli konağına doğru ilerledi. Yanındaki gençlere, kapıda oturmalarını, sesini işitir işitmez içeri dalmalarını emrettikten sonra, kendisi, Velid’in yanına girdi. Velid’in yanında Mervan, oturuyordu. Hüseyin de, Velid’in öbür yanına oturdu. Vali Velid, Yezid’in mektubunu okuduktan sonra, Hz.Hüseyin’i, Yezid’e bey’at etmeye davet etti.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Benim gibi bir adam, gizli olarak bey’at etmez! Zaten, halk önün- de açıklanmadıkça, bu bey’ata sen de, razı olmazsın. Halkı bey’ata davet ettiğin zaman, bizi de, çağırırsın!”dedi.

Velid, sulh ve iyilik adamı idi:

      “-Peki, şimdi evine dön. Halk bey’at için toplandığı zaman, onlarla birlikte gelir, bey’at edersin!” dedi.

Mervan:

      “-Eğer, bu şimdi senin yanından ayrılacak olursa, onu, bir daha ele geçirmeğe kadir olamazsın. Hattâ, onunla senin aranda çarpışmalar olur. En iyisi bu adamı habset. Yanından ayrılıb gitmeden ya bey’at eder, yahut boynunu vurursun!”dedi.

Hz.Hüseyin yerinden sıçradı ve:

      “-Yalan söyledin! Vallahi, sen iyice alçaklaştın! Benim boynumu vurmaya ne sen kadir olabilirsin, ne de o!”diyerek Velid’in yanından çıkıp gitti.

Mervan, Velid’e:

      “-Sen, benim sözümü dinlemedin. Vallahi, sen böyle bir fırsatı bir daha hiçbir zaman ele geçiremezsin!”dedi.

Velid bin Utbe ise:

“-Yazıklar olsun sana! Sen, bana, Resûlullâh’ın kızı Fâtıma’nın oğlu Hüseyin’i öldürme mi telkin ve teklif etmek istiyorsun? Ey Mervan! Sen, benim dinimi yıkacak bir şeye teşebbüs etmemi istiyorsun! Vallahi, Hüseyin’i öldürünce, dünyanın her tarafına, üzerine güneşin doğub battığı bütün dünya mal ve mülküne mâlik olacağımı bilsem, yine onu öldürmeyi arzu etmem! Sübhanallâh:

      “-Bey’at etmem!”dedi, diye Hüseyin’i mi öldüreyim? Vallahi bu işi yapmaktan doğacak sorumluluk, Kıyamet günü Allâh katında Mizan’da, Hüseyin’in kanına girmenin günahından daha hafiftir! Hem onun kanı korunmuştur?!”dedi.

Mervan, Velid’in görüşünü hiç beğenmediği halde, ona:

      “-Senin bu husustaki görüşün ve yaptığın yerindedir!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a), işin tehlikeli bir safhaya girdiğini görünce, gece karanlığından faydalanarak bütün ev halkıyla birlikte Mekke’ye gitti. Mekkeliler Hz.Hüseyin’in başına toplandılar.

Kûfelilerin Hz.Hüseyin’i Küfe’ye Daveti :

Kufeliler, Muâviye bin Ebi Süfyan’ın vefat ettiğini, Hz.Hüseyin’in de, Mekke’ye gittiğini haber alınca, Ehl-i Beyt taraftarlarından bir cemaât Süleyman bin Surad’ın Kûfede ki evinde toplandılar. Hz.Hüseyin (r.a)’i Kûfe’ye davete karar verdiler.

Kûfe’ye geldiği takdirde, kedisine itaat ve bey’at edeceklerini, Kufe valisini de, Kûfe’den kovacaklarını yazdılar. Yazdıkları bu mektubu, iki kişiyle birlikte Mekke’ye gönderdiler. Gönderdikleri elçiler ve mektublar, birbirini takib etti Kufe’liler, gönderdikleri mektublarında, Hz.Hüseyin’e:

      “-Biz, kendimizi senin bey’atına bağladık. Senin yanında ölmeyi göze aldık! Senin yüzünden Cuma’da, ve cemaatte bulunmamaktayız! Hemen yanımıza gel! Haydi gel artık! Bütün halk Seni gözlüyor, onların, Senden başka İmamları yok! Acele, acele gel! Vesselam!”

      “-Senin geleceğini haber alacak olursak, biz, seni hemen karşılamağa çıkar, Sana Şam’da kavuşuruz İnşallâh! Senin yanında yüz bin kişi bulu-nacaktır!”demekte idiler.

Kûfelilerin Kabile reislerinden Şebeb bin Rib’i, Haccar bin Ebcer, Yezid bin Hâris, Yezid bin Rüveym, Azre bin Kays, Amr bin Haccac ve Muhammed bin Umeyrü’t-Temimi de, birlikte yazdıkları mektuplarında:

      “-Her taraf yeşerdi. Meyvalar yetişti. Kuyuların suyu çoğaldı. İstedi-ğin zaman gel! Senin için asker ve yardımcılar hazırlanmıştır!” diyorlardı.

Basralı Ehl-i Beyt taraftarları’da, toplantılar yapmışlar, bazıları Mekke’ye kadar gelib Hz.Hüseyin’i Basra’ya gelmeye dâvet etmişlerdi. Hz.Hüseyine gelen Mektublar bir heybe dolusu idi.

Hz.Hüseyin’in Kûfelilere Cevabı :

Hz.Hüseyin, Kûfelilerin hepsine bir mektub yazdı. Ve Besmele ile başladığı mektubunda şöyle dedi:

“-Hüseyin bin Ali’den, Kûfe’de bu mektubum kendisine erişecek bana dost, taraftar, ve bağlı olanlara! Selâmün Aleyküm! Bundan sonra derim ki:

      “-Gönderdiğiniz mektuplarınız bana geldi. Sözlerinizden, yanınıza geldiğim zaman, sevineceğinizi, bana sevgi göstereceğinizi anladım. Amcamın oğlu, kardeşim ve âilem halkından güvendiğim Müslim bin Akil’i size gönderiyorum. O, benim için sizin işinizin mâhiyetini öğrenecek, cemaâtınız hakkında kendisine belli olacak şeyleri bana yazacaktır. Eğer, iş; bana gelen mektublarda olduğu üzere ve elçilerinizin bana bildirdiği gibi ise, yanınıza gelmekte acele edeceğim İnşallâh! Vesselam!”

Hz.Hüseyin, Müslim bin Akil’e:

      “-Ey amcamın oğlu! Seni, Kûfe’ye göndereceğim. Kûfelilerin görüş-lerinin hangi noktada toplandığına bak. Eğer, onlar bana gönderdikleri mektublarında oldukları üzere iseler, bana acele yaz, yanına gelmekte acele edeyim. Eğer durum başka olursa, sen geri dönmekte acele et!”dedi.

Müslim bin Akil Kûfe’ye vardı. Orada, Muhtar bin Ebi Ubeyde’nin evine indi. Ehl-i Beyt taraftarları olan Kûfeliler, Müslim’in başına toplan-dılar. Müslüm, Hz.Hüseyin’in mektubunu onlara okudu. Haber Kûfe’ye yayıldı. Yezid’in Kûfe Vâlisi Nû’man bin Beşir, yumuşak tabiatlı ve sulh adamı idi. Bu işin üzerinde pek durmadı. Yezid’in Kûfe’deki iki sadık câsusu, onun bu halini Yezid’e yazdılar. Onun yerine acele başka bir vali göndermesini istediler.

Yezid bin Muâviye, Hz.Hüseyin’in Kufe’ye doğru yola çıktığını da, haber almıştı. Kûfe Vâlisi Nû’man bin Beşir’i azletti. Kûfe Vâliliğini, Basra Vâlisi Ubeydullâh bin Ziyad’a ek vazife olarak verdi. Yezid Kûfe Vâliliğinde görevlendirdiği İbn-i Ziyad’a gönderdiği yazıda:

      “-İki kanadın varsa, kanatlan, Kûfe’ye uç! Hüseyin hakkında yapıla-cak iş: Ele geçirilib azadlanmak, yahut bir köle olarak geldiği yere geri çevrilmektir!”dedi.

Yezid’in, İbn-i Ziyad’a verdiği emirde şöyle dediği de, bildiriyor:

      “-Haber aldığıma göre: Kûfe’liler, yanlarına gelmesi için Hüseyin’e yazmışlar. Hüseyin de, Mekke’den ayrılıb onlara doğru hareket etmiştir. Beldeler arasında senin belden, günler arasında senin günün onunla belâ-lanmıştır! Sen, yâ onu öldürürsün! Yahut, bize bağlanmış olan âile neseb-inden kesilerek kendi nesebine köle, babana döndürülürsün! Sen, yok edilmekten de, sakın!”

Yezid, yazısında, Müslim bin Akil’i ele geçirinceye kadar define arar gibi arayıp buldurarak öldürülmesini, yahut sürgün etmesini de, İbn-i Ziyad’a emretmişti.

Hz.Hüseyin, Basralılardan kendisine taraftar olanlara da, bir mektub yazıp Selmân adındaki azadlı kölesiyle göndermiş ve mektubunda şöyle demişti:

      “-Bismillahirrahmanirrahim”

Hüseyin bin Ali’den, Mâlik bin Misma’, Ahnef bin Kays, Münzir bin Cârud, Mes’ûd bin Amr, Kays bin Heysem’e! Selâmün Aleyküm! Bundan sonra derim ki: Ben, sizleri, hak ve gerçek yolun nişan ve âlametlerini diriltmeğe, bid’at ve delâletleri yok etmeğe dâvet ediyorum. Dâvetime icabet edersiniz, doğru yolu bulursunuz. Vesselam!”

Bu mektub, Basra’daki Ehl-i Beyt taraftarlarına gelince, Münzir bin Cârud’dan başka hepsi onu gizli tuttular. Münzir ise, onu açıkladı. Çünkü, kızı Hind’i, Basra vâlisi İbn-i Ziyad’la evlendirmiş bulunuyordu. Münzir İbn-i Ziyad’ın yanına giderek gelen mektubu ve içinde yazılanı ona haber verdi. İbn-i Ziyad’da, Hz.Hüseyin’in elçisinin aranmasını emretti. Aradı-lar ve onu bulub getirdiler. Selmân’ın boynu vuruldu.

İbn-i Ziyad, Basralıları Ulu Cami de toplattı. Minbere çıkarak:

      “-Ey Basralılar! Mü’minlerin Emiri, beni, Basra ile birlikte Kûfe’ye de, Vâli tayin etti. Ben, oraya gidiyorum. Kardeşim Osman bin Ziyad’ı yerime vekil bıraktım. Her hangi birinizin ona muhalefet ettiğinizi veya yalan haber verdiğinizi işitirsem, kendisinden başka ilah olmayan Allâh’a and olsun ki, onu da onun velisini de, öldürür, sizi yola getirinceye kadar, yakın uzak; sıhhatli, sıhhatsiz demeyib yakalar, hesaba çekerim!”diyerek tehditlerde bulunduktan sonra minberden indi. Camiden çıkıp gitti.

İbn-i Ziyad, yanında Basralılar’ın eşrafından Şerik bin Âver ile Münzir bin Cârud’u alarak Kûfe’ye hareket etti. Kûfe’ye gireceği sırada, başını bir baş örtüsüyle sarmış bulunuyordu. Halk, Hz.Hüseyin’in Kûfeye geleceğini işitmiş, gelmesini bekleşib duruyorlardı. İbn-i Ziyad’ın adamlarıyla birlikte yanlarından geçmekte olduğunu görünce, halk onu, Hz.Hüseyin sanarak ayağa kalktılar.

      “-Buyur! Hoş geldin Resûlullâh’ın oğlu. Allâh’a şükür ki, Seni bize gösterdi!”demekte, İbn-i Ziyad’ın ellerini, ayaklarını öpmekte idiler.

İbn-i Ziyad, Vâli Köşküne vardı. Orada eski Vâli Nû’man bin Beşir bulunuyordu. Nû’man bin Beşir, köşkün damına çıkıb İbn-i Ziyad’a:

      “-Ey Resûlullâh’ın oğlu! Sen, benim yanıma ne diye, ne için geldin? Beldeler arasında benim beldemi seçmekteki maksadın nedir?”diye sordu.

İbn-i Ziyad:

      “-Uykun uzasın ey kör adam!”deyib ağız ve burnunu örttüğü örtüyü açınca, Nû’man bin Beşir, onu tanıdı ve kapıyı açtı. Halk:

      “-Mercane’nin oğlu imiş!”diyerek bağrıştılar ve onu çakıl taşlarıyla taşladılar. İbn-i Ziyad da, köşke girdi. İbn-i Ziyad, Kûfe’nin Ulu Camiine gitti. Halkı topladı. Minbere çıktı.

      “-Ey Kûfeliler! Mü’minlerin Emiri, beni, sizin şehrinize Vâli tayin etti. Harb ğanimetleri kendi aranızda eşit bölüştürülecektir. Mü’minlerin Emiri, mazlumlarınıza insâf ve adaletle Muamele etmemi, beni dinleyen ve bana itaat edenlerinize ihsanda bulunmamı, âsi olanlara, şüphe ve tereddüt içinde bulunanlara karşı ise, şiddetli ve sert davranmamı bana emretti. Ben, onun emrini sonuna kadar yerine getireceğim. Ben, sizin itaatlılarınıza karşı şefkatli bir baba, aykırı hareket edenlerinize karşı da, ıslatılmış zehir gibiyim! Kendisini Esirgeyen, koruyandan başka hiç biriniz sağ kalamaz!” dedi.

Müslim bin Akil:

“-İbn-i Ziyad’ın Küfe’ye geldiğini, eski Vâli Nû’man bin Beşir’in Kûfe’den ayrıldığını, İbn-i Ziyad’ın Hutbesini, tehditlerini işitince, hayatı hakkında endişeye düştü. Yatsıdan sonra Muhtar’ın evinden çıkıb Kûfe eşrafından Hâni bin Urve’nin evine gitti. Orada, Kûfelilerin Hz.Hüseyin için Bey’atlarını almaya devam etti. 18 bin kişinin bey’atını aldı.

Hâni bin Urve, İbn-i Ziyad’ın yanında getirdiği Basralı Şerik bin Âver’i de, evinde, Müslim bin Akil’in kaldığı odada misafir etti. Şerik bin Âver, Basra’da’ki Ehl-i Beyt taraftarlarının büyüklerindendi. Şerik bin Âver, Hâni bin Urve’nin evinde bulunduğu sırada hastalandı. İbn-i Ziyad, onu ziyarete geleceğini bildirdi. Şerik, Müslim bin Akil’e:

      “-Senin gayen de, sana taraftar olanların gayeleri de, ancak bu İbn-i Ziyad belâsının yok edilmesidir. Allâh, sana, onu yok etmen için imkan ve fırsat verdi. O benim hastalığımı yoklamağa gelecektir. Kalk, mahzene gir. Yanımda oturub dinlendiği sırada hemen çık, öldür onu! Bundan sonra Vâli köşküne git, orada otur. Halktan hiç kimse onun hakkında seninle çekişmez. Sana düşmanlık etmez!” dedi.

Hâni bin Urve:

      “-Ben, İbn-i Ziyad’ın evimde öldürülmesini hoş bulmam!”dedi.

Şerik bin Âver:

      “-Ne için hoş bulmuyorsun? Vallahi, onu öldürmek, Allâh’a yakın-lıktır!”dedikten sonra, Müslim bin Akil’e dönüb:

      “-Sen, bu hususta kusur etme!”dedi.

Tam O sırada:

      “-Vâli, kapıdadır!”denildi.

Müslim hemen mahzene girdi. İbn-i Ziyad, Şerik’in yanına girib selâm verdi. Hal, hatır sordu. Şerik, Müslimin gelmesi için, sorunun cevabını uzattı durdu. Müslim’e duyurmak içinde, yüksek sesle bir beyit okuyub:

      “-Daha ne duruyorsun?”demek istedi.

Beyiti tekrarladı. Bir müddet sonra; İbn-i Ziyad kalkıb gitti. Müslim Mahzen den çıkıb gelince, Şerik bin Âver şöyle dedi:

      “-Her halde, onu öldürmekten Seni ancak korkaklık alıkoymuştur?”

Müslim:

“-Onu öldürmekten beni iki şey alıkoydu; onlardan birisi: Onu, Hâni’nin evinde öldürmeyi hoş bulmayışım, ikincisi’de: Resûlullâh’ın

      “-İman, ansızın adam öldürmek için fırsat kollamaya engel olur. Mü’min, ansızın adam öldürmek için fırsat kollamaz!”hadisidir, dedi.

Şerik bin Âver:

      “-Fakat, vallahi, sen, onu öldürmüş olsaydın, işin düzelir, kuvvet ve kudret sende derlenib toplanmış olurdu!”dedi.

Şerik bundan sonra, birkaç gün daha yaşadıktan, sonra vefat etti.

Müslim bin Âkil’in bulunduğu yer, bir müddet, İbn-i Ziyad’a gizli kaldı. İbn-i Ziyad, Şamlı Mikal adındaki azadlı kölesini, Müslüm bin Akil’i araştırıb bulmakla vazifelendirdi. Mikal, Müslim’in, Hani bin Urve’nin evinde bulunduğunu öğrendikten sonra gidip kendisiyle uzun, uzun görüştü. Her şeye vakıf oldu. İbn-i Ziyad’a gidib haber verdi. İbn-i Ziyad, bir bahane ile Hâni’yi yanına getirtti. Sorguya çekti. Dövdü sonra da, onun boynunu vurdu. Müslim bin Âkil bunu haber alınca, Hz.Hüseyin’e bey’at eden Kûfelilere seslendi. Toplandılar. İbn-i Ziyad’ın konağını akşama kadar kuşattılar. Akşam olunca, Müslim bin Âkil’in yanında 30 kişiden başka kimse kalmadı, hepsi dağıldılar.

Müslim, bu hali görünce, iyice umutsuz oldu. Yanındakilerle birlikte Vâli köşkünden geriye döndü. Biraz yürüdükten sonra, arkasına dönüb baktığı zaman, kendisiyle birlikte gelenlerden hiç birisini göremedi. Yol gösterecek bir kimseye de, rastlayamadı. Hayretler içinde kaldı. Nereye gideceğini bilemiyordu. Nihayet, Eş’as bin Kays’ın azadlısı olan bir kadının kapısına geldi. Ondan su isteyib içti. Kadın Müslim’in halini sordu. O da, başından geçenleri anlatınca, kadın, acıdı, Müslim’i evine aldı. Kadın’ın sıkı, sıkı tembihte bulunmasına rağmen, oğlu gidib Müslim’in kendi evlerinde bulunduğunu Vâli İbn-i Ziyad’ın adamlarına haber verdi.

Askerler evi kuşattılar. Bir hayli çarpışmalardan sonra Müslim’i esir ederek İbn-i Ziyad’ın köşküne götürdüler. Vâli İbn-i Ziyad, köşkün kulesinde halka karşı Müslim’in boynunu vurmasını Bükeyr bin Humran’a emretti. Müslim, zamanında Bükeyr’i kılıçla vurub yaralamıştı.

İbn-i Ziyad, ona:

      “-Bunun boynunu sen vur, öcünü al!”dedi.

Bükeyr, aldığı emri yerine getirdikten sonra İbn-i Ziyad’ın yanına geldi. İbn-i Ziyad, ona:

      “-Müslim’i öldürdün mü?” diye sordu.

Bükeyr:

      “-Evet!”dedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Siz onu öldürmek için kuleye çıkardığınız zaman, o, size ne söylüyordu?”diye sordu.

Bükeyr:

“-Tekbir getiriyordu. Allâh’ı tesbih ve tâhmid ediyor, istiğfar okuyor idi. Boynunu vurmak için yanına yaklaştığım zaman:

      “-Allah’ım! Bizimle bizi aldatan, bize yalan söyleyen, sonra da, bizi bırakıb ölmemize sebeb olan kavim arasında, Sen, hükmünü ver!”diye dua etti. Kendisine kılıçla bir darbe indirdim. Fakat, bir şey yapamadım!”

Müslim, bana:

      “-Ey kul! Dökülen kanına karşılık, beni kılıçla tırmalaman yetmiyor mu?”dedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Demek, ölürken de, övünüyor?”dedi.

Bükeyr:

      “-İkinci darbede onu öldürdüm!”dedi.

Müslim bin Âkil, şehid edilmeden önce, bir vasiyette bulunmasına müsaâde istedi. Müsaâde edilince, Ömer bin Sa’d bin Ebû Vakkas’ı bir köşeye çekti. Hz.Hüseyin’e acele bir mektub göndermesini, mektub da, taraftar olduklarını söyleyen ve bey’at eden 18 bin Kûfeli’nin ihanetine kendisinin’de uğramaması için Mekke’ye geri dönüp gitmesini ve orada oturmasını bildirmesini ona rica ve vasiyet etti.

Yezid bin Muâviye, İbn-i Ziyad’a en son yazdığı yazıda şöyle dedi:

“-Şimdi, sen, benim istediğim gibi olmakta devam ediyorsun! Sen yaptığını, akıllı ve beceriklilere yaraşır biçimde yaptın. Sebatlı, azimli bir kahraman saldırışıyla saldırdın. Başkalarına hacet bırakmayıb kâfi geldin! Hakkındaki zannımı ve görüşümü doğru çıkardın. Gönderdiğin iki elçini yanıma çağırdım. Onlara, bazı işlerden sorular sordum. Kendileri ile gizli-ce konuştum. Onları, öğüt ve üstün görüşte, dediğin gibi buldum. Kendi-lerine iyi davranmanı tavsiye ederim. Bana erişen habere göre:

Hüseyin bin Ali, Mekke’den ayrılmış, senin tarafına doğru gelmekte imiş. Ona hemen casuslar kavuştur. Yollar üzerine gözcüler dik! Olanca gücünle bunun üzerinde dur! Seninle çarpışılmadıkça, sakın kimse ile çarpışma! Her gün, olan bitenlerin haberini bana yaz!”

Hz.Hüseyin, Müslim bin Akil’in Küfe’den göndermiş olduğu olumlu haberler ihtiva eden ilk mektubu aldı. Müslim mektubunda şöyle diyordu:

      “-Şüphe yok ki konak yeri tutmak için gönderilen kişi, kendi adam-larına yalan söylemez. Küfeliler’den 18 bin kişi bana bey’at etmiş bulun-maktadır. Acele gel! Çünkü bütün halk, seninle birliktedirler. Onların, Ebû Süfyân hanedanına hiç meyilleri yoktur!”

Bunun üzerine, Hz.Hüseyin, hemen yol hazırlığına başladı. Abdullah bin Abbas, Hz.Hüseyin’e çok öğüt verdi. Kûfe’ye gitmemesi, gidecekse bile, çoluk çocuklarını yanında götürmemesi için çok yalvardı.

      “-Vallahi, ben çoluk çocuklarının gözleri önünde, halife Osman’ın öldürüldüğü gibi, senin de, öldürüleceğinden korkuyorum!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Ey Amcamın oğlu! Vallahi, biliyorum ki, sen, benim için çok şefkatli bir öğütçüsün. Fakat, ne çare ki ben, Kûfe’ye gitmeğe kesin karar vermiş, hazırlanmış bulunuyorum. Ben şöyle bir yerde şöyle, şöyle öldü-rüleceğimi bildiğim için, Mekke Hâreminden çıkıp gitmem, bana daha sevgilidir!”dedi.

Hz.Hüseyin, Abdullah bin Câ’fer’in gönderdiği mektuba’da şöyle cevab verdi:

      “-Ben, bir rüya gördüm, rü’yada Resûlullâh’ı gördüm. Bana, bu işi, O emretti. Ben, oraya gideceğim. Ben, bana Emir olunanı işleyeceğim!” diye cevab yazdı.

Hz.Hüseyin, Mekke’den Şaban, Ramazan, Şevval ve Zilkade ayla-rında oturdu. Terviye gününde (tevriye, Zilhiccenin 8. günü) Mekke’den ayrıldı. Abdullah bin Ömer, Hz.Hüseyin’e:

      “-Sen, nereye gitmek istiyorsun?”diye sordu.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Irak’a!”dedi.

Hz.Hüseyin’in yanında tomarla mektublar bulunuyordu.

Abdullah İbn-i Ömer (r.a):

      “-Sakın, onların yanına gitme!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Bu, onların mektubları ve bana bey’atlarıdır!”dedi.

Abdullah İbn-i Ömer (r.a):

      “-Şüphe yok ki: yüce Allâh Peygamberini dünya ile ahiret arasında muhayyer bıraktı. O da, ahireti tercih etti. Sizde ondan bir parçasınız. Hiçbir zaman dünyaya nail olamazsınız. Allâh, sizi, ancak, sizin için en hayırlı olana çevirir. Geri dönünüz!”dedi.

Hz.Hüseyin geri dönmeyince, Abdullah İbn-i Ömer, onun boynuna sarıldı, ağladı ve vedalaştı. Hz.Hüseyin’e:

      “-Allâh aşkına Irak’a gitme! Çünkü Iraklılar, inkarcı, mücadeleci bir kavimdir. Babanı öldürdüler. Kardeşini dövdüler. Her şeyi yaptılar!”dedi.

Ashab’dan Ebû Said el-Hudri (r.a) Hz.Hüseyin’e:

“-Ey Ebû Abdullah! Ben, Senin için hayırlı bir öğütleyiciyim ve sana çok şefkatliyim. İşittiğime göre: Sana taraf olan kavim, sana mektublar yazmış sakın, Sen onların yanına gitme! Kûfe de babanızdan işitmiştim, diyordu ki:

      “-Vallâhi ben, onlara küstüm. Onlarda bana, küstüler. Ben, onlara kızdım. Onlarda bana kızdılar. Ben, onlardan bir vefa ve hayır görmedim. Onların ne sebatları, ne azimleri, ne de, kılıca dayanmaları, göğüs germe-leri var!”dedi.

Hz.Hüseyin’in süt kardeşi Ebû Bekr bin Hâris’de, Hz.Hüseyin ile uzun, uzun konuştu. Kûfelilerin Hz.Ali’ye, Hz.Hasan’a, neler yaptıklarını, onların menfaatten başka bir şey düşünmeyeceklerini, işlerine geldiği zaman, kendisiyle çarpışmaktan çekinmeyeceklerini anlattı.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Ey amcamın oğlu! Allâh seni, hayırla mükafatlandırsın. Görüşünü tamamıyla anladım. Fakat, Allâh’ın hükmü neyse, yerine gelecektir!”dedi.

Mervan, Hz.Hüseyin’in Mekke den Küfe’ye doğru gittiğini işitince, İbn-i Ziyad’a şöyle yazdı :

      “-Hüseyin sana doğru yönelmiş, gelmektedir. Vallahi, Allâh bize Hüseyin’den daha kıymetli hiçbir kimseyi teslim etmemiş, elimize geçir-memiştir!”

Mekke Vâlisi Amr bin Said de, İbn-i Ziyad’a gönderdiği mektub da şöyle dedi:

      “-Hüseyin senin tarafına yönelmiş, gelmektedir. Onun hakkında yapılacak muamele: Ele geçirilip azarlamak veya esir etmekten ibarettir!”

Hz.Hüseyin yolda Şâir Ferezdak la karşılaştı. Ona:

      “-Irak halkını gerin de ne halde bıraktın?”diye sordu.

Ferezdak:

      “-Onların kalbleri seninledir. Kılıçları ise, üzerine çevrilmiştir. Kalbler seninle, kılıçlar Ümeyye Oğullarıyladır!”dedi.

Veya:

      “-Onların gönülleri senden yana, kılıçları ise Yezid’den yanadır!”

Hz.Hüseyin, Rume Vadisi’ne erişti. Oradan Küfelilere gönderdiği mektubla şöyle dedi:

      “-Müslim bin Akil’in hakkımda söz birliği ettiğinize ve gelmemi arzuladığınıza dair mektubu bana erişti. Siz ğasb edilen hakkımızı talebde bize yardım hususunda toplanmışsınız. Allâh, bize ve size iyi ameller işletsin. Bu yoldaki amelinizin karşılığını en üstün derecede ihsan etsin. Bu Mektubum, size Rume Vadisi’nden gönderilmiştir. Ben de, yanınıza geliyorum. Vesselâm!”

Hz.Hüseyin, bu mektubu, Kûfelilere Kays bin Mûshir ile gönderdi.

Kûfe Vâlisi İbn-i Ziyad, Kûfe Emniyet âmiri Husayn bin Nümeyr’i dört bin atlı ile Kadisiye ve Katkatan arasına gönderdi. Hac veya Ümre yapmak isteyenler, Hz.Hüseyin’e taraftar olmakla suçlanmamış olanlar müstesna olmak üzere, Kûfe’den Hicaz’a geçmek isteyen herkese mani olmasını emretti.

Kays bin Mûshir, Kadisiye’ye gelince, Husayn bin Nümeyr, onu, yakalayıb İbn-i Ziyad’a gönderdi. İbn-i Ziyad, onun, Vali köşkünün en yüksek burcundan meydanlığa atılmasını emretti. Kays atıldı. Meydanlığa düşer düşmez, öldü!

Hz.Hüseyin Zerod’a geldi. Oradan ayrıldığı sırada Esed Oğulların-dan bir adamla karşılaştı. Ondan, Küfe’de olan bitenleri sordu. Adam:

      “-Ben, Kûfe’den çıkmadan önce, Müslim bin Akil ile Hâni bin Urve öldürüldü. Çocukların, onların cesetlerini ayaklarından tutub sürüdüklerini de gördüm!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-İnna lillâhi ve innâ ileyhi Râciun! Kendimiz içinde, Allâh katındaki ecir ve sevabı umarız!”dedi.

Kûfe den gelen adam:

      “-Ey Allâh’ın Rasûlünün oğlu! Allâh aşkına kendine seninle birlikte bulunduklarını gördüğümüz şu ev halkına acı! Geldiğin yere dön. Kûfe’yi bırak! Vallahi, orada Sana yardımcı yok!”

Hz.Hüseyin’in yanında bulunan amcası Akil’ın Oğulları:

      “-Kardeşimiz Müslim’den sonra, bize yaşamak gerekmez! Ölmedik-çe, bizler geri dönücü değiliz!”dediler.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Şunlar da, ölecek olduktan sonra, yaşamakta hayır yoktur!”diyerek yola devam etti. Hz.Hüseyin, Zübâle denen yere gelib kavuştuğu sırada, Ömer bin Sa’d ile Muhammed bin Eş’as’ın gönderdikleri elçi ile karşılaştı. Hz.Hüseyin, elçiden mektubları alıp okuyunca, işittiklerinin doğruluğuna kanaat getirdi. Müslim bin Akil ile Hani Urve’nin öldürülmeleri, kendisine çok ağır ve çetin geldi.

Hz.Hüseyin’in, yolculuk sırasında uğradığı yerlerden yanına katılmış olanlar, Kûfe’den kendilerine yardımcılar geleceğini sanıb dururlarken, böyle Müslim bin Akil ile Hâni bin Ûrve’nin şehid edildiği haberini alınca, başından dağıldılar. Hz.Hüseyin’in yanında kendi yakınlarından ve dost-larından başka kimse kalmadı.

Hz.Hüseyin’in oğlu Aliyyü’l-Ekber:

      “-Babacığım! Geri dön! Çünkü Iraklılar, ğaddardırlar. Vefâları, söz-lerinde durmaları azdır!”dedi.

Amcası Akil’ın oğulları yine:

      “-Hüseyin, geri dönücü değildir!”dediler ve onu Kûfe’ye gitmeye teşvik ettiler. Hz.Hüseyin, Ashabına:

      “-Görüyorsunuz ki: Bize, Kûfe’den gelen olmadı. Zannıma göre: Kûfeliler, bizi, yalnız bırakmak ve aldatmak istemişlerdir. Kim bunlardan dönmek istiyorsa, dönsün!”dedi. Bunun üzerine, bir çok kimseler ayrıldı.

Hz.Hüseyin, yola devamla Akik vadisine, sonra Şerat mevkiine erişti. Geceyi Orada geçirdi. Sabahleyin yola devam etti. Gün ortalandığı zaman, Kayz mevkiine geldi. Sıcaklık, son dereceyi bulmuştu. O sırada, Hür bin Yezidü’t-Temimi’nin kumandası altındaki bin kişilik Kûfe süvari birliği gözüktü. Süvariler yaklaşınca, Hz.Hüseyin, onları su ile karşılamalarını gençlere emretti. Süvariler verilen suyu içtiler ve atlarını da, suladılar. Sonra, hepsi atlarının gölgesinde ve dizginleri ellerinde olduğu halde, öğle namazı vaktine kadar oturdular.

Hz.Hüseyin, İmam olarak her iki tarafa öğle namazını kıldırdı. Namazı bitirince, Yüzünü cemaata çevirdi. Sonra da:

      “-Ey İnsanlar! Mazeretimi önce Allâh’a, sonra da, size arz ederim. Gönderdiğiniz mektublarınız ve elçileriniz bana gelmedikçe, ben buraya çıkıb gelmiş değilim. Bana vermiş olduğunuz ahd ve misaklara güvenerek şehrinize, yanınıza gelmiş bulunuyoruz. Eğer, iş, başkalaşmış ise, döner, geldiğim yere giderim!”dedi.

Kûfeli süvariler sustular, Hz.Hüseyin’in sözlerini reddetmediler. İkindi namazı vakti gelince, Hz.Hüseyin’in müezzini ezan okudu. Sonra, kamet getirdi. Hz.Hüseyin, yine cemaâtın önüne geçerek her iki tarafa ikindi namazını kıldırdı. Sonra, önceki sözlerini tekrarladı.

Hûr bin Yezid:

      “-Vallâhi, senin bahsettiğin bu mektublardan bizim hiç haberimiz yoktur!”dedi.

Hz.Hüseyin adamlarına:

      “-İçinde Kûfeliler’in mektubları bulunan heybeyi getiriniz!”dedi.

İçi Mektublarla dolu heybe getirildi ve Hûr ile adamlarının önüne serildi.

Hûr bin Yezid:

      “-Biz, bu mektublardan herhangi birini sana yazanlar arasında değiliz. Fakat biz, sana kavuştuğumuz zamandan itibaren seni, Kûfe, ve Kûfe Vâlisi İbn-i Ziyad’a götürünceye kadar senden ayrılmamamız, bize emr-edilmiştir!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Ölmek, bundan öncedir ve evladır!”dedi.

Sonra’da, ağırlıklarını yüklemelerini emretti, ağırlıklar yüklendi. Adamlarına emretti. Hayvanlarına bindiler. Sonra Hicâz’a doğru yöneldi. Kûfeli süvariler, önlerine gerildiler. Hicaza döndürmediler.

Hz.Hüseyin, Hûr bin Yezid’e:

      “-Sen, bu hareketinle, ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.

Hûr bin Yezid:

      “-Vallâhi, seni, Vâli İbn-i Ziyad’a götürmek istiyorum!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-O halde, vallâhi, bence çarpışmaktan başka yapacak yoktur!” dedi.

Aralarında münakaşa, mücadele çoğalınca, Hûr bin Yezid:

      “-Seninle çarpışmak için bana emir verilmemiştir. Bana, ancak, senden ayrılmamak için emir verilmiştir. Benim ve senin için, çarpışmak-tan daha salim olan bir görüşüm ve teklifim var. O da: Aramızda bir yol tut ki, o yol, seni ne Kûfe’ye götürsün, ne de Hicâz’a! Vâliden bize buyruk gelinceye kadar sen, aramızda seçilen o yola devam et!” dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Şuradaki yolu tut!”dedi.

Uzeyb yolunu tuttular. Buradan Uzeyb’e otuz sekiz mil’di. Uzeyb’in hamamlarına geldiler. Hep birlikte oraya kondular. İki taraf arasında ok yetişecek kadar aralık vardı. Uzeyb’den ayrılıb Mukatil Oğullarının köşk-üne kadar yola devam ettiler ve yine hep birlikte oraya indiler. Hüseyin (r.a), Mukatil Oğulları köşkünden Hûr bin Yezid ile birlikte hareket edib Bidiye’ye doğru bükülünce, Hûr, engel oldu. Yola, bir müddet öylece devam edildi.

Ölüm Haberi verilen Rü’ya:

Mukatil köşkünden ayrılıb yola devam edildiği sırada, Hz.Hüseyin’i bir uyuklama tuttu. Uyanınca;

      “-İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun. Velhamdü lillâhi Rabbil âlemin!” dedi, ve bunu iki, üç kere söyledi.

Hz.Hüseyin’in oğlu Ali:

      “-Babacığım! Ne için böyle söyledin?”diye sordu.

Hz.Hüseyin (r.a):

“-Oğulcuğum uyukladığım sırada, bir atlı, ansızın önüme çıkıb:

      “-Şu cemâat gidiyor ölümleride, kendilerine doğru geliyor!”diyordu.

Anladım ki, O cemâat biziz. Ölüm haberi’de herhalde, bize verili-yor!”dedi

Hz.Hüseyinin oğlu Ali:

      “-Babacığım! Allâh, Sana kötü bir şey göstermez. Biz, hak ve gerçek dâva üzerinde değil miyiz?” dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Kulların Mercii olan Allâh’a yemin ederim ki! Evet, biz, hak ve gerçek yoldayız!”dedi.

Ali bin Hüseyin şöyle dedi:

      “-Babacığım!O halde, biz ölüb kaybolub gitmemize hiç üzülmeyiz!”

Bunun üzerine Kûfeli Süvariler, önlerine gerildiler, Hicâz’a döndür-mediler. Hz.Hüseyin, Hûr bin Yezid’e:

      “-Sen, bu hareketinle, ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.

Hûr bin Yezid:

      “-Vallâhi, seni Vâli İbn-i Ziyad’a götürmek istiyorum!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Allâh seni, babasından dolayı mükâfatlandırılan hayırlı bir oğulun mükâfatıyla mükâfatlandırsın!”dedi.

Kerbelâ mevkiinin başlangıcına gelindiği sırada, soy bir hayvan üze-rinde, bir adamın karşıdan gelmekte olduğu görüldü. Bütün kafile durub onu beklediler. Adam, gelib Hûr’e selâm verdi. Hz.Hüseyin’e selâm vermedi. İbn-i Ziyad’dan getirdiği mektubu Hûr’e teslim etti.

Mektub da şöyle deniliyordu :

      “-Bundan sonra bilesin ki: Mektubum sana erişince, Hüseyin bin Ali ile adamlarını öyle bir yerde kondur, tut ki, orası, susuz, taşsız, ağaçsız, otsuz, bozkır olsun! Mektubumu sana getirene’de, bu hususta senden sâdır olacak şeyleri bildirmesini emretmiş bulunuyorum. Vesselâm!”

Hûr mektubu okuduktan sonra, Hz.Hüseyin’e:

      “-Vâli İbn-i Ziyad’in emrinin hemen yerine getirilmesi zaruridir. Sen, hemen buraya kon. Başka türlü hareket edib de Vâliye karşı beni güç duruma düşürme!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Bizi, az ilerideki bizden bir ok atımı kadar uzaktaki şu Ğadıriyye köyüne, yahut Sakabe diye anılan ikinci köye kadar götür de, onlardan birisine konalım?”dedi.

Hûr bin Yezid:

      “-Vâli, bana, seni susuz bir yere indirmemi yazdı. Vâlinin emrinin sonuna kadar yerine getirilmesi zaruridir!”dedi.

Hz.Hüseyin’in Kûfeli vefakâr ve fedakâr adamlardan Züheyr bin Kayn:

      “-Babam, anam Sana fedâ olsun ey Resûlullâh’ın oğlu! Vallâhi, bize şunlardan başka gelen olmazsa, biz onlara yeter ve hepsinin hakkından geliriz! Bunlardan başkaları da, bize gelecek olursa, ne yaparız? Gel, sen bize müsaâde buyur da, şunlara karşı vazifemizi yerine getirelim? Çünkü, bunlarla çarpışmak, bunlardan başka gelecek olanlarla çarpışmaktan daha kolaydır!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Çarpışmayı, kendim başlatmayı hoş bulmuyorum onlar çarpışmaya kalkıncaya kadar!”dedi.

Züheyr bin Kayn:

      “-Bak işte şurada yakınımızda Fırat kıyısında bir köy daha var!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Nedir ismi O köyün?”diye sordu.

Züheyr bin Kayn:

      “-El’Akr: Medhuş olmak, yaralanmak, boğazlamak!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Akr’dan Allâh’a sığınırız!”dedi.

Hz.Hüseyin, Hûr bin Yezid’e:

      “-Bizi, biraz daha ilerlet de, konalım artık!”dedi.

İlerlediler. Hûr ve adamları, Kerbelâ’da durdular. Hz.Hüseyin’i de, durdurdular.

Hûr bin Yezid:

      “-İn yere! Fırat nehri de, yakında!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Nedir bu yerin ismi?”diye sordu.

      “-KERBELÂ!” dediler.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Zât-i Kerbin ve belâin: üzüntülü tasalı, mihnetli ve belâlı yer!”dedi

“-Babam, Sıffın’a giderken, buraya uğramıştı. Bende, yanında idim. Durdu. Buranın, neresi olduğunu sordu. İsmi, kendisine haber verilince:

      “-Onların hayvanlarından aşağı indirilecekleri yer, işte burasıdır! Kanlarının döküleceği yer, işte burasıdır!”dedi.

Bunun ne demek olduğu, kendisinden sorulunca da:

      “-Muhammed hanedanının yükleri, ağırlıkları, işte burada indirile-cek!” dedi.

Hz.Ali (r.a)’in mataracısının rivâyetine göre:

“-Hz. Ali, Sıffın’a giderken Ninevâ hizasına gelince, mataracısına:

      “-Ebû Abdullah! Fırat kıyısında biraz dur! Ebû Abdullah! Fırat kıyısında biraz dur!”diye seslendi.

Ebû Abdullah:

      “-Ne için duracağız?”diye sordu.

Hz.Ali (r.a)’da:

“-Ben, bir gün, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gitmiştim. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu:

      “-Ey Allâh’ın Rasûlü! Seni, gözlerinden yaşlar akıtacak dereceye getiren biri mi oldu?”diye sordum.

      “-Evet, biraz önce Cebrâil yanımda idi. Hüseyin’in Fırat kıyısında şehid edileceğini bana haber verdi. Onun toprağından sen de, koklar mısın?”dedi.

      “-Evet!”dedim.

Bunun üzerine, elini uzattı. Bir avuç toprak avuçlayıb bana verdi. Gözlerimin yaşını tutmağa kadir olamadım!” demiştir.

Kerbelâ’ya iniş:

Hz.Hüseyin (r.a) ağırlıkların oraya indirilmesini emretti. Kerbelâ’ya Hicretin altmışbirinci yılın Muharrem ayının başında Çarşamba günü gelib kondular. İkinci gün, Kerbelâ’ya, Ömer bin Sa’d bin Ebi Vakkas, dört bin atlı ile geldi. İbn-i Ziyad, Ömer bin Sa’d’ı Reyy Vâliliğine, Destebâ ve Deylem serhâtları muhafızlılığına tayin edib kendisine bu hususta bir buyruk yazmış ve birlikte gidecek askerlerini de, hazırlamıştı.

Hz.Hüseyin’in Kûfe’ye gelme işi çıkınca, İbn-i Ziyad, Ömer bin Sa’d’a, Hz.Hüseyin ile muhârebe işini bitirdikten sonra vazifesi başına gitmesini emretti. Ömer bin Sa’d, Hz.Hüseyin ile muharebe etmek iste-mediği için, İbn-i Ziyad’ın emrini yerine getirmekte ağırdan davrandı.

İbn-i Ziyad:

      “-Buyruğumuzu, bize geri ver! Eğer, onunla çarpışmaya gitmeyecek olursan, seni görevden azl eder, evini yıkar, boynunu vururum!”dedi.

Bunun üzerine, Ömer bin Sa’d:

      “-Hemen gideceğim!”dedi.

Reyy ve Desteba’ya gidecek olan arkadaşlarıyle birlikte hareket edib Kerbelâ’ya geldi. Ömer bin Sa’d, Kurre bin Süfyan-ı Hanzali’ye:

“-Hüseyin’e git ve O’na de:

      “-Sen buraya ne için geldin? diye sor!” dedi.

Kurre, gitti ve sordu.

Hz.Hüseyin (r.a):

“-Benim tarafımdan Ömer bin Sa’d’a söyle ki:

      “-Şu şehir halkı, bana yazı yazdılar. Kendilerinin İmamları bulun-madığını bildirdiler ve yanlarına gelmemi istediler. Bu hususta bana kesin söz verdiler. On sekiz bin kişi bey’at ettikten sonra, bana hâinlik ettiler. Yakınlarına geldiğim zaman, bana yazmış olduklarına aldandığımı anla-dım. Geldiğim yere dönüb gitmek istediğimde, Hûr bin Yezid, bana mani oldu. Hatta, beni şu susuz, ağaçsız, otsuz, bozkır yere getirdi. Seninle aramızdaki yakın akrabalık adına, bırak beni geri döneyim!”dedi.

Kurre bin Süfyan-ı Hanzali: Hz.Hüseyin’den aldığı cevabla Ömer bin Sa’d’in yanına döndü.

Ömer bin Sa’d:

      “-Allâh’a şükürler olsun! Zaten, vallahi, ben de, Hüseyin’le savaş-makdan affedilmemi istiyordum!” dedi.

Hz.Hüseyin’in, Ömer bin Sa’d’a:

      “-Ey Ömer! Şu üç teklifimden birini kabul ediniz. Bırakınızda ben cihad etmek üzere hudut boylarına gideyim? Yahut Yezid’in yanına varıb kendisiyle görüşeyim? Yahud da dönüb Medine’ye gideyim?”dediği de rivâyet edilir.

Ömer bin Sa’d, Hz.Hüseyin’in tekliflerini İbn-i Ziyad’a yazı ile bildirdi. Vâli İbn-i Ziyad: Hz.Hüseyin’i, dilediği yere gitmekte serbest bırakmayı düşünmüşse de, Şemir bin Zilcevşen:

      “-Eğer, sen böyle yaparsan, bu yavuz ve uğraşıcı kişiyi hiçbir zaman yıldıramaz, titretemezsin!”dedi.

İbn-i Ziyad, Hz.Hüseyin’i Yezid’e göndermek isteyince de, Şemir bin Zilcevşen şöyle dedi:

      “-Hayır! O senin hükmüne boyun eğip sana bey’at etmedikçe hayır!”

Bunun üzerine, İbn-i Ziyad, Ömer bin Sa’d’a yazdığı yazıda:

      “-O, şimdi, bizim ağımıza düşmüş bulunmakta ve şimdi kurtulmayı ummaktadır. Halbuki, vakit, kaçıp kurtulma vakti değildir! Mektubunu anladım. Hayır! Elini elime koyup bey’at etmedikçe, ona iyilik yok! Yezid’e bey’at etmesini, kendisine teklif et. Yanındaki bütün kişilerle birlikte bey’at ettiği zaman, bana bildir. Bundan sonrasına ait buyruğum sana gelecektir!”

Şemir bin Zilcevşen’e de:

      “-Git! Eğer, Ömer bin Sa’d, Hüseyin’le çarpışırsa, ne ala! Şayet, çarpışmaktan kaçınırsa, onun boynunu vur! Askerin başına sen geç!”dedi,

İbni-i Ziyad’ın yazısı gelince, Ömer bin Sa’d:

      “-İbn-i Ziyad’ın bu konuda bir iyilik dilediğini sanmıyorum!”dedi.

İbn-i Ziyad’ın yazısını Hz.Hüseyin’e gönderdi. Hz.Hüseyin gelen elçiye:

      “-İbn-i Ziyad’ın bu teklifini hiçbir zaman kabul etmem! Bu yolda şu ölümden daha ötesi var mı? Öyle ise hoş geldi safa geldi ölüm!” dedi.

Ömer bin Sa’d durumu Vâli İbn-i Ziyad’a yazdı. İbn-i Ziyad kızdı. Bütün adamlarını yanına alıb Şam tarafında ve yakınında bulunan Nuhayha’ya gitti. Husayn bin Nümeyr, Haccar bin Ebcer, Şebes bin Rib’i Şemir bin, Zilcevşen’i Ömer bin Sa’d’a yardımcı olmak üzere vazifelen-dirdi. Fakat, Şebes, hastalığını ileri sürerek gitmek istemedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Sen, hastalığı bahâne mi ediyorsun? Eğer, bizim itaatimiz de isen, düşmanlarımızla çarpışmaya git!”dedi.

Şebes, İbn-i Ziyad’dan bu sözü işitince, hazırlanıb Kerbelâ’ya gitti. Hâris bin Yezid’de, aynı şekilde hareket etti. İbn-i Ziyad, herkesi Hz.Hüseyin’le çarpışmak için Kerbelâ da topladı. Kûfelilere bol, bol mal verdi. Kûfeliler’den, Hz.Hüseyin’le çarpışmaktan hoşlanmayan, kaçınan, geri duran pek az kimselerden başka Kûfe’de kalan olmadı, hepsi Kerbela’ya gitti.

İbn-i Ziyad, Süveyd bin Abdurrahman-ı Minkari’yi, süvarilerle Kûfe’ye gönderdi. Kûfe’de dolaşarak geri kalanlardan her kimi bulursa, getirmesini ona emretti. Süveyd, Kûfe kabileleri arasında dolaşırken Şam-lılardan bir adam buldu ki, Kûfe’ye miras almak için gelmişti. Adamı İbn-i Ziyad’a gönderdi. Kûfe halkı, bunu görünce, Kerbelâ’ya döküldüler.

Ömer bin Sa’d’a gönderdiği başka bir yazıda:

      “-Hüseyin ile Ashabının sudan men edib onlara bir yudum bile su tattırılmamasını emretti!”

Bunun üzerine, Ömer bin Sa’d, beş yüz süvari ile gidib su yolu üzerini tutmasını, Hz.Hüseyin ve Ashabı ile su arasına gerilmesini Amr bin Haccac’a emretti. Bu, Hz.Hüseyin’in şehâdetinden üç gün önce idi.

Hz.Hüseyin’in Ashabı, bir müddet beklediler, susadılar. Susuzlukları şiddetlenince, Hz.Hüseyin, baba bir kardeşi olan Abbas bin Ali’ye:

Yanına otuz atlı ile yirmi piyâde alıb suya gitmelerini ve her birinin yanlarındaki kırbalarla su getirmelerini emretti. Abbas bin Ali, önlerinde Nâfi bin Hilâl olduğu halde, suyun bulunduğu tarafa doğru gittiler, suya yaklaştılar. Amr bin Haccac, onlara mani olmak istedi. Abbas ve arkadaş-ları su üzerinde kavğaya başladılar ve Amr bin Haccac’la yanında bulun-anları oradan uzaklaştırdılar. Piyadeler, kendilerini suya attılar. Bütün su kırbalarını doldurdular. Abbas bin Ali ile arkadaşları, piyâdelerin suyu Hz.Hüseyin’in askerlerine ulaştırıncaya kadar su başında durdular. Küfelilerin müdahalelerini önlediler.

İbn-i Ziyad, Ömer bin Sa’d’a gönderdiği yazıda şöyle dedi:

      “-Ben, seni, Hüseyin’le günler geçiresin, onun selâmet ve bekâsını dileyesin ve benim katımda onun şefaatçisi, kayırıcısı olasın! diye gön-dermedim. Ona ve Ashabına hemen teklif et. Hükmüme boyun eğsinler! Eğer, sana teslim olurlarsa, onu ve Ashabını acele bana gönder! Şayed, kabule yanaşmazlarsa, üzerlerine yürü! Çünkü, o âsi ve şakidir! Eğer, sen, bunu yapmayacaksan, askerlerimiz arasından ayrıl! Şemir bin Zilcevşen ile asker arasından çık! Biz, işimizi, sana emretmiş bulunuyoruz!”

Bunun üzerine Ömer bin Sa’d askerlerine; Hüseyin ve yanındakilere karşı bölüklere ayrılmaları için kumandanlarına seslendi. Perşembe günü akşamı, Cuma gecesi Muharremin dokuzuncu gecesi çarpışmaya başla-dılar. Vâli İbn-i Ziyad, halktan, Hz.Hüseyin’in yanına gizlice gitmek isteyenlere mani olmak üzere köprüyü tutmuş bulunuyordu. Kûfe ordusu hayvanlarına bindiler. O sırada, Hz.Hüseyin, çadırının önünde oturuyor idi. Kûfe ordusunun harekete geçib ilerlediğini görünce, kardeşi Abbas’a:

      “-Yanlarına git’de, sor bakalım ne istiyorlar?” dedi.

Abbas bin Ali, onlara sordu.

Onlar:

      “-Vâli’den bize yazı geldi. Emrine boyun eğmeni sana teklif etme- mizi, kabul etmediğin takdirde işinizi bitirmemizi, hesabını görmemizi bize emrediyor!”dediler.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Akşamleyin üzerimize gelmekten geri durunuz. Gece, bunu bir düşünelim bakalım!”dedi. Geri döndüler.

Aşure gecesi, Hz.Hüseyin. Ashabını başına topladı. Allâh’a hamd-ü senâ ettikten sonra, onlara:

      “-Öyle sanıyorum ki: Bu kavim, yarın sizinle çarpışacaklar. Ben, sizin hepinize müsâade ediyorum: Bu gece, karanlık sizi bürüyünce, benden ayrılınız. Kimde kuvvet varsa, ev halkımdan birinin elini tutarak çevreniz-deki köylere dağılınız! Onlar, ancak beni isterler. Beni gördükleri zaman, sizin peşinize düşmekten vazgeçerler!”dedi.

Hz.Hüseyin’in ev halkı:

      “-Allâh, bizi, senden sonraya bırakmasın! Vallâhi, biz senden asla ayrılmayız!”dediler.

Hz.Hüseyin’in Ashabı’da, aynen böyle söylediler. Hz.Hüseyin’in yanında bulunanlardan bir adam Hz.Hüseyin’e:

      “-Benim üzerimde borç var. Ben borçluyum!”deyince:

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Üzerinde borç olan yanımda çarpışmasın!” dedi.

Ömer bin Sa’d, sabah namazını kılınca, adamlarını şu şekilde harb düzenine koydu: Sağ kanad kumandanlığına Amr bin Haccac’ı, sol kanad kumandanlığına Şemir bin Zilcevşeni tayin etti. Azre bin Kays’ı süvarile-rin, Şebes bin Rib’i’yi piyadelerin başına geçirdi.

Hz.Hüseyin de; Ashabını savaş düzenine koydu ki, onlar 32 atlı ile 40 piyadeydi. Züheyr bin Kayn’ı sağ kanat; Habib bin Mushir’i sol kanad kumandanlığına tayin etti. Sancağını kardeşi Abbas bin Ali’nin eline verdi. Kendisi de, askerleri de çadırların önüne dikildiler. Hz.Hüseyin (r.a) Kûfeliler’in arkadan gelib girmemeleri için, çadırların arkalarına çukurlar kazarak içinde çokça ateş ve kamış yakmalarını arkadaşlarına emir etti.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Allâh’ım, her üzüntü ve sıkıntıda güvencim ve dayanağım sensin. Her nimetin velisi, ve her iyiliğin sahibi sensin!”dedi.

Ömer bin Sa’d ve leşkerlerine de:

“-Acele etmeyiniz. Vallahi sizin en iyi ve en hayırlı olanlarınızın bana mektubları gelmedikçe ben buraya gelmiş değilim. Mektuplarınızda:

      “-Sünnet öldürüldü. Nifâk doğdu. Hudud ve Şeriât muâttal oldu. Hemen gel. Umulur ki: Allâh ümmeti seninle düzeltir!” dediniz, geldim.

Eğer bu gelişimden hoşlanmadınızsa geldiğim yere dönerim. Siz biraz kendinize geliniz, düşününüz. Beni öldürmeniz size iyilik getirir mi? Benim kanım size helâl olur mu? Ben, sizin Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, sizin Peygamberinizin amcasının oğlu Ali’nin oğlu değil miyim? Hamza, Abbas, Câ’fer benim amcalarım değil midir? Resûlullâh (s.a.v)’in benim ve kardeşim Hasan hakkındaki:

      “-Bunlar cennetlik gençlerin iki seyididir!” hadisi size erişmedi mi?”

Bunu duyan Şemir bin Zilcevşen Hz.Hüseyin için:

      “-O, ancak Kureyş lehçesiyle Kûr’ân okuyarak Allâh’a ibadet etme-sini bilir. Keşke ne söylediğini de bilseydi!”diyerek laf attı.

Ömer bin Sa’d:

      “-Eğer senin işin bana ait olaydı dilediğini kabul ederdim!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Ey Ömer! İşleyeceğin günahın sana ait olacağını ve ondan dolayı bir gün sorğuya çekileceğini hiç düşünmüyor musun? Allâh’ım Iraklılar beni aldattılar. Bana hile ettiler. Kardeşime yaptıklarını bana da yaptılar. Allâh’ım onların işlerini boz, dağıt. Hepsini birer, birer topla ve yok et!” dedi, ve Hz.Hüseyin ashabının yanına geldi.

      “-Bu kavmin maksadları benden başkası değildir. Sizin hakkınızda karar verdim. Siz geri dönünüz. Geri dönmeniz size helal dır!” dedi.

Hz.Hüseyin’in Ashabı:

      “-Hayır! Vallâhi, ey Resûlullâh’ın oğlu! Senden önce canımız sana fedâ olur, yine senden ayrılmayız!”dediler.

Hz.Hüseyin (r.a) Allâh’dan onların hayırla mükafatlandırılmalarını diledi. Züheyr bin Kayn, atının üzerinde meydana çıkıb seslendi:

      “-Ey Kûfeliler!Sizi, Yüce Allâh’ın azâbıyla korkuturum! Ey Allâh’ın kulları! Uyarırım sizi! Fâtıma’nın oğlu, dostluğa, sevgiye ve yardıma Sümeyye’nin oğlundan daha layıktır. Hüseyin’e yardım etmeyecekseniz, bâri, onunla çarpışmayınız da. Ey insanlar! Hüseyin’in öldürülmesine söz ile dâhi olsa, yardım eden kimseyi Allâh, dünyada üzüntüden, üzüntüye; ahirette de, ahiret azablarının en şiddetlisine uğratır!”dedi.

Hz.Hüseyin Kûfelilere:

      “-Bırakınız, beni, geri döneyim?”dedi.

Kûfeliler:

      “-Hayır!”dediler.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Beni bırakınız da Yezid’in yanına gideyim?”dedi.

İçlerinden birisi, Hz.Hüseyin’i vurmak için silaha sarıldı, ve:

      “-Seni Cehennemle müjdelerim!” dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Hayır! Belki, İnşaâllâh, Rabbi’min rahmeti ve Peyğamberimin şefaâtiyle müjdelenirim!”dedi.

Ömer bin Sa’d’ın leşkerleri arasında Kûfelilerden 30 kişi:

      “-Resûlullâh (s.a.v)’ın kızının oğlu size üç teklifte bulundu. Onlardan hiç birini kabul etmediniz!”diyerek Hz.Hüseyin’in tarafına geçtiler. Ve, ölünceye kadar yanında çarpıştılar. Hz.Hüseyin’i susuz, ağaçsız bozkıra kondurmuş olan Hûr bin Yezid Hz.Hüseyin’in yanına geldi.

      “-Geri dönüp gitmene mani olmak seni buraya getirib kondurmak ve nihayet bütün şu Küfelilerle karşılaştırmak gibi günahlar benden sadır olmuş bulunmaktadır. Kendim sana bir arkadaş ve dert ortağı olmak üzere geldim. Bu hareketim benden sadır olan günahlara bir tövbe bir kefaret sayılır mı?”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Evet bu gelişin senin için bir tövbedir. Tebrik ve tebşir ederim ki: Sen, inşâallâh dünyada’da Hür sün. Ahirette’de Hür sün!”dedi.

Çarpışmak için meydana ilk çıkan Vâli İbn-i Ziyad’ın azadlısı oldu. Abdullah bin Temime Kelbi, onu karşılayıb öldürdü. Hz.Hüseyin o sıra-larda kendi çadırının önünde oturuyordu. Hz.Hüseyin’in üzerinde deniz koyunu yününden dokunmuş boz bir cübbe vardı. Sağına soluna önüne ve arkasına oklar düşüyordu. Bir ok da kucağındaki üç yaşlarında bulunan oğluna gelib değdi. Hz.Hüseyin vurulan küçük yavrusunun boğazından oku çıkarıb attıktan sonra eliyle kanını siliyor ve:

      “-Vallâhi, sen, Allâh katında, Salih Peygamber’in devesinden daha şerefli ve kıymetlisin! Deden Muhammed (s.a.v)’de Allâh katında salih Peygamberden daha üstün ve kıymetlidir. Allâh’ım, bunlarla ve kavmi-mizden olanlarla aramızda sen hükmünü ver! Yardım etmek için bizi buraya çağırdılar. Sonra da, tutub öldürüyorlar!”diyordu.

Ömer bin Sa’d’ın Sancağını getirmesi için, azadlı kölesi Zeyd’e seslendi. Zeyd Sancağı getirince, onunla ilerledi. Ve harbi kızıştırdı.

Hz.Hüseyin’in ashab ve Ehl-i beytinden ilk meydana çıkan, oğlu, Aliyyü’l-Ekber (büyük Ali) oldu. Iraklılardan bir adam Aliyyü’l-Ekber’i emân dilemeye davet etti ve:

      “-Sen, Mü’minler Emir’i Yezid bin Muâviye’nin akrabası olduğun için bu akrabalığı gözetmek istiyoruz. İstersen, sana emân verelim, Seni öldürmeyelim?”dedi.

Aliyyü’l-Ekber:

      “-Resûlullâh (s.a.v) ile olan akrabalık gözetilmeye daha layıktır!” dedikten sonra adamın üzerine saldırdı. Saldırırken de:

      “-Ben, Ali bin Hüseyin, bin Ali’yim! Beytullâh’ın Rabbına and olsun ki biz; Resûlullâh’a Şemir’den, Şebes’den ve babası belirsiz’in oğlundan daha yakın ve daha önceyizdir!”diyordu.

Abdül Kays oğullarından Mürre bin Münkız bin Nû’man saldırıb onu mızrakladı. Yere düşürdü. Hz.Hüseyin hemen koşup Aliyyü’l-Ekber’i bağrına bastı. Fakat o son nefesini Allâh’a teslim etti.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Senden sonra bana dünya yoktur!”dedi.

Âbis bin Ebi Şebibü’ş-Şakiri, Hz.Hüseyin’e:

      “-Ey Ebû Abdullah! Vallahi yeryüzünde yakın veya uzak, bana senden daha üstün, daha sevgili bir varlık yoktur. Eğer senden zulüm ve ölümü kaldırmak için, kendimi ve kanımı fedâ etmekten daha üstün bir şeye mâlik ve kadir olsaydım, sana onu da, fedâ ederdim! Selâm olsun Sana ey Ebû Abdullah! Ben, Şehâdet ederim ki Sen de, doğru yoldasındır, Babanda doğru yolda idi!”dedikten sonra Kılıcını sıyırıp Kûfe Leşker-lerine saldırdı.

Rebi bin Temim:

      “-Ey insanlar! Bu aslanların aslanı İbn-i Şebib’dir. Sakın, hiç biriniz ona karşı varmasın!”dedi.

Âbis bin Ebi Şebib:

      “-Yok mu bu adama karşı çıkacak bir adam?”diye haykırıyordu.

Kûfe Leşkerlerinin başı Ömer bin Sa’d:

      “-Onu, taşa tutunuz!”diye emretti.

Âbis bin Ebi Şebib, her taraftan taşa tutuldu. Âbis bunu görünce zırhını sırtından, miğferini de başından çıkarıp attı ve Kûfe Leşkelerinin üzerine yürüdü. Âbis Kûfe Leşkerlerin den iki yüzden fazlasını önüne katıp kovaladı. Nihayet her taraftan kuşatıldı. Çarpışa, çarpışa şehid oldu.

Abdullah bin Müslim bin Akil’i Amr bin Sabahu’s-Saydâvi okla vurub düşürdü ve şehid etti. Avn bin Abdullâh bin Câ’fer’i Amr bin Nehşelü’t-Temimi, şehid etti. Abdurrahman bin Akil, bin Ebi Bekr’i, Abdullâh bin Urvetü’l-Has’ami, okla vurub şehid etti. Muhammed bin Akil bin Ebû Talib’i; Lakit bin Nâşirü’l-Cüheni okla vurub şehid etti. Kasım bin Hasan, bin Ali, bin Ebû Talib’i; Amr bin Sa’d bin Mukbilü’l- Esdi, kılıçla vurub şehid etti. Ebû Bekir bin Hasan, bin Ali’yi; Abdullâh bin Ukbetü’l-Ğanevi okla vurub şehid etti. Abbas bin Ali, bunu görünce baba bir kardeşleri olan Abdullah, Câ’fer ve Osman bin Ali’ye:

      “-İlerleyiniz! Varlığım, size fedâ olsun! Seyyidinizi koruyunuz ve Onun uğrunda ölünüz!” dedi.

Hepsi ilerlediler. Hz.Hüseyin’i yüzleri ve göğüsleriyle korudular. Hâni bin Süveybü’l-Hadrami, Abdullah bin Ali’nin üzerine saldırarak onu şehid etti. Ali’den sonra, kardeşi Câ’fer bin Ali’ye de, saldırdı. Onu da şehid etti. Yezid bin Esbahi, bir ok atıb Osman bin Ali’yi şehid etti. Gidib başını kesti. Ömer bin Sa’d’e götürüp:

      “-Mükâfatımı ver!”dedi.

Ömer bin Sa’d:

      “-Mükâfatını vermek, Vâline düşer. Seni mükâfatlandırmasını ondan dile!”dedi.

Hz.Hüseyin’in ashabından ve Ehl-i beyt’inden önüne dikilen, yanın-da çarpışan, yalnız Abbas bin Ali kalmıştı. Hz.Hüseyin, ne tarafa yönelir ise o da, o tarafa yönelirdi. Nihayet, o da, şehid edildi.

Hz.Hüseyin (r.a)’ın Şehâdeti:

Hz.Hüseyin, tek başına kalmıştı. O sırada, Mâlik bin Bişr-i Kindi, yaklaşıb Hz.Hüseyin’in başına kılıçla vurdu. Başındaki deniz koyunu yününden dokunmuş külahını kesti ve başını yaraladı. Hz.Hüseyin (r.a), külahını atarak başına bir takye giydi. Takyenin üzerine de sarık sardı. Oturdu. Oturduğu yerde uzun zaman kaldı. Kalkamadı. Eğer, o sırada, onu şehid etmek için üzerine gelselerdi, kımıldamadan şehid ederlerdi. Hz.Hüseyin, son derece susamıştı. Çevresinde olanlardan bir bardak su istedi. Su bardağını, ağzına götüreceği sırada, Husayn bin Nümeyr, bir ok atarak Hz.Hüseyin’i ağzından vurdu. Su bardağı, elinde öylece kaldı. Eliyle, ağzının kanını sildi ve Allâh’a hamdetti.

Hz.Hüseyin, Kûfelilerin harbi gevşettiklerini, kendisini geciktirdik-lerini görünce, kalkıb Fırat’ın su arkları üzerine doğru gitti. Süvariler, onunla, su arasına dizildiler. Hz.Hüseyin de, eski bulunduğu yere döndü. Kûfeli piyadeler, Hz.Hüseyin (r.a)’i her taraftan kuşatmışlar, ortalarına almışlardı. Hz.Hüseyin ise kükremiş bir atlı gibi çarpışmaktan, ne tarafa yürürse, üzerlerine aslan saldıran keçi sürüsü gibi, Kûfeliler darma dağın olmakta idiler.

Şemir, Kûfeli piyadelere:

      “-Hay analarınız, sizleri yitirsin! Daha ne duruyor, ne bekliyorsu nuz,?”diyerek bağırdı.

Kûfeliler’den bir adam, kirişin yayına bir ok yerleştirib attı. Ok Hz.Hüseyin’in böğrüne saplandı. Hz.Hüseyin, oku çıkarıb attı. Zür’a bin Şerikü’t-Temimi, yaklaşarak Hz.Hüseyin’e kılıçla vurdu. Daha sonra Hz.Hüseyin’in elini kesti. Hz.Hüseyin de, onu omzundan kılıçla vurub yere düşürdü. Sinan bin Evsü’n-Nahai, arkadan gelerek mızrağını Hz.Hüseyin (r.a)’in köprücük kemiğinden saplayıb göğsünden çıkarınca, Hz.Hüseyin, yüzünün üzerine yere düştü. Havliy bin Yezidü’l-Ashabi; Hz.Hüseyin’in başını kesmek için atından inince, ellerine titreme geldi. Bunun üzerine, kardeşi Şibl bin Yezid inib Hz.Hüseyin’in başını kesti ve Havliy’e verdi. Sinan bin Evs, Hz.Hüseyin’i şehid ettiği zaman, Ona:

      “-Sen, Hüseyin bin Ali bin Ebû Talib’i öldürdün ki, O, Resûlullâh’ın kızı Fâtıma’nın oğlu, Arabların şan, şeref ve mevkice en üstünü idi. Vâli, sana şunların çadırlarındaki bütün malları verse, yine de azdır!” dediler.

Bunun üzerine, Sinan, atına binib Ömer bin Sa’d’in çadırının önüne geldi. Şu kıtayı söyledi:

      “-Sen, bana gümüşten üzengi yaptır ve onu, altınla da, yaldızlat! Çünkü, ben, yanına varılmaz ulu bir kişi, bir hükümdar öldürdüm! Ana ve babaca halkın en hayırlısını öldürdüm ki, o, halkın soy sopça da, en hayır-lısıydı!”

Ömer bin Sa’d:

      “-Ben, şehâdet ederim ki: Sen, delisin! Söylediğin bu sözleri, İbn-i Ziyad işitseydi, seni öldürürdü!”diyerek onu azarladı.

Hz.Hüseyin’in, Aliyyü’l-Asğar adında ve yirmiüç yaşında (veya daha küçük yaşlardaki) oğlu çok ağır hasta idi. Hz.Hüseyin, şehid edilince, Ömer bin Sa’d:

      “-Bu hastaya dokunulmasın!”dedi.

Kerbelâ’da şehid olanların sayısı, seksen yedi veya yetmiş iki idi. Bunların yirmi üçünü Hz.Hüseyin’le ev halkı ve akrabaları teşkil ediyor du ki, tarihte, böyle, kitle halinde bir âile katliâmı vuku’ bulmamıştır. Kûfeliler’den öldürülen kişilerin sayısı ise seksen sekizdi. Bir o kadar da, yaralıları vardı.

Hz.Hüseyin (r.a), Hicri 61. yılın 10 Muharrem’inde, Miladi 10 Ekim 680 tarihinde şehid olmuştu. Hz.Hüseyin’in vücudunda otuz üç mızrak, otuz dört kılıç yarası vardı. Hz.Hüseyin (r.a), Hicretin dördüncü yılında doğduğuna göre altmış birinci yılın başında Şehid edildiği zaman, takriben elli yedi yaşlarında idi.

Kerbela Şehidlerinden Hz.Hüseyin ile Ona Mensub ve Akraba Olanların İsimleri:

1-Hz.Hüseyin bin Ali, bin Ebû Talib.

2-Aliyyü’l-Ekber bin Hüseyin (oğlu)

3-Câ’fer bin Hüseyin (oğlu)

4-Abdullâh bin Hüseyin (oğlu)

Hz.Hüseyin (r.a)’in kardeşleri.

5-Abbas bin Ali, bin Ebû Talib.

6-Osman bin Ali, bin Ebû Talib.

7-Câ’fer bin Ali, bin Ebû Talib.

8-Abdullâh bin Ali, bin Ebû Talib.

9-Muhammed bin Ali, bin Ebû Talib.

10-Atik bin Ali, bin Ebû Talib.

Hz.Hasan (r.a)’ın oğulları:

11-Kasım bin Hasan, bin Ali, bin Ebû Talib.

12-Ebû Bekr bin Hasan, bin Ali, bin Ebû Talib.

13-Abdullâh bin Hasan, bin Ali, bin Ebû Talib.

Müslim bin Akil’in oğulları

14-Abdullâhü’l-Ekber bin Müslim, bin Akil, bin Ebû Talib.

15-Ali bin Müslim, bin Akil, bin Ebû Talib.

16-Muhammed bin Müslim, bin Akil, bin Ebû Talib.

17-Abdurahman bin Müslim, bin Akil, bin Ebû Talib.

Müslim bin Akil’in kardeşi ve yeğeni

18-Abdullâhû’l-Ekber bin Akil, bin Ebû Talib.

19-Muhammed bin Abdullâhü’l-Ekber, bin Akil.

Abdulllah bin Câ’fer bin Ebû Talib’in oğulları:

20-Hüseyin bin Abdullâh, bin Câ’fer.

21-Avnü’l-Asğar bin Abdullâh, bin Câ’fer.

24-Muhammedü’l-Asğar bin Abdullâh bin Câ’fer.

Kûfelilerin Çadırları Yağmalamaları:

Hz.Hüseyin (r.a)’in şehâdetinden sonra Kûfeliler, kafiledeki Yemen zağferanını kapıştılar. Sonra da, çadırlara üşüştüler. Gördüklerini, bulduk-larını yağmaladılar. Hz.Hüseyin’in çadırındaki eşyaları kapışırken Kûfeli-lerden birisi Şehid Hz.Hüseyin’in biricik kızı Fâtıma’nın ziynetini alınca, Fatıma ağladı.

Adam:

      “-Neye ağlıyorsun? Resûlullâh’ın kızı soyulurken ağlar mı hiç”dedi.

Fâtıma bint-i Hüseyin:

      “-Bırak onu!”diye bağırınca, adam, başka bir şey almaktan korktu. Hz.Hüseyin’in, hasta olan oğlu Aliyyü’l-Asğar ile dört yaşındaki oğlu Ömer’den başkası kurtulamadı.

Hz.Hüseyin’in adamlarından iki kişiden başkası da, teslim olmadı. Onlardan birisi Murakka bin Sümametü’l-Esdi olub Ömer bin Sa’d, onu İbn-i Ziyad’a göndermişti. Murakka’ Kûfe’ye değil de, Rebeze’ye gidib Yezid bin Muâviye ölünceye kadar oradan ayrılmadı. İbn-i Ziyad, korkub Şam’a kaçınca da, Murrakka’, Kûfe’ye döndü. İkinci Esir de, azadlanmış köle idi. Hz.Hüseyin, şehid edildikten sonra yakalanmıştı. Boynunu vurmak istedikleri zaman:

      “-Ben köleyim!”dedi. Kendisini serbest bıraktılar.

Ömer bin Sa’d, Hz.Hüseyin’in kesilen başını Havliy bin Yezid-i Asbahi ile İbn-i Ziyad’a gönderdi. Kendisi de, Kerbelâ da iki gün oturdu. Sonra da, halka, göçü yüklenmelerini emretti. Şehidlerin kesilen başları, mızraklara takıldı. Hepsi yetmiş iki baş idi. Bunlardan yirmi ikisini Hevâzinler, on yedisini Hûsayn bin Nümeyr ile Temimler, on üçünü, Kays bin Eş’as’la birlikte Kindiler, Altısını Hilal-i Âver’le Esed Oğulları, Beşini Ayheme bin Züheyr’le birlikte Ezdiler, On ikisini de, Velid bin Amr ile birlikte Sakifler Küfe’ye götürdüler.

Rivâyete göre: Kûfeliler’den bir cemaat, Hz.Hüseyin’i şehid ettikten ve başını kestikten sonra ilk konak yerinde oturub şıra içtikleri sırada duvar üzerinden demir bir kalem uzanıb havada kanla şöyle yazmıştı:

      “-Hüseyin’i öldüren bir ümmet, hesab günü, onun Ceddinin şefâatini umabilir’mi?!”

Kûfeliler bu acib olayı görünce, Hz.Hüseyin (r.a)’in başını orada bırakarak kaçtılar.

Havliy bin Yezid, geç vakitte Vâlinin köşküne gitmiş, kapıyı kilitli bulunca, evine gelmiş, Hz.Hüseyin (r.a)’ın başını bir yere koyub üzerine büyükçe bir tas, veya leğen kapatmıştı. Havliy’nin Hadramilerden olan karısı Nevar bint-i Mâlik der ki:

“-Havliy, Hüseyin’in başını getirib evde büyükçe bir tasın, leğenin altına koyduktan sonra odama girmişti.

Ona:

      “-Ne haber var sende?”diye sordum.

      “-Sana, dünyanın servetini getirdim: İşte, Hüseyin’in başı evde senin yanında bulunuyor!”dedi.

      “-Yazıklar olsun sana! Herkes, altın gümüş mallar getirirken, sen, Resûlullâh (s.a.v)’in oğlunun başını getirdin öyle mi? Hayır! Vallâhi, bu evde artık, benim başım senin başınla bir daha bir araya gelmeyecektir!”

Diyerek yattığım yataktan fırlayıb evin bir tarafına gittim, oturdum. Hüseyin’in başının altında bulunduğu tas veya, leğene bakıb duruyordum. Vallahi, hiçbir yanlış yok, gökten bir nurun o tas veya leğene kadar direk gibi dikildiğini ve onun çevresinde beyaz bir kuşun’da, kanat çırparak dolaştığını gördüm!”

Havliy bin Yezidü’l-Asbahi, Hz.Hüseyin’in başını Kûfe Vâlisi İbn-i Ziyad’a götürdü.

      “-Sen, bana gümüşten üzengi yaptır ve onu altından da, yaldızlat! Çünkü, ben yanına yanaşılmaz ulu bir kişi, bir hükümdar öldürdüm! Ana babaca halkın en hayırlısını öldürdüm ki, o, halkın soy ve sopça da, en hayırlısıydı!”dedi.

Vâli İbn-i Ziyad, Havliy’e hiçbir şey vermedi. Adamın, bütün ümit-leri hayalleri boşa gitti. Hz.Hüseyin’in başı, büyükçe bir tas, leğen içinde İbn-i Ziyad’ın önüne konuldu. İbn-i Ziyad, elindeki çubuk veya değnekle Hz.Hüseyin’in dudaklarına vurarak:

      “-Güzel bir delikanlı idi! Hanginiz öldürdü onu?”deyince, bir adam ayağa kalktı. İbn-i Ziyad:

      “-Öldürülürken o, sana ne söyledi?”diye sordu.

Adam Hz.Hüseyin (r.a)’in sözlerini nakledince, İbn-i Ziyad’ın yüzü karardı. İbn-i Ziyad, elindeki değneği, Hz.Hüseyin’in altlı üstlü ön dişle-rine vurduğu sırada, Ashab’dan Zeyd bin Erkam, orada bulunuyordu.

Ona:

      “-Çek kesici kırıcı değneğini bu dişlerden ki, onları Resûlullâh’in öptüğünü görmüşümdür!”dedi ve hıçkıra, hıçkıra ağladı.

İbn-i Ziyad:

      “-Sen niçin ağladın? Senin gözlerini Allâh, ağlattı! Vallâhi, sen, yaş-lanmış, bunamış olmasaydın, şimdi, senin boynunu vururdum!”dedi.

Zeyd bin Erkam (r.a), hemen oradan ayrıldı ve ayrılırken de:

      “-Ey Arab topluluğu! Siz, bundan sonra kölesinizdir! Siz Fâtıma’nın oğlunu şehid ettiniz. Mercâne’nin oğlunu da, kendinize Emir ve hâkim yaptınız. Halbuki, o, sizin hayırlı olanlarınızı öldürmüş, sizin kötü olanla- rınızı da, kendisine kul yapmak istemiştir! Siz, bu zillete râzı oldunuz. Zillete râzı olan kahrolsun!” diyordu.

Hz.Hüseyin (r.a)’in Cesedine Yapılan İşkence:

Kûfe Leşkerlerinin başı Ömer bin Sa’d, on süvari vazifelendirdi. Bunlar Hz.Hüseyin’in cesedini göğsü ve arkası ufalanıncaya kadar, topraklar içince belirsiz oluncaya kadar atlarına çiğnettiler. Ğadiriye köyü halkı, bir gün sonra toplanıb şehitlerin cesetlerini gömdüler.

Rivâyete göre:

Hz.Hüseyin’in kabrini belirsiz etmek için Fırat’tan mezara doğru kanalla su salınmıştı. Bir Bedevi gelib, Hz.Hüseyin’in kabrini araştırdı. Kabrinin bulunduğu yere doğru yavaş yavaş gitmeye başladı. Hz.Hüseyin- ‘in Kabrini bulunca’da:

      “-Onun düşmanları, Hüseyin’in kabrini belirsiz etmek istediler. Halbuki, kabrinin hoş kokulu toprağı kabrine delalet edib durmaktadır!” diyerek ağladı.

Hz.Hüseyin’in Ev Halkının Kûfe’ye Gönderilmesi:

Ömer bin Sa’d, emretti: Hz.Hüseyin’in kadınları, kızkardeşleri, kız-ları, oğulları, uşak ve hizmetçileri develer üzerinde kapalı hevdeclere bin-dirildi. Hz.Hüseyin’in âile halkı Kûfe’ye girerlerken, Kûfelilerin kadınları çığlıklar koparıyorlar, hüngür, hüngür ağlıyorlardı.

Hz.Hüseyin’in hasta olan oğlu Aliyyü’l-Asğar:

      “-Her halde şunlar, bize, bizim başımıza gelenlere ağlıyorlardır. Peki bizi öldürenler, kimler ola?!”dedi.

Ali bin Hüseyin der ki:

“-Babam Hüseyin, şehid edilince, bizler Kûfe şehrine götürüldük. Yanımıza bir adam gelib bizi evine götürdü. Örtüye bürünüb uyuduk. Sokakta süvarilerin gezindiklerini hissetmedikçe uyanamadık. Kûfeliler-den o adam, beni gizledi. Bana çok ikram etti. Her içeri giriş ve dışarıya çıkışında ağlıyordu.

Kendi kendime:

      “-Eğer, himayesi hayırlı olan bir kimse varsa, o da bu adamdır!” diyordum.

Nihayet, Kûfe Vâlisi İbn-i Ziyad’ın münadisi:

      “-Haberiniz olsun ki, Ali bin Hüseyin’i kim bulursa, hemen getirsin! Ona, üç yüz dirhem vereceğiz!”diye seslendi.

Ev sahibi, yanıma geldi. Vallahi, yine o ağlıyordu. Ellerimi, hemen boğazıma bağladı ve

      “-Korkuyorum!”diyerek beni, eli kolu bağlı bir halde onların yanla-rına çıkardı. Onlara teslim edib üç yüz dirhem aldı. Ben de, bakakaldım. Bizleri esirler gibi İbn-i Ziyad’ın yanına çıkardılar:

İbn-i Ziyad:

      “-İsmin ne?”diye sordu.

      “-Ali bin Hüseyin!”dedim.

İbn-i Ziyad:

      “-Allâh, Ali yi öldürmedi mi?”dedi.

      “-Ölen, Ali, benim kardeşimdi. Ona da, Ali denir di. Benden büyük idi. Halk, onu öldürdü!”dedim.

İbn-i Ziyad:

      “-Hayır! Onu, Allâh öldürdü!”dedi.

Ben de:

      “-Allâh, ölen’in, ölümü zamanında, ölmeyenin de, uykusunda ruhlarını alır!” 13

      “-Allâh’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse için ölmek yoktur!” 14

Âyetlerini okudum. Bunun üzerine, İbn-i Ziyad, Ali bin Hüseyin’in öldürülmesini emretti. Zeyneb bint-i Ali bin Ebû Talib, atılarak:

      “-Ey İbn-i Ziyad! Döktüğün kanlarımız sana yeter! Onu öldürecek isen, Allâh aşkına beni de, onunla birlikte öldür!”diye feryat edince, İbn-i Ziyad onu bıraktı.

Hz.Hüseyin’in kız kardeşi Hz.Fâtıma’nın kızı Zeyneb bint-i Ali, tanınmamak için eskimiş bir elbise giymişti. Fakat, hizmetçiler, çevresinde dönüb dolaşıyorlardı.

İbn-i Ziyad:

      “-Kimdir bu hanım?”diye tekrar, tekrar sorduğu halde, Zeyneb (r.a) cevab vermemekte idi. Hizmetçilerden birisi:

      “-O, Zeyneb bint-i Fâtıma’dır!”dedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Hamd olsun Allâh’a ki, ayıb ve kusurlarınızı ortaya dökerek sizi rüsvay etti, öldürdü. Ortaya attığınız gülünç ve boş beyanlarınızı da, yalan çıkardı!”dedi.

Zeyneb bint-i Ali (r.a):

      “-Hamd olsun O Allâh’a ki, Muhammed Aleyhisselam’a mensub bey’atle bizi şereflendirmiş ve bizi hususi bir temizlikle de, temizlemiştir. Hayır! İş, senin dediğin gibi değildir. Allâh, ancak fâsıkları hak yoldan çıkmış, sapmış olanları rezil ve rüsvay eder, facir, azgın, günaha dalmış olanların da, asılsız laflarını yalana çıkarır!”dedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Ev Halkınıza Allâh’ın yaptığını nasıl görüyor, nasıl yorumluyorsun ya?”diye sordu.

Hz.Zeyneb, Al-i İmran suresinin Uhud şehidleri hakkındaki yüz elli dördüncü ayetinden:

      “-Üzerlerine öldürülmek yazılıb, takdir edilmiş olan kimseler, muhakkak, yatacakları, öldürülecekleri yerlere çıkıp gideceklerdi!”

Meâlli kısmını okuduktan sonra:

      “-Allâh, ahirette, seninle onları bir araya getirecek, Allâh’ın huzu-runda onlarla muhakeme olunacak, davalaşacaksın!”dedi.

İbn-i Ziyad, Hz.Zeyneb’in verdiği cevaba çok kızdı. Ona zulüm ve işkence yapmak istedi.

Amr bin Hureys:

      “-Allâh, Vâliye iyilikler versin! Bu, nihayet, bir kadındır. Kadını, herhangi bir sözünden dolayı sorumlu tutmak, doğru olmaz. Sen, bunu, sözünden dolayı sorumlu tutma. Bozuk, karışık sözünden dolayı kendisini suçlama!”dedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Allâh, senin ev halkından taşkınlık ve azgınlıkta direnenleri ve ileri gidenleri, böyle yok etmekle, içimin derdini giderdi!”deyince.

Hz.Zeyneb, kendisini tutamayarak ağladı. Sonra da:

      “-Sen, yetişmiş yiğitlerimizi öldürdün, ev halkımı yok ettin! Âilemin şereflilerini, büyüklerini, yükselen dallarımı, kollarımı kestin, biçtin, soyumu, kökümü kuruttun! Eğer, senin derdin bunlardan iyileşebiliyor, için rahatlaşabiliyorsa, iyileş ve rahatlaş bakalım!”dedi.

Humeyd bin Müslim der ki:

“-Ömer bin Sa’d, benim dostumdu. Hüseyin’le çarpıştıktan sonra yanına gitmiş, halini sormuştum.

      “-Sorma halimi! Bir insan, evine kötülük için dönmezken, ben, kötü-lük için dönmüş, yakın akrabalık bağlarını koparmış, büyük bir cinayet işlemiş. İbni Ziyad’a itaat, Allâh’a isyan etmişim dir!” dedi.

Ömer bin Sa’d, Hz.Hüseyin’in şehâdetinden sonra, İbn-i Ziyad’ın yanına varınca, İbn-i Ziyad:

      “-Ey Ömer! Hüseyin’in öldürülmesi hakkında sana yazmış olduğum yazıyı bana geri ver!”dedi.

Ömer bin Sa’d:

      “-Emir’in yerine getirildi, yazı da, kayboldu!” dedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Onu, bana muhakkak bulub getireceksin!”dedi.

Ömer bin Sa’d:

      “-Kayboldu!”dedi.

İbn-i Ziyad:

      “-Onu bana, muhakkak bulub getireceksin!”diye ısrar edince:

Ömer bin Sa’d şöyle dedi:

      “-Vallahi, o bana Medine’de çatacak Kureyş’in koca karılarına karşı kendimi savunmak için yanımda bırakılmıştır. Vallâhi ben, sana Hüseyin hakkında bir öğütte bulunmuştum ki, eğer o öğüdü babam Sa’d bin Ebi Vakkas’a yapmış olsaydım, onun, üzerimdeki hakkını ödemiş olurdum!”

İbn-i Ziyad’ın kardeşi Osman bin Ziyad:

      “-Ömer bin Sa’d, doğru söylüyor. Vallâhi, arzu ederim ki, kıyamete kadar Ziyad oğullarından, burunlarında halka bulunmayan bir tek kimse olmaya idi, hepsi kul köle olaydı’da, tek Hüseyin öldürülmiyeydi!”dedi.

İbn-i Ziyad, buna itiraz etmedi.

İbn-i Ziyad, Ali bin Hüseyin ile Hz.Hüseyin’in ev halkının yol hazır-lığını görüp Zahr bin Kays, Mihkan bin Sâlebe ve Şemir bin Zilcevşen ile birlikte Yezid’e gönderdi. Bunlar Şam’a geldiler. Dımaşk’ta bulunan Yezid bin Muâviye’nin yanına çıkarıldılar. Hz.Hüseyin’in başını Yezid’in önüne indirdiler. Şemir bin Zilcevşen, veya Zahr bin Kays Yezid’in huzurunda şöyle konuştu:

“-Ey Mü’minler Emir’i! Bu kişi, ev halkından on sekiz ve tarafların-dan altmış kişiyle birlikte yanımıza geldi. Onların önlerine gerildik. Vâlimiz İbn-i Ziyad’ın emri üzerine bey’at etmelerini, aksi takdirde çarpışmağa hazır olmalarını söyledik. Sabahleyin güneş doğarken, üzerlerine yürüdük. Kendilerini, çepeçevre, her taraflarından kuşattık. Onlar, kılıçlara tutul-dukları zaman, en sığınılmayacak yerlere sığınmağa çalışıyorlardı. Deve boğazlanacak veya kuşluk uykusu uyunacak kadar bir müddette onların sonunu aldık!

İşte sana onların cansız cesetleri! Topraklara bulanmış elbiseleri ve yüzleri! Şimdi, güneş, onları eritmekte! Rüzgarlar, üzerlerine, tozlar, topraklar saçmakta! Onların ziyaretçileri, üzerinde uçuşan akbabalar ve kartallardır. Onların cesedlerini yiyiyor, bayram ediyorlar!”dedi.

Şemir’in bu sözlerini dinleyen, Yezid’in gözleri yaşardı ve:

      “-Yazıklar olsun size! Ben, sizden, sizin itaatınızdan, Hüseyin’i öldürmekten başka türlü bir hareket bekler ve isterdim. Allâh, Mercânenin oğluna lânet etsin! Vallâhi, Hüseyin’le ben görüşseydim, onu bağışlar idim! Allâh, Ebû Abdullâh Hüseyin bin Ali’ye rahmet etsin!”dedi.

Yunus bin Habib’e göre:Yezid onların öldürmelerine önce sevinmiş, sonra da, pişman olmuştur. Yezid; İbn-i Ziyad’ın, Hz.Hüseyin’in dileklerini kabul edeceği yerde, onu öldürmekle, Müslümanları kendisine karşı kinlen-dirib, kalblere düşmanlık tohumu ekmiş olduğunu söylemiş,

      “-Allâh, Mercâne’nin oğluna lânet etsin!” demiştir.

Hz.Hüseyin (r.a)’in ev halkı, Yezid’in yanına çıkarıldığı zaman, Hz.Hüseyin’in kızı Sükeyne bint-i Hüseyin:

      “-Ey Yezid! Resûlullâh’ın kızları, esir midirler?”diye sordu.

Yezid:

      “-Ey kardeşimin kızı! Bu hal, senden ziyade bana ağır gelmiştir. Eğer, İbn-i Ziyad ile Hüseyin arasında akrabalık olaydı, o, onun üzerine böyle yürümezdi! Lakin Hüseyin ile İbn-i Ziyad’ın arasını Sümeyye ayırmıştır. Allâh Hüseyin’e rahmet etsin! İbn-i Ziyad, onun üzerinde yürümekte acele etmiştir. Vallâhi, onunla ben karşılaşmış olsaydım da, ondan ölümü, ancak, ömründen bir kısmını kısmak suretiyle kaldırmaktan başka çare bulamasay-dım, ömrümden bir kısmını bağışlayarak onu ölümden kurtarmayı ve kendisinin bana sağ salim gelmesini arzu ederdim!”dedi.

Yezid’i tebrik için bir çok kimseler Yezid’in huzurunda toplanmış bulunuyorlardı. İçlerinden mor suratlı bir adam ayağa kalkıb Hz. Hüseyin (r.a)’in ev halkından bir kıza ( Fâtıma bint-i Ali’ye) göz koyub:

      “-Ey Müminlerin Emiri! Şunu, bana armağan et!”dedi.

Zeyneb bint-i Ali (r.a):

      “-Hayır! Sana aslâ ikram ve ihsan yok! Allâh’ın dininden çıkma-dıkça, bu senin için, mümkün olmaz!”diyerek bağırdı.

Zeyneb (r.a):

      “-Bu değil sana, hatta Yezid’e dahi helâl ve caiz değildir!”deyince, Yezid kızdı.

      “-Sende, vallahi, yalan söyledin. Bu, benim için helâl ve caizdir. Ben, bu işi yapmak istesem, yapabilirim!” dedi.

Zeyneb (r.a):

      “-Hâşâ! Vallâhi, bunu, Allâh, sana helâl kılmamıştır. Milletimizden çıkmadıkça, dinimizden başka bir din tutmadıkça bu, senin içinde, müm-kün olmaz!” dedi.

Yezid büsbütün kızdı.

      “-Ben, böyle yaparsam, babanın ve kardeşinin dininden çıkacağımı mı ileri sürüyorsun?”dedi.

Zeyneb (r.a):

      “-Allâh’ın dininden çıkacağını ileri sürüyorum ki, O, babamın dini, Kardeşimin dini ve dedemin dinidir. Allâh seni de, senin babanı da, senin dedeni de, ona hidayet etmiştir!”dedi.

Yezid:

      “-Yalan söyledin Ey Allâh düşmanı kadın!”dedi.

Hz.Zeyneb:

      “-Sen haksız yere sövüb sayan, kudret ve hakimiyetinle ezen bir Emir misin yoksa?”dedi.

Bunun üzerine, Yezid, utanır gibi oldu ve sustu. Şamlı mor adam, tekrar:

      “-Ey Mü’minler Emiri! Şu kızı bana hediye et!”diyerek, Hz.Ali’nin kızı Fâtıma’yı isteyince, Yezid:

      “-Allâh, sana, döşeğinde ölmeni hükm ve ihsan edinceye kadar bekâr kal!”dedi.

Şamlılardan birisi:

      “-Onların kadınları, bize helâldir!”deyince,

Ali bin Hüseyin:

      “-Yalan söyledin! Dinimizden çıkmadıkça, bu senin için, mümkün olmaz!”dedi.

Yezid, Şamlıyı susturdu. Yezid, Ali bin Hüseyin’e:

      “-Yanımızda oturmayı istersen, akrabalık hakkını gözetir, seni burda ağırlarız. Memleketine gitmek istersen, seni memleketine gönderelim?”

Ali bin Hüseyin ise:

      “-Medine’ye gönderilmemi isterim!”dedi.

Yezid’de, onların, kendi kadınlarının yanında ağırlanmalarını ve Ebû Süfyan hanedanı kadınlarının, Hz.Hüseyin (r.a) için üç gün ağlamalarını, matem tutmalarını emretti.Yezid’in karısı Ümmü Külsüm bint-i Abdullah bin Âmir de, ağladı.

Yezid bin Muâviye:

      “-Kureyş’in büyüğü ve lideri için ağlamak, ona düşen bir hak ve vazifedir!”dedi.

Yezid, uşağına emretmiş, Hz.Hüseyin’in başı açılmıştı. Açılınca, Yezid’in yüzü kızardı. Yezid, Hz.Hüseyin’in dudak ve dişlerine vurdu ve onu suçlamak için bir beyt okudu. Ali bin Hüseyin de:

      “-Gerek yerde, gerek nefislerinizde herhangi bir musibet vukua gelmemiştir ki, bu, bizim onu yaratmamızdan önce mutlaka kitabta yazılmıştır. Şüphesiz ki, bu, Allâh’a göre kolaydır!” Âyetini okudu. 15

Ali bin Hüseyin’in bu âyeti okumasına, Yezid’in canı sıkıldı. Yezid, karşılık olarak:

      “-Sizi çarpan her musibet, kendi ellerinizin işleyib kazandığı günahlar yüzündendir. Bununla beraber, Allâh, birçoğunu da, af eder de, musibete uğratmaz!” Âyetini okudu. 16

Hz.Hüseyin’in başı, Yezid’in önüne getirilib konulduğu, onun da, elindeki değnekle, Hz.Hüseyin’in dudaklarına vurduğu sırada, Ashab dan Ebû Berzetü’l-Eslemi orada bulunuyordu. Yezid’in bu çirkin ve sayğısız hareketinden ürperen Ebu Berzetü’l-Eslemi:

      “-Sen, Hüseyin’in dudağına değnekle mi vuruyorsun?! Çek onun dudağından değneğini ki, ben, arada sırada Resûlullâh Aleyhisselam’ın o dudakları öptüğünü, görmüşümdür! Ey Yezid! Kıyamet günü, sen, Allâh- ın huzuruna, kayırıcın İbn-i Ziyad olduğu halde, gelecek ve çıkacaksın! Hüseyin ise, Kıyamet günü Allâh’ın huzuruna, şefaatçisi Muhammed Aleyhisselam olduğu halde, gelecek ve çıkacaktır!” diyerek kalkıb gitti.

Yezid, yemek zamanı gelince, Ali bin Hüseyin’le Ömer’i getirtir, onlarla birlikte yemek yerdi. Yezid, bir gün, Hz.Hüseyin’in oğlu Ömer’e yaşdaşı olan oğlu Hâlid’le güreşmesini isteyerek:

      “-Şu oğlum Hâlid ile güreşe bilir misin?”diye sordu.

Ömer bin Hüseyin:

      “-Olur tabi! Bir kılıç bana ver! Bir kılıç da, ona ver! Çarpışalım. Hangimizin dayanabildiğini görürsün!”dedi.

Yezid, onu bağrına bastı ve utanmadan sıkılmadan çocuğa şu sözleri söyledi:

      “-Anladım ki, erkek yılan ısırır, dişler, huyunun gereğini işler. Yılan, yılandan başka bir şey doğurur mu?” dedi.

Yezid bin Muâviye, Hz.Hüseyin’in ev halkının yol hazırlıklarının en güzel şekilde görülmesini emretti.Yanlarına otuz atlı kattı. Atlılar, onların Medine’ye, evlerine ininceye kadar önlerinden gittiler.

Ali bin Hüseyin der ki ;

“-Şam’dan ayrılırken Yezid, bana şöyle dedi:

      “-Kavminin başına işler gelecektir. Sen, onlar arasına girme!”

Harre günü olunca, dediği oldu. Benim emânım hakkında Müslim bin Ukbe ile yazı gönderdi. Katliâmdan boşalınca, Müslim bin Ukbe, bana haber gönderdi. Yanına vardım. Önüme bir yazı attı. Yazının içinde:

      “-Ali bin Hüseyin hakkında hayır tavsiye ederim. O, onların işine karışmış ise, kendisine emân ver ve onun suçunu bağışla. Eğer, onlarla olmamışsa isabet ve iyi etmiştir!”diyordu.

Hz.Hüseyin (r.a)’in Başı Hakkında Bilgiler:

Hz.Hüseyin’in başı, Dımaşk’ta bir mızrağa takıldı. Mızrakta, üç gün asılı bırakılmak sureti ile teşhir edildi. Hz.Hüseyin’in başının, Yezid tarafından Medine’ye gönderilib orada’da, astırılarak teşhir edildiği’de, rivâyet edilir. Hz.Hüseyin’in başının gömüldüğü yer hakkında bir hayli ihtilaf vardır. İbn-i Sa’d’e atfen, Yezid’in, onu, Medine Naibi Amr bin Said’e gönderdiği ve Hz.Fâtıma’nın yanına gömdürdüğü rivâyet edildiği gibi, Yezid’in ölümüne kadar mahzeninde bırakıldığı ve sonra, kefenlenib Dımaşk (Şam) Feradis kapısına gömüldüğü de, rivâyet edilir. Hatta, İkinci Feradis kapısı içinde Baş Mescid’i diye anıla gelen bir Mescid de, mevcuttur.

Ebû Kerib der ki:

“-Dımaşk’da Yezid’in oğlu Velid’in yanında toplananlar arasında ben de, bulunuyordum. Atıma binib Tevma kapısına doğru gittim. Kapıyı açtığım zaman, kapının içinde:

      “-Bu, baş Hüseyin bin Ali’nin Başıdır!”diye yazılı bir baş vardı. Kılıcımla bir çukur kazıb onu gömdüm.

Hamza bin Yezidü’l-Hadrami’de:

      “-Hüseyin’in başı, Dımaşk’ta üç gün asılı olarak görüldü. Bana, Yezid’in dadısının söylediğine göre: Baş, Süleyman bin Abdülmelik, halife oluncaya kadar Askeri silah deposunda bekletildi. Süleyman bin Abdülmelik, adam gönderib onu getirtti. Başın, sadece beyaz kemiği kalmıştı. Bir tabut getirildi. Baş, kokulandı, kefenlendi ve tabut içinde Müslüman Makberesine gömüldü. Abbas-i Oğullarının Şam’a girdikleri zaman, başın bulunduğu yeri soruşturdular. Bulunduğu yeri kazdılar ve oradan aldılar. Sonradan, onun, ne yapıldığını, Allâh bilir?”demiştir.

Hz.Hüseyin’in başı Kerbelâ’da kesilib Küfe’ye gelince, İbn-i Ziyad, Abdülmelik bin Ebi Hâris’i Medine valisi Amr bin Said’e haber müjdeci gönderdi. Medine, Haşim Oğulları kadınlarının ağıtlarıyla çalkalanınca, Amr bin Said, güldü ve:

      “-Eh, bugün bu ağıtlar, dün Osman İbn-i Affan hakkındaki ağıtların karşılığıdır!”dedi.

Minbere çıkıb Hz.Hüseyin (r.a)’in öldürüldüğünü halka bildirdi. Hz.Hüseyin’in şehâdeti haberini işitince, Medine’de ilk feryadı koparan, Resûlullâh (s.a.v)’in zevcesi Ümmü Seleme (r.a) oldu.

      “-Eyvah Hüseyin’im! Eyvah Resûlullâh’ın oğlu!”diyerek feryad etti.

Sâir Medine kadınları’da, her taraftan feryada başladılar. Koparılan feryatlardan, Medine, yerinden oynadı. O güne kadar, bunun bir benzeri daha görülmemişti.

Şehr bin Havşeb der ki:

“-Resûlullâh (s.a.v)’ın zevcesi Hz.Ümmü Seleme (r.a)’nın yanında bulunduğum sırada, ona Hüseyin’in öldüğü haberi geldi:

      “-Yüce Allâh, Ona, bu işi yapanların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun!”dedi ve bayıldı. Biz de, kalkıb yanından ayrıldık.

İbn-i Sirin:

“-Kadınlar, Yahya Aleyhisselam’dan sonra, Hz.Hüseyin’e ağladıkları kadar, hiç kimseye ağlamamıştır! Hz.Hüseyin için bir çok mersiyeler söylenmiş, ağıtlar yakılmıştır.

Abdullah İbn-i Abbas, Hz.Hüseyin’in şehâdetiyle ilgili görüğü bir rüyasını şöyle anlatır:

“-Resûlullâh (s.a.v)’ı rüyada gördüm. Kendisi son derece üzüntülü ve tasalı idi. Elinde, bir çanak kâse, çanağın içinde, toplanmış kan vardı.

      “-Yâ Resûlallâh! Bu nedir?”diye sordum.

      “-Bu, Hüseyin’in ve Ashabının kanıdır! Bunu Allâh’a arzedeceğim!” buyurdular.

İbn-i Abbas’ın rüyayı gördüğü gün hesab edilince, Hz.Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edildiği güne rastladığı görüldü.

Ebû Nu’m der ki:

“-Abdullah ibn-i Ömer’in yanında otururken, bir adam gelib ihram halinde ihrama sivri sinek kanı bulaştığı, yahut sinek öldürüldüğü zaman, ne yapmak lâzım geleceğini İbn-i Ömer den sordu. İbn-i Ömer ona:

      “-Sen Nerelisin?”dedi.

Adam:

      “-Iraklıyım!”deyince,

İbn-i Ömer:

“-Hele şuna bakın! Resûlullâh (s.a.v)’in oğlunu öldürdüler de, şimdi bana sivrisineğin kanından dolayı ne yapmak lâzım geleceğini soruyorlar! Halbuki ben Resûlullâh (s.a.v)’in:

      “-Hasan ve Hüseyin ki, onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanım dır!” buyurduğunu işitmişimdir!”dedi. 17

Zühri den:

      “-Hz.Hüseyin’in şehid edildiği günün alâmetlerini bana söylersen senin büyük bir âlim olduğuna hüküm edeceğim?”dedi.

Ben de:

      “-Beytü’l-Makdis’de kaldırılan her taşın altından taptaze kan çıktı!” dedim. Bu cevabım üzerine Abdülmelik bana:

      “-İkimiz de bu hadiseyi biliyor muşuz, demek!”dedi

Yine Zühri den:

“-Hz.Hüseyin (r.a)’in şehid edildiği gün Şam’da, kaldırılan her taşın altında kan vardı.

Ümmü Hakim (r.a) dan:

      “-Hz.Hüseyin (r.a)’in şehid edildiği günde ben küçük bir çocuktum. O zaman güneş tutuldu. O kadar ki, gün ortasında yıldızlar gözüktü. Biz havaya bakarak gece oldu zannetmiştik!” 18

Ensâr hanımlarından Selmâ el-Ensâriyye el-Bekriye anlatıyor:

“-Ümmü Seleme’nin yanına gittim, baktım ki ağlıyor:

      “-Neden ağlıyorsun?”dedim. Şu cevabı verdi:

“-Resûlullâh (s.a.v)’ı rüyada gördüm, başında ve sakalında toprak vardı, aynı zamanda ağlıyordu. Kendisine:

      “-Neyin var ey Allâh’ın Resûlü?”diye sordum:

      “-Az önce Hüseyin’in öldürüldüğünü gördüm!”buyurdu. 19

Ümmü Seleme (r.a) dan:

“-Bu gece müstesna, Resûlullâh’ın ruhunu teslim ettiğinden bu yana cinlerin ağlamasını duymamıştım. Bu gece cinlerin ağladığını duyunca oğlum Hüseyin (r.a.)’ın şehid edildiğini hissettim. Cariyeme:

      “-Dışarı çık da bir bakıver, olub bitenleri öğren bakalım?”dedim.

Cariyem, Hüseyin’in şehid edildiği haberini getirdi. Bu sırada cinler-den bir kadın şöyle ağlıyordu:

      “-Ey gözüm, ben yorgunum, ecelin Ubeydullah bin Ziyad ve Yezid bin Muâviye’ye götürdüğü şehidlere sen ağla. Benden sonra şehidlere kim ağlayacak?”

Meymune (r.a) dan:

      “-Cinlerin Hz.Hüseyin (r.a)’in şehid edilmesine ağladığını işittim!” 20

Ebû Reca el-Utaridi’den:

      “-Hz.Ali’ye ve Ehl-i Beyt’den hiç kimseye küfretmeyin. Behlücetm- de bizim bir komşumuz vardı. Bir defasında:“-Allâh’ın öldürdüğü şu fasık Hüseyin bin Ali’yi gördünüz mü?” dedi. Allâh hemen ona, iki yıldız (ışık) göndererek gözlerini kör etti!” 21

İbn-i Vâil bin Alkame’den:

“-Kerbelâ’da bulundum. Bir adam kalkarak:

      “-Aranızda Hüseyin var mı?” diye sordu.

Müslümanlar:

      “-Var!”dediler.

Adam Hz.Hüseyin’e:

      “-Ateşe atılacağın müjdesini veriyorum!”dedi.

Hz.Hüseyin (r.a)’da:

      “-Ben merhametli Rabbime, şefaât edecek olan ve kendisine itaât edilen Peygamberime kavuşacağım müjdesini aldım!”dedi.

Müslümanlar o adama:

      “-Sen kimsin?”dediler.

Adam:

      “-Ben İbn-i Cüveyr’e (Cüveyze)’yim!”diye cevab verdi.

Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Allâh’ım onu ateşe at!”diye dua etti.

Çok geçmeden adamın bindiği hayvan ürktü. Ayağı üzengide asılı kaldı. Allâh’a yemin ederim ki adam param parça oldu. Hayvanın üzerin-de sadece bir tek ayağı kaldı.

Kelbi’den:

“-Hz.Hüseyin su içerken bir adam ok attı. Ok yüzüne isabet ettiği için Hüseyin (r.a)’in avurtları felç oldu. Bunun üzerine Hz.Hüseyin (r.a):

      “-Allâh, seni suya kandırmasın!”diye beddua etti.

Bu duadan sonra adam çatlayıncaya kadar su içti. Fakat birtürlü suya doyamadı!”

Hacib bin Ubeydullah bin Ziyad’dan:

“-Hz.Hüseyin’i şehid ettiği sırada Ubeydullah bin Ziyad’ın peşinden ben de köşke girdim. Köşk alevler içinde yanıyor, alevler Ubeydullah’ın yüzüne vuruyordu. İşte şöyle kollarıyla alevlerden yüzünü korumaya çalışıyordu. Bana:

      “-Sen’de gördün mü?”denildi.

      “-Evet o sırada bana da, kollarımla yüzümü kapamamı söylüyordu!”

Süfyan’dan:

“-Baba annem’in ninesi şunları anlattı. Cû’f kabilesinden iki kişi Hz.Hüseyin’i şehid edenler arasında imiş. Bunlardan birisinin cinsel orğanın çok uzun olduğunu, hatta beline doladığını söylerler. Diğeri de su kabına ağzını dayar, hepsini içtiği halde suya kanmazmış. Ben bunlar-dan birisinin oğlunu gördüm. Deli denecek kadar aptaldı.

A’meş’den:

      “-Bir adam Hz.Hüseyin’in kabrine pisledi. Bu adam ve bütün âile efradı aptallaştı, delirdi, alaca hastalığına yakalandı ve fakirleşti!” 22

Ashab-ı Kirâmdan Abdullah bin Muğaffel (r.a), Ubeydullah İbn-i Ziyâd’dan, yaptığı zulümlerden vazgeçmesini istemiş, ama dinlememişti. Abdullah bin Muğaffel (r.a) ölürken İbn-i Ziyâd onu ziyarete gittiğinde:

      “-Bir vasiyetin, benden bir isteğin var mı?”diye sormuş:

Abdullah bin Muğaffel (r.a) şöyle der:

      “-Ölürsem cenazeme gelme! Namazımı kılma! Mezarıma da gelme!”

Ubeydullah İbn-i Ziyâd’ın annesi Mercâne ki İran yöneticilerinden birinin kızıdır. Hz.Hüseyin gibi birini öldürtmesinden dolayı oğluna:

      “-Oğul! Resûlullâh (s.a.v)’ın kızının oğlunu öldürdün, cennet yüzü görmeyesin!”diye bedduâ ederdi.

Aradan fazla bir zaman geçmeden Adil Kader tecelli etti: Hicri 66. yılda Musul şehri yakınlarında Muhtar es-Sekafi’nin komutanlarından İbrahim bin el-Eşter de İbn-i Ziyâd’ın başını kesmiş. Muhtar es-Sekafi İbn-i Hz.Hüseyin’in kardeşi Muhammed bin el-Hanefi’ye gönderdi. Bundan sonraki hadiste de görüleceği üzere, ğarib bir tecelli olarak İbn-i Ziyâd’la birlikte öldürülenlerin kesik başlarının toplandığı yerde bir yılan peyda oluyor, yılan İbn-i Ziyâd’ın kesik başını buluyor ve ağzından girib burnundan, burnundan girib ağzından çıkıyor ve bunu da defalarca tekrar-lıyordu. Böylece İbn-i Ziyâd’ın, Hz.Hüseyin’in kesik başına yaptığı haka-retin karşılığı dünyada bile gözler önüne konuyordu.

Umâre bin Umeyr anlatıyor:

“-Ubeydullah bin Ziyâd ve adamlarının başları getirilib Rahbe meydanındaki mescide yığıldığında, bende oraya gitmiştim. O sırada insanlar:

      “-Geldi! Geldi!”diyorlardı.

“-Bir yılan gelir kesik başların arasında dolaşıb Ubeydullah bin Ziyâd’ın başını bulur ve onun burnundan girerek bir müddet kalır, sonra çıkıb gözden kaybolur. Sonra halk yine:

      “-Geldi! Geldi!”diye seslendiler.

Yılan tekrar gelir ve aynı şeyi iki veya üç defa tekrarlardı!” 23

Hz.Hüseyin, Hicretin 61. yılın Muharrem ayının onunda, Miladi 680 yılının 10 Ekim Cuma günü Kerbelâ’da şehid oldu. Bedeni Kerbelâ’da başı ise, Şam’da Ümeyye camiinde medfun olduğu söylenir.

Hz.Hüseyin (r.a), ağabeyi Hz.Hasan (r.a) ile birlikte tâbiinden Ebû Abdurrahman es-Sülemi’den kıraat öğrendi. Dedesi Resûlullâh (s.a.v)’den Annesi Hz.Fâtıma ve babası Hz.Ali’den, ayrıca Hz.Ömer’den ve diğer bazı sahâbilerden sekiz tane hadis rivâyet etmiştir. Bu hadisler bir çok hadis kitablarında mevcuddur. Ondan hadis rivayet edenler: Kardeşi Hasan, oğlu Zeynel Abidin, kızları Fâtıma ve Sekine, torunu el-Bakır, eş-Şa’bi, İkrime, Sinan ed-Düeli ve Kurz et-Temimi.

Hz.Hüseyin (r.a), İlmiyle, dirayetiyle, sabrıyla, zühdü ve takvasıyla, mücadeleci tavrı ve istikameti ile ve daha birçok güzel hususiyeti ile Ehl-i Beyt mektebinin büyük bir muallimi idi.

Şüphesiz ki, en doğrusunu Allâh, bilir. Allâh, onlardan razı olsun.


1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-160-163
2- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1082
3- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1722
4- Ahzab-33
5- Ahzab-33
6- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-164
7- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle müslümanlık-4-1693
8- Teğabün-15--Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-166
9- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1054
10- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2012
11- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1052
12- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-167
13- Zümer-42
14- Âl-i İmran-145
15- Hadid-22
16- Şûrâ-30
17- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-160-212
18- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2072
19- Tirmizi,Menakib-31-3771
20- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2074
21- M.Yusuf Kahdehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1950
22- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-2071
23- Tirmizi, Menâkıb-31-3780


Sahabelerle İlgili Diğer Makaleler


Dahhak bin Kays bin Halid►

Dahhâk bin Kays bin Hâlid’ın hayatının ilk dönemleri hakkında kay-naklarda yeterli bilgi yoktur. Kaç tarihinde doğmuş olduğu bilinme-mektedir. Ancak genel görüş, onun Resûlullâh (s.a.v)’ın vefatından altı veya yedi yıl önce Miladi 625-26 yıllarında doğduğu yolundadır.


Dahhâk bin Hârise►

Dahhâk bin Hârise (r.a), Medine doğumludur. Ancak hangi tarihte doğduğu ise belli değildir. Babasının ismi; Hârise bin Zeyd’dir. Annesi’nin ismi ise bilimemektedir.


Cüâyl Bin Süraka Hayatı►

Kaynaklarda adı Cüâyl, Cuâl, Ciâl, veya Cûffal gibi farklı şekillerde geçmektedir, genlellikle onun ismi, Cüâyl bin Süraka el-Damri, veyahutta Cüâyl bin Süraka el-Ğifari olarak geçmektedir.

  • YORUMLAR
adlı kullanıcıya cevap x
ANASAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ
İlginizi Çekebilir
Şanlıurfa'da nefes borusuna cisim kaçan çocuk son anda kurtarıldı
Şanlıurfa'da nefes borusuna cisim kaçan çocuk son anda kurtarıldı
Şanlıurfa'da elektrik akımı can aldı
Şanlıurfa'da elektrik akımı can aldı
Baharın müjdeleyicisi olan cemre yarın toprağa düşecek
Baharın müjdeleyicisi olan cemre yarın toprağa düşecek
Şanlıurfa'da iki öğrencinin hayatını kaybettiği olayla ilgili yeni gelişme
Şanlıurfa'da iki öğrencinin hayatını kaybettiği olayla ilgili yeni gelişme
Son Haberler
Şanlıurfaspor futbolcusuna iki maç ceza
Şanlıurfaspor futbolcusuna iki maç ceza
Şanlıurfa'da 6 kişi örgüt üyeliği iddiasıyla gözaltına alındı
Şanlıurfa'da 6 kişi örgüt üyeliği iddiasıyla gözaltına alındı
Şanlıurfa'da 34 kişinin öldüğü apartmanın müteahhidiyle ilgili yeni gelişme
Şanlıurfa'da 34 kişinin öldüğü apartmanın müteahhidiyle ilgili...
Şanlıurfa'da çalışmalara katılan jandarma personeli törenle uğurlandı
Şanlıurfa'da çalışmalara katılan jandarma personeli törenle uğurlandı
Gelecek Partisi Şanlıurfa il başkanı istifa etti
Gelecek Partisi Şanlıurfa il başkanı istifa etti
Hür Bin Kays
Hür Bin Kays

Ana Sayfa
Haberler
Ekonomi
Siyaset
Yaşam
Spor
Köşe Yazarları
Video Galeri
Üye Paneli
Günün Haberleri
Arşiv
Hava Durumu
Nöbetci Eczaneler
Namaz Vakitleri
  • Asayiş
  • Dünya
  • Eğitim
  • Ekonomi
  • Güncel
  • Haberler
  • Kültür Sanat
  • Sağlık
  • Siyaset
  • Spor
  • Taziye
  • Teknoloji
  • Yaşam
  • Video Galeri
  • Köşe Yazarları
  • Üye Paneli
  • Günün Haberleri
  • Arşiv
  • Hava Durumu
  • Nöbetci Eczaneler
  • Namaz Vakitleri

  • Rss
  • Künye
  • İletişim
  • Çerez Politikası
  • Gizlilik İlkeleri

Sitemizde bulunan yazı , video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır.
İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz.