Anasayfa
  • Haberler
    TeknolojiAsayişEğitimDünyaGüncel
  • Ekonomi
  • Siyaset
  • Yaşam
    SağlıkTaziyeKültür Sanat
  • Spor
  • Ara
A
Büyüt
A
Küçült
Yorumlar
  1. Haberler
  2. Yaşam
  3. Hilâl Bin Ümeyyetü'l-vakfi
Yaşam
11 Aralık 2019 - 02:00

Hilâl Bin Ümeyyetü'l-vakfi

Hilâl bin Ümeyyetü’l-Vakfi Medine doğumludur ancak, hangi tarihte doğduğu belli değildir. Bunun gibi vefat tarihi, âile bireylerini de kesin olarak bilemiyoruz.

Yaşam
11 Aralık 2019 - 02:00
Yorumlar
TAKİP ETTAKİP ET
Yazdır
A
Büyüt
A
Küçült
Yorumlar
Hilâl Bin Ümeyyetü’l-vakfi

Hilâl Bin Ümeyyetü’l-vakfi Kimdir?
هِـلآلُ بْــنُ اُمَــيّــة ُاْلـوَاقْـفِـي


 Baba Adı    :    Ümeyye bin Amr.
 Anne Adı    :    Üneyse bint-i Hıdm, bu hanımefendi Külsüm bin Hıdm’ın bacısıdır.
 Doğum Tarihi ve Yeri    :    Tarih yok, Medine doğumludur.
 Ölüm Tarihi ve Yeri    :    Bilgi yok.
 Fiziki Yapısı    :    Yaşlı bir sahabedir.
 Eşleri    :    1-Müleyke bint-i Abdullah bin Ubey 2-el-Fürey’a bint-i Mâlik bin Duhşum.
 Oğulları    :    Bilgi yok.
 Kızları    :    Bilgi yok.
 Gavzeler    :    Bedir, Uhud, ve diğerleri
 Muhacir mi Ensar mı    :    Ensâr’dan dır.
 Rivayet Ettiği Hadis Sayısı    :    Bilgi yok.
 Sahabeden Kim ile Kardeşti    :    Bilgi yok.
 Kabile Neseb ve Soyu    :    Hilâl bin Ümeyye bin Amr bin Kays bin Abdule’lem bin Amr bin Kâ’b bin Vakf (onun asıl ismi) Mâlik bin İmrulkays bin Mâlik bin Evs el-Ensariy el-Vakfi
 Lakap ve Künyesi    :    Bilgi yok.
 Kimlerle Akraba idi    :    Bilgi yok.

 

Hilâl Bin Ümeyyetü’l-vakfi'nin Hayatı

Hilâl bin Ümeyyetü’l-Vakfi Medine doğumludur ancak, hangi tarihte doğduğu belli değildir. Bunun gibi vefat tarihi, âile bireylerini de kesin olarak bilemiyoruz. Ancak onun Ensâr’dan olduğu ve neseb silsilesi ise şu şekilde sayılır. Hilâl bin Ümeyye bin Amr bin Kays bin Abdul e’lem bin Amr bin Kâ’b bin Vakf (onun asıl ismi) Mâlik bin İmrulkays bin Mâlik bin Evs el-Ensâri el-Vakfi Annesi’nin adı; Uneyse bint-i Hıdm olub bu kadın Muhacirler misafirhanesinin sahibi Külsüm bin Hıdm’ın bacısıdır. Hilâl bin Ümeyyetü’l-Vakfi (r.a) Resûlullâh (s.a.v)’ın Medine’ye Hicretlerinden önce İslâm ile müşerref olmuştur.

Medine’nin Sabikunundan sayılırdı. Kendi kabilesi olan Vakfilerin taptıkları putları kırardı. Daha sonra meydana gelen Bedir, Uhud, Savaş-ları’na bizzat katılmış olup. Mekke’nin fethinde kendi kabilesinin bayrağını taşımıştır. Bu arada onun en meşhur olayı Tebük Seferi ile ilgilidir, bu olayı bize tüm detayları ile kader arkadaşı olan Kâ’b bin Mâlik anlatıyor.

Tebük Seferi:

      “-Bu sefere gidilirken her zamankinden daha kuvvetli ve daha varlıklıydım, iki tane devem vardı. Böyle olduğu halde yine de savaşa katılmamıştım. Allâh’dan vahy gelmedikçe durumlarının gizli kalacağını zannedenler hâricinde savaşa katılmak istemeyen yoktu. Resûlullâh’la birlikte bütün Müslümanlar savaşa hazırlandılar. Ben ise sabah erkenden Müslümanlarla beraber hazırlanmaya niyetlendim, fakat hiçbir şey yapamadım!”

Olay böyle devam edip gitmektedir. Resûli Ekrem, onun orduda bulunmayışını Tebük’de fark etmiş ve kendisini sormuştur. Olmadığını anlayınca sesini çıkarmamış ve Medine’ye dönüşte kendisi dahil bütün sahabeler, savaşa gitmeyen üç sahabeden elli gün süre ile irtibatlarını kesmişlerdir.

Aradan elli gün geçtik ten sonra nazil olan Tevbe süresinin 119-121. âyetleri ile affa uğramışlardır. Bu af dolayısıyla Kâ’b, sevinçten şükür secdesine varmıştır. Bu durum daha sonra Müslümanlar için bir sünnet olarak kalmıştır. Resûlullâh (s.a.v)’in Tebük'ten Medine’ye dönüp gelişi, Ramazan ayında idi.

Kâ’b bin Mâlik der ki:

“-Resûlullâh’ın Tebük’den Mücahidlerle birlikte Medine’ye yönelip gelmek üzere bulunduğunu işitince, beni, bir üzüntü sardı. Artık, bir yalan düşünmeğe başladım. Kendi kendime:

      “-Acabâ yarın ne söylesem, Resûlullâh’ın gazabından kurtulabili- rim?”diyor, ve aile halkımdan görüş sahibi olanların hepsinden bu husus-da yardım diliyordum:

Resûlullâh (s.a.v)’ın Medine’ye gelmesi yaklaştı! Denilince, benden, o boş düşünceler uzaklaştı. Ben, hiç bir zaman, doğruluktan başka bir şey ile bundan kurtulamayacağımı anladım, doğruyu söylemeğe karar verdim. Nihayet, Resûlullâh (s.a.v) sabahleyin Medine’ye çıkageldi. Resûlullâh, bir seferden geldiği zaman, ilk önce Mescid’e varıp orada iki rekât namaz kılar, sonra da, halk ile otururdu. Bu seferde’de, böyle yapıp oturduğu zaman, Tebük seferinden geri kalanlar, yanına gelerek özür dilemeğe ve özürlerini yeminle desteklemeğe başladılar.

Onlar, seksenden fazla kişi idiler.

Resûlullâh, (s.a.v), onların dış yüzlerine ve yeminlerine bakarak özürlerini kabul ve iç yüzlerini Allâh’a havale etti, Hummalı ve hastalıklı, olduklarını ileri sürerek kendisinden özür dilemiş olan bu kişilere acıdı. Bey’atlarını kabul etti. Kendileri için Allâh’dan mağfiret de diledi.

Ben’de, Resûlullâh (s.a.v)’ın huzurlarına vardım, kendisine selâm verdiğim zaman, bana, gazablı bir gülümseyişle gülümsedikten sonra:

      “-Gel!” buyurdu, yürüyüp yanına vardım ve önüne oturdum.

      “-Seni, geride bırakan nedir? Sen, bana yardım etmek üzere Akabede sırtına bey’at yüklenmiş değil mi idin?”diye sordu.

“-Evet! Yâ Resûlullâh! Ben, vallâhi sizden başka şu dünya halkından kimin yanında otursam ileri süreceğim özürle muhakkak onun gazabından kurtulabileceğimi sanır ve umarım. Çünkü, ben, tartışmada, mantıklı ve düzgün konuşma gücü verilmiş bir kimseyimdir. Fakat, vallahi, şunu iyi biliyorumdur ki, eğer, bu gün ben, Sizi, benden hoşnud edecek yalan bir söz söyleyecek olursam, çok sürmez, Allâh, yalanımı ortaya çıkarır, Seni, hakkımda gazablandırır.

Eğer, Seni, hakkımda gazaplandıracak söz söylersem, her halde, ben, bu husustaki kusurum için Allâh’ın affını umarım. Hayır! Vallahi, benim için ileri sürülecek hiç bir özür yoktur. Vallahi, ben, Senden geri kaldığım zamanda olduğu kadar, hiç bir zaman, sefer için daha güçlü ve daha kolaylıklı değildim!” dedim.

Bunun üzerine, Resûlullâh (s.a.v):

      “-İşte, Kâ'b, doğru söyledi! Kalk! Allâh, senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle!” buyurdu.

“-Kalktım. Evime gelirken, Benî Selime’den bazı kişiler, benimle birlikte geldiler ve bana:

      “-Vallâhi, biz, seni bundan önce bir günâh işlemiş kimse olarak bilmiyoruz. Ne çâre ki, sen, seferden geri kalan kişilerin özür diledikleri şekilde Resûlullâh (s.a.v)’den özür dileyemedin ve çok âciz duruma düştün! Halbuki, Resûlullâh (s.a.v)’ın senin hakkındaki mağfiret dileği günahını bağışlatmağa yeterdi!” dediler.

“-Vallâhi, Selime oğulları, beni kınamağa o kadar devam ettiler ki, nihayet Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına dönmek, kendimi yalanlamak istedim. Sonra, onlara:

      “-Bu duruma düşen, benden başka, benimle birlikte bir kimse var mıdır?”diye sordum.

Onlar:

      “-Evet! İki kişi daha vardır. Onlar da, Resûlullâh (s.a.v)’e senin söylediğin sözün bir benzerini söylediler. Resûlullâh (s.a.v)’de onlara da, sana söylediği gibi söyledi!” dediler.

      “-Kimdir onlar?” diye sordum.

      “-Mürâre bin Rebîü’l-Amrî ile Hilâl bin Ümeyye’tül Vâkfî’dir!” dediler.

Bu iki zâtın, sâlih ve kendileri örnek tutulacak kişiler olduklarını Bedir savaşında bulunduklarını bana hatırlattılar. Tereddüdden vazgeç-tim. Sustum. Muâz bin Cebel ile Ebû Katâde’ye rastladım. Bana:

      “-Arkadaşlarının sözlerini dinleme! Doğruluk üzerinde dur! İnşallah, her halde. Allâh, senin için bir genişlik, bir çıkar yol yaratır. Özür sahip-lerine gelince, eğer, onlar özürlerinde sâdık iseler, Allâh, bu hususta onlardan hoşnud olur ve bunu, Peyğamberine bildirir!”dediler

Resûlullâh (s.a.v), Kendisinden seferde geri kalanlardan bizim işte şu üçümüz ile konuşmaktan Müslümanları nehiy etti. Halk’da, bizden çekindiler ve yüzlerini ekşittiler. Nihayet, bana yer yüzü yabancılaştı. O, artık, benim tanıdığım yer değildi!

Bu hal üzere, elli gün kaldık. İki arkadaşıma gelince: onlar da, halktan çekildiler, evlerinde oturdular. Ağladılar durdular.

Ben, onların daha genci ve daha güçlü ve dayanıklısı idim. Bunun İçin, ben, dışarı çıkar, namazda Müslümanların yanında bulunur, çarşı ve pazarları dolaşırdım. Fakat, hiç kimse bana söz söylemezdi. Namazdan sonra, Resûlullâh’ın Meclisine varıp Kendisine selam verir ve içimden:

      “-Acabâ, selâmıma mukabele için dudaklarını oynatır mı, yoksa, oynatmaz mı?” derdim.

Sonra, namazı, Onun yakınında kılar, Kendisine bakmak için, fırsat kollardım. Ben, namazı ma yöneldiğim zaman, O, bana doğru döner, fakat, ben, Ona doğru bakınca, benden yüzünü çevirirdi. Halkın da, bana karşı böyle, cefalarını açığa vurmaları beni terk etmeleri uzayıp gittiği bir sırada idi ki, gidip Ebû Katâde’nin bahçe duvarına tırmandım. Kendisi, amcamın oğlu ve halkın, bana en sevgilisi idi. Selam verdim. Fakat, Vallâhi, O da, selâmımı almadı.

      “-Ey Ebû Katâde! Sana, Allâh adına, and veriyorum: Sen, benim, Allâh’ı ve Allâh’ın Resulünü sevdiğimi biliyor değil misin?”dedim. Sustu. Andımı, tekrarladım:

      “-Ey Ebû Katâde! Sana, Allâh adına and veriyorum: Sen, benim, Allâh’ı ve Allâh’ın Resulünü sevdiğimi biliyor değil misin?”dedim. Yine, sustu. Üçüncü olarak andımı tekrarlayınca.

      “-Allâh ve Resulü, daha iyi bilir!” dedi.

Bunun üzerine, gözlerimden yaş boşandı. Hemen sıçrayıp kalktım, bahçe duvarına tırmandım. Ertesi günü, sabahleyin çarşıya kadar gittim. Medine çarşısında gidip durduğum sırada idi ki, Medine’ye buğday satmaya gelen Şam Nabtîlerin den bir Nabtî:

      “-Kâ’b bin Mâlik’i, bana kim gösterir?”diye soruyordu.

Halk, beni işaret ederek ona gösterdiler. Nabtî, yanıma geldi ve Gassân kralı Hâris bin Ebi Şemir veya Cebele bin Eyhem tarafından ipek bir bez parçasına yazılmış bir yazıyı bana verdi. Ben, kâtiptim, okur yazar idım. Mektuba bakınca, içinde şöyle denildiğini gördüm:

      “-Bundan sonra, derim ki; bana haber verilmiş bulunduğuna göre, Sâhib'in, sana eziyet ediyormuş. Allâh, seni ne horlanacak, ne de zayi edilecek bir mevki’de yaratmıştır. Sen, hemen bizim yanımıza gel, kavuş! Biz, sana, yaraşan ihsanı ve iyiliği yaparız!”

Mektubu okuyunca:

      “-Bu da, o birisi gibi bir belâ ve ibtilâdır! Benim, içine düştüğüm hali haber âlân müşriklerden biri hakkımda umuda düşmüş!”dedim.

Mektubu, tandırda yakmağa karar verdim. Hemen götürüp tandıra attım, yaktım. Elli günden, kırk günü geçince, Resûlullâh (s.a.v)’ın Elçisi yanıma gelip:

      “-Resûlullâh (s.a.v), sana kadınından ayrılmanı, emrediyor!” dedi.

      “-Kadını’mı, boşayacak mıyım? Yoksa, ne yapacağım?”diye sordum

      “-Hayır! Kadının dan ayrı bulun ve ona yaklaşma!” dedi.

Resûlullâh (s.a.v), iki arkadaşıma da, bunun gibi haber göndermişti.

Resûlullâh’ın Elçisi, Huzeyme bin Sâbit’ti. Kadınıma:

      “-Haydi, kendi aile halkının yanına git! Allâh, şu iş hakkındaki hük-münü bildirinceye kadar onların yanında bulun!” dedim.

Hilâl bin Ümeyye, Sâlih bir zattı. Ağlayıp durdu. Kendisinin, ağla-maktan öleceği sanılıyordu.Yemekten, içmekten kaçınıyor, oruç tutacak olursa, iki, üç günü, birbirine ekliyor, ancak, bir yudum su veya biraz süt içiyordu. Geceleri, hep namaz kılıyor, kendisine hiç kimse söz söyle-mesin diye dışarı çıkmayıp, evinde oturuyordu. Yeni doğmuş çocuk bile olsa, onuda, Resûlullâh (s.a.v)’ın emrine uymuş olmak için terk ediyordu.

Hilâl bin Ümeyye’nin karısı, Resûlullâh (s.a.v)’e gelerek:

      “-Yâ Resûlallah! Hilâl bin Ümeyye, çok yaşlıdır. Gücü, kuvveti gitmiştir. Kendisinin hizmetçisi de yoktur Ona, benden başka arkadaş olacak, iyi bakacak bir kimse de bulunmamaktadır. Eğer, beni bırakır, ona hizmet etmemi uygun görürsen, bırak ta, hizmet edeyim? Benim, ona hizmet etmemi çirkin görür müsün?”dedi.

Resûlulâh (s.a.v):

      “-Hayır! Çirkin görmem. Fakat, o, sana yaklaşmasın!”buyurdu.

Kadın:

      “-Yâ Resûlullâh! Vallahi, onun, bana, hiç bir şeye doğru kımıl-dayacak hali yok! Vallahi, bu olan iş, olalıdan bu güne dek hiç durmadan ağlıyordur! Gece, gündüz sakalından göz yaşları dökülüyordur. Gözlerin- de aklık belirmiştir. Kendisinin gözlerini kaybedeceğinden korkuyorum!” dedi.

Aile halkımdan bazıları:

      “-Resûlullâh (s.a.v) Hilâl bin Ümeyye’ye, kadınının hizmet etmesine izin verdi. Sen de, kadının için, Resûlullâh (s.a.v)’den izin istesen?” dediler. Onlara:

      “-Vallahi, ben, bu hususta Resûlullâh (s.a.v)’den izin isteyemem. İzin istediğim zaman, Resûlullâh (s.a.v)’ın, bana, ne söyleyeceğini bile-mem. Hem ben genç, dinç bir adamım!”dedim.

Bundan sonra, on gece daha durdum. Resûlullâh (s.a.v)’ın halkı, bizimle konuşmaktan men edişinden beri elli gecemiz dolmuştu. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını kılmıştım. Evlerimizden bir evin damında Sel’ dağının arkasında yaptığım çardakta oturuyordum. Öyle bir halde ki yüce Allâh’ın andığı üzere, yer yüzü, bütün genişliğine rağmen başımıza dar gelmekte ve canım, son derece sıkılmakta idi. Tam o sırada, Sel’ dağının üzerinde, en yüksek sesiyle:

      “-Ey Kâ’b bin Mâlik! Müjde!”diyerek bir bağırıcının, olanca gücü ile bağırdığını işittim, Hemen secdeye kapandım. Anladım ki; artık, genişlik, ferahlık gelmiştir!”

Resûlullâh (s.a.v), sabah namazını kılınca, Allâh’ın, bizim üzerimize tövbesini, nedametlerimizin kabulünü bildirdi de, halk, bizlere müjdele-meye gittiler. İki arkadaşıma’da, müjdeciler gitti. Bana da bir kişi Vakıdi’ye göre: Zübeyr bin Avvam Müjdelemek üzere atını sürmüş ve Eşlem kabilesinden bir müjdeci Vakıdi’ye göre: Hamza bin Amr’de koşup Sel’ dağının üzerine çıkmıştı. Onun sesi, attan daha çabuktu ve beni, müjdeleyen sesini işittiğim bu zat, yanıma gelince, üzerimdeki iki kat elbisemi çıkarıp kendisine müjdelik olarak giydirdim. Vallahi, o zaman, bunlardan başkasına mâlik değildim. Eğreti olarak iki kat elbise alıp üzerime giyindim!”

Ümmü Seleme (r.a) der ki:

“-Gece, Resûlullâh (s.a.v), bana:

      “-Ey Ümmü Seleme! Kâ’b bin Mâlik ve iki arkadaşının tövbesinin kabulü hakkında vahy nâzil oldu!” buyurdu.

      “-Yâ Resûlallâh! Onlara, hemen adam gönderip müjdeleyeyim mi?” dedim.

      “-Sen, gecenin sonuna kadar onların uyumalarına engel olursun. Sabahlamadıkça, onlar, görülmesin!” buyurdu.

Resûlullâh (s.a.v) sabah namazını kıldırınca, Kâ’b bin Mâlik, Mürâre bin Rebi’ ve Hilâl bin Ümeyye’nin tövbelerinin Allâh tarafından kabul olunduğunu halka haber verdi.

Zübeyr bin Avvam, Kâ’b’a müjdelemek için at üzerinde vadinin içine doğru gitti.

Saîd bin Zeyd, bin Amr, bin Nüfeyl, Hilâla müjdelemek için Benî Vâkıflara gitti. Bunu, haber verdiği zaman, Hilal, secdeye kapandı!”

Saîd bin Zeyd der ki:

      “-Kâ’b uzun süre, başını secdeden kaldırmadı. Sevincinden, can verdiğini sandım!” demiştir.

“-Hilâl bin Ümeyye, üzüntüsünden, o kadar çok ağlamakta idi ki öleceğinden korkulmağa başlamıştı. Üzüntüden, ağlamaktan o kadar zayıflamıştı’ki, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına yürüyerek gidemeyecek duruma düşmüş, merkebe binmek zorunda kalmıştı.

Mürâre bin Rebî,i, Ebû Nâile Silkân bin Selâme, ile Seleme bin Selâme bin Vakş müjdelediler.

Kâ’b bin Mâlik, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gidişini ve ondan sonrasını da şöyle anlatır:

“-Hemen Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gittim. Halk, beni takım takım karşıladılar.

      “-Allâh’ın, tövbeni kabul buyurması, sana kutlu olsun!”diyerek beni, kutladılar. Mescide varıp girdim. O sırada, Resûlullâh (s.a.v) oturuyor, çevresinde de, halk bulunuyordu. Talha bin Ubeydullâh, kalkıp koşarak geldi. Elimi sıktı ve beni tebrik etti:

Vallahi, Muhacirlerden, Talha’dan başka, kimse, bana ayağa kalkmadı. Talha’dan gördüğüm bu iyiliği, hiç unutamam!”

Kendisine selâm verdiğim zaman, Resûlullâh (s.a.v) sevinçten, yüzü şimşek çakar gibi çakar bir halde, bana:

      “-Seni, öyle bir günün hayır ve saâdetiyle müjdelerim ki o, annenin doğurduğu günden beri geçirdiğin günlerin hayırlısıdır! Sen, hiç bir zaman, üzerine doğmamış olan hayırlı güne gel!” buyurdu.

      “-Yâ Resûlallâh! Bu müjde, Senin tarafından mı, yoksa, Allâh tarafından mı?” diye sordum.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Hayır! Benim tarafımdan değil, Allâh tarafındandır!”buyurdu.

Zâten, Allâh tarafından sevindirildiği zaman, Resûlullâh (s.a.v)’ın yüzü, sevinçten, ay parçası gibi parıldardı. Bunu, biz de, yüzünün parıltı-sından anlardık. Resûlullâh (s.a.v)’ın önüne oturunca:

      “-Yâ Resûlullâh! Hem tövbemin kabulüne şükür için, hem de Allâh’ın ve Resulünün rızasını kazanmak için sadaka olarak malımdan sıyrılıp çıkacağım!” dedim.

Resûlullâh (s.a.v):

      “-Malının bir kısmını yanında tut. (Fakirlere hepsini dağıtma!) Bu, senin için daha hayırlıdır!” buyurdu.

      “-Öyle ise, Hayber’de hisseme düşmüş olan malı, yanımda tutar, kendime alı korum. Yâ Resûlallâh! Allâh, beni ancak doğrulukla kurtardı. Artık, ben, tövbemin icabından olarak, bundan böyle sağ kaldıkça, yaşadıkça, doğrudan başka bir şey söylemeyeceğim!” dedim.

“-Vallâhi, Resûlullâh (s.a.v)’e bunları andığımdan beri, Müslüman-lardan hiç bir kimse bilmiyorum’ki doğru söylemekte Allâh’ın bana yaptığı imtihandan daha güzel imtihanını ona yapmış olsun! Resûlullâh’a bunları andığımdan bu güne dek yalan bir şey söylemek, aklımdan bile geçme-miştir. Bundan sonra sağ kaldığım zaman içinde de, Allâh’ın beni yalandan koruyacağını umarım! Yüce Allâh, Resulüne:

“-And olsun ki: Allâh, Peygamberini, muharebeden geri kalan-lara izin verdiğinden dolayı af ettiği gibi, içlerinden bir takımının gönülleri hemen hemen eğrilme üzere iken güçlük zamanında Ona tâbi olan Muhacirlerle Ensârı da tövbeye muvaffak ve sonra, onların bu tövbelerini kabul buyurdu.

Çünkü, O, çok Esirgeyici ve çok Bağışlayıcıdır. Seferden geri bırakılan ve haklarındaki hüküm geciken üç kişinin tövbelerini de kabul etti.

Çünkü, yer yüzü, olanca genişliğiyle birlikte, onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça, sıkmıştı.

Nihayet, Allâh'ın hışmından, yine Allâh'dan başka sığınacak hiç bir yer olmadığını anladılar da, bundan sonra, Allâh, onları da, eski hallerine dönsünler diye, tövbeye muvaffak kıldı. Şüphe yok ki Allâh, ancak Odur. Tövbeyi en çok kabul eden ve Esirgeyen! Ey iman edenler! Allâh'dan korkunuz! Bir de doğrularla beraber olunuz!” 1

Âyetlerini indirdi.

“-Vallâhi, Allâh’ın, bana verdiği nimetler içinde, beni İslâm dinine hidâyetinden sonra, bence, Resûlullâh (s.a.v) doğru söylemekten, Ona yalan söyleyip de helâk olmuş bulunmamaktan daha büyük bir nimet vermemiştir. Nasıl ki Resûlullâh (s.a.v)’e yalan söyleyenler, helâk olup gittiler. Çünkü, Allâh, şu yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman, her hangi bir kimse hakkında söyleyeceğinin en ağırını söyledi de şöyle buyurdu:

“-Onların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini muhâzeden vazgeçmeniz için Allâh'a and içeceklerdir. Öyle olunca, siz’de, onlardan sarf-ı nazar ediniz. Çünkü, onlar, murdardırlar, pistirler!

      “-Onların, irtikâb etmekte bulunduklarının cezası olarak vara-cakları yer de, Cehennem'dir. Onlar, kendilerinden hoşnud olmanız için size yemin edecekler, Fakat, siz, onlardan hoşnud olsanız da, muhakak ki Allâh, o fâsıklar güruhundan hoşnud olmaz?” 2

Şu üçümüzün, hani bizden önce Resûlullâh (s.a.v)’ı kandırmak için yemin edip Resûlullâh (s.a.v)’ın de, onların yeminlerini ve beyatlarını kabul ve kendileri için Allâh’dan mağfiret dilediği o bir takım kimselerin affından elli gün arkaya kalmış bulunan bizlerin işimizi ise, Resûlullâh (s.a.v), Allâh’ın hakkımızda vereceği hükme kadar geciktirmişti. İşte, bunun içindir ki yüce Allâh:

Hani, şu tövbeleri Allâh’ın hükmüne kadar geri bırakılan üç kişiye!” buyurmuştur.

Bu Ayette, Allâh’ın andığı geri bırakmış, bizim gazadan geri kalışımız değildir. Fakat, Resûlullâh (s.a.v)’ın bizim üçümüzü ve tövbemizi, kendisine yemin eden ve kendisinden özür dileyib’de, özürleri kabul olunanların tövbelerinden geri bırakışıdır!” 3

Lian olayı:

Hilâl bin Ümeyye hakkında “Lian olayı” ile ilğili Kûr’an’da âyet nazil olduğu da kaynaklarda anlatılır.

Abdullah İbn-i Abbas (r.a)’dan rivâyet edildiğinie göre:

“-Hilâl bin Ümeyye, Resûlullâh (s.a.v)’ın huzurunda, karısının Şerik bin Sehmâ ile zinâ yaptığını iddia etti. Resûlullâh (s.a.v) şöyle dedi:

      “-Yâ delil getirirsin, ya da sırtına had vurulur!”

      “-Ey Allâh’ın Resûlü! Bizden biri karısının üzerinde bir adam görür ise, delil aramaya mı gitsin?!”

Resûlullâh (s.a.v) yine de:

      “-Yâ delil getirirsin, ya da sırtına had vurulur!”demeye devam etti.

Hilâl bin Ümeyye şöyle dedi:

      “-Seni hak ile gönderen Yüce Allâh’a yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum. Yüce Allâh, sırtıma had vurulmasından beni kurtaracak olan hükmü mutlaka indirecektir!”

Bunun üzerine Cebrâil (a.s) gelip Allâh’dan şu âyetleri indirdi:

“-Karılarına zinâ isnâd eden ve kendilerinden başka şahitleri de bulunmayan kimselerin her biri, dört defa yemin ederek, karısına isnâd ettiği sözde muhakkak doğru söylediğine Allâh’ı şâhid tutmalı, beşincisinde de şâyet yalancılardansa üzerine Allâh’ın lânetinin gelmesini dilemelidir.

Kadın ise, dört defa yemin ederek, kocasının kendisine yaptığı zinâ isnâdında muhakkak yalancılardan olduğuna Allâh’ı şâhid tut-malıdır. Beşinci defa da kadın, eğer kocası doğru söyleyenlerden ise, Allâh’ın ğazabının kendi üzerine gelmesini dilemelidir!” 4

Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v) döndü, Hilâl ve karısına haber gön-derdi. Hilâl gelib yemin etti.

Resûlullâh (s.a.v) dedi ki:

      “-Şübhesiz Allâh biliyor ki, ikinizden biri yalan söylüyor. Herhangi biriniz tevbe etmek ister mi?”

Buna rağmen kadın da kalkıp yemin etti. beşinci defa yemin ederken kadını tuttular ve:

      “-Bu beşincisi, âzabı vâcib kılıcıdır!”dediler.

İbn-i Abbas der ki:

“-Kadın durakladı, geri döndü, biz de yemininden rücû edeceğini sandık. Ama kadın:

      “-Kabilemi, bundan sonraki günlerde rezil edemem!”dedi ve yemin-nine devam etti.

Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurdu:

      “-Bu kadını takib edin. Eğer o, gözleri sürmeli, kalçaları geniş, bacak-ları kalın bir çocuk doğurursa, o, Şerik bin Sehmâ dandır!”

Sonunda kadın, böyle bir çocuk doğurdu.

O zaman Resûlullâh (s.a.v) dedi ki:

      “-Şayet yüce Allâh’ın kitâbının hükmü geçmemiş olsaydı, benim bu kadınla işim vardı!”

      “-Benim bu kadınla işim vardı!”

Cümlesi, kadına had cezâsını tatbik edeceğini ifâde etmektedir. Çocuğun, hakkında zinâ ithâmı bulunan Şerik bin Sehmâ’ya benzemesi yüzünden, kadına had cezası vurulacaktı. Ancak lânetleşme, had cezâsını düşürdüğü için, mulâane âyetinin inmesi ile bu ceza tatbik edilememiştir.

Mulâane nedir?:

Mulâane veya Liân; lanetleşmek anlamına gelen bir masdardır. Istılahi olarak; karı kocanın, zinâ iddiasıyla lanetleşmeleri anlamına gelir. Böyle bir lânetleşmeden sonra eşler, birbirlerine ebediyen haram olurlar. Lânetleş-menin şekli, âyet-i kerimede izah edilmiştir. Yukarıdaki hadis te mülâane âyetinin inmesine, Hilâl bin Ümeyye’nin, karısı hakkındaki iddiasının sebeb olduğu anlatılmaktadır.

Diğer sahih bir rivâyette de Uveymir bin Hâris el-Aclâni’nin iddiası üzerine âyetin nâzil olduğu ifâde edilmektedir. Bu durumda âyetin nuzûl oluşuna, benzer iki olayın sebeb olduğundan söz edilebilir. Ancak Cumhur, âyetin Hilâl bin Ümeyye’nin iddiası üzerine nâzil olduğunu, İslâm’da ilk lânetleşmenin onun şahsında yapıldığını, Uveymir’in iddiasının da, âyetin hükmüne tetabuk ettiğini söyler.

Söz konusu Liân olayı Hicri 9.yılda Şaban ayında vukû buldu. Tebük Seferi ise Receb ayı başlarında olduğu söylenir. 5

Hilâl bin Ümeyye’nin hangi tarihte vefat ettiği belli değildir.

Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.


1- Tevbe-117-119
2- Tevbe-95-96
3- M.Âsım Köksal islâm Tarihi-16-258-268
4- Nûr-6-9
5- Câmiû’l-Usûl-3-218-No-728-Buhâri-Şehâdet-21-Talak-28-Ebû Dâvûd- Talak-27-2254


Sahabelerle İlgili Diğer Makaleler


Dahhak bin Kays bin Halid►

Dahhâk bin Kays bin Hâlid’ın hayatının ilk dönemleri hakkında kay-naklarda yeterli bilgi yoktur. Kaç tarihinde doğmuş olduğu bilinme-mektedir. Ancak genel görüş, onun Resûlullâh (s.a.v)’ın vefatından altı veya yedi yıl önce Miladi 625-26 yıllarında doğduğu yolundadır.


Dahhâk bin Hârise►

Dahhâk bin Hârise (r.a), Medine doğumludur. Ancak hangi tarihte doğduğu ise belli değildir. Babasının ismi; Hârise bin Zeyd’dir. Annesi’nin ismi ise bilimemektedir.


Cüâyl Bin Süraka Hayatı►

Kaynaklarda adı Cüâyl, Cuâl, Ciâl, veya Cûffal gibi farklı şekillerde geçmektedir, genlellikle onun ismi, Cüâyl bin Süraka el-Damri, veyahutta Cüâyl bin Süraka el-Ğifari olarak geçmektedir.

  • YORUMLAR
adlı kullanıcıya cevap x
ANASAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ
İlginizi Çekebilir
Şanlıurfa'da nefes borusuna cisim kaçan çocuk son anda kurtarıldı
Şanlıurfa'da nefes borusuna cisim kaçan çocuk son anda kurtarıldı
Şanlıurfa'da elektrik akımı can aldı
Şanlıurfa'da elektrik akımı can aldı
Baharın müjdeleyicisi olan cemre yarın toprağa düşecek
Baharın müjdeleyicisi olan cemre yarın toprağa düşecek
Şanlıurfa'da iki öğrencinin hayatını kaybettiği olayla ilgili yeni gelişme
Şanlıurfa'da iki öğrencinin hayatını kaybettiği olayla ilgili yeni gelişme
Son Haberler
Adalet Bakanlığına 18 bin 305 personel alınacak
Adalet Bakanlığına 18 bin 305 personel alınacak
Şanlıurfaspor konvoyunda kaza: Yaralılar var
Şanlıurfaspor konvoyunda kaza: Yaralılar var
Muharrem İnce cumhurbaşkanı adaylığı için 100 bin imzayı topladı
Muharrem İnce cumhurbaşkanı adaylığı için 100 bin imzayı topladı
Haliliye'de iftar yemekleri hanelere ulaştırılıyor
Haliliye'de iftar yemekleri hanelere ulaştırılıyor
Şanlıurfa'da CHP'ye başvuru yapanların sayısı belli oldu
Şanlıurfa'da CHP'ye başvuru yapanların sayısı belli oldu
Hüseyin Bin Ali Bin Ebû Talib
Hüseyin Bin Ali Bin Ebû Talib

Ana Sayfa
Haberler
Ekonomi
Siyaset
Yaşam
Spor
Köşe Yazarları
Video Galeri
Üye Paneli
Günün Haberleri
Arşiv
Hava Durumu
Nöbetci Eczaneler
Namaz Vakitleri
  • Asayiş
  • Dünya
  • Eğitim
  • Ekonomi
  • Güncel
  • Haberler
  • Kültür Sanat
  • Sağlık
  • Siyaset
  • Spor
  • Taziye
  • Teknoloji
  • Yaşam
  • Video Galeri
  • Köşe Yazarları
  • Üye Paneli
  • Günün Haberleri
  • Arşiv
  • Hava Durumu
  • Nöbetci Eczaneler
  • Namaz Vakitleri

  • Rss
  • Künye
  • İletişim
  • Çerez Politikası
  • Gizlilik İlkeleri

Sitemizde bulunan yazı , video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır.
İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz.