Baba Adı : Ali bin Ebi Talib.
Anne Adı : Fâtımatü’z-Zehrâ bint-i Resûlullah (s.a.v).
Doğum Tarihi ve Yeri : Hicri 3. yılın Şaban veya Ramazan ayının on beşinde, Miladi 625 yılının Ocak, veya Şubat, veya Mart ayının birinde Medine’de dünyaya geldi.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicretin 49. yılının Safer ayının 28. günü, Miladi 7 Nisan 669 yılında 45 yaşlarında iken Medine’de vefat etmiştir. Kabri, Medine’de Cennetü’l-Bâki’de dir.
Fiziki Yapısı : Resûlullâh (s.a.v)’e çok benzerdi. Boy bos, rengi, konuşması, yürüyüşü; her hali ile Resûlullâh (s.a.v)’ı çağrıştırırdı.
Eşleri : Bir çok evlilikler yapmıştır.
Oğulları : Hasan el-Müsenna, el-Kâsım, Ebû Bekr, Zeyd, Abdullah, Hüseyin el-Esrem, Amr, Abdurrahman, Muhammed el Ek-ber, Muhammed el-Asğar, Ca’fer, Hamza, Yâ’kub, İsmail, ve Talha.
Kızları : Ümmü’l-Hasan, Ümmü’l-Hayr, Ümmü Sele-me, Ümmü Külsüm, Fâtıma, ve Ümmü Abdullah.
Gavzeler : Horasan, Sıffın, Mısır’ın Fethi gibi.
Muhacir mi Ensar mı : Muhacir çocuklarındandır.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 13 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Hasan bin Ali bin Ebi Talib bin Haşim el Kureyşi el-Haşimi’dir.
Lakap ve Künyesi : eş-Şerif, Ebû Muhammed, Müctebâ, Taki, Zeki, Sıbt.
Kimlerle Akraba idi : Resûlullâh (s.a.v)’in torunu, Hz.Ali (r.a) ile Hz.Fâtıma (r.a)’nın oğulları, Hüseyin, Muhsin, Zeyneb ve Ümmü Külsüm bint-i Ali’nin kardeşleri idi.
Resûlullâh (s.a.v), Allâh’ın emri üzerine sevgili kızı Hz.Fâtıma’yı, Hz.Ali’ye nikahladı. Her ikisi’de Resûlullâh (s.a.v)’ın terbiyesi altında büyümüşlerdi. Bu sebeble, bütün Müslümanlara örnek olabilecek bir âile hayatını yaşıyorlardı. Resûlullâh (s.a.v)’de sık, sık onların evlerine gider onları ziyaret ederdi. Onlara çeşitli emir ve tavsiyelerde bulunur, her türlü problemleriyle ilgilenirdi. Hicretin üçüncü yılı idi. Bu mesud evliliğin üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Fâtıma Vâlidemiz hâmileydi. Bu, başta Resûlullâh (s.a.v) olmak üzere bütün Müslümanları sevindirdi.Hz.Abbas’ın zevcesi Ümmü’l-Fadl bir rüya görmüş ve: “-Yâ Resûlallâh! Rü’yada, tıpkı senin uzuvlarından bir uzvu evimde gördüm!”dedi.Resûlullâh (s.a.v)’de “-Hayırdır inşâallâh! Fâtıma’nın bir oğlu doğacağını, onu da oğlun Kusem’in sütü ile senin emdireceğini görmüşsün!”buyurdular.O da, bir müddet Hz.Hasan’ı Kusem’in sütüyle emzirdi.Hz.Hasan, hicri üçüncü yılın Ramazan ayının ortasında veya Şaban ayının ortalarında doğduğu’da rivayet edilmiştir. Hz.Fâtıma’nın doğum zamanı gelince Resûlullâh (s.a.v), Esmâ bint-i Ümeys ile dadısı Ümmü Eymen Bereke’yi Hz.Fâtıma’nın yanına gönderdi. Ayet’el-Kürsî, Felak ve Nâs Sûrelerini Fâtıma’ya okumasını tavsiye etti. Ümmü Eymen, hiç vakit geçirmeden Hz.Ali’nin evinin yolunu tuttu. Eve vardığında Resûlullâh’ın tavsiyesini aynen yerine getirdi. Aradan çok geçmeden Hz.Hasan (r.a), dünyamızı şereflendirdi.Esmâ bint-i Ûmeys (r.a) der ki:Hz.Hasan doğunca, Resûlullâh (s.a.v), bu doğum haberini alır almaz hemen kızı Fâtıma’nın evine geldi: “-Ey Esmâ! Gösteriniz bana oğlumu!”buyurdu.Hz.Hasan, sarı bir hırkaya sarılı idi. Resûlullâh (s.a.v): “-Çocuğu, sarı hırkaya sarmayınız!”buyurdu.Onu, beyaz bir hırkaya sarıb verdim. Kucağına aldı. Onun sağ kula-ğına Ezân, sol kulağına da, Kâmet okudu.Sahabeden Ebû Râfi’: “-Fâtıma, Hasan bin Ali’yi dünyaya getirdiği zaman, onun kulağına Resûlullâh (s.a.v)’ın Ezân okuduğunu görmüştüm!”der.Hz.Ali bin Ebû Talib der ki:“-Ben, harbi, darb’ı sever bir adamdım. Hasan doğunca da, ona Harb İsmini koydum. Resûlullâh (s.a.v) geldi: “-Oğlumu gösteriniz bana! Ne isim koydunuz ona?”diye sordu. “-Harb ismini koydum!”dedim.“-Hayır! O, Hasan’dır! Buyurdular. Resûlullâh (s.a.v) Hasan ismini koyduğu gün, künye olarak da, Ebû Muhammed künyesini koydu. Hasan ismi, câhiliye devri Arablarınca bilinen bir isim değildi. Yalnız yemen’de Hasn ve Hasin isimleri vardı. Resûlullâh (s.a.v), torununa Hasan ismini verinceye kadar Allâh Arablara bu ismi kapalı tuttu.Resûlullâh (s.a.v): “-Koyacağınız isimleri, Peyğamberlerin isimlerinden koyunuz! İsim-lerin yüce Allâh’a sevgili olanı, Abdullâh ve Abdurrahman’dır. İsimlerin güzeli: Hâris ve Hemmam; Çirkini de, Harb ve Mürre’dir! Muhakkak ki, siz, Kıyâmet günü, kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleri ile çağrıla-caksınız. Öyle olunca çocuklarınıza güzel isimler koyunuz!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Hz.Hasan’ın damağına yumuşak hurma sürdü.Hz.Fâtıma (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Oğlum için akika kurbanı olarak bir deve veya iki koç keseyim mi?”diye sordu.Resûlullâh (s.a.v): “-Hayır! Sen, onun saçını kes! Saçının ağırlığınca gümüşü yoksul-lara sadaka olarak dağıt!”buyurdu.Hz.Hasan (r.a)’ın, doğumunun yedinci gününde iki tane koç kesildi. Kesilen saçının ağırlığınca’da, gümüş, sadaka olarak dağıtıldı. Dağıtılan gümüş, bir dirhem veya bir dirhemin bir kısmı kadardı. Hz.Hasan aynı zaman da sünnet’te ettirildi. Çünkü çocukları sünnet ettirmek sünnettir ve fıtri hasletlerdendir. Hz.Hasan (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’e çok benzerdi, hiç kimse, Resûlullâh (s.a.v)’e onun kadar benzer değildi.Enes bin Mâlik’e göre:Hz.Hasan’la, Hz.Fâtıma kadar, Resûlullâh (s.a.v)’e benzeyen bir kimse yoktu!”Hz.Ebû Bekr, bir gün Resûlullâh (s.a.v)’ın Mescidinde ikindi namazı kıldırdıktan sonra çıkıp Hz.Ali ile birlikte biraz yürüdüler. Hz.Ebû Bekr Hz.Hasan’ın çocuklarla oynadığını görünce, onu tutup omuzuna aldı ve: “-Babam anam fedâ olsun buna ki, bu, Resûlullâh’a benzer, Ali’ye değil!”demeye, Hz.Ali’de, onlara bakarak gülümsemeye başladı.Hz.Fâtıma’da: “-Resûlullâh’a benzeyen, Ali’ye benzemeyen yavru!”diyerek onu öper severdi.Hz.Hasan’ın Resûlullâh’a benzerliği, başından göbeğine kadar olan kısmında idi. Hz.Hasan (r.a)’a kırmızı gömlek giydirildiği’de olurdu.Resûlullâh (s.a.v) Hz.Hasan’ı çok sever onu omzunda taşır: “-Allâh’ım! Ben, onu seviyorum! Sende sev! Onu seveni de sev!” “-Hasan ve Hüseyn’i seven, beni sevmiş, onlara kin tutanda bana kin tutmuş olur!” “-Onlar, benim dünya’da öpüp kokladığım iki reyhanım dır!” “-Hasan ve Hüseyn, Cennetlik gençlerin iki seyyidi dir!”buyururdu. 1Albâ bin Ahmer’den:“-Hz.Ali (r.a) kendisi, Hz.Fâtıma ile evlenişini şöyle anlatıyor:“-Resûlullâh’dan kızı Fâtıma’yı istedim. Zırhımı ve ufak tefek bazı eşyalarımı da satarak 480 dirhem para temin ettim. Resûlullâh, bu paranın üç’de ikisini süs eşyası için harcamamı bana emretti. Evlendikden sonra, Resûlullâh (s.a.v), ağzına biraz su alarak bir testiye püskürttü. Sonra’da bize bu sudan yıkanmamızı emretti. Çocuklarımız doğmadan önce’de, kızı Fâtıma’ya’da kendisi gelmeden çocuklarını emzirmemesini söyledi. Fakat, bilâhare Fâtıma, Hüseyn’i Resûlullâh, gelmeden emzirdi.. Hasan’a anlayamadığımız bir şeyler yaptı. Bu sebeble O, Hüseyin’den daha âlim idi. Çünkü Fâtıma Hasan’ı emzirmeden Resûlullâh’ı haberdar etmişti. 2Resûlullâh (s.a.v)’in Hz.Hasan ve Hüseyin’e olan sevgisi:Resûlullâh (s.a.v), torunları Hz.Hasan ve Hüseyin’e bakıp: “-Allâh’ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de, sev!”diye dua etmiştir. “-Hasan ve Hüseyin ki, onlar, benim, dünyada kokladığım iki reyha-nım dır! Hasan ve Hüseyin’i seven beni de sevmiş, onlara kin tutan da, bana kin tutmuş olur!” “-Hasan ve Hüseyin, Cennetlik gençlerin iki Seyyidi dir!”buyurdu.Ebû Eyüb el-Ensâri der ki: “-Bir gün Resûlullâh (s.a.v)’in huzuruna girmiştim. Torunları Hasan ile Hüseyin, önünde oynuyorlardı!” “-Yâ Resûlallâh! Sen, bunları çok mu seversin?”dedim. “-Nasıl sevmem? Bunlar benim, dünya da kokladığım iki Reyhan-larım dır!”buyurdular.Hz.Abbas, Resûlullâh (s.a.v)’i, son hastalığında ziyarete gelmişti. Kendisinden sonra, Hz.Ali, müsaâde isteyib Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin ile birlikte içeriye girdi.Hz.Abbas (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Bunlar, senin evlatlarındır!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Evet, Amca! Onlar, Senin de, evlâtlarındır!”buyurdu.Hz.Abbas (r.a): “-Ben Onları severim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Sen, onları sevdiğin gibi, Allâh’da, Seni sevsin!”buyurdu. 3Resûlullâh (s.a.v), bir gün cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin, güreşmeye başladılar. Resûlullâh gülerek: “-Hâ ğayret Hasan! Göreyim seni oğlum, yakala Hüseyn’i!”diyerek Hz.Hasan’ı kayırınca, Hz.Ali, veya Anneleri Hz.Fâtıma: “-Yâ Resûlallâh! Sen, Hüseyin’i kayırmalı değil miydin?! Hasan ondan daha, büyüktür?!”dediler.Resûlullâh (s.a.v):“-Baksan’a, şu Cebrâil’de, Hüseyin’e: “-Hâ ğayret Hüseyin! Göreyim seni! Diyor!”buyurdular.Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), Namaz kılarken, secdeye varınca, Hz.Hasan ile Hz.Hüseyn (r.a), O’nun sırtına bindiler. Orada bulunanlar, çocuklara mani olmak isteyince, Resûlullâh (s.a.v), onlara dokunmamalarını işaret etti. Namazı bitirince’de onları kucağına alarak “-Beni seven, bu ikisini’de sevsin!”buyurdular.Enes bin Mâlik (r.a):“-Bir defasında Resûlullâh (s.a.v) secde ederken, Hasan ile Hüseyin gelerek sırtına binince secdeyi uzattı.Orada bulunanlar: “-Ya Resûlallâh! Secdeyi çok uzatmıyor musun?”dedilerResûlullâh (s.a.v), şöyle buyurdular: “-Torunlarım sırtıma binince, acele etmek istemedim!”Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), yanımıza gelmişti. Bir omuzlarında Hasan, bir omuzlarında’da, Hüseyin vardı. Resûlullâh, yanımıza gelinceye kadar bir Hasan’ı öpüyor, bir Hüseyn’i öpüyordu. Orada bulunanlardan biri “-Ey Allâh’ın Rasûlü, onları seviyor musun?”deyince: “-Onları seven, beni sevmiş olur, onlara buğzeden, bana buğz etmiş olur!”buyurdular. 4Hz.Ömer (r.a) der ki:“-Resûlullâh, Hasan ve Hüseyin’i kucağına alır, şöyle dua ederdi: “-Allâh’ın sizi şeytanlardan, zehirli hayvanlardan ve kem gözlerden korumasını niyaz ederim!” 5Resûlullâh (s.a.v)’in Üvey oğlu Ömer bin Ebû Seleme der ki şu: “-Ey Ehl-i beyt! Allâh, sizden günah kirlerini gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister!” 6Âyeti, Ümmü Seleme’nin evinde nâzil oldu. Resûlullâh (s.a.v), kızı Fâtıma’yı, Hasan’ı, Hüseyin’i çağırdı. Onları bir örtü ile bürüyüp örttü. O sırada Hz.Ali, arka’da geride bulunuyordu. Onu’da, bir örtü ile bürüdü örttü. Sonra da: “-Allâh’ım! Bunlar, benim Ehl-i beytimdir! Bunlardan günah kirini gider, kendilerini ter temiz yap!”diyerek dua etti.Ümmü Seleme (r.a): “-Yâ Nebiyyallâh! Ben de, onlarla birlikte miyim?”diye sordu.Resûlullâh (s.a.v) ona: “-Sen, yerindesin ve bana hayırlısın!”buyurdu.Hz.Âişe (r.a)’da, bu hadiseyi şöyle anlatır:“-Resûlullâh (s.a.v) bir sabah, üzerinde siyah kıldan dokunmuş, nak-ışlı, Yemen işi bir örtü bulunduğu halde, erkenden çıkınca, yanına Hasan bin Ali geldi. Onu, hemen örtüsünün içine aldı. Sonra, Hüseyin geldi. Onu’da, yanına aldı. Sonra, Fâtıma geldi. Onu’da, örtüsünün içine aldı. Daha sonra, Ali geldi. Onu da, örtüsünün içine aldıktan sonra: “-Ey Ehl-i Beyt! Allâh, sizden günah kirini gidermek ve sizi, ter temiz yapmak ister” âyetini okudu. 7Resûlullâh (s.a.v)’in;Hz.Ali, Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin İçin: “-Ben, bunlarla sulh olanlarla sulh olurum, çarpışanlarla da, çarpışı- rım!”buyurduğu rivayet edilir. 8Resûlullâh (s.a.v)’ın hanımı Ümmü Seleme (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), kızı Fâtıma’ya: “-Kocanı ve iki oğlunu bana getir!”dedi.Fâtıma (r.a) onları getirince Resûlullâh (s.a.v), Hayber ğanimetlerin-den hisseme düşen altımdaki kumaş parçasını, onların altlarına serdi, daha sonra’da şöyle dedi: “-Allâh’ım! Bunlar, Muhammed’in Âilesi’dir. İbrahim (a.s)’ın Âile-sin’den esirgemediğin gibi, Muhammed’in Âilesinden Rahmet ve Berek-etini esirgeme. Sen, Hamd’e layık ve yücesin!”Ebû Ammar anlatıyor:“-Vâsile bin Eska’nın yanında oturuyordum. Oradakiler (Hariciler) Ali (r.a)’ın adı anılınca ona küfrettiler. Onlar kalkınca Vâsile bana: “-Otur! Ali (r.a)’a küfredenlerin (Haricilerin) durumu hakkında sana bir şey anlatacağım!”dedi ve anlattı:“-Bir gün, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanında oturuyordum. O, sırada Ali, Fâtıma, Hasan, ve Hüseyin geldiler. Resûlullâh (s.a.v), hemen onların alt-larına abasını serdi ve şöyle dua ettiler: “-Allâh’ım! Ehl-i Beytimi koru! Onları maddi ve manevi kirlerden temizle!”Bunun üzerine ben: “-Yâ Resûlallâh! Benim içinde dua et!”dedim: “-Seni’de!”dedi. “-Vallâhi, en çok güvendiğim ve en umutlandığım şey, Resûlullâh’ın işte bu duasıdır!” 9Resûlullâh (s.a.v), bir gün Mescid-i Nebevi’de hutbe irad ederken, Hz.Hasan ile Hz.Hüseyn’in kırmızı gömleklerini giymiş oldukları halde, iki tarafa baka baka kendisine doğru yavaş yavaş yürüyüp geldiklerini görünce, hutbesini kesti. Minberden indi. Onları önüne oturttuktan sonra: “-Yüce Allâh, ne kadar doğru buyurmuş!”diyerek. “-Mallarınız ve evlâtlarınız, sizin için, hiç şübhesiz bir imtihan, bir belâ ve mihnettir!” Âyetini okudu. 10“-Resûlullâh her iki torununu da seviyordu. Aralarında hiç bir ayrım gözetmiyordu. Her ikisinden biri bir şey istediğinde, önce kim istediyse ona veriyordu. Bir gün yine torunlarını görmek onları sevmek için gelmiş idi. Onlar, o sırada uyuyorlardı. O sıralarda Hz.Hasan uyandı. Süt istedi. Evde bir koyun vardı. Fakat sütü çok azdı. Resûlullâh, koyunun yanına gitti. Onu sağdı. Koyun bol süt verdi. Sütü Hz.Hasan’a vermek üzere iken Hz.Hüseyn’de uyandı. Süt istedi. Resûlullâh elindeki sütü Hasan’a verdi.Hz.Fâtıma (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Her halde Hasan’ı daha çok seviyorsunuz?”Resûlullâh (s.a.v), şöyle buyurdular: “-İkisini de aynı derecede seviyorum. Fakat Hasan önce istemişti!”Bir gün, Resûlullâh (s.a.v), ashabıyla sohbet ederken Ümmü Eymen geldi. Oldukça heyecanlıydı. “-Yâ Resûlallâh! Hasan ve Hüseyin kayboldu. Tüm aramalarımıza rağmen onları bulamadık!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Sahabelerine: “-Kalkın, çocuklarımı arayın!”buyurdu.Onlardan her biri bir yöne gittiler. Resûlullâh (s.a.v)’de, Selman-ı Fârisi ile gitti. Bir dağ tepesine vardıklarında Hz.Hasan ve Hüseyin’i orda gördüler. Birbirlerine sarılmış bir vaziyette duruyorlardı. Bir yılan onların yanı başlarında duruyor. Ağzından korku saçıyordu. Resûlullâh (s.a.v), hemen koştu. Yılan oradan uzaklaştı. Bir deliğe sağılıverdi.Resûlullâh, sevgili torunlarının yanına gitti. Onları okşadı ve: “-Anam babam size fedâ olsun. Bu size Allâh’ın bir lütfu!”dedi.Sonra da, birini sağ omzuna birinide sol omzuna aldı.Bunu gören Selmân-ı Fârisi (r.a): “-Ne mutlu size bineğiniz ne güzel!”dedi.Resûlullâh (s.a.v) ise: “-Binenlerde güzel. Babaları ise onlardan daha üstün!”mukabelesin-de bulundu.Başka bir rivâyette Resûlullâh (s.a.v): “-Hasan ve Hüseyin benim oğullarım’dır! Onları seven, beni sevmiş olur. Beni Seven, Allâh’ı sever. Allâh kimi severse, onu, Cennete koyar. Kim, onları sevmezse ve onlara kötülük ederse, bana, düşmanlık etmiş olur. Bana, düşmanlık edeni, Allâh sevmez. Allâh, kimi sevmezse onu Cehenneme koyar!”Resûlullâh (s.a.v), Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin için: “-Size harb açana, ben de harb açarım. Sizinle sulh içerisinde olanla, ben de, sulh içerisinde olurum!”dediEbû Hüreyre (r.a)’den:“-Mervan, son hastalığında Ebû Hüreyre’nin ziyaretine gitmişti ona: “-Seninle tanıştığımdan beri, Hasan’la, Hüseyn’i sevdiğine kızdı-ğım kadar sana hiç kızmadım!”dedi.Ebû Hüreyre (r.a), sıçrayarak kalktı oturdu, ve şöyle dedi:“-Ben bizzat şahid oldum. Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Biraz yürüdükten sonra Resûlullâh (s.a.v) Hasan ve Hüseyin’in ağladıklarını duydu. Yanlarında annelerı Fâtıma’da vardı.Resûlullâh (s.a.v), derhal onların yanlarına koştu: “-Yavrularıma ne oldu?”diye sordu.Anneleri: “-Susuzluktan ağlıyorlar!”deyince.Resûlullâh (s.a.v) su tulumunu yokladı, aksi gibi o gün de çok sıcak ve su kıttı, herkes şöyle böyle idare ediyordu.Resûlullâh (s.a.v): “-Yanında su olan var mı?”diye seslendi.Herkes su tulumunu yokladı, fakat hiç kimse de bir damla dahi su bulunamadı. Bunun üzerine kızı Fâtıma (r.a)’ya: “-Çocukların birini getir!”dedi.Fâtıma (r.a) çadırın altından çocuğu uzattı, bileklerine kadar ellerinin beyazlığını gördüm. Resûlullâh (s.a.v), ağlayan o çocuğu aldı ve, göğsüne bastırdı. Çocuk susmuyor, hala ağlıyordu. Resûlullâh (s.a.v), mübarek dilini çıkardı, Hasan onu emmeye başladı ve susuncaya kadarda emdi. Bir daha ağladığını işitmedim. Hüseyin ise hala ağlıyordu.Resûlullâh (s.a.v): “-Onu’da bana getirin!”dedi.Hz.Fâtıma onu da uzattı. Resûlullâh aynı şeyleri ona da yaptı. Biraz sonra Hüseyin’in’de sesi işitilmez oldu.Bu olaydan sonra Resûlullâh (s.a.v) bize: “-Haydi yürüyün!”dedi.Biz topluluktan sağa sola dağılılıb gittik. Resûlullâh (s.a.v) bizden sonra geldi. Resûlullâh (s.a.v.)’in onlara bu muamelesini gördükten sonra, ben onları nasıl sevmem?” 12Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v) ile yatsı namazını kılıyorduk. Resûlullâh (s.a.v) secdeye vardığı zaman Hasan ile Hüseyin dedelerinin sırtına sıçradılar. Resûlullâh (s.a.v), başını secdeden kaldırdı, onları incitmeden tutarak sır-tından yavaşça indirdi. İkinci secdeye gittiğinde onlar tekrar Resûlullâh’ın sırtına bindiler. Resûlullâh namazı bitirince onları dizlerine oturttu. Ben kalkıp Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelerek: “-Yâ Resûlallâh! Onları, Annelerine götüreyim mi?”dedim.O sırada bir şimşek çaktı. Resûlullâh (s.a.v) onlara: “-Haydi Annenize gidin!”dedi.Çocuklar evlerine varıncaya kadar şimşeğin aydınlığı devam etti!”Başka rivâyette ise, gecenin karanlık olduğu da zikredilmektedir. 13Yine Ebû Hüreyre (r.a) den, gelen bir rivâyette şöyle denilmektedir:“-Karanlık bir gecede Hasan (r.a), Resûlullâh’ın yanında bulunuyor Resûlullâh (s.a.v) ise onu seviyordu.Hasan (r.a): “-Anneme gideyim mi?”dedi.Ben de: “-Yâ Resûlallâh! Onunla gideyim mi?”dedim “-Hayır!”buyurdular.Aniden bir şimşek çaktı. Hasan (r.a), Annesinin yanına varıncaya kadar şimşeğin ışığı devam etti!” 14Ümeyre İshâk anlatıyor:“-Ebû Hüreyre, Hz.Ali’nin oğlu Hasan ile karşılaşınca: “-Karnını aç! Çünkü, Resûlullâh’ı onu öperken görmüştüm!”dedi. Karnını açtı, ve onu öptü.Makburi den:Ebû Hüreyre ile beraber oturuyorduk. Hasan bin Ali geldi selâm verdi Selâmını aldılar. Fakat Ebû Hüreyre Hasan bin Ali’nin geldiğinin farkında değildi. Ebû Hüreyre‘ye: “-Hasan bin Ali geldi, selâm verdi!”dediler.Ebû Hüreyre peşinden yetişerek: “-Ve âleykümselâm efendim!”dedi.Oradakiler: “-Efendim!”dediniz diye kınayınca,Ebû Hüreyre (r.a):“-Ben bizzat Resûlullâh (s.a.v)’in: “-O, efendidir, buyurduğuna şahid oldum!”dedi. 15Ebû Hüreyre anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v) yanımıza gelmişti. Bir omuzunda Hasan, bir omuzunda’da Hüseyin vardı. Resûlullâh yanımıza gelinceye kadar bir Hasan’ı öpüyor, bir Hüseyin’i öpüyordu. Orada bulunanlardan biri: “-Ey Allâh’ın Resûlü! Onları seviyor musun?”deyince: “-Onları seven, beni sevmiş olur! Onlara buğz eden de bana buğz etmiş olur!”buyurdu.Muâviye anlatıyor: “-Resûlullâh (s.a.v)’i Hasan’ın dilini (veya dudaklarını) öperken gördüm. Onun öptüğü dil veya dudaklar azab görmeyecektir!”Esved bin Hâleften:“-Resûlullâh (s.a.v), Hasan’ı kucağına alıb öptükten sonra, etra-fında bulunanlara dönerek: “-Çocuk; insanın elini sıkmasına, etrafındakileri görmemesine ve çekingen olmasına sebeb olabilir!”buyurdular. 16Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a):“-Resûlullâh (s.a.v)’ın Hasan ile Hüseyin (r.a)’a şöyle dua ettiği-ni rivâyet ediyor. “-Allâh’ım, ben onları seviyorum. Sen de sev. Onları seven beni sevmiş olur!”Ebû Hüreyre (r.a)’da:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın onlara şöyle dua ettiğini rivâyet ediyor: “-Allâh’ım! Ben, onları seviyorum. Sen de sev!”Üsame (r.a)’den gelen rivâyette şu ilâve vardır: “-Bunlar, benim torunlarımdır. Kızımın’da oğullarıdır. Onları sevenleri sev!”Ebû Hüreyre (r.a)’den gelen rivâyette de şu ilâve vardır: “-Onlara buğz edene, Sen de buğz et!”Ebû Hüreyre, Said bin Zeyd ve Hz.Âişe, Resûlullâh’ın şöyle dua ettiğini nakletmektedirler: “-Allâh’ım! Hasan’ı seviyorum, Sen de sev. Onu sevenleri de sev!”Muhammed İbn-i Sirîn’den gelen rivâyet de şöyledir: “-Allâh’ım! Hasan’ı azabına düçar etme. Onun vasıtası ile başka-larını da azabına düçar etme!”Berâ (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın Hüseyin’i omzunda taşıdığı ve şöyle dua ettiğini gördüm: “-Allâh’ım! Ben, onu seviyorum, Sen de sev!” 17Ebû Saîd anlatıyor: “-Resûlullâh (s.a.v) secde’de iken Hasan gelerek, sırtına bindi. Resûlullâh eliyle Hasan’ı tutarak ayağa kalktı. Ve o sırtında iken tek-rar rükûa vardı, tekrar doğrulunca Hasan’ı bıraktı. O da çekip gitti!”Behiy’den: Abdullah İbn-i Zübeyr’e: “-Bana, Resûlullâh (s.a.v)’e en çok benzeyen insanın, kim oldu-ğunu söyle?”dedim.O da: “-İnsanlar arasında Resûlullâh’a en çok benzeyen kişi, Hasan bin Ali’ydi. O’na en fazla sevimli olan da, o idi. O, Resûlullâh secdede iken gelir sırtına binerdi. Resûlullâh’da o, ininceye kadar doğrulmaz idi. Bazen de Resûlullâh namazda iken geldi mi, karnının altına girer, Resûlullâh’da çıkıb gitmesi için bacaklarını açardı!”diye cevab verdi.Abdullah ibn-i Mes’ûd anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), Namaz kılarken, secdeye varınca. Hasan ile Hüseyin, O’nun sırtına bindiler. Orada bulunanlar, çocuklara mâni’ olmak isteyince, Resûlullâh (s.a.v) onlara dokunmamalarını işaret etti. Namazı bitirince de, onları kucağına alarak: “-Beni seven, bu ikisini de sevsin!” buyurdular.Enes bin Mâlik (r.a) dan:“-Bir defasında, Resûlullâh secde ederlerken; Hasan ile Hüseyin gelerek sırtına binince, secdeyi uzattı. Orada bulunanlar: “-Ey Allâh’ın Resûlü, secdeyi uzatmıyor musun?”dediler.Resûlullâh (s.a.v), şöyle buyurdular: “-Torunum sırtıma binince, acele etmek istemedim!” 18Resûlullâh (s.a.v)’ın, ilk torunu olan Hz.Hasan (r.a)’ı çok severdi. Bu sevgisini birçok Hadîs-i Şeriflerin de ifâde etmişlerdir. Sekiz yaşlarına kadar, Dedesi Resûlullâh (s.a.v)’ın, terbiye ve himayesi altında büyüdü. O’ndan maddi ve manevi çok şeyler öğrendi. Sekiz yaşlarında dedesini, altı ay kadar sonra da, Annesi Fâtıma’yı kaybetmesi, Hz.Hasan’ın kalbini hüzne boğdu. Fakat, ölümün hiç olmak, yok olmak, demek olmadığını, onları, cennette tekrar görebileceğini bilmiş olması kendisine teselli verdi.Resûlullâh (s.a.v), torunu Hz.Hasan’ı çok sevdiği gibi, ümmetine de onu sevmeyi vasiyet etmişti. “-Allâh’ım! Ben, onu seviyorum! Sen de sev! Onu seveni de sev!”Resûlullâh (s.a.v)’ın, torunları Hz,Hasan’a ve Hz.Hüseyin’e karşı olan bu derin sevgisi şübhesiz sadece akrabalık cihetiyle değildi. Bunun daha ehemmiyetli hikmetleri de vardı. Bediüzzaman Said-i Nursi (r.a), bu hususla ilgili olarak şöyle der:“-Meselâ, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hazreti Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehem-miyet-i azime, (büyük önem vermesi) yalnız cibilli şefkat ve hiss-i kara-betten (akrablıktan) gelen bir muhabbet değil, belki vazife-i Nübüvvet’in bir hayt-ı nuranisinin bir ucu ve veraset-i Nebeviyenin ğayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.(Peyğamberlik vazifesinin nurlu bir bağlantısının bir ucu, ve peyğamber varisliği vekilliğinin çok önemli bir cemaatinin esas temsilcisi özeti yönüyledir.)Evet Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vessalâm, Hazret-i Hasan (r.a)’ı kemâl-i şefkatinden (olğun şefkatinden) kucağına alarak başını öpmesiyle Hazret-i Hasan (r.a)’dan teselsül eden (Zincirleme gelen) Nuranî Nesl-i Mübareğinden (mübarek neslinden) Gavs-ı Azam olan Şâh-ı Geylânî gibi, çok mehdî-misal (mehdi gibi) verese-i Nübüvvet (peygamber varisi) ve Hamele-i Şeriat-ı Ahmediye (a.s.m) (Muhammed (a.s.m)’ın şeriatının taşıyıcıları) olan zâtların hesabına Hazreti Hasan (r.a)’ın başını öpmüş. Ve, O Zâtların istikbalde (gelecekte) edecekleri hizmet-i kudsiyelerini (kutsal hizmetlerini) nazar-ı Nübüvvetle (peyğamberlik nazarıyla) görüp takdir ve istihsan (beğenmiş) etmiş. Ve, takdir ve teşvike alâmet olarak Hazreti Hasan (r.a)’ın başını öpmüş.Hem, Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehmmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin (r.a)’ın silsile-i nuraniyesinden (nurlu soyun-dan) gelen Zeynelabidin, Câ’fer-i Sadık gibi Eimme-i âlişan (şanlı imamları) ve hakiki verese-i Nebeviye (peygamber varisleri) gibi pek çok mehdi-misal (mehdi gibi) zevat-ı nuraniyenin (nurlu zatların) namına ve Din-i İslâm, ve vazife-i Risalet (İslâm dini ve peygamberlik vazifesi) hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini (olğun şefkat ve önemini) göstermiştir.Evet, zat-ı Ahmediye (s.a.v)’ın ğayb aşina (gaybi gören) kalbiyle, dünya’da Asr-ı Saâdetten ebed tarafında olan meydan-ı haşri temaşa eden (haşir meydanını gören) ve yerden Cenneti gören ve zeminden gökteki melâikeleri müşahade eden ve zaman-ı Âdem’den beri mazi zulümatının (adem (a.s)’dan beri geçmişin karanlık) perdeleri içinde gizlenmiş hâdisatı (hadiseleri) gören, hatta Zat-ı Zülcelâl’in rü’yetine mazhar (nail) olan nazar-ı nuranisi, (nurlu nazarı) çeşm-i istikbalbinisi, (geleceği gören gözleriyle) elbette Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in arkalarında teselsül eden aktap (kutublar) ve Eimme-i verese ve Mehdileri (varis imamlar ve mehdileri) görmüş ve onların umumu namına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan (r.a)’ın başını öpmesinden Şah-ı Geylânî’nin hisse-i azimesi (büyük hissesi) var!” 19Hz.Hasan ve Hüseyin’in çocukluğu Resûlullâh (s.a.v)’in derin sevgi ve şefkatiyle çok uzun müddet devam etmedi. Zira, Hz.Hasan, Hicretin onbirinci yılının başında Miladi 632. yılda sekiz yaşlarında başta dedesi Resûlullâh (s.a.v), altı ay sonra da annesi Hz.Fâtıma vefat edince gerçek olarak onlardan yana yetim kaldı. Babası Hz.Ali’nın vesayetinde büyüdü.Fakat, Müslümanlar, her devirde onlara karşı yapılması lazım gelen sevgi, saygı ve hürmetlerini eksiltmeden daimi olarak devam ettirmişler, ve kıyamete kadar da devam ettireceklerdir.Resûlullâh (s.a.v)’ın vefat ettiği, ve, Ebû Bekr (r.a)’ın hilafetinin ilk Cuma günü Mescid’de cemaâte hutbe okurken!Abdurrahman bin el-İsfahani’den:“-Ebû Bekr (r.a) minberde iken Ali’nin oğlu Hz.Hasan geldi ve: “-Babamın yerinden in!”dedi.Halife Ebû Bekr (r.a): “-Doğru söyledin! Orası, senin baba’nın yeridir! Benim babam’ın minberi yoktur!”dedi ve çocuğu kucağına alarak ağladı.Hz.Ali (r.a): “-Vallâhi çocuğu ben öğütlemiş değilim!”dedi.Ebû Bekr (r.a): “-Biliyorum, zaten seni de itham etmiyorum o doğru söylüyor!”dedi.Hz.Ebû Bekr (r.a)’in vefatından sonra ikinci halife olarak seçilen Hz.Ömer devrinde, bu defa henüz çocuk hükmünde olan Hz.Hüseyin (r.a) ikinci halife Hz.Ömer (r.a), hutbe okurken babası Hz.Ali ile beraber mes-cide geldiler. Hz.Hüseyin doğruca halife Hz.Ömer’e giderek: “-Babam’ın yerinden in!”dedi.Hz.Ömer, bu söz karşısında: “-Doğrusun yâ Hüseyin! Minber Babanın’dır. Benim babam’ın minberi yok! Sana, bunu kim öğretti?”diye sordu.O sırada oturmakta olan babası Hz.Ali, ayağa kalkarak: “-Vallâhi ona, bunu kimse öğretmedi!”Oğlu Hüseyin’e dönerek: “-Sana ben sorarım yaramaz!”deyince, Hüseyin ağlamaya başladı.Bunun üzerine, Hz.Ömer (r.a) şöyle dedi: “-Yeğenime dokunma! O doğru söylüyor. Bu babasının minberidir!”Hz.Hüseyin (r.a) kendisi de bunun aynısını anlatır. 20Hz.Ebû Bekr ve Hz.Ömer zamanında Hz.Hasan, Medine’de ikamet etmekte idi. Hz.Ömer devrinde, ashaba yıllık olarak yaptıkları hizmetlere göre maaş bağlandığı zaman Hz.Hasana’da beş bin dirhem maaş bağla-narak en yüksek maaş verilmiştir. Hz.Hasan’ın, Hz.Ömer (r.a) devrindeki hareketleri hakkında fazla bir kayıt yoktur. Ancak, Medine’de Hz.Osman devrinde Hicri 30 Miladi 650 yılında Said bin Âs’ın Kûfe’den Horasan’a yapmış olduğu seferde ordu içinde Hz.Hasan (r.a) ve onun küçük kardeşi Hz.Hüseyin (r.a)’da bulunmakta idi.Bu seferden beş yıl sonra, Hicri 35. yıl da Hz.Osman’ın şehâdeti ile neticelenen olayda, Hz.Ali, her iki oğlunu Hz.Osman’ın evine göndererek onlardan Hz.Osman’ı savunmalarını istemiş, ve Hz.Osman’ın evine su taşımakla görevlendirmiştir. Asilerin isyanda muvaffak olmaları üzerine çok kızan Hz.Ali (r.a), büyük oğlu Hz.Hasan’ı tokatlamış ve küçük oğlu Hüseyin’in göğsüne vurarak acı sözler söylemiştir.Babası Hz.Ali (r.a), hilafete geldikten hemen sonra, Hz.Hasan (r.a), Talha bin Ubeydullah, ve Zübeyr bin Avvam’ın ona karşı çıkmaları üzeri-ne, Kûfeliler’i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr İbn-i Yâsir ile birlikte Kûfe’ye gitti. Cemel Vak’ası ve Sıffın Savaşı’nda da babasının yanında bulundu.Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin, Hz.Osman’ın şehâdetinden sonra, halife olan babalarıyla birlikte Kûfe’ye gelib yerleştiler. Babalarının yanında onun iştirak etmiş olduğu bütün seferlere iştirak ettiler. Hz.Ali (r.a)’in hilâfeti devrinde Hz.Hasan, amme işlerine karşı hiç alâka göstermedi. Yaratılışı icabı, mücadele etmekten hoşlanmıyordu. Sıffîn Savaşı’nda, babası’nın yanında bulunmasına rağmen, harekâta pek iştirak etmedi.Hz.Hasan’ın pek çok kadın ile evlendiği tarihen sabittir. Ancak, almış olduğu kadınların büyük bir kısmını boşamıştır. Bu bakımdan kendisine “Mitlâk” (boşayıcı) lâkabı verilmiştir. Hz.Ali bu yüzden ona karşı açık tavır koymuştur. Babası Hz.Ali’nin bir suikast sonucu, Harici İbn-i Mülcem tarafından, Hicri 40. yılın Ramazan ayının 19. veya 20. günü, Miladi 661. yılın Ocak ayının 26. veya 28. günü vurulunca babası-nın yaralı hali, Hz.Hasan (r.a)’ı derinden üzdü.Ukbe bin Ebû Sahba’dan:“-İbn-i Mülcem Hz.Ali (r.a)’ı yaraladığı zaman oğlu Hasan (r.a), ağlayarak huzuruna girdi.Hz.Ali (r.a): “-Niçin ağlıyorsun oğlum?”diye sordu.Hz.Hasan (r.a): “-Nasıl ağlamam ki? Sen, dünya hayatının sonunda, âhiret hayatının başında bulunuyorsun!”Hz.Ali (r.a): “-Yavrum! Dörder öğütten meydana gelen şu iki tavsiyeye uyarsan, bunlar sayasinde yaptığın hiçbir şeyde zarar görmezsin!”dedi.Hz.Hasan (r.a): “-Onlar nedir babacığım?!”deyince,Hz.Ali (r.a), şöyle dedi:“-Oğlum! En büyük servet, akıldır! En büyük fâkirlikde ahmaklıktır! En büyük yalnızlık kendini beğenmişliktir! En büyük fazilet de güzel ahlaktır!Hz.Hasan (r.a): “-Babacığım bunlar dört tanesi, diğerlerini de söyler misin?”deyinceHz.Ali (r.a) şöyle devam etti:“-Ahmak ile arkadaşlık etmekten sakın. Çünkü o sana faydalı olayım derken zararlı olur! Yalancıyla arkadaşlık etme. Çünkü o sana uzak olanı yaklaştırır, yakın olanı da uzaklaştırır!Cimrilerle arkadaşlık etme! Çünkü cimri olan, senin en çok muhtaç olduğun şeyi senden uzaklaştırır! Günahkârlarla arkadaşlık etmekten de sakın. Çünkü seni ucuza satarlar!” 21En son nasihatı ise şöyle oldu: “-Ey oğlum! Allâh’dan korkmanı, namazını kılmanı, zekâtını tam olarak vermeni, abdestini alırken iyi almanı, abdestsiz ve taharetsiz hiçbir namazın olmayacağını, Yüce Allâh’ın hataları mağfiret ettiğini bildiririm. Sinirli anında kızğınlığını ve öfkeni yenmeni, akrabalarına yakınlık gös-termeni, câhile karşı yumuşak davranmanı, dinde derinlemesine fakih olmanı, Allâh’ın emirlerine bağlanmakta sabırlı hareket etmeni, Kûr’ân-ı Kerim’in emirlerinin dışına çıkmamanı, komşuna iyi davranmanı, marufu emredib münkeri nehyetmeni, her türlü ahlâksızlıklardan uzak durmanı tavsiye ederim!” 22Bu konuşmalardan sonra Hz.Ali (r.a), Ruhunu Rahman’a teslim etti. Dünya hayatından ebedi cennet bahçelerine gitti. Başta Resûlullâh (s.a.v) olmak üzere Hz.Ebu Bekr, Hz.Ömer ve Hz.Osman’a kavuştu. Onun vefatı Müslümanları derin bir teessüre boğdu. Halk, bundan sonra ne yapaca-ğının şaşkınlığı içerisindeydi. Derken, Hz.Hasan (r.a) ayağa kalktı, ve yüce Allâh’a hamd ve sena ettikten sonra şu tesirli konuşmayı yaptı:Tabiin’den Hübeyre (r.a), bu olayı şöyle anlatır:“-Ali bin Ebû Talib, şehid edildikten sonra, Hasan bin Ali (r.a) kalkarak, minbere çıktı ve şu konuşmayı yaptı:“-Ey insanlar! Öncekilerin derece bakımından geçemediği, sonra gelenlerin derecesine ulaşamayacağı biri, bu gece ruhunu teslim etti. Resûlullâh (s.a.v), onu, bir yere gönderdiği zaman hemen, sağına Cibrâil (a.s) soluna’da Mikâil (a.s) geçer, Allâh, ona zaferi müyesser kılıncaya kadar onu bırakmazlardı.O, geriye yediyüz dirhemden başka bir şey bırakmadı! Onunla’da bir hizmetçi tutmak istiyordu! Onun ruhu, Meryem oğlu İsa’nın ruhunun göğe çıkarıldığı, Ramazan’ın 27. gecesi olan bu gece kabzedildi!”Başka bir rivâyette de şu ilâve vardır: “-O, ne altınlar, ne de gümüşler bıraktı. Sadece maaşından arttır- dığı yedi yüz dirhem bıraktı!”İbn-ü Asâkir’den:“-Ali (r.a), şehid edildiği zaman, Hz.Hasan (r.a) kalkarak tesirli bir konuşma yaptı. Allâh’a hamd-ü senâdan sonra şöyle dedi: “-Kûr’ân’ın nazil olduğu bir gece olan bu gece, birini öldür-dünüz. Meryem oğlu İsâ (a.s), bu gece göğe çıkarıldı. Mûsâ (a.s)’in yanındaki genç Yûşa bin Nûn, bu gece öldürüldü. İsrail oğulları yüce Allâh tarafından bu gece affedildiler!”Başka bir rivâyette şu ilâve vardır: “-Beni tanıyan tanıyor. Kim, beni tanımıyorsa, bilsin ki, ben Muhammed (s.a.v)’ın torunu Hasan’ım!”Sonra şu âyeti okudu: “-Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum. Allâh'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, bizim için doğru olmaz. Bu, bize ve insanlara Allâh'ın lütfü inayetindendir. Fakat, insanların çoğu buna şükretmezler!” 23Daha sonra konuşmasına şöyle devam etti:“-Ben, Âlemlere Müjdeci olan, Beşir’in torunuyum!Ben, tehlikeleri insanlara haber veren, Nezir’in torunuyum!Ben, Resûlullâh’ın torunuyum!Ben, kâinâtı ışıklandıran Sirac’ın torunuyum!Ben, âlemlere rahmet olarak gönderilenin torunuyum!Ben, Allâh’ın günah kirini kaldırıb, tahir kıldığı Ehl-i Beyt’ten im!Ben, Allâh’ın sevilib korunmasını farz kıldığı Ehl-i Beyt’ten im!Allâh, Muhammed (s.a.v)’e indirdiği Kûr’ân’da, şöyle buyurdu!: “-Ben,tebliğime karşı, akrabalarıma muhabbetten başka hiçbir şey istemiyorum!” 24Ebû’t-Tufeyl’den gelen bir rivâyette ise şöyle bir ilâve daha vardır:“-Ben, evlerine Cibril’in gelib gittiği Ehl-i Beyt’ten im!Kim, bir iyilik yaparsa, biz, onun bu iyiliğini arttırırız!” 25Buradaki iyilik, biz Ehl-i Beyt’e sevgidir!”Ebû Cemîle’den:“-Ali (r.a) şehid edildiği zaman yerine, oğlu Hasan (r.a) halife olarak seçildi. Hz.Hasan halife seçildikten sonra kalkarak, minbere çıktı ve şu konuşmayı yaptı:“-Iraklılar! Bize muhalefet ederken Allâh’dan korkunuz. Çünkü, biz sizlerin idarecileriniz ve misafirleriniziz. Azîz ve Celil olan Allâh’ın hak-larında şöyle buyurduğu Ehl-i Beyt’teniz: “-Ey Ehl-i Beyt! Allâh, sizin günahlarınızı affedip sizi, tertemiz yapmak ister!” 26Hz.Hasan (r.a) bu konuşmasını yaparken mescid de onu dinle-yip de ağlamayan kalmadı! 27Hz.Hasan’ın bu veciz ve güzel konuşmasından sonra, Müslümanlar, Hz.Hasan’a bîat ederek onu kendilerine halife seçtiler. Sonraki günlerde Hz.Hasan’a bîat edenlerin sayısı kırk bini buldu. Böylece, Resûlullâh’ın sevgili torunu, Irak, Hicaz, Horasan, Yemen, Mekke, Medine şehirlerinde yaşayan Müslümanların halifesi oldu. Ancak, Mısır ve Şam halkı onun halifeliğini tanımadılar. Zaten onlar daha önce Muâviye bin Ebû Süfyân’a bey’at etmişlerdi. Müslümanlar arasında birlik yine temin edilememişti. Savaş olacak, yine Müslüman kanı dökülecekti.Emirü’l-Mü’minin Hz.Ali (r.a), ölmeden önce Şamlılardan gelen haberleri askerlerine ilettiğinde Muâviye’ye karşı çarpışmak üzere kırk bin kişi bey’at etmişlerdi. O böyle sefere çıkmak üzere hazırlıklarını tam-amladığı bir sırada şehid edildi. Cenâb-ı Allâh bir işi tamamlamak istedi-ğinde onu engellemek mümkün değildir. Hz.Ali şehid edilince Müslüm-anlar oğlu Hasan’a bey’at ettiler. Bu arada Hz.Hasan, Muâviye ve Şamlı-ların üzerine yürümek istediklerini haber aldı.Hz.Ali (r.a)’a böyle bir sefer için bey’at etmiş olan ordu Muâviye ile karşılaşmak üzere Kûfe’den ayrılmıştı. Hz.Hasan (r.a) bu orduyla birlikte “Mesken” denilen yere varıp konaklamış idi. Oradan Medâin’e varan Hz.Hasan, on iki bin kişilik bu ordunun başına Kays bin Sa’d bin Ubade el-Ensâri (r.a)’i getirmiş ve ileriye doğru göndermişti İbn-i Esire göre: Hz.Hasan’ın ordularının kumadanının Abdullah bin Abbas (r.a) olduğu kaydedilir. Bazılarına göre ise: Ubeydullah bin Abbas olduğuda söylenir. Abdullah bin Abbas, öncü kuvvetlerin ön saflarında gidenlerin başına Kays bin Sa’d bin Ubâde’yi tayin etmiş bulunuyordu. 28Diğer bir rivâyette ise:Hz.Ali’nin şehid edildiğini ve Hz.Hasan’ın halifeliğe getirildiğini haber alan Muâviye bin Ebû Süfyân, onun taraftarlarını ve Kûfeliler’i kendi safına çekmek için yoğun bir faaliyet başlattı. Abdullah bin Amr kumandasında Sûriye, Filistin ve el-Cezire kuvvetlerinden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu durumu Kûfe’de bulunduğu sıralarda öğrenen Hz.Hasan da Abdullah bin Âmr ile karşılaşmak üzere Medâin’e doğru yola çıktı. Bu sırada iki taraf arasında anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi konu-sunda zaman zaman eski mes’leleri de kurcalayan mektublar teâti edildi. Ancak, bu yazışmalar, durumu daha da gerginleştirmekten başka birşeye yaramadı.Muâviye Musul’a ulaşıp orada konklayınca Hz.Hasan Ubeydullah bin Abbas kumandasında on iki bin kişilik bir öncü birliğini ona karşı gönderdi. Ve Ubeydullah’a Muâviye ile müzakerelerde bulunmak isteyen Kays bin Sa’d ve Said bin Kays el-Hemadâni ile istişare etmesini söyledi. Fakat bu arada, konakladığı Medâin’in Sâbât mevkiinde ordusundaki savaşa karşı isteksizliği sezince orada bir konuşma yaparak aslında hiçbir Müslümana karşı kötü hisler beslemediğini, adamlarının pek çoğunun savaştan hoşlanmadığını bildiğini, bunun için de onların arzu etmedikleri bir şeyle karşı karşıya kalmalarını istemediğini söyledi.Büyük bir şaşkınlık yaratan bu sözler üzerine hâricilerin görüşlerini benimseyen bir ğrub: “-Hasan da babası gibi küfre düşmüştür!”diyerek üzerine yürüdü ve altından seccadesini çekip elbisesini çekiştirmeye başladı.Bunun üzerine Hz.Hasan, Rebia, ve Hemdan kabilelerine mensub sâdık adamlarının yanına sığındı. Onlarda etrafını çevirib saldırğanları uzaklaştırdılar. Hz.Hasan daha sonra Medâin’e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda kendisini öldürmeye teşebbüs eden Hârici Cerrâh bin Sinân el-Esedi tarafından yaralandı. Ve Şehre ulaşınca valinin evinde tedavi gördü. Bu sırada Muâviye bir yandan Hz.Hasan’ın kendi taraftarlarınca tartaklanıb yaralandığı haberini etrafa yayarken bir yandan da Enbâr şehri-nde onun öncü kumandanı Ubeydullah bin Abbas ile Kays bin Sa’d’ı kuşattı. Muâviye’nin öncü kumandanı Abdullah bin Âmir de Medâin’e giderek şehrin dışına çıkan Hz.Hasan’ın ordusunun karşısına mevzilendi.Onlara: “-Muâviye’nin Enbâr Şehri’nı kuşattığını, aslında savaş niyeti taşı-madıklarını ve Hz.Hasan’ın kendisi de dahil olmak üzere askerlerinden bize sığınanların hayatlarını bağışlayacağız!”diye söyledi.Bu sözler üzerine çoğunluk savaşmaktan kaçındığını belli ettirdi. Hz.Hasan da Medâin’e dönerek hilafeti Muâviye’ye teslim etmek istedi. 29Başka bir rivâyette ise:Hz.Hasan (r.a), Medâin’de konakladığında askerler arasında Kays bin Sa’d’ın öldürüldüğü şâyıâsı yayıldı. Bu şâyia üzerine birbirlerine: “-Haberiniz olsun, Kays bin Sa’d öldürüldü. Haydi cihada kalkınız!”Demeye başlamışlar, ve birden ayağa kalkıp Hz.Hasan’ın meclisini dağıtarak, eşyasını talan etmişler, hatta üzerinde oturduğu kilimi çekip almışlardır. Bu yüzden Hz.Hasan onlara bir hayli kızmış ve oradan kalkıp Medâin’deki köşke yerleşmişti. O sırada Medâin valisi Muhtâr bin Ebû Ubeyd’in amcası Sa’d bin Mes’ûd es-Sekafi idi. Hz.Hasan’ın Medâin’e gelmesi üzerine o sıralarda genç yaşta olan Muhtâr, amcası Sa’d bin Mes’ûd es-Sekafi’ye şöyle demişti: “-Sen bu dünyada zengin olup şerefe nail olmayı arzu eder misin?”O da: “-Bu ne ile mümkün olur?”diye sormuş.Muhtâr bin Ebû Ubeyd: “-Hasan’ı tutup yakalaman ve Muâviye’ye teslim edip ondan kendi-ni emin kılmandır!”Bunun üzerine amcası Sa’d bin Mes’ud es-Sekafi, yeğeni Muhtâr’a: “-Ey Allâh’ın lâneti üzerine olasıca! Ben, Resûlullâh (s.a.v)’ın toru-nuna tuzak kurayım da, onu yakalayıb kendimi emniyete mi alayım? Ne kadar kötü bir insansın sen!”diye söylemişti.Hz.Hasan (r.a), işlerin böyle sara sarpa sardığını görünce Muâviye-ye bir mektub yazıp bazı şartlar ileri sürmüş ve şöyle demişti: “-Eğer, sen bu şartları yerine getirir, ve bunları mutlaka uyğularsan sana itaât eder ve seni dinlerim!”Bu durumu da kardeşi Hüseyin ile Abdullah bin Ca’fer’e bildirerek: “-Ben, Muâviye’ye bir mektub yazıp, onunla barış yapmayı kabul ettim!”diye söylemişti.Bunun üzerine Hz.Hüseyin (r.a): “-Hay Allâh affedesice! Sen Muâviye’nin yaptıklarını doğruluyor-sun da, babanın şimdiye kadar yaptıklarını yalanlıyor musun?”demişti.Hz.Hasan (r.a) ona: “-Sen sus! Ben bu işleri senden çok daha iyi bilirim!”dedi.Hz.Hasan’ın mektubu Muâviye’ye ulaştığında Muâviye bu mektubu yanında tutmuştu. Ancak, Hz.Hasan’ın mektubu ona ulaşmadan evvel Muâviye, İbn-i Amr ve Abdurrahman bin Semure bin Habib bin Abdi Şems’i boş bir sahifenin altını kendi mührü ile mühürleyerek Hz.Hasan’a göndermiş ve ayrıca yazdığı bir mektubta: “-Bu altını mühürleyip imzaladığım boş sahifede istediğin şartları yaz, bildir. Hepsini yerine getirmeyi taahhüd ediyorum!”diye yazmıştı.Bu sahife, Hz.Hasan’a ulaştığında, daha evvel Muâviye’ye yazmış olduğu mektubunda istemiş olduğu şartlardan kat kat daha fazlasını yaza-rak bu mühürlü sahifeyi yanında saklamıştı. Hz.Hasan yönetimi tamamen Muâviye’ye devrettikten sonra altını mühürleyib imzaladığı sahifede yazmış olduğu şartları Muâviye’den istedi. Fakat Muâviye bunları yerine getirmekten kaçınmış ve ona: “-Sana istediklerini verdim!”demişti.Hz.Hasan ile Muâviye anlaşmaya vardıktan sonra, Hz.Hasan Irak ehline şöyle bir hitabette bulunmuştu: “-Ey Iraklılar! Siz, bana üç ayrı kötülükte bulundunuz! Babam’ı öldürdünüz. Bana saldırdınız. Malımı mülkümü talan ettiniz!”Hz.Hasan’ın Muâviye’den taleb ettiği şartlar şunlardı:Kendisine Kûfe’deki Beytü’l-Mal’ın teslim edilmesi, ayrıca beş milyon dirhemlik bir meblağın verilmesi, Fars illerindeki Dârabcerd şehr-inin haracının verilmesi, ve Hz.Ali’ye küfredilmemesi. Ancak Muâviye, ona babası Ali’ye küfretmeme konusunda her hangi bir cevab vermiş değildi. Hz.Hasan kendisi hayatta iken babasına küfredildiğinin kulağına gelmemesini istemişti. Dârabcerd şehrinin haracına gelince;Basralılar: “-Burası bizim fey’imizdir, bunu asla hiç kimseye vermeyiz!”deyip Hz.Hasan’a vermemişlerdi. Ancak, Basralıların bunu Hz.Hasan’a verme-melerini yine Muâviye’nin onlara verdiği tâlimatla gerçekleşmişti. 30Başka bi rivâyette ise Hz.Hasan’ın Muâviye’den istekleri şöyleydi:1-İntikam için Iraklılar’dan hiç kimse tutuklanmayacaktır.2-Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır.3-İşlenmiş suçların tamamı affedilecektir.4-Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir.5-Kardeşi Hüseyin’e iki milyon dirhem verilecektir.6-Haşimoğulları’na da Abdüşşemsoğulları’na (Ümeyye) gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır. İbn-i Esir, bu şartlara; Hz.Ali (r.a)’ye sövmemeyi de ilâve etmiştir. Ayrıca muahhar Sünni kaynaklar ve Şii eserleri anlaşma şartlarına hilâfetin Muâviye’nin ölümü halinde Hz.Hasan’a iâde edilmesi maddesini de eklemişlerdir.İbn-i Hacer el-Heytemi bu maddeyi: “-Muâviye kendisinden sonra yerine kimseyi tayin etmeyecek, bu iş ondan sonra Müslümanların şûrası ile tesbit edecektir!”Şeklinde verirse de anlaşmada böyle bir maddenin bulunması olay-ların gelişmesine uyğun düşmemektedir. Çünkü, Muâviye, oğlu Yezid’e biat aldığı zaman, Hasan ile yapmış olduğu anlaşma uyarınca hilâfete aday gösteremeyeceği yolunda kendisine karşı herhangi bir itirazın ileri sürüldüğü sabit değildir.Abdullah bin Âmr, Hz.Hasan (r.a)’ın şartlarını Muâviye’ye götürdü. Muâviye’de bunları kendi eliyle yazarak mühürledi ve Hz.Hasan’a iade etti. Şartlarının kabul edilmesine memnun olan Hz.Hasan, anlaşmayı Kays bin Sa’d bin Ubade’ye bildirerek yetkilerini Muâviye’ye devretme-sini ve Medâin’e dönmesini emretti. Bu duruma öfkelenen Kays kuman-dası altındaki 4000 adamına: “-Yâ sapıklığa düşmüş bir imama Muâviye’ye itaat etmelerini veya imam olmadığı halde kendisine uyarak savaşa girmelerini önerdi!”Onlar da birinci şıkkı tercih ettiler. 31Başka bir rivâyette ise:Muâviye, yönetimi bu yılın Rebiülevvel ayının çıkmasına beş gün kala Hicretin 41. yılında, Miladi 28-29 Temmuz 661 de teslim almıştı. Bazılarına göre; onun Rebiülahir veya Cemaziyülevvel ayında yönetimi tamamen eline geçirdiği kaydedilir.Hz.Hasan işi tamamen Muâviye’ye terketmek üzere onunla mektub-laştığı sırada Irak halkına Allâh’a hamd-ü senâ ettikten sonra şöyle bir hitabet de bulunmuştu:“-And olsun, Şamlılar hakkındaki kanaatimiz eskiden olduğu gibi devam ediyor ve hiçbir şübhe ve pişmanlık duymuş değiliz. Şamlılar ile selâmetle ve sabırla çarpışıp duruyoruz. Ancak, sonunda bu selâmet, büyük bir düşmanlığa dönüşecektir. Bu sabır da eleme dönüştü, çünkü sizler Sıffın Savaşı’na giderken dininizi dünyanızın önüne almıştınız! Fakat, bu gün dünyanızı dininizin önüne almış bulunuyorsunuz. Bunun arkasından siz öldürülen iki kişinin ortasında kaldınız. Bir kesim Sıffın-’de öldürüldü, onun için ağlayıb duruyorsunuz, diğer bir kesim Nehrevân da öldürüldü, onun da intikamını almaya çalışıyorsunuz. Geri kalanlarınız ise zaten kaçıb gitmişlerdir.Ağlayanlarınıza gelince, onlar da bize isyan etmiş durumda dır lar. Biliniz ki Muâviye bizi hiçbir izzet ve şerefi ve adeletli yönü olmayan bir hususa çağırmıştır. Eğer ölümü tercih edecek olursanız hemen Muâviye-nin bu teklifini kesinlikle reddeder, ve onu Allâh Azze ve Celle’nin hükm ve kılıçların ağzıyla muhakeme ederiz, eğer dünya hayatını tercih edecek olursanız o zaman da teklifimi kabul ederseniz bu hususta rızanızı alırız!”Hz.Hasan (r.a)’ın bu konuşması üzerine orada bulunanların hepsi bir ağızdan ve dört bir yandan bağırarak: “-Biz hayatta kalmayı arzu ederiz, hemen barış yap!”demişlerdi.Hz.Hasan yönetim işini tamamen Muâviye’ye devretmeyi kararlaş-tırdığında da Müslümanlara şöyle bir hitab’da bulunmuştu: “-Ey insanlar! Bizler sizin emirleriniz ve misafirleriniziz. Biz, yüce Allâh’ın kendilerinden her türlü kötülüğü kaldırıp temizlediği Resûlullâh-ın Ehl-i Beyti’yiz!”Bu cümlesini mecliste durmadan tekrar etmiş ve mecliste ağlayan ve ağlama sesi sürekli işitilen kimse kalmayıncaya kadar tekrar edib durdu.Muâviye ile sulh yapmak üzere adamlarını gönderdiğinde yukarıda zikrettiğimiz şartlar muvacehesinde onunla anlaşmış ve Hz.Hasan (r.a)’da bütün yönetimi ona devretmişti.Hz.Hasan’ın hilafet müddeti onun yönetimi Muâviye’ye Rebiülevvel ayında devrettiğini söyleyen tarihçilerin görüşlerine göre beş buçuk ay sürmüştü. Fakat yönetimi Rebiülahir de devrettiğini söyleyen tarihçilere göre; altı küsür ay ve cemaziyülevvel de devrettiğini kaydedenlere göre ise yedi küsür ay sürmüştür. Doğrusunu Allâh bilir.Hz.Hasan (r.a) ile Muâviye barışınca Hz.Hasan (r.a), Muâviye’ye bey’at etmiş, Muâviye de Kûfe’ye gelerek bütün şehir halkı kendisine beyat etmişti. Diğer taraftan Hz.Hasan (r.a), on iki bin kişilik öncü kuvvetlerin başında bulunan Kays bin Sa’d’a mektub yazarak Kûfe’ye gelip Muâviye’ye itaat etmesini söylemişti. Ancak Kays bu mektubun gelmesi üzerine yanındaki askerlere şöyle hitab etmişti: “-Ey insanlar! Sizler dalâlet içinde bulunan bir imama Muâviye-ye itaat etmek, yahut imam sıfatı olmayan birisiyle savaşa tutuşmak-tan birisini tercih ediniz!”Bunun üzerine bazıları: “-Dalâlette olan imama itaât etmeyi kabul ederiz!”Demişler ve Muâviye’ye bey’at etmişlerdi. Ancak, Kays bin Sa’d bey’at etmemiş ve ilerde zikredeceğimiz gibi kendisine tabi olanlarla birlikte çekib gitmişti.Muâviye Kûfe’ye geldiğinde Amr bin el-Âs ona, Hasan’ın kalkıb Müslümanlara bir hitabede bulunmasını ve kendi aczini ifade etmesini söyler. Muâviye, Kûfe’de Müslümanlara kendisi hitab ettikten sonra Hz.Hasan’ın da kalkıb konuşmasını ister. Hz.Hasan, Allâh’a hamd-ü senâ ettikten sonra şöyle der:“-Ey insanlar! Yüce Allâh bizim ilk Müslüman olanlarımızla sizi hidayete erdirmiş ve sona kalanlarımızla da kanlarınızı dökülmekten korumuştur. Bu işin mutlaka sınırlı bir müddeti vardır ve dünya işleri sırayladır. Yüce Allâh Rasûlüne şöyle hitabda bulunmuştur. “-Bilinen gün belki de o azabın ertelenmesi sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir!” 32Hz.Hasan bu sözleri söyleyince Muâviye ona: “-Otur!”der ve Amr’a son derece kızarak: “-İşte bu da senin görüşündür!”diye söyler.Ondan sonra Hz.Hasan, çoluk çocuğunu ve ehl-i beytini toplar-layarak Medine’ye gitmiş. Kûfe’den ayrıldığında Müslümanlar onun arkasından ağlayıb durmuşlardı. 33Şâbî’den:“-Hz.Hasan (r.a), Kûfe’nin bir semti olan Nahîle’de Muâviye ile anlaşma yaptığı sırada ben de orada idim. Anlaşma yapıldıktan sonra Muâviye, Hz.Hasan (r.a)’a: “-Madem ki, bu iş oldu kalk, bir konuşma yap. Halifeliği bana bırak-tığını haber ver!”dedi.Bunun üzerine Hasan (r.a), kalkarak minbere çıktı, Allâh’a hamd-ü senâ dan sonra kulaklarımla duyduğum şu konuşmayı yaptı: “-En akıllı kimse takva sahibi olandır. En ahmak ise, fitne ve fesat çıkaranlardır. Muâviye ile aramızda ki ihtilâfa gelince: Hilâfet benim hakkım ise, Ümmet-i Muhammed’in iyiliği ve kanlarının dökülmemesi için onu Muâviye’ye bırakıyorum. Eğer benden daha lâyık birinin hakkı ise, ben zaten onu bırakmış durumdayım. Bilmiyorum, bu hilâfet belki sizin için bir fitne ve fesat olur, belki de bir müddet ondan menfaat temin edersiniz!”Başka bir rivâyette şu ilâve vardır: “-Söyleyeceklerim bu kadar. Kendim ve sizler için Allâh’dan af dilerim!”Yine başka bir rivâyette de şu ilâve vardır:“-Ey insanlar! Yüce Allâh, atalarımız vasıtası ile sizlere hidâyet verdi. Bizim vasıtamızla da kanlarınızın dökülmesini önledi. Bu, bir müddet böyle devam edecek. Fakat, dünya devamlı el değiştiriyor. Cenab-ı Allâh Peygamberine şöyle buyurmuştur: “-Bilmiyorum, belki o sizin için bir fitne ve fesat vesilesi olur, belki de bir müddet ondan faydalanırsınız!” 34Hz.Hasan (r.a), Medine’ye geri dönünce Medine’de kendisini gören Cübeyr bin Nüfeyr, Hz.Hasan’a hitaben: “-Halk, halifeliği istediğini söylüyor. Bu doğru mu?”diye sordu.Hz.Hasan (r.a)’da: “-Arabların ileri gelenleri benimle beraberdir. Ben kiminle savaşsam benimle birlikte savaşıyorlar. Ben kiminle sulh yapsam, onlar da sulh yapıyorlar. Hal böyle iken, ben sırf Allah rızâsını gözeterek ve Ümmet-i Muhammed’in kanı dökülmesin diye bu halifelikten vazgeçtim. Amma, sonraları Hicazlılar’ın ısrarına dayanamadığımı onun için istemeyerek halifeliği kabul ettim!”demiştir. 35Ebû’l-Ğarîf’den:“-Biz, Hasan bin Ali’nin ordusunun ön safındaydık. Oniki bin kişi idik. Şamlılar’la savaşmak için can atıyorduk. Başımızda da Ebû’l-Amrata vardı, iki ordu karşı karşıya gelince, Hasan bin Ali, Muâviye ile sulh yaptı. Biz küplere bindik. Hasan bin Ali, Kûfe’ye gelince, içimizden Ebû Âmir Süfyan bin Leyi adında birisi kalktı ve: “-Es-Selâmü Aleyke ey Mü’minleri zelil eden!”diye selâm verdi.Hasan (r.a): “-Yâ Ebâ Âmir, böyle söyleme, ben, Mü’minleri aşağı düşürme-dim. Fakat, saltanat uğruna onları öldürmeyi uyğun bulmadım!”dedi.Başka bir rivayette Şa’bî’den:“-Hz.Hasan’la, Muâviye arasında anlaşma yapılınca Muâviye: “-Haydi kalk, bir konuşma yap. Vaziyeti onlara anlat!”dedi.Hz.Hasan da kalkarak şöyle dedi: “-Bizim ile ilk Müslümanları hidâyete erdiren, yine bizi vasıta ederek kanlarımızın dökülmesine mani olan Allâh’a hamd ederim. Şunu iyi bilin ki, en akıllı kimseler, Allâh’a hakkıyla bağlananlardır. En aptallar ise, fitne fesat çıkaranlardır. Muâviye ile aramızdaki ihti-laflı meseleye gelince, hilâfet ya onun hakkıdır veya benim hakkımdır. Hilâfet benim hakkım ise, işte biz halifeliği Allâh rızası için, Ümmet-i Muhammed’in iyiliği ve kanlarının dökülmesine mâni olabilmek için Muâviye’ye bırakıyorum!”Daha sonra, Muâviye’ye dönerek: “-Bu (hilâfet) sizin için bir fitne ve felâket mi, yoksa geçici bir müddet menfaât temini mi, bilemiyorum!” 36Âyetini okudu aşağıya indi. O zaman Amr bin Âs, Muâviye’ye: “-Ben zaten böyle konuşmasını istiyordum!”dedi. 37Bu olaylardan sonra, Hz.Hasan’a şöyle denildiği kaydedilir: “-Seni böyle davranmaya hangi olaylar sürükledi?”Hz.Hasan (r.a) şöyle cevab vermiş ti: “-Dünya hayatını terketmeyi tercih ettim, ve Kûfelilerin kendilerine aslâ inanılmayacak kimseler olduğunu ve onlara inanan kimsenin mutlaka yenilgiye uğradığını müşahade ettim. Onlardan hiç birinin diğerine ne bir görüş konusunda, ne de bir arzusunda benzediği görülmüştür. Onlar, sür-ekli olarak ihtilaf halindedirler. Onların ne bir iyilikte, ne de bir kötülükte asla birlikleri yoktur. Babam, onların yüzünden bir çok konuda ıstırablar çekmiştir. Temenni ederim ki benim ayrılmamdan sonra felâha ersinler. Kûfe şehirler arasında en erken harab olacak şehirdir!”Hz.Hasan, Kûfe’den ayrıldığında adamın biri ona hucüm ederek: “-Ey Mü’minlerin emiri! Bu büyük bir ardır!”Hz.Hasan (r.a) da: “-Ar, Nar’dan daha iyidir!”diye cevab vermiştir.Veyahutta şöyle: “-Ey Müslümanların yüzünü kara çıkartan adam!”diye bağırmış,Hz.Hasan da ona şöyle cevab vermişti:“-Beni kınama! Resûlullâh (s.a.v) rüyasında Ümeyyeoğullarının biri biri ardından minbere çıktıklarını gördü. Bu rüya Resûlullâh (s.a.v)’ı çok üzmüştü, ancak yüce Allâh bunun üzerine ona şu ayetleri indirdi: “-Biz sana Kevseri verdik!” 38Kevser Cennette bir Nehirdir. Arkasından indirdiği Kadir Sûresi’nde şöyle buyurdu: “-Biz O Kûr’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. O gece bin aydan daha hayırlıdır!” 39Senden sonra Ümeyyeoğulları bu göreve sahib olacaklardır!” 40İslâm tarihinde bu anlaşmanın yapılmış olduğu Hicretin 41. yılının 25, Rebiülevvel ayı, Miladi 29 Temmuz 661 de akdedilen bu uzlaşmadan dolayı “Âmü’l-Cemâa” birlik yılı denilmiştir. Böylece Hz.Hasan, kardeşi Hz.Hüseyin’in şiddetle karşı çıkmasına rağmen Muâviye ile anlaşarak Resûlullâh’ın işaret ettiği gibi bir mucizesi daha ortaya çıkıyordu. Çünkü bir defasında Resûlullâh (s.a.v) Mescid-i Nebevi’nin Minberinde o gün-lerde çocuk yaşlarda olan Hz.Hasan’a hitab ederek: “-Bu benim oğlumdur, şeref sahibi bir efendidir. Yakında Allâh’ın oğlum vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah edece-ğini umuyorum!” buyurdular. 41Bu hadis-i şerifin tahakkuk etmesiyle Müslümanların arasında kan dökülmesini önlemiş ve insanların kısa bir süre için de olsa barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur. Hz.Hasan daha sonraları Medine’ye yerleşti. Hayatının geri kalan orada siyasetten uzak bir şekilde geçirdi.Hz.Hasan (r.a)’ın Öğütleri:Hasan bin Ali (r.a) dan: “-Kim dünyayı isterse dünya onu bağlar. Ona bağlanmayan, onun nimetlerine değer vermez. Dünyaya tamah eden, ona hükmedenin kölesi-olur. Dünya da, sana yetecek kadar kafidir. Hepsi senin olsa yine Mes’ud olamazsın. Dünya’da bugünkü hayatı ile dünkü hayatı aynı şekilde devam ettiren aldanmıştır. Dünü, bu günün den daha hayırlı olan, aldanmıştır. Kendi noksanlarını araştırmayan kişinin de eksikleri vardır. Eksiklikler içinde yaşayan bir kimse için ölüm daha hayırlıdır!”Hasan bin Ali (r.a)’dan: “-Biliniz ki, Hilm, ziynettir, veya mertliktir, acelecilik akılsızlıktır, yolculuk insanı zayıflatır. Kötülerle düşüb kalkmak Âr’dır. Fasıklarla düşüb kalkmak, başkalarının sui zannını şüphesini celb eder!”Hasan bin Ali (r.a)’dan:“-İnsanlar dört ğrub’dur: Bir kısmının iyilik ve hayırdan nasibleri vardır, fakat, ahlaktan nasibi yoktur. Bir kısmı ahlaklıdır fakat, iyilik ve hayırdan nasibi yoktur. Bir kısmının ne ahlaktan ne de iyilik ve hayırdan nasibleri vardır. İşte bunlar insanların en kötüleridir. Bir kısmı ise hem ahlaklıdır, hem de iyilik ve hayırdan nasibleri vardır. Bunlarda insanların en üstünleridir. 42Felfetü’l-Cûfi den: Hasan bin Ali (r.a)’den şunları dinledim: “-Rüyamda Resûlullâh (s.a.v)’ı Arştan tutunmuş olarak gördüm. Ebû Bekr’i iki eliyle Resûlullâh’ın eteğinden tutmuş vaziyette gördüm. Ömer’i iki eliyle Ebû Bekr’in eteğinden sıkı tutmuş gördüm. Osman’ı iki eli ile Ömer’in eteğinden tutmuş vaziyette gördüm. Ayrıca gökten yere bardak-tan boşanırcasına dökülen kan gördüm!”Hz.Hasan, bunları anlattıktan sonra yanında bulunan Şii bir ğrub: “-Ali’yi görmedin mi?”dediler.Hz.Hasan (r.a): “-Ben hepinizden daha çok babamın, iki eliyle Resûlullâh’ın eteğin-den yapıştığını görmeyi isterdim. Fakat benim gördüğüm rüya bu!”dedi.Hz.Hasan (r.a) şöyle bir konuşma yaptı:“-Ey insanlar! Dün gece rüyam’da hayret verici bazı şeyler gördüm. Yüce Rabbimizi Arş’ın üzerinde gördüm. Resûlullâh geldi. Arşın ayaklar-ının birisinin yanında durdu peşinden Ebû Bekr geldi, elini Resûlullâh’ın omuzuna koydu, sonra Ömer geldi, elini Ebû Bekr’in Omuzuna koydu, sonra Osman geldi. Eliyle işaret ederek: “-Rabbim! Kullarına beni öldürmelerinin sebeblerini sor!”dedi. “-Gökten yere iki olukla kan aktı!”Hz.Ali (r.a)’na: “-Oğlun Hasan neler diyor duyuyor musun?”dediler. “-Gördüklerini anlatıyor!”diye mukabele etti.Bir diğer rivayette şu ilave vardır: Hasan (r.a) der ki: “-Gördüğüm bir rüyadan sonra savaşmayacağım, artık.....Osman’ı gördüm elini Ömer’in omzuna koymuştu. Civarlarında kan gördüm!” “-Bu kan Osman’ın kanıdır. Allâh bunun hesabını soracak!”denildi. 43Hz.Hasan (r.a), cömertliği ile temayüz etmiş bir sahabe idi. İki defa elindeki malının tamamını, üç defa da servetinin yarısını tasadduk etti. Resûlullâh’ın sevgili torunu, iki tane ayakkabısı olsa birini mutlaka sadaka verirdi. Sadaka vermeden duramazdı. Bununla beraber bir şey satın alacağı zaman pazarlık eder, mümkün olduğu kadar ucuz almaya çalışırdı. Bu durum Müslümanların dikkatini çekiyordu. Bir defasında, “-Binlerce dirhemi sadaka veriyorsunuz, fakat bir şey satın alırken uzun uzadıya pazarlık edib yoruluyorsunuz?”denildi.Hz.Hasan (r.a) böyle yapmasının sebebini şöyle izah etti: “-Sadakayı Allâh rızâsı için veriyoruz. Ne kadar fazla versek yine azdır. Alış verişte aldatma söz konusudur. Pazarlık yapmamız aldanmak istemediğimiz içindir. Çünkü aldanmak, aklın noksan olmasından dır. Malın azalmasına sebeb dir!”Hz.Hasan ibadete düşkün bir Sahabîydi. Çok namaz kılar, çoğu gün-ler oruç tutardı. Medine’den Mekke’ye yaya olarak yirmibeş defa hacca gittiği söylenir.Hasan (r.a), ilmiyle, ibadetiyle, zühdüyle, infak ve cöm-ertliğiyle, hilm ve tevazuu ile, ğurur ve kibirden uzak mütevazi bir zât oluşuyla, yani her haliyle, fakir zengin ayırt etmeden herkesin dâvetine icabet etmesiyle Ehl-i Beytten olduğunu gösteriyordu.Bir gün bir grub bedevinin yanından geçiyordu. Kuru ekmek yiyor-lardı. Onlara selâm verdi. Bedeviler selâmını alıb onu davet ettiler: “-Ey Resûlullâh’ın torunu! Buyur, bizimle birlikte yemek ye?!”Hz.Hasan (r.a): “-Elbette! Allâh kibirlenenleri sevmez!”dedi ve hemen yere oturub onlarla birlikte kuru ekmek yedi. Ayrılacağı zaman da, “-Ben, sizin davetinizi kabul ettim. Siz de bana buyurun!”dedi.Onları yemeğe davet etti.Reca bin Rebiâ’dan:“-Medine’de Mescid-i Nebevî’de, Abdullah bin Amr, ve, Ebû Saîd’in de bulunduğu bir cemaatte oturuyordum. Ali’nin oğlu Hasan geldi, selâm verdi. Orada bulunanların hepsi selâmını aldılar. Fakat, Abdullah bin Amr almadı. Hasan (r.a) tekrar selâm verince: “-Ve aleyküm selâm ve rahmetullah!”dedi, ve ilâve etti: “-Bu, gök ehlinin yeryüzünde en çok sevdiği kimsedir. Fakat Sıffın harbinden beri onunla darğınım!”Hemen, Ebû Saîd atılarak: “-Hadi gidelim de istersen özür dile?”dedi.O da: “-Peki!”diye kabul etti.Sonra kalktılar. Ebû Saîd hem kendisi, hem de Abdullah için Hz.Hasan’dan müsaade istedi. Hz.Hasan (r.a) kabul edince Ebû Saîd: “-Şimdi, biraz önce Hasan geçerken söylediklerini tekrar et?” dedi. Abdullah bin Amr (r.a)’da: “-Peki!”dedi ve sözlerini tekrarladı: “-O, gök ehlinin yeryüzünde en çok sevdiği kimsedir!”deyinceHz.Hasan (r.a): “-Peki sen, madem benim gök ehl-i tarafından yeryüzünde en çok sevilen bir kimse olduğumu biliyordun da, niçin Sıffin’de bizimle savaştın?”diye sordu.Abdullah bin Amr bin Âs (r.a): “-Vallahi Sıffin’da ben, size karşı ne adam topladım ne de onlarla beraber size karşı kılıç çektim. Ben, sadece babamın isteği üzerine o savaşta bulundum!”dedi.Hz.Hasan (r.a): “-Allâh’a isyan olan bir hususta hiç kimseye itaat edilmeyeceğini bilmiyor muydun?”diye sorunca Abdullah şu hâdiseyi anlattı:“-Biliyordum!Fakat ben, Resûlullâh (s.a.v)’ın zamanında devamlı oruç tutuyordum. Babam, Resûlullâh (s.a.v)’e, beni şikayet ederek: “-Yâ Resûlallâh! Abdullah devamlı gündüzleri oruç tutub geceleri namaz kılıyor!”diye beni şikâyet etti.Resûlullâh (s.a.v) bana: “-Bazen oruç tut, bazen tutma. Gecenin bir kısmında ibadet et, bir kısmında uyu, ve babana itaat et! Ben de, bazen oruç tutar, bazen tut-mam, gecenin bir kısmında ibadet eder, bir kısmında da uyurum!”dedi.Ben, Resûlullâh (s.a.v)’ın bu emirlerine uydum. İşte Sıffın’da da babam harbe iştirak edince, ben de katılmak zorunda kaldım!”dedi. 44Hz.Hasan (r.a) doğrudan Resûlullâh (s.a.v)’den, anne ve babasından on üç tane hadis rivâyet etmiştir. kendisinden de; Oğlu, Hasan bin Ğafale ile Süveyd bin Ğafele, Ebû’l Havrâ es-Sa’di, Şa’bi, Hübeyre bin Yerim, Asbağ bin Nübate ve Müseyyeb bin Necebe rivâyette bulunmuşlardır.“Mitlak” (çok boşayıcı) lakabıyla da anılan Hz.Hasan’ın hayatında yüz’e yakın evlilik yaptığı söylenir: Hatta Şii müelliflerinden İbn-i Şehrâşûb’a göre ayrıca ikiyüz elli veya üç yüz cariyesi olmuştur. Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bâkır Şerif el-Kureyşi, bu rivâyetlere karşı çıkarak Hz.Hasan (r.a)’ın sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir. Çocuklarının sayısı da ihtilaflıdır. Kız erkek on iki, on beş, on altı, on dokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivâyet edilir.Kaynaklarda adları verilen çocukları şunlardır:Hasan el-Müsenna, Zeyd, el-Kâsım, Ebû Bekr, Abdullah, Hüseyin el-Esrem, Amr, Abdurrahman, Muhammed el Ekber, Muhammed el-Asğar, Ca’fer, Hamza, Yâ’kub, İsmail, ve Talha. Tarihçiler onun soyunun Hasan el-Müsennâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler. Bazı evladları küçük yaşta vefat ettiler. Hz.Hasan’ın soyundan gelenlere “Şerif” ünvanı verilmiştir. Tarih’de bunlar tarafından kurulan İdrisiler, Ressiler, Sa’di ler ve halen devam eden Fas’daki Filâliler ile Ürdün de Haşimiler gibi bir çok hane-danlar vardır.Kızları ise: Fâtıma, Ümmü’l-Hasan, Ümmü’l-Hayr, Ümmü Seleme, Ümmü Külsüm, ve Ümmü Abdullah olarak isimleri geçer.Hz.Hasan bazı Sünni Âlimlerin, babasının şehid edilmesinden sonra kendisinin hilafete geçişinden ve hilafeti Muâviye bin Ebû Süfyan’a devr etmesine kadar geçen sürede Hulafâ-i Râşidi’nin beşincisi olarak kabul edilir. Şii kültüründe ise, Hz.Hasan, bizzat Hz.Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört “Ma’sûm-i pâk’ın dördüncüsü olarak görülür. Kendisine birçok kerâmetler izâfe edilir. Ancak, bazı Şii topluluklarıda Muâviye ile barış yaptığı için ona karşı çıkmış ve kendisini ağır tenkid etmişlerdir.Hicretin 49. Miladi 669 yıllarında Medine’de kırk beş yaşlarında iken vefat etti. Vefatı üzerine pek çok şayialar ortaya atıldı. Bunların en kuvvetlisi, Muâviye tarafından zehirletilerek öldürülmesi idi. Bu rivâyetin çıkmasına sebeb, Hz.Hasan’ın Emevî âilesine, daha doğrusu hazinesine pahalıya mal olmasından dolayı idi.İkinci rivâyete göre: hanımı Ca’de bint-i el-Eş’as bin Kays el-Kindi tarafından zehirlenmişti. 45Üçüncü rivâyete göre: Hz.Hasan, hilafeti bıraktıktan sonra Medine-’ye yerleşti. Bir müddet sonra Yezid bin Muâviye ile evlendirilmek vâ’di ile kandırılan zevcelerinden Ca’de bint-i Kays tarafından zehirlendi. 46İbn-i Sa’d dedi: bize İsmail bin İbrahim, İbn-i Avn, Umeyr bin İshak’dan rivayetine göre dedi ki:“-Bir gün arkadaşımla, Hasan (r.a) nin yanına girdik. Şöyle dedi:Ciğerim’den bir parça şey kusup çıkardım. Birçok kere zehirlenmiş-tim. Ama bunun gibisini görmedim!”Derhal ona kardeşi Hüseyin geldi ve sordu: “-Sana bu zehiri kim içirdi?”Ona bildirmekten çekindi. Kimin içirdiğini söylemedi. 47Hz.Hasan (r.a)’ın vefatından sonra aile reisi Hz.Hüseyin (r.a) oldu. Hz.Hasan’ın evlâdları, daha müteşebbis olan Hz.Hüseyin’in evlatları karşısında pasif kalarak geri çekilmeye mecbur oldular.Hz.Hasan (r.a), zehirlenince, vefatından önce kendisini kimin zehir-lediğini sordular. Zira hanımı Câ’de’nın onu zehirlediği söylenmekte idi. Fakat Hz.Hasan (r.a) : “-Ben kimseyi itham edemem! Suçsuz birinin benim yüzümden canı-nın yanmasını asla istemem!”dedi.Kardeşi Hz.Hüseyin’i Hz.Âişe (r.a) Annemize göndererek dedeleri Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına defnedilmek için izin istetti. Ancak her hangi bir fitnenin kopması halinde de, her hangi bir Müslüman mezarlığına gömülmesini de tavsiye etmişti. Hz.Hüseyin Hz.Âişe’den izin isteyince Hz.Âişe (r.a), buna müsaade etmiş ve vefat ettiğinde Resûlullâh (s.a.v)’ın kabrinin yanına onu defnetmek istemişlerdi.Medine vâlisi Said bin el-Âs olduğu için onlara pek karışmamıştı. Ancak, Mervân bin el-Hakem, denen adam Ümeyyeoğullarını ve onlara yakın olan birçok kimseleri yanına toplayarak Hz.Hasan bin Ali (r.a)’ın Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına defnedilmesini vargücüyle engellemeye çalış-mıştı. Kadeşi Hz.Hüseyin (r.a), onların böyle karşı koymalarına engel olmak istemişse de ona şöyle söylenmişti: “-Ağabeyin Hasan, Dedesi Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına defnedilmeyi vasiyet etmiş, ancak, bu defin işinin Müslümanlar arasında bir fitneye sebeb olması halinde herhangi bir Müslüman mezarlığına gömülmeyi de tavsiye etmiş idi. İşte bu bir fitnedir!”Bu sözler üzerine Hz.Hüseyin susmuş, Said bin el-Âs, Namazını kıldırmıştı. Hz.Hüseyin, Medine valisi Said bin el-Âs’a şöyle demişti: “-Eğer, Sünnet olmasaydı seni kardeşimin namazını kırdırmaktan kesinlikle alıkoyardım!” 48Şeriflerin önderi İmam-ı Hasan (r.a), Hicretin 49. yılının Safer ayının 28. günü, Miladi 7 Nisan 669 yılında 45 yaşlarında elim bir zehirlenme sonucu Medine’de vefat etmişlerdir. Kendisini Medine’de Cennetü’l-Bâki Kabristanlığı’na, Annesi Hz.Fâtıma (r.a)’ın yanına defnettiler.Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.
1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-10-43-47
2- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1034
3- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-160-163
4- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1082
5- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1722
6- Ahzab-33
7- Ahzab-33
8- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-164
9- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle müslümanlık-4-1693
10- Teğabün-15
11- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-166
12- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1054
13- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2012
14- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2012
15- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1054
16- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1082
17- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1694
18- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1083
19- Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur külliyatı Lem’âlar-dördüncü Lem’a
20- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1052
21- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1877
22- İbn-i Esir fi’t-Tarihi Kâmil-3-401
23- Yusuf-38
24- Şura-23
25- Şura-23
26- Ahzab-33
27- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1846-1847
28- İbn-i Esir Fi’t-Tarihi Kâmil-3-412
29- Türkiye Diyanet Vaktı İslâm Ansiklopedisi-16-282
30- İbn-i Esir-3-413
31- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-16-283
32- Enbiya-21-211
33- İbn-i Esir-3-415
34- M.Yusuf Kahdehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1848-Enbiya-111
35- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1001
36- Enbiya-111
37- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1000
38- Kevser-108-1
39- Kadir-1-3
40- İbn-i Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih tercemesi Bahar yayınları. İstanbul 1991-3-412-416
41- Fethu’l-Bari İbn-i Hacer el-Askalani-92.bölüm Fitneler-20-7109
42- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1904
43- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2076
44- M.Yusuf Kahdehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1036
45- İbn-i Esir fi’t-Tarihi Kâmil-3-466
46- Camiu’l-Usûl-Ashabın faziletleri-14-105-No-6.552-Şerhi.
47- el-İsabe İbn-i Hacer el-Askalani-1-499-No-1721
48- İbn-i Esir fi’t-Tarihi Kâmil-3-466
Anne Adı : Fâtımatü’z-Zehrâ bint-i Resûlullah (s.a.v).
Doğum Tarihi ve Yeri : Hicri 3. yılın Şaban veya Ramazan ayının on beşinde, Miladi 625 yılının Ocak, veya Şubat, veya Mart ayının birinde Medine’de dünyaya geldi.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicretin 49. yılının Safer ayının 28. günü, Miladi 7 Nisan 669 yılında 45 yaşlarında iken Medine’de vefat etmiştir. Kabri, Medine’de Cennetü’l-Bâki’de dir.
Fiziki Yapısı : Resûlullâh (s.a.v)’e çok benzerdi. Boy bos, rengi, konuşması, yürüyüşü; her hali ile Resûlullâh (s.a.v)’ı çağrıştırırdı.
Eşleri : Bir çok evlilikler yapmıştır.
Oğulları : Hasan el-Müsenna, el-Kâsım, Ebû Bekr, Zeyd, Abdullah, Hüseyin el-Esrem, Amr, Abdurrahman, Muhammed el Ek-ber, Muhammed el-Asğar, Ca’fer, Hamza, Yâ’kub, İsmail, ve Talha.
Kızları : Ümmü’l-Hasan, Ümmü’l-Hayr, Ümmü Sele-me, Ümmü Külsüm, Fâtıma, ve Ümmü Abdullah.
Gavzeler : Horasan, Sıffın, Mısır’ın Fethi gibi.
Muhacir mi Ensar mı : Muhacir çocuklarındandır.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 13 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Hasan bin Ali bin Ebi Talib bin Haşim el Kureyşi el-Haşimi’dir.
Lakap ve Künyesi : eş-Şerif, Ebû Muhammed, Müctebâ, Taki, Zeki, Sıbt.
Kimlerle Akraba idi : Resûlullâh (s.a.v)’in torunu, Hz.Ali (r.a) ile Hz.Fâtıma (r.a)’nın oğulları, Hüseyin, Muhsin, Zeyneb ve Ümmü Külsüm bint-i Ali’nin kardeşleri idi.
Hasan Bin Ali Bin Ebû Talib (Hz. Hasan) Hayatı
Resûlullâh (s.a.v), Allâh’ın emri üzerine sevgili kızı Hz.Fâtıma’yı, Hz.Ali’ye nikahladı. Her ikisi’de Resûlullâh (s.a.v)’ın terbiyesi altında büyümüşlerdi. Bu sebeble, bütün Müslümanlara örnek olabilecek bir âile hayatını yaşıyorlardı. Resûlullâh (s.a.v)’de sık, sık onların evlerine gider onları ziyaret ederdi. Onlara çeşitli emir ve tavsiyelerde bulunur, her türlü problemleriyle ilgilenirdi. Hicretin üçüncü yılı idi. Bu mesud evliliğin üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Fâtıma Vâlidemiz hâmileydi. Bu, başta Resûlullâh (s.a.v) olmak üzere bütün Müslümanları sevindirdi.Hz.Abbas’ın zevcesi Ümmü’l-Fadl bir rüya görmüş ve: “-Yâ Resûlallâh! Rü’yada, tıpkı senin uzuvlarından bir uzvu evimde gördüm!”dedi.Resûlullâh (s.a.v)’de “-Hayırdır inşâallâh! Fâtıma’nın bir oğlu doğacağını, onu da oğlun Kusem’in sütü ile senin emdireceğini görmüşsün!”buyurdular.O da, bir müddet Hz.Hasan’ı Kusem’in sütüyle emzirdi.Hz.Hasan, hicri üçüncü yılın Ramazan ayının ortasında veya Şaban ayının ortalarında doğduğu’da rivayet edilmiştir. Hz.Fâtıma’nın doğum zamanı gelince Resûlullâh (s.a.v), Esmâ bint-i Ümeys ile dadısı Ümmü Eymen Bereke’yi Hz.Fâtıma’nın yanına gönderdi. Ayet’el-Kürsî, Felak ve Nâs Sûrelerini Fâtıma’ya okumasını tavsiye etti. Ümmü Eymen, hiç vakit geçirmeden Hz.Ali’nin evinin yolunu tuttu. Eve vardığında Resûlullâh’ın tavsiyesini aynen yerine getirdi. Aradan çok geçmeden Hz.Hasan (r.a), dünyamızı şereflendirdi.Esmâ bint-i Ûmeys (r.a) der ki:Hz.Hasan doğunca, Resûlullâh (s.a.v), bu doğum haberini alır almaz hemen kızı Fâtıma’nın evine geldi: “-Ey Esmâ! Gösteriniz bana oğlumu!”buyurdu.Hz.Hasan, sarı bir hırkaya sarılı idi. Resûlullâh (s.a.v): “-Çocuğu, sarı hırkaya sarmayınız!”buyurdu.Onu, beyaz bir hırkaya sarıb verdim. Kucağına aldı. Onun sağ kula-ğına Ezân, sol kulağına da, Kâmet okudu.Sahabeden Ebû Râfi’: “-Fâtıma, Hasan bin Ali’yi dünyaya getirdiği zaman, onun kulağına Resûlullâh (s.a.v)’ın Ezân okuduğunu görmüştüm!”der.Hz.Ali bin Ebû Talib der ki:“-Ben, harbi, darb’ı sever bir adamdım. Hasan doğunca da, ona Harb İsmini koydum. Resûlullâh (s.a.v) geldi: “-Oğlumu gösteriniz bana! Ne isim koydunuz ona?”diye sordu. “-Harb ismini koydum!”dedim.“-Hayır! O, Hasan’dır! Buyurdular. Resûlullâh (s.a.v) Hasan ismini koyduğu gün, künye olarak da, Ebû Muhammed künyesini koydu. Hasan ismi, câhiliye devri Arablarınca bilinen bir isim değildi. Yalnız yemen’de Hasn ve Hasin isimleri vardı. Resûlullâh (s.a.v), torununa Hasan ismini verinceye kadar Allâh Arablara bu ismi kapalı tuttu.Resûlullâh (s.a.v): “-Koyacağınız isimleri, Peyğamberlerin isimlerinden koyunuz! İsim-lerin yüce Allâh’a sevgili olanı, Abdullâh ve Abdurrahman’dır. İsimlerin güzeli: Hâris ve Hemmam; Çirkini de, Harb ve Mürre’dir! Muhakkak ki, siz, Kıyâmet günü, kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleri ile çağrıla-caksınız. Öyle olunca çocuklarınıza güzel isimler koyunuz!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Hz.Hasan’ın damağına yumuşak hurma sürdü.Hz.Fâtıma (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Oğlum için akika kurbanı olarak bir deve veya iki koç keseyim mi?”diye sordu.Resûlullâh (s.a.v): “-Hayır! Sen, onun saçını kes! Saçının ağırlığınca gümüşü yoksul-lara sadaka olarak dağıt!”buyurdu.Hz.Hasan (r.a)’ın, doğumunun yedinci gününde iki tane koç kesildi. Kesilen saçının ağırlığınca’da, gümüş, sadaka olarak dağıtıldı. Dağıtılan gümüş, bir dirhem veya bir dirhemin bir kısmı kadardı. Hz.Hasan aynı zaman da sünnet’te ettirildi. Çünkü çocukları sünnet ettirmek sünnettir ve fıtri hasletlerdendir. Hz.Hasan (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’e çok benzerdi, hiç kimse, Resûlullâh (s.a.v)’e onun kadar benzer değildi.Enes bin Mâlik’e göre:Hz.Hasan’la, Hz.Fâtıma kadar, Resûlullâh (s.a.v)’e benzeyen bir kimse yoktu!”Hz.Ebû Bekr, bir gün Resûlullâh (s.a.v)’ın Mescidinde ikindi namazı kıldırdıktan sonra çıkıp Hz.Ali ile birlikte biraz yürüdüler. Hz.Ebû Bekr Hz.Hasan’ın çocuklarla oynadığını görünce, onu tutup omuzuna aldı ve: “-Babam anam fedâ olsun buna ki, bu, Resûlullâh’a benzer, Ali’ye değil!”demeye, Hz.Ali’de, onlara bakarak gülümsemeye başladı.Hz.Fâtıma’da: “-Resûlullâh’a benzeyen, Ali’ye benzemeyen yavru!”diyerek onu öper severdi.Hz.Hasan’ın Resûlullâh’a benzerliği, başından göbeğine kadar olan kısmında idi. Hz.Hasan (r.a)’a kırmızı gömlek giydirildiği’de olurdu.Resûlullâh (s.a.v) Hz.Hasan’ı çok sever onu omzunda taşır: “-Allâh’ım! Ben, onu seviyorum! Sende sev! Onu seveni de sev!” “-Hasan ve Hüseyn’i seven, beni sevmiş, onlara kin tutanda bana kin tutmuş olur!” “-Onlar, benim dünya’da öpüp kokladığım iki reyhanım dır!” “-Hasan ve Hüseyn, Cennetlik gençlerin iki seyyidi dir!”buyururdu. 1Albâ bin Ahmer’den:“-Hz.Ali (r.a) kendisi, Hz.Fâtıma ile evlenişini şöyle anlatıyor:“-Resûlullâh’dan kızı Fâtıma’yı istedim. Zırhımı ve ufak tefek bazı eşyalarımı da satarak 480 dirhem para temin ettim. Resûlullâh, bu paranın üç’de ikisini süs eşyası için harcamamı bana emretti. Evlendikden sonra, Resûlullâh (s.a.v), ağzına biraz su alarak bir testiye püskürttü. Sonra’da bize bu sudan yıkanmamızı emretti. Çocuklarımız doğmadan önce’de, kızı Fâtıma’ya’da kendisi gelmeden çocuklarını emzirmemesini söyledi. Fakat, bilâhare Fâtıma, Hüseyn’i Resûlullâh, gelmeden emzirdi.. Hasan’a anlayamadığımız bir şeyler yaptı. Bu sebeble O, Hüseyin’den daha âlim idi. Çünkü Fâtıma Hasan’ı emzirmeden Resûlullâh’ı haberdar etmişti. 2Resûlullâh (s.a.v)’in Hz.Hasan ve Hüseyin’e olan sevgisi:Resûlullâh (s.a.v), torunları Hz.Hasan ve Hüseyin’e bakıp: “-Allâh’ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de, sev!”diye dua etmiştir. “-Hasan ve Hüseyin ki, onlar, benim, dünyada kokladığım iki reyha-nım dır! Hasan ve Hüseyin’i seven beni de sevmiş, onlara kin tutan da, bana kin tutmuş olur!” “-Hasan ve Hüseyin, Cennetlik gençlerin iki Seyyidi dir!”buyurdu.Ebû Eyüb el-Ensâri der ki: “-Bir gün Resûlullâh (s.a.v)’in huzuruna girmiştim. Torunları Hasan ile Hüseyin, önünde oynuyorlardı!” “-Yâ Resûlallâh! Sen, bunları çok mu seversin?”dedim. “-Nasıl sevmem? Bunlar benim, dünya da kokladığım iki Reyhan-larım dır!”buyurdular.Hz.Abbas, Resûlullâh (s.a.v)’i, son hastalığında ziyarete gelmişti. Kendisinden sonra, Hz.Ali, müsaâde isteyib Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin ile birlikte içeriye girdi.Hz.Abbas (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Bunlar, senin evlatlarındır!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Evet, Amca! Onlar, Senin de, evlâtlarındır!”buyurdu.Hz.Abbas (r.a): “-Ben Onları severim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Sen, onları sevdiğin gibi, Allâh’da, Seni sevsin!”buyurdu. 3Resûlullâh (s.a.v), bir gün cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin, güreşmeye başladılar. Resûlullâh gülerek: “-Hâ ğayret Hasan! Göreyim seni oğlum, yakala Hüseyn’i!”diyerek Hz.Hasan’ı kayırınca, Hz.Ali, veya Anneleri Hz.Fâtıma: “-Yâ Resûlallâh! Sen, Hüseyin’i kayırmalı değil miydin?! Hasan ondan daha, büyüktür?!”dediler.Resûlullâh (s.a.v):“-Baksan’a, şu Cebrâil’de, Hüseyin’e: “-Hâ ğayret Hüseyin! Göreyim seni! Diyor!”buyurdular.Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), Namaz kılarken, secdeye varınca, Hz.Hasan ile Hz.Hüseyn (r.a), O’nun sırtına bindiler. Orada bulunanlar, çocuklara mani olmak isteyince, Resûlullâh (s.a.v), onlara dokunmamalarını işaret etti. Namazı bitirince’de onları kucağına alarak “-Beni seven, bu ikisini’de sevsin!”buyurdular.Enes bin Mâlik (r.a):“-Bir defasında Resûlullâh (s.a.v) secde ederken, Hasan ile Hüseyin gelerek sırtına binince secdeyi uzattı.Orada bulunanlar: “-Ya Resûlallâh! Secdeyi çok uzatmıyor musun?”dedilerResûlullâh (s.a.v), şöyle buyurdular: “-Torunlarım sırtıma binince, acele etmek istemedim!”Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), yanımıza gelmişti. Bir omuzlarında Hasan, bir omuzlarında’da, Hüseyin vardı. Resûlullâh, yanımıza gelinceye kadar bir Hasan’ı öpüyor, bir Hüseyn’i öpüyordu. Orada bulunanlardan biri “-Ey Allâh’ın Rasûlü, onları seviyor musun?”deyince: “-Onları seven, beni sevmiş olur, onlara buğzeden, bana buğz etmiş olur!”buyurdular. 4Hz.Ömer (r.a) der ki:“-Resûlullâh, Hasan ve Hüseyin’i kucağına alır, şöyle dua ederdi: “-Allâh’ın sizi şeytanlardan, zehirli hayvanlardan ve kem gözlerden korumasını niyaz ederim!” 5Resûlullâh (s.a.v)’in Üvey oğlu Ömer bin Ebû Seleme der ki şu: “-Ey Ehl-i beyt! Allâh, sizden günah kirlerini gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister!” 6Âyeti, Ümmü Seleme’nin evinde nâzil oldu. Resûlullâh (s.a.v), kızı Fâtıma’yı, Hasan’ı, Hüseyin’i çağırdı. Onları bir örtü ile bürüyüp örttü. O sırada Hz.Ali, arka’da geride bulunuyordu. Onu’da, bir örtü ile bürüdü örttü. Sonra da: “-Allâh’ım! Bunlar, benim Ehl-i beytimdir! Bunlardan günah kirini gider, kendilerini ter temiz yap!”diyerek dua etti.Ümmü Seleme (r.a): “-Yâ Nebiyyallâh! Ben de, onlarla birlikte miyim?”diye sordu.Resûlullâh (s.a.v) ona: “-Sen, yerindesin ve bana hayırlısın!”buyurdu.Hz.Âişe (r.a)’da, bu hadiseyi şöyle anlatır:“-Resûlullâh (s.a.v) bir sabah, üzerinde siyah kıldan dokunmuş, nak-ışlı, Yemen işi bir örtü bulunduğu halde, erkenden çıkınca, yanına Hasan bin Ali geldi. Onu, hemen örtüsünün içine aldı. Sonra, Hüseyin geldi. Onu’da, yanına aldı. Sonra, Fâtıma geldi. Onu’da, örtüsünün içine aldı. Daha sonra, Ali geldi. Onu da, örtüsünün içine aldıktan sonra: “-Ey Ehl-i Beyt! Allâh, sizden günah kirini gidermek ve sizi, ter temiz yapmak ister” âyetini okudu. 7Resûlullâh (s.a.v)’in;Hz.Ali, Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin İçin: “-Ben, bunlarla sulh olanlarla sulh olurum, çarpışanlarla da, çarpışı- rım!”buyurduğu rivayet edilir. 8Resûlullâh (s.a.v)’ın hanımı Ümmü Seleme (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), kızı Fâtıma’ya: “-Kocanı ve iki oğlunu bana getir!”dedi.Fâtıma (r.a) onları getirince Resûlullâh (s.a.v), Hayber ğanimetlerin-den hisseme düşen altımdaki kumaş parçasını, onların altlarına serdi, daha sonra’da şöyle dedi: “-Allâh’ım! Bunlar, Muhammed’in Âilesi’dir. İbrahim (a.s)’ın Âile-sin’den esirgemediğin gibi, Muhammed’in Âilesinden Rahmet ve Berek-etini esirgeme. Sen, Hamd’e layık ve yücesin!”Ebû Ammar anlatıyor:“-Vâsile bin Eska’nın yanında oturuyordum. Oradakiler (Hariciler) Ali (r.a)’ın adı anılınca ona küfrettiler. Onlar kalkınca Vâsile bana: “-Otur! Ali (r.a)’a küfredenlerin (Haricilerin) durumu hakkında sana bir şey anlatacağım!”dedi ve anlattı:“-Bir gün, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanında oturuyordum. O, sırada Ali, Fâtıma, Hasan, ve Hüseyin geldiler. Resûlullâh (s.a.v), hemen onların alt-larına abasını serdi ve şöyle dua ettiler: “-Allâh’ım! Ehl-i Beytimi koru! Onları maddi ve manevi kirlerden temizle!”Bunun üzerine ben: “-Yâ Resûlallâh! Benim içinde dua et!”dedim: “-Seni’de!”dedi. “-Vallâhi, en çok güvendiğim ve en umutlandığım şey, Resûlullâh’ın işte bu duasıdır!” 9Resûlullâh (s.a.v), bir gün Mescid-i Nebevi’de hutbe irad ederken, Hz.Hasan ile Hz.Hüseyn’in kırmızı gömleklerini giymiş oldukları halde, iki tarafa baka baka kendisine doğru yavaş yavaş yürüyüp geldiklerini görünce, hutbesini kesti. Minberden indi. Onları önüne oturttuktan sonra: “-Yüce Allâh, ne kadar doğru buyurmuş!”diyerek. “-Mallarınız ve evlâtlarınız, sizin için, hiç şübhesiz bir imtihan, bir belâ ve mihnettir!” Âyetini okudu. 10“-Resûlullâh her iki torununu da seviyordu. Aralarında hiç bir ayrım gözetmiyordu. Her ikisinden biri bir şey istediğinde, önce kim istediyse ona veriyordu. Bir gün yine torunlarını görmek onları sevmek için gelmiş idi. Onlar, o sırada uyuyorlardı. O sıralarda Hz.Hasan uyandı. Süt istedi. Evde bir koyun vardı. Fakat sütü çok azdı. Resûlullâh, koyunun yanına gitti. Onu sağdı. Koyun bol süt verdi. Sütü Hz.Hasan’a vermek üzere iken Hz.Hüseyn’de uyandı. Süt istedi. Resûlullâh elindeki sütü Hasan’a verdi.Hz.Fâtıma (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Her halde Hasan’ı daha çok seviyorsunuz?”Resûlullâh (s.a.v), şöyle buyurdular: “-İkisini de aynı derecede seviyorum. Fakat Hasan önce istemişti!”Bir gün, Resûlullâh (s.a.v), ashabıyla sohbet ederken Ümmü Eymen geldi. Oldukça heyecanlıydı. “-Yâ Resûlallâh! Hasan ve Hüseyin kayboldu. Tüm aramalarımıza rağmen onları bulamadık!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Sahabelerine: “-Kalkın, çocuklarımı arayın!”buyurdu.Onlardan her biri bir yöne gittiler. Resûlullâh (s.a.v)’de, Selman-ı Fârisi ile gitti. Bir dağ tepesine vardıklarında Hz.Hasan ve Hüseyin’i orda gördüler. Birbirlerine sarılmış bir vaziyette duruyorlardı. Bir yılan onların yanı başlarında duruyor. Ağzından korku saçıyordu. Resûlullâh (s.a.v), hemen koştu. Yılan oradan uzaklaştı. Bir deliğe sağılıverdi.Resûlullâh, sevgili torunlarının yanına gitti. Onları okşadı ve: “-Anam babam size fedâ olsun. Bu size Allâh’ın bir lütfu!”dedi.Sonra da, birini sağ omzuna birinide sol omzuna aldı.Bunu gören Selmân-ı Fârisi (r.a): “-Ne mutlu size bineğiniz ne güzel!”dedi.Resûlullâh (s.a.v) ise: “-Binenlerde güzel. Babaları ise onlardan daha üstün!”mukabelesin-de bulundu.Başka bir rivâyette Resûlullâh (s.a.v): “-Hasan ve Hüseyin benim oğullarım’dır! Onları seven, beni sevmiş olur. Beni Seven, Allâh’ı sever. Allâh kimi severse, onu, Cennete koyar. Kim, onları sevmezse ve onlara kötülük ederse, bana, düşmanlık etmiş olur. Bana, düşmanlık edeni, Allâh sevmez. Allâh, kimi sevmezse onu Cehenneme koyar!”Resûlullâh (s.a.v), Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin için: “-Size harb açana, ben de harb açarım. Sizinle sulh içerisinde olanla, ben de, sulh içerisinde olurum!”dediEbû Hüreyre (r.a)’den:“-Mervan, son hastalığında Ebû Hüreyre’nin ziyaretine gitmişti ona: “-Seninle tanıştığımdan beri, Hasan’la, Hüseyn’i sevdiğine kızdı-ğım kadar sana hiç kızmadım!”dedi.Ebû Hüreyre (r.a), sıçrayarak kalktı oturdu, ve şöyle dedi:“-Ben bizzat şahid oldum. Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Biraz yürüdükten sonra Resûlullâh (s.a.v) Hasan ve Hüseyin’in ağladıklarını duydu. Yanlarında annelerı Fâtıma’da vardı.Resûlullâh (s.a.v), derhal onların yanlarına koştu: “-Yavrularıma ne oldu?”diye sordu.Anneleri: “-Susuzluktan ağlıyorlar!”deyince.Resûlullâh (s.a.v) su tulumunu yokladı, aksi gibi o gün de çok sıcak ve su kıttı, herkes şöyle böyle idare ediyordu.Resûlullâh (s.a.v): “-Yanında su olan var mı?”diye seslendi.Herkes su tulumunu yokladı, fakat hiç kimse de bir damla dahi su bulunamadı. Bunun üzerine kızı Fâtıma (r.a)’ya: “-Çocukların birini getir!”dedi.Fâtıma (r.a) çadırın altından çocuğu uzattı, bileklerine kadar ellerinin beyazlığını gördüm. Resûlullâh (s.a.v), ağlayan o çocuğu aldı ve, göğsüne bastırdı. Çocuk susmuyor, hala ağlıyordu. Resûlullâh (s.a.v), mübarek dilini çıkardı, Hasan onu emmeye başladı ve susuncaya kadarda emdi. Bir daha ağladığını işitmedim. Hüseyin ise hala ağlıyordu.Resûlullâh (s.a.v): “-Onu’da bana getirin!”dedi.Hz.Fâtıma onu da uzattı. Resûlullâh aynı şeyleri ona da yaptı. Biraz sonra Hüseyin’in’de sesi işitilmez oldu.Bu olaydan sonra Resûlullâh (s.a.v) bize: “-Haydi yürüyün!”dedi.Biz topluluktan sağa sola dağılılıb gittik. Resûlullâh (s.a.v) bizden sonra geldi. Resûlullâh (s.a.v.)’in onlara bu muamelesini gördükten sonra, ben onları nasıl sevmem?” 12Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v) ile yatsı namazını kılıyorduk. Resûlullâh (s.a.v) secdeye vardığı zaman Hasan ile Hüseyin dedelerinin sırtına sıçradılar. Resûlullâh (s.a.v), başını secdeden kaldırdı, onları incitmeden tutarak sır-tından yavaşça indirdi. İkinci secdeye gittiğinde onlar tekrar Resûlullâh’ın sırtına bindiler. Resûlullâh namazı bitirince onları dizlerine oturttu. Ben kalkıp Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına gelerek: “-Yâ Resûlallâh! Onları, Annelerine götüreyim mi?”dedim.O sırada bir şimşek çaktı. Resûlullâh (s.a.v) onlara: “-Haydi Annenize gidin!”dedi.Çocuklar evlerine varıncaya kadar şimşeğin aydınlığı devam etti!”Başka rivâyette ise, gecenin karanlık olduğu da zikredilmektedir. 13Yine Ebû Hüreyre (r.a) den, gelen bir rivâyette şöyle denilmektedir:“-Karanlık bir gecede Hasan (r.a), Resûlullâh’ın yanında bulunuyor Resûlullâh (s.a.v) ise onu seviyordu.Hasan (r.a): “-Anneme gideyim mi?”dedi.Ben de: “-Yâ Resûlallâh! Onunla gideyim mi?”dedim “-Hayır!”buyurdular.Aniden bir şimşek çaktı. Hasan (r.a), Annesinin yanına varıncaya kadar şimşeğin ışığı devam etti!” 14Ümeyre İshâk anlatıyor:“-Ebû Hüreyre, Hz.Ali’nin oğlu Hasan ile karşılaşınca: “-Karnını aç! Çünkü, Resûlullâh’ı onu öperken görmüştüm!”dedi. Karnını açtı, ve onu öptü.Makburi den:Ebû Hüreyre ile beraber oturuyorduk. Hasan bin Ali geldi selâm verdi Selâmını aldılar. Fakat Ebû Hüreyre Hasan bin Ali’nin geldiğinin farkında değildi. Ebû Hüreyre‘ye: “-Hasan bin Ali geldi, selâm verdi!”dediler.Ebû Hüreyre peşinden yetişerek: “-Ve âleykümselâm efendim!”dedi.Oradakiler: “-Efendim!”dediniz diye kınayınca,Ebû Hüreyre (r.a):“-Ben bizzat Resûlullâh (s.a.v)’in: “-O, efendidir, buyurduğuna şahid oldum!”dedi. 15Ebû Hüreyre anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v) yanımıza gelmişti. Bir omuzunda Hasan, bir omuzunda’da Hüseyin vardı. Resûlullâh yanımıza gelinceye kadar bir Hasan’ı öpüyor, bir Hüseyin’i öpüyordu. Orada bulunanlardan biri: “-Ey Allâh’ın Resûlü! Onları seviyor musun?”deyince: “-Onları seven, beni sevmiş olur! Onlara buğz eden de bana buğz etmiş olur!”buyurdu.Muâviye anlatıyor: “-Resûlullâh (s.a.v)’i Hasan’ın dilini (veya dudaklarını) öperken gördüm. Onun öptüğü dil veya dudaklar azab görmeyecektir!”Esved bin Hâleften:“-Resûlullâh (s.a.v), Hasan’ı kucağına alıb öptükten sonra, etra-fında bulunanlara dönerek: “-Çocuk; insanın elini sıkmasına, etrafındakileri görmemesine ve çekingen olmasına sebeb olabilir!”buyurdular. 16Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a):“-Resûlullâh (s.a.v)’ın Hasan ile Hüseyin (r.a)’a şöyle dua ettiği-ni rivâyet ediyor. “-Allâh’ım, ben onları seviyorum. Sen de sev. Onları seven beni sevmiş olur!”Ebû Hüreyre (r.a)’da:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın onlara şöyle dua ettiğini rivâyet ediyor: “-Allâh’ım! Ben, onları seviyorum. Sen de sev!”Üsame (r.a)’den gelen rivâyette şu ilâve vardır: “-Bunlar, benim torunlarımdır. Kızımın’da oğullarıdır. Onları sevenleri sev!”Ebû Hüreyre (r.a)’den gelen rivâyette de şu ilâve vardır: “-Onlara buğz edene, Sen de buğz et!”Ebû Hüreyre, Said bin Zeyd ve Hz.Âişe, Resûlullâh’ın şöyle dua ettiğini nakletmektedirler: “-Allâh’ım! Hasan’ı seviyorum, Sen de sev. Onu sevenleri de sev!”Muhammed İbn-i Sirîn’den gelen rivâyet de şöyledir: “-Allâh’ım! Hasan’ı azabına düçar etme. Onun vasıtası ile başka-larını da azabına düçar etme!”Berâ (r.a) anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın Hüseyin’i omzunda taşıdığı ve şöyle dua ettiğini gördüm: “-Allâh’ım! Ben, onu seviyorum, Sen de sev!” 17Ebû Saîd anlatıyor: “-Resûlullâh (s.a.v) secde’de iken Hasan gelerek, sırtına bindi. Resûlullâh eliyle Hasan’ı tutarak ayağa kalktı. Ve o sırtında iken tek-rar rükûa vardı, tekrar doğrulunca Hasan’ı bıraktı. O da çekip gitti!”Behiy’den: Abdullah İbn-i Zübeyr’e: “-Bana, Resûlullâh (s.a.v)’e en çok benzeyen insanın, kim oldu-ğunu söyle?”dedim.O da: “-İnsanlar arasında Resûlullâh’a en çok benzeyen kişi, Hasan bin Ali’ydi. O’na en fazla sevimli olan da, o idi. O, Resûlullâh secdede iken gelir sırtına binerdi. Resûlullâh’da o, ininceye kadar doğrulmaz idi. Bazen de Resûlullâh namazda iken geldi mi, karnının altına girer, Resûlullâh’da çıkıb gitmesi için bacaklarını açardı!”diye cevab verdi.Abdullah ibn-i Mes’ûd anlatıyor:“-Resûlullâh (s.a.v), Namaz kılarken, secdeye varınca. Hasan ile Hüseyin, O’nun sırtına bindiler. Orada bulunanlar, çocuklara mâni’ olmak isteyince, Resûlullâh (s.a.v) onlara dokunmamalarını işaret etti. Namazı bitirince de, onları kucağına alarak: “-Beni seven, bu ikisini de sevsin!” buyurdular.Enes bin Mâlik (r.a) dan:“-Bir defasında, Resûlullâh secde ederlerken; Hasan ile Hüseyin gelerek sırtına binince, secdeyi uzattı. Orada bulunanlar: “-Ey Allâh’ın Resûlü, secdeyi uzatmıyor musun?”dediler.Resûlullâh (s.a.v), şöyle buyurdular: “-Torunum sırtıma binince, acele etmek istemedim!” 18Resûlullâh (s.a.v)’ın, ilk torunu olan Hz.Hasan (r.a)’ı çok severdi. Bu sevgisini birçok Hadîs-i Şeriflerin de ifâde etmişlerdir. Sekiz yaşlarına kadar, Dedesi Resûlullâh (s.a.v)’ın, terbiye ve himayesi altında büyüdü. O’ndan maddi ve manevi çok şeyler öğrendi. Sekiz yaşlarında dedesini, altı ay kadar sonra da, Annesi Fâtıma’yı kaybetmesi, Hz.Hasan’ın kalbini hüzne boğdu. Fakat, ölümün hiç olmak, yok olmak, demek olmadığını, onları, cennette tekrar görebileceğini bilmiş olması kendisine teselli verdi.Resûlullâh (s.a.v), torunu Hz.Hasan’ı çok sevdiği gibi, ümmetine de onu sevmeyi vasiyet etmişti. “-Allâh’ım! Ben, onu seviyorum! Sen de sev! Onu seveni de sev!”Resûlullâh (s.a.v)’ın, torunları Hz,Hasan’a ve Hz.Hüseyin’e karşı olan bu derin sevgisi şübhesiz sadece akrabalık cihetiyle değildi. Bunun daha ehemmiyetli hikmetleri de vardı. Bediüzzaman Said-i Nursi (r.a), bu hususla ilgili olarak şöyle der:“-Meselâ, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hazreti Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehem-miyet-i azime, (büyük önem vermesi) yalnız cibilli şefkat ve hiss-i kara-betten (akrablıktan) gelen bir muhabbet değil, belki vazife-i Nübüvvet’in bir hayt-ı nuranisinin bir ucu ve veraset-i Nebeviyenin ğayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.(Peyğamberlik vazifesinin nurlu bir bağlantısının bir ucu, ve peyğamber varisliği vekilliğinin çok önemli bir cemaatinin esas temsilcisi özeti yönüyledir.)Evet Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vessalâm, Hazret-i Hasan (r.a)’ı kemâl-i şefkatinden (olğun şefkatinden) kucağına alarak başını öpmesiyle Hazret-i Hasan (r.a)’dan teselsül eden (Zincirleme gelen) Nuranî Nesl-i Mübareğinden (mübarek neslinden) Gavs-ı Azam olan Şâh-ı Geylânî gibi, çok mehdî-misal (mehdi gibi) verese-i Nübüvvet (peygamber varisi) ve Hamele-i Şeriat-ı Ahmediye (a.s.m) (Muhammed (a.s.m)’ın şeriatının taşıyıcıları) olan zâtların hesabına Hazreti Hasan (r.a)’ın başını öpmüş. Ve, O Zâtların istikbalde (gelecekte) edecekleri hizmet-i kudsiyelerini (kutsal hizmetlerini) nazar-ı Nübüvvetle (peyğamberlik nazarıyla) görüp takdir ve istihsan (beğenmiş) etmiş. Ve, takdir ve teşvike alâmet olarak Hazreti Hasan (r.a)’ın başını öpmüş.Hem, Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehmmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin (r.a)’ın silsile-i nuraniyesinden (nurlu soyun-dan) gelen Zeynelabidin, Câ’fer-i Sadık gibi Eimme-i âlişan (şanlı imamları) ve hakiki verese-i Nebeviye (peygamber varisleri) gibi pek çok mehdi-misal (mehdi gibi) zevat-ı nuraniyenin (nurlu zatların) namına ve Din-i İslâm, ve vazife-i Risalet (İslâm dini ve peygamberlik vazifesi) hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini (olğun şefkat ve önemini) göstermiştir.Evet, zat-ı Ahmediye (s.a.v)’ın ğayb aşina (gaybi gören) kalbiyle, dünya’da Asr-ı Saâdetten ebed tarafında olan meydan-ı haşri temaşa eden (haşir meydanını gören) ve yerden Cenneti gören ve zeminden gökteki melâikeleri müşahade eden ve zaman-ı Âdem’den beri mazi zulümatının (adem (a.s)’dan beri geçmişin karanlık) perdeleri içinde gizlenmiş hâdisatı (hadiseleri) gören, hatta Zat-ı Zülcelâl’in rü’yetine mazhar (nail) olan nazar-ı nuranisi, (nurlu nazarı) çeşm-i istikbalbinisi, (geleceği gören gözleriyle) elbette Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in arkalarında teselsül eden aktap (kutublar) ve Eimme-i verese ve Mehdileri (varis imamlar ve mehdileri) görmüş ve onların umumu namına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan (r.a)’ın başını öpmesinden Şah-ı Geylânî’nin hisse-i azimesi (büyük hissesi) var!” 19Hz.Hasan ve Hüseyin’in çocukluğu Resûlullâh (s.a.v)’in derin sevgi ve şefkatiyle çok uzun müddet devam etmedi. Zira, Hz.Hasan, Hicretin onbirinci yılının başında Miladi 632. yılda sekiz yaşlarında başta dedesi Resûlullâh (s.a.v), altı ay sonra da annesi Hz.Fâtıma vefat edince gerçek olarak onlardan yana yetim kaldı. Babası Hz.Ali’nın vesayetinde büyüdü.Fakat, Müslümanlar, her devirde onlara karşı yapılması lazım gelen sevgi, saygı ve hürmetlerini eksiltmeden daimi olarak devam ettirmişler, ve kıyamete kadar da devam ettireceklerdir.Resûlullâh (s.a.v)’ın vefat ettiği, ve, Ebû Bekr (r.a)’ın hilafetinin ilk Cuma günü Mescid’de cemaâte hutbe okurken!Abdurrahman bin el-İsfahani’den:“-Ebû Bekr (r.a) minberde iken Ali’nin oğlu Hz.Hasan geldi ve: “-Babamın yerinden in!”dedi.Halife Ebû Bekr (r.a): “-Doğru söyledin! Orası, senin baba’nın yeridir! Benim babam’ın minberi yoktur!”dedi ve çocuğu kucağına alarak ağladı.Hz.Ali (r.a): “-Vallâhi çocuğu ben öğütlemiş değilim!”dedi.Ebû Bekr (r.a): “-Biliyorum, zaten seni de itham etmiyorum o doğru söylüyor!”dedi.Hz.Ebû Bekr (r.a)’in vefatından sonra ikinci halife olarak seçilen Hz.Ömer devrinde, bu defa henüz çocuk hükmünde olan Hz.Hüseyin (r.a) ikinci halife Hz.Ömer (r.a), hutbe okurken babası Hz.Ali ile beraber mes-cide geldiler. Hz.Hüseyin doğruca halife Hz.Ömer’e giderek: “-Babam’ın yerinden in!”dedi.Hz.Ömer, bu söz karşısında: “-Doğrusun yâ Hüseyin! Minber Babanın’dır. Benim babam’ın minberi yok! Sana, bunu kim öğretti?”diye sordu.O sırada oturmakta olan babası Hz.Ali, ayağa kalkarak: “-Vallâhi ona, bunu kimse öğretmedi!”Oğlu Hüseyin’e dönerek: “-Sana ben sorarım yaramaz!”deyince, Hüseyin ağlamaya başladı.Bunun üzerine, Hz.Ömer (r.a) şöyle dedi: “-Yeğenime dokunma! O doğru söylüyor. Bu babasının minberidir!”Hz.Hüseyin (r.a) kendisi de bunun aynısını anlatır. 20Hz.Ebû Bekr ve Hz.Ömer zamanında Hz.Hasan, Medine’de ikamet etmekte idi. Hz.Ömer devrinde, ashaba yıllık olarak yaptıkları hizmetlere göre maaş bağlandığı zaman Hz.Hasana’da beş bin dirhem maaş bağla-narak en yüksek maaş verilmiştir. Hz.Hasan’ın, Hz.Ömer (r.a) devrindeki hareketleri hakkında fazla bir kayıt yoktur. Ancak, Medine’de Hz.Osman devrinde Hicri 30 Miladi 650 yılında Said bin Âs’ın Kûfe’den Horasan’a yapmış olduğu seferde ordu içinde Hz.Hasan (r.a) ve onun küçük kardeşi Hz.Hüseyin (r.a)’da bulunmakta idi.Bu seferden beş yıl sonra, Hicri 35. yıl da Hz.Osman’ın şehâdeti ile neticelenen olayda, Hz.Ali, her iki oğlunu Hz.Osman’ın evine göndererek onlardan Hz.Osman’ı savunmalarını istemiş, ve Hz.Osman’ın evine su taşımakla görevlendirmiştir. Asilerin isyanda muvaffak olmaları üzerine çok kızan Hz.Ali (r.a), büyük oğlu Hz.Hasan’ı tokatlamış ve küçük oğlu Hüseyin’in göğsüne vurarak acı sözler söylemiştir.Babası Hz.Ali (r.a), hilafete geldikten hemen sonra, Hz.Hasan (r.a), Talha bin Ubeydullah, ve Zübeyr bin Avvam’ın ona karşı çıkmaları üzeri-ne, Kûfeliler’i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr İbn-i Yâsir ile birlikte Kûfe’ye gitti. Cemel Vak’ası ve Sıffın Savaşı’nda da babasının yanında bulundu.Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin, Hz.Osman’ın şehâdetinden sonra, halife olan babalarıyla birlikte Kûfe’ye gelib yerleştiler. Babalarının yanında onun iştirak etmiş olduğu bütün seferlere iştirak ettiler. Hz.Ali (r.a)’in hilâfeti devrinde Hz.Hasan, amme işlerine karşı hiç alâka göstermedi. Yaratılışı icabı, mücadele etmekten hoşlanmıyordu. Sıffîn Savaşı’nda, babası’nın yanında bulunmasına rağmen, harekâta pek iştirak etmedi.Hz.Hasan’ın pek çok kadın ile evlendiği tarihen sabittir. Ancak, almış olduğu kadınların büyük bir kısmını boşamıştır. Bu bakımdan kendisine “Mitlâk” (boşayıcı) lâkabı verilmiştir. Hz.Ali bu yüzden ona karşı açık tavır koymuştur. Babası Hz.Ali’nin bir suikast sonucu, Harici İbn-i Mülcem tarafından, Hicri 40. yılın Ramazan ayının 19. veya 20. günü, Miladi 661. yılın Ocak ayının 26. veya 28. günü vurulunca babası-nın yaralı hali, Hz.Hasan (r.a)’ı derinden üzdü.Ukbe bin Ebû Sahba’dan:“-İbn-i Mülcem Hz.Ali (r.a)’ı yaraladığı zaman oğlu Hasan (r.a), ağlayarak huzuruna girdi.Hz.Ali (r.a): “-Niçin ağlıyorsun oğlum?”diye sordu.Hz.Hasan (r.a): “-Nasıl ağlamam ki? Sen, dünya hayatının sonunda, âhiret hayatının başında bulunuyorsun!”Hz.Ali (r.a): “-Yavrum! Dörder öğütten meydana gelen şu iki tavsiyeye uyarsan, bunlar sayasinde yaptığın hiçbir şeyde zarar görmezsin!”dedi.Hz.Hasan (r.a): “-Onlar nedir babacığım?!”deyince,Hz.Ali (r.a), şöyle dedi:“-Oğlum! En büyük servet, akıldır! En büyük fâkirlikde ahmaklıktır! En büyük yalnızlık kendini beğenmişliktir! En büyük fazilet de güzel ahlaktır!Hz.Hasan (r.a): “-Babacığım bunlar dört tanesi, diğerlerini de söyler misin?”deyinceHz.Ali (r.a) şöyle devam etti:“-Ahmak ile arkadaşlık etmekten sakın. Çünkü o sana faydalı olayım derken zararlı olur! Yalancıyla arkadaşlık etme. Çünkü o sana uzak olanı yaklaştırır, yakın olanı da uzaklaştırır!Cimrilerle arkadaşlık etme! Çünkü cimri olan, senin en çok muhtaç olduğun şeyi senden uzaklaştırır! Günahkârlarla arkadaşlık etmekten de sakın. Çünkü seni ucuza satarlar!” 21En son nasihatı ise şöyle oldu: “-Ey oğlum! Allâh’dan korkmanı, namazını kılmanı, zekâtını tam olarak vermeni, abdestini alırken iyi almanı, abdestsiz ve taharetsiz hiçbir namazın olmayacağını, Yüce Allâh’ın hataları mağfiret ettiğini bildiririm. Sinirli anında kızğınlığını ve öfkeni yenmeni, akrabalarına yakınlık gös-termeni, câhile karşı yumuşak davranmanı, dinde derinlemesine fakih olmanı, Allâh’ın emirlerine bağlanmakta sabırlı hareket etmeni, Kûr’ân-ı Kerim’in emirlerinin dışına çıkmamanı, komşuna iyi davranmanı, marufu emredib münkeri nehyetmeni, her türlü ahlâksızlıklardan uzak durmanı tavsiye ederim!” 22Bu konuşmalardan sonra Hz.Ali (r.a), Ruhunu Rahman’a teslim etti. Dünya hayatından ebedi cennet bahçelerine gitti. Başta Resûlullâh (s.a.v) olmak üzere Hz.Ebu Bekr, Hz.Ömer ve Hz.Osman’a kavuştu. Onun vefatı Müslümanları derin bir teessüre boğdu. Halk, bundan sonra ne yapaca-ğının şaşkınlığı içerisindeydi. Derken, Hz.Hasan (r.a) ayağa kalktı, ve yüce Allâh’a hamd ve sena ettikten sonra şu tesirli konuşmayı yaptı:Tabiin’den Hübeyre (r.a), bu olayı şöyle anlatır:“-Ali bin Ebû Talib, şehid edildikten sonra, Hasan bin Ali (r.a) kalkarak, minbere çıktı ve şu konuşmayı yaptı:“-Ey insanlar! Öncekilerin derece bakımından geçemediği, sonra gelenlerin derecesine ulaşamayacağı biri, bu gece ruhunu teslim etti. Resûlullâh (s.a.v), onu, bir yere gönderdiği zaman hemen, sağına Cibrâil (a.s) soluna’da Mikâil (a.s) geçer, Allâh, ona zaferi müyesser kılıncaya kadar onu bırakmazlardı.O, geriye yediyüz dirhemden başka bir şey bırakmadı! Onunla’da bir hizmetçi tutmak istiyordu! Onun ruhu, Meryem oğlu İsa’nın ruhunun göğe çıkarıldığı, Ramazan’ın 27. gecesi olan bu gece kabzedildi!”Başka bir rivâyette de şu ilâve vardır: “-O, ne altınlar, ne de gümüşler bıraktı. Sadece maaşından arttır- dığı yedi yüz dirhem bıraktı!”İbn-ü Asâkir’den:“-Ali (r.a), şehid edildiği zaman, Hz.Hasan (r.a) kalkarak tesirli bir konuşma yaptı. Allâh’a hamd-ü senâdan sonra şöyle dedi: “-Kûr’ân’ın nazil olduğu bir gece olan bu gece, birini öldür-dünüz. Meryem oğlu İsâ (a.s), bu gece göğe çıkarıldı. Mûsâ (a.s)’in yanındaki genç Yûşa bin Nûn, bu gece öldürüldü. İsrail oğulları yüce Allâh tarafından bu gece affedildiler!”Başka bir rivâyette şu ilâve vardır: “-Beni tanıyan tanıyor. Kim, beni tanımıyorsa, bilsin ki, ben Muhammed (s.a.v)’ın torunu Hasan’ım!”Sonra şu âyeti okudu: “-Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum. Allâh'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, bizim için doğru olmaz. Bu, bize ve insanlara Allâh'ın lütfü inayetindendir. Fakat, insanların çoğu buna şükretmezler!” 23Daha sonra konuşmasına şöyle devam etti:“-Ben, Âlemlere Müjdeci olan, Beşir’in torunuyum!Ben, tehlikeleri insanlara haber veren, Nezir’in torunuyum!Ben, Resûlullâh’ın torunuyum!Ben, kâinâtı ışıklandıran Sirac’ın torunuyum!Ben, âlemlere rahmet olarak gönderilenin torunuyum!Ben, Allâh’ın günah kirini kaldırıb, tahir kıldığı Ehl-i Beyt’ten im!Ben, Allâh’ın sevilib korunmasını farz kıldığı Ehl-i Beyt’ten im!Allâh, Muhammed (s.a.v)’e indirdiği Kûr’ân’da, şöyle buyurdu!: “-Ben,tebliğime karşı, akrabalarıma muhabbetten başka hiçbir şey istemiyorum!” 24Ebû’t-Tufeyl’den gelen bir rivâyette ise şöyle bir ilâve daha vardır:“-Ben, evlerine Cibril’in gelib gittiği Ehl-i Beyt’ten im!Kim, bir iyilik yaparsa, biz, onun bu iyiliğini arttırırız!” 25Buradaki iyilik, biz Ehl-i Beyt’e sevgidir!”Ebû Cemîle’den:“-Ali (r.a) şehid edildiği zaman yerine, oğlu Hasan (r.a) halife olarak seçildi. Hz.Hasan halife seçildikten sonra kalkarak, minbere çıktı ve şu konuşmayı yaptı:“-Iraklılar! Bize muhalefet ederken Allâh’dan korkunuz. Çünkü, biz sizlerin idarecileriniz ve misafirleriniziz. Azîz ve Celil olan Allâh’ın hak-larında şöyle buyurduğu Ehl-i Beyt’teniz: “-Ey Ehl-i Beyt! Allâh, sizin günahlarınızı affedip sizi, tertemiz yapmak ister!” 26Hz.Hasan (r.a) bu konuşmasını yaparken mescid de onu dinle-yip de ağlamayan kalmadı! 27Hz.Hasan’ın bu veciz ve güzel konuşmasından sonra, Müslümanlar, Hz.Hasan’a bîat ederek onu kendilerine halife seçtiler. Sonraki günlerde Hz.Hasan’a bîat edenlerin sayısı kırk bini buldu. Böylece, Resûlullâh’ın sevgili torunu, Irak, Hicaz, Horasan, Yemen, Mekke, Medine şehirlerinde yaşayan Müslümanların halifesi oldu. Ancak, Mısır ve Şam halkı onun halifeliğini tanımadılar. Zaten onlar daha önce Muâviye bin Ebû Süfyân’a bey’at etmişlerdi. Müslümanlar arasında birlik yine temin edilememişti. Savaş olacak, yine Müslüman kanı dökülecekti.Emirü’l-Mü’minin Hz.Ali (r.a), ölmeden önce Şamlılardan gelen haberleri askerlerine ilettiğinde Muâviye’ye karşı çarpışmak üzere kırk bin kişi bey’at etmişlerdi. O böyle sefere çıkmak üzere hazırlıklarını tam-amladığı bir sırada şehid edildi. Cenâb-ı Allâh bir işi tamamlamak istedi-ğinde onu engellemek mümkün değildir. Hz.Ali şehid edilince Müslüm-anlar oğlu Hasan’a bey’at ettiler. Bu arada Hz.Hasan, Muâviye ve Şamlı-ların üzerine yürümek istediklerini haber aldı.Hz.Ali (r.a)’a böyle bir sefer için bey’at etmiş olan ordu Muâviye ile karşılaşmak üzere Kûfe’den ayrılmıştı. Hz.Hasan (r.a) bu orduyla birlikte “Mesken” denilen yere varıp konaklamış idi. Oradan Medâin’e varan Hz.Hasan, on iki bin kişilik bu ordunun başına Kays bin Sa’d bin Ubade el-Ensâri (r.a)’i getirmiş ve ileriye doğru göndermişti İbn-i Esire göre: Hz.Hasan’ın ordularının kumadanının Abdullah bin Abbas (r.a) olduğu kaydedilir. Bazılarına göre ise: Ubeydullah bin Abbas olduğuda söylenir. Abdullah bin Abbas, öncü kuvvetlerin ön saflarında gidenlerin başına Kays bin Sa’d bin Ubâde’yi tayin etmiş bulunuyordu. 28Diğer bir rivâyette ise:Hz.Ali’nin şehid edildiğini ve Hz.Hasan’ın halifeliğe getirildiğini haber alan Muâviye bin Ebû Süfyân, onun taraftarlarını ve Kûfeliler’i kendi safına çekmek için yoğun bir faaliyet başlattı. Abdullah bin Amr kumandasında Sûriye, Filistin ve el-Cezire kuvvetlerinden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu durumu Kûfe’de bulunduğu sıralarda öğrenen Hz.Hasan da Abdullah bin Âmr ile karşılaşmak üzere Medâin’e doğru yola çıktı. Bu sırada iki taraf arasında anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi konu-sunda zaman zaman eski mes’leleri de kurcalayan mektublar teâti edildi. Ancak, bu yazışmalar, durumu daha da gerginleştirmekten başka birşeye yaramadı.Muâviye Musul’a ulaşıp orada konklayınca Hz.Hasan Ubeydullah bin Abbas kumandasında on iki bin kişilik bir öncü birliğini ona karşı gönderdi. Ve Ubeydullah’a Muâviye ile müzakerelerde bulunmak isteyen Kays bin Sa’d ve Said bin Kays el-Hemadâni ile istişare etmesini söyledi. Fakat bu arada, konakladığı Medâin’in Sâbât mevkiinde ordusundaki savaşa karşı isteksizliği sezince orada bir konuşma yaparak aslında hiçbir Müslümana karşı kötü hisler beslemediğini, adamlarının pek çoğunun savaştan hoşlanmadığını bildiğini, bunun için de onların arzu etmedikleri bir şeyle karşı karşıya kalmalarını istemediğini söyledi.Büyük bir şaşkınlık yaratan bu sözler üzerine hâricilerin görüşlerini benimseyen bir ğrub: “-Hasan da babası gibi küfre düşmüştür!”diyerek üzerine yürüdü ve altından seccadesini çekip elbisesini çekiştirmeye başladı.Bunun üzerine Hz.Hasan, Rebia, ve Hemdan kabilelerine mensub sâdık adamlarının yanına sığındı. Onlarda etrafını çevirib saldırğanları uzaklaştırdılar. Hz.Hasan daha sonra Medâin’e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda kendisini öldürmeye teşebbüs eden Hârici Cerrâh bin Sinân el-Esedi tarafından yaralandı. Ve Şehre ulaşınca valinin evinde tedavi gördü. Bu sırada Muâviye bir yandan Hz.Hasan’ın kendi taraftarlarınca tartaklanıb yaralandığı haberini etrafa yayarken bir yandan da Enbâr şehri-nde onun öncü kumandanı Ubeydullah bin Abbas ile Kays bin Sa’d’ı kuşattı. Muâviye’nin öncü kumandanı Abdullah bin Âmir de Medâin’e giderek şehrin dışına çıkan Hz.Hasan’ın ordusunun karşısına mevzilendi.Onlara: “-Muâviye’nin Enbâr Şehri’nı kuşattığını, aslında savaş niyeti taşı-madıklarını ve Hz.Hasan’ın kendisi de dahil olmak üzere askerlerinden bize sığınanların hayatlarını bağışlayacağız!”diye söyledi.Bu sözler üzerine çoğunluk savaşmaktan kaçındığını belli ettirdi. Hz.Hasan da Medâin’e dönerek hilafeti Muâviye’ye teslim etmek istedi. 29Başka bir rivâyette ise:Hz.Hasan (r.a), Medâin’de konakladığında askerler arasında Kays bin Sa’d’ın öldürüldüğü şâyıâsı yayıldı. Bu şâyia üzerine birbirlerine: “-Haberiniz olsun, Kays bin Sa’d öldürüldü. Haydi cihada kalkınız!”Demeye başlamışlar, ve birden ayağa kalkıp Hz.Hasan’ın meclisini dağıtarak, eşyasını talan etmişler, hatta üzerinde oturduğu kilimi çekip almışlardır. Bu yüzden Hz.Hasan onlara bir hayli kızmış ve oradan kalkıp Medâin’deki köşke yerleşmişti. O sırada Medâin valisi Muhtâr bin Ebû Ubeyd’in amcası Sa’d bin Mes’ûd es-Sekafi idi. Hz.Hasan’ın Medâin’e gelmesi üzerine o sıralarda genç yaşta olan Muhtâr, amcası Sa’d bin Mes’ûd es-Sekafi’ye şöyle demişti: “-Sen bu dünyada zengin olup şerefe nail olmayı arzu eder misin?”O da: “-Bu ne ile mümkün olur?”diye sormuş.Muhtâr bin Ebû Ubeyd: “-Hasan’ı tutup yakalaman ve Muâviye’ye teslim edip ondan kendi-ni emin kılmandır!”Bunun üzerine amcası Sa’d bin Mes’ud es-Sekafi, yeğeni Muhtâr’a: “-Ey Allâh’ın lâneti üzerine olasıca! Ben, Resûlullâh (s.a.v)’ın toru-nuna tuzak kurayım da, onu yakalayıb kendimi emniyete mi alayım? Ne kadar kötü bir insansın sen!”diye söylemişti.Hz.Hasan (r.a), işlerin böyle sara sarpa sardığını görünce Muâviye-ye bir mektub yazıp bazı şartlar ileri sürmüş ve şöyle demişti: “-Eğer, sen bu şartları yerine getirir, ve bunları mutlaka uyğularsan sana itaât eder ve seni dinlerim!”Bu durumu da kardeşi Hüseyin ile Abdullah bin Ca’fer’e bildirerek: “-Ben, Muâviye’ye bir mektub yazıp, onunla barış yapmayı kabul ettim!”diye söylemişti.Bunun üzerine Hz.Hüseyin (r.a): “-Hay Allâh affedesice! Sen Muâviye’nin yaptıklarını doğruluyor-sun da, babanın şimdiye kadar yaptıklarını yalanlıyor musun?”demişti.Hz.Hasan (r.a) ona: “-Sen sus! Ben bu işleri senden çok daha iyi bilirim!”dedi.Hz.Hasan’ın mektubu Muâviye’ye ulaştığında Muâviye bu mektubu yanında tutmuştu. Ancak, Hz.Hasan’ın mektubu ona ulaşmadan evvel Muâviye, İbn-i Amr ve Abdurrahman bin Semure bin Habib bin Abdi Şems’i boş bir sahifenin altını kendi mührü ile mühürleyerek Hz.Hasan’a göndermiş ve ayrıca yazdığı bir mektubta: “-Bu altını mühürleyip imzaladığım boş sahifede istediğin şartları yaz, bildir. Hepsini yerine getirmeyi taahhüd ediyorum!”diye yazmıştı.Bu sahife, Hz.Hasan’a ulaştığında, daha evvel Muâviye’ye yazmış olduğu mektubunda istemiş olduğu şartlardan kat kat daha fazlasını yaza-rak bu mühürlü sahifeyi yanında saklamıştı. Hz.Hasan yönetimi tamamen Muâviye’ye devrettikten sonra altını mühürleyib imzaladığı sahifede yazmış olduğu şartları Muâviye’den istedi. Fakat Muâviye bunları yerine getirmekten kaçınmış ve ona: “-Sana istediklerini verdim!”demişti.Hz.Hasan ile Muâviye anlaşmaya vardıktan sonra, Hz.Hasan Irak ehline şöyle bir hitabette bulunmuştu: “-Ey Iraklılar! Siz, bana üç ayrı kötülükte bulundunuz! Babam’ı öldürdünüz. Bana saldırdınız. Malımı mülkümü talan ettiniz!”Hz.Hasan’ın Muâviye’den taleb ettiği şartlar şunlardı:Kendisine Kûfe’deki Beytü’l-Mal’ın teslim edilmesi, ayrıca beş milyon dirhemlik bir meblağın verilmesi, Fars illerindeki Dârabcerd şehr-inin haracının verilmesi, ve Hz.Ali’ye küfredilmemesi. Ancak Muâviye, ona babası Ali’ye küfretmeme konusunda her hangi bir cevab vermiş değildi. Hz.Hasan kendisi hayatta iken babasına küfredildiğinin kulağına gelmemesini istemişti. Dârabcerd şehrinin haracına gelince;Basralılar: “-Burası bizim fey’imizdir, bunu asla hiç kimseye vermeyiz!”deyip Hz.Hasan’a vermemişlerdi. Ancak, Basralıların bunu Hz.Hasan’a verme-melerini yine Muâviye’nin onlara verdiği tâlimatla gerçekleşmişti. 30Başka bi rivâyette ise Hz.Hasan’ın Muâviye’den istekleri şöyleydi:1-İntikam için Iraklılar’dan hiç kimse tutuklanmayacaktır.2-Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır.3-İşlenmiş suçların tamamı affedilecektir.4-Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir.5-Kardeşi Hüseyin’e iki milyon dirhem verilecektir.6-Haşimoğulları’na da Abdüşşemsoğulları’na (Ümeyye) gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır. İbn-i Esir, bu şartlara; Hz.Ali (r.a)’ye sövmemeyi de ilâve etmiştir. Ayrıca muahhar Sünni kaynaklar ve Şii eserleri anlaşma şartlarına hilâfetin Muâviye’nin ölümü halinde Hz.Hasan’a iâde edilmesi maddesini de eklemişlerdir.İbn-i Hacer el-Heytemi bu maddeyi: “-Muâviye kendisinden sonra yerine kimseyi tayin etmeyecek, bu iş ondan sonra Müslümanların şûrası ile tesbit edecektir!”Şeklinde verirse de anlaşmada böyle bir maddenin bulunması olay-ların gelişmesine uyğun düşmemektedir. Çünkü, Muâviye, oğlu Yezid’e biat aldığı zaman, Hasan ile yapmış olduğu anlaşma uyarınca hilâfete aday gösteremeyeceği yolunda kendisine karşı herhangi bir itirazın ileri sürüldüğü sabit değildir.Abdullah bin Âmr, Hz.Hasan (r.a)’ın şartlarını Muâviye’ye götürdü. Muâviye’de bunları kendi eliyle yazarak mühürledi ve Hz.Hasan’a iade etti. Şartlarının kabul edilmesine memnun olan Hz.Hasan, anlaşmayı Kays bin Sa’d bin Ubade’ye bildirerek yetkilerini Muâviye’ye devretme-sini ve Medâin’e dönmesini emretti. Bu duruma öfkelenen Kays kuman-dası altındaki 4000 adamına: “-Yâ sapıklığa düşmüş bir imama Muâviye’ye itaat etmelerini veya imam olmadığı halde kendisine uyarak savaşa girmelerini önerdi!”Onlar da birinci şıkkı tercih ettiler. 31Başka bir rivâyette ise:Muâviye, yönetimi bu yılın Rebiülevvel ayının çıkmasına beş gün kala Hicretin 41. yılında, Miladi 28-29 Temmuz 661 de teslim almıştı. Bazılarına göre; onun Rebiülahir veya Cemaziyülevvel ayında yönetimi tamamen eline geçirdiği kaydedilir.Hz.Hasan işi tamamen Muâviye’ye terketmek üzere onunla mektub-laştığı sırada Irak halkına Allâh’a hamd-ü senâ ettikten sonra şöyle bir hitabet de bulunmuştu:“-And olsun, Şamlılar hakkındaki kanaatimiz eskiden olduğu gibi devam ediyor ve hiçbir şübhe ve pişmanlık duymuş değiliz. Şamlılar ile selâmetle ve sabırla çarpışıp duruyoruz. Ancak, sonunda bu selâmet, büyük bir düşmanlığa dönüşecektir. Bu sabır da eleme dönüştü, çünkü sizler Sıffın Savaşı’na giderken dininizi dünyanızın önüne almıştınız! Fakat, bu gün dünyanızı dininizin önüne almış bulunuyorsunuz. Bunun arkasından siz öldürülen iki kişinin ortasında kaldınız. Bir kesim Sıffın-’de öldürüldü, onun için ağlayıb duruyorsunuz, diğer bir kesim Nehrevân da öldürüldü, onun da intikamını almaya çalışıyorsunuz. Geri kalanlarınız ise zaten kaçıb gitmişlerdir.Ağlayanlarınıza gelince, onlar da bize isyan etmiş durumda dır lar. Biliniz ki Muâviye bizi hiçbir izzet ve şerefi ve adeletli yönü olmayan bir hususa çağırmıştır. Eğer ölümü tercih edecek olursanız hemen Muâviye-nin bu teklifini kesinlikle reddeder, ve onu Allâh Azze ve Celle’nin hükm ve kılıçların ağzıyla muhakeme ederiz, eğer dünya hayatını tercih edecek olursanız o zaman da teklifimi kabul ederseniz bu hususta rızanızı alırız!”Hz.Hasan (r.a)’ın bu konuşması üzerine orada bulunanların hepsi bir ağızdan ve dört bir yandan bağırarak: “-Biz hayatta kalmayı arzu ederiz, hemen barış yap!”demişlerdi.Hz.Hasan yönetim işini tamamen Muâviye’ye devretmeyi kararlaş-tırdığında da Müslümanlara şöyle bir hitab’da bulunmuştu: “-Ey insanlar! Bizler sizin emirleriniz ve misafirleriniziz. Biz, yüce Allâh’ın kendilerinden her türlü kötülüğü kaldırıp temizlediği Resûlullâh-ın Ehl-i Beyti’yiz!”Bu cümlesini mecliste durmadan tekrar etmiş ve mecliste ağlayan ve ağlama sesi sürekli işitilen kimse kalmayıncaya kadar tekrar edib durdu.Muâviye ile sulh yapmak üzere adamlarını gönderdiğinde yukarıda zikrettiğimiz şartlar muvacehesinde onunla anlaşmış ve Hz.Hasan (r.a)’da bütün yönetimi ona devretmişti.Hz.Hasan’ın hilafet müddeti onun yönetimi Muâviye’ye Rebiülevvel ayında devrettiğini söyleyen tarihçilerin görüşlerine göre beş buçuk ay sürmüştü. Fakat yönetimi Rebiülahir de devrettiğini söyleyen tarihçilere göre; altı küsür ay ve cemaziyülevvel de devrettiğini kaydedenlere göre ise yedi küsür ay sürmüştür. Doğrusunu Allâh bilir.Hz.Hasan (r.a) ile Muâviye barışınca Hz.Hasan (r.a), Muâviye’ye bey’at etmiş, Muâviye de Kûfe’ye gelerek bütün şehir halkı kendisine beyat etmişti. Diğer taraftan Hz.Hasan (r.a), on iki bin kişilik öncü kuvvetlerin başında bulunan Kays bin Sa’d’a mektub yazarak Kûfe’ye gelip Muâviye’ye itaat etmesini söylemişti. Ancak Kays bu mektubun gelmesi üzerine yanındaki askerlere şöyle hitab etmişti: “-Ey insanlar! Sizler dalâlet içinde bulunan bir imama Muâviye-ye itaat etmek, yahut imam sıfatı olmayan birisiyle savaşa tutuşmak-tan birisini tercih ediniz!”Bunun üzerine bazıları: “-Dalâlette olan imama itaât etmeyi kabul ederiz!”Demişler ve Muâviye’ye bey’at etmişlerdi. Ancak, Kays bin Sa’d bey’at etmemiş ve ilerde zikredeceğimiz gibi kendisine tabi olanlarla birlikte çekib gitmişti.Muâviye Kûfe’ye geldiğinde Amr bin el-Âs ona, Hasan’ın kalkıb Müslümanlara bir hitabede bulunmasını ve kendi aczini ifade etmesini söyler. Muâviye, Kûfe’de Müslümanlara kendisi hitab ettikten sonra Hz.Hasan’ın da kalkıb konuşmasını ister. Hz.Hasan, Allâh’a hamd-ü senâ ettikten sonra şöyle der:“-Ey insanlar! Yüce Allâh bizim ilk Müslüman olanlarımızla sizi hidayete erdirmiş ve sona kalanlarımızla da kanlarınızı dökülmekten korumuştur. Bu işin mutlaka sınırlı bir müddeti vardır ve dünya işleri sırayladır. Yüce Allâh Rasûlüne şöyle hitabda bulunmuştur. “-Bilinen gün belki de o azabın ertelenmesi sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir!” 32Hz.Hasan bu sözleri söyleyince Muâviye ona: “-Otur!”der ve Amr’a son derece kızarak: “-İşte bu da senin görüşündür!”diye söyler.Ondan sonra Hz.Hasan, çoluk çocuğunu ve ehl-i beytini toplar-layarak Medine’ye gitmiş. Kûfe’den ayrıldığında Müslümanlar onun arkasından ağlayıb durmuşlardı. 33Şâbî’den:“-Hz.Hasan (r.a), Kûfe’nin bir semti olan Nahîle’de Muâviye ile anlaşma yaptığı sırada ben de orada idim. Anlaşma yapıldıktan sonra Muâviye, Hz.Hasan (r.a)’a: “-Madem ki, bu iş oldu kalk, bir konuşma yap. Halifeliği bana bırak-tığını haber ver!”dedi.Bunun üzerine Hasan (r.a), kalkarak minbere çıktı, Allâh’a hamd-ü senâ dan sonra kulaklarımla duyduğum şu konuşmayı yaptı: “-En akıllı kimse takva sahibi olandır. En ahmak ise, fitne ve fesat çıkaranlardır. Muâviye ile aramızda ki ihtilâfa gelince: Hilâfet benim hakkım ise, Ümmet-i Muhammed’in iyiliği ve kanlarının dökülmemesi için onu Muâviye’ye bırakıyorum. Eğer benden daha lâyık birinin hakkı ise, ben zaten onu bırakmış durumdayım. Bilmiyorum, bu hilâfet belki sizin için bir fitne ve fesat olur, belki de bir müddet ondan menfaat temin edersiniz!”Başka bir rivâyette şu ilâve vardır: “-Söyleyeceklerim bu kadar. Kendim ve sizler için Allâh’dan af dilerim!”Yine başka bir rivâyette de şu ilâve vardır:“-Ey insanlar! Yüce Allâh, atalarımız vasıtası ile sizlere hidâyet verdi. Bizim vasıtamızla da kanlarınızın dökülmesini önledi. Bu, bir müddet böyle devam edecek. Fakat, dünya devamlı el değiştiriyor. Cenab-ı Allâh Peygamberine şöyle buyurmuştur: “-Bilmiyorum, belki o sizin için bir fitne ve fesat vesilesi olur, belki de bir müddet ondan faydalanırsınız!” 34Hz.Hasan (r.a), Medine’ye geri dönünce Medine’de kendisini gören Cübeyr bin Nüfeyr, Hz.Hasan’a hitaben: “-Halk, halifeliği istediğini söylüyor. Bu doğru mu?”diye sordu.Hz.Hasan (r.a)’da: “-Arabların ileri gelenleri benimle beraberdir. Ben kiminle savaşsam benimle birlikte savaşıyorlar. Ben kiminle sulh yapsam, onlar da sulh yapıyorlar. Hal böyle iken, ben sırf Allah rızâsını gözeterek ve Ümmet-i Muhammed’in kanı dökülmesin diye bu halifelikten vazgeçtim. Amma, sonraları Hicazlılar’ın ısrarına dayanamadığımı onun için istemeyerek halifeliği kabul ettim!”demiştir. 35Ebû’l-Ğarîf’den:“-Biz, Hasan bin Ali’nin ordusunun ön safındaydık. Oniki bin kişi idik. Şamlılar’la savaşmak için can atıyorduk. Başımızda da Ebû’l-Amrata vardı, iki ordu karşı karşıya gelince, Hasan bin Ali, Muâviye ile sulh yaptı. Biz küplere bindik. Hasan bin Ali, Kûfe’ye gelince, içimizden Ebû Âmir Süfyan bin Leyi adında birisi kalktı ve: “-Es-Selâmü Aleyke ey Mü’minleri zelil eden!”diye selâm verdi.Hasan (r.a): “-Yâ Ebâ Âmir, böyle söyleme, ben, Mü’minleri aşağı düşürme-dim. Fakat, saltanat uğruna onları öldürmeyi uyğun bulmadım!”dedi.Başka bir rivayette Şa’bî’den:“-Hz.Hasan’la, Muâviye arasında anlaşma yapılınca Muâviye: “-Haydi kalk, bir konuşma yap. Vaziyeti onlara anlat!”dedi.Hz.Hasan da kalkarak şöyle dedi: “-Bizim ile ilk Müslümanları hidâyete erdiren, yine bizi vasıta ederek kanlarımızın dökülmesine mani olan Allâh’a hamd ederim. Şunu iyi bilin ki, en akıllı kimseler, Allâh’a hakkıyla bağlananlardır. En aptallar ise, fitne fesat çıkaranlardır. Muâviye ile aramızdaki ihti-laflı meseleye gelince, hilâfet ya onun hakkıdır veya benim hakkımdır. Hilâfet benim hakkım ise, işte biz halifeliği Allâh rızası için, Ümmet-i Muhammed’in iyiliği ve kanlarının dökülmesine mâni olabilmek için Muâviye’ye bırakıyorum!”Daha sonra, Muâviye’ye dönerek: “-Bu (hilâfet) sizin için bir fitne ve felâket mi, yoksa geçici bir müddet menfaât temini mi, bilemiyorum!” 36Âyetini okudu aşağıya indi. O zaman Amr bin Âs, Muâviye’ye: “-Ben zaten böyle konuşmasını istiyordum!”dedi. 37Bu olaylardan sonra, Hz.Hasan’a şöyle denildiği kaydedilir: “-Seni böyle davranmaya hangi olaylar sürükledi?”Hz.Hasan (r.a) şöyle cevab vermiş ti: “-Dünya hayatını terketmeyi tercih ettim, ve Kûfelilerin kendilerine aslâ inanılmayacak kimseler olduğunu ve onlara inanan kimsenin mutlaka yenilgiye uğradığını müşahade ettim. Onlardan hiç birinin diğerine ne bir görüş konusunda, ne de bir arzusunda benzediği görülmüştür. Onlar, sür-ekli olarak ihtilaf halindedirler. Onların ne bir iyilikte, ne de bir kötülükte asla birlikleri yoktur. Babam, onların yüzünden bir çok konuda ıstırablar çekmiştir. Temenni ederim ki benim ayrılmamdan sonra felâha ersinler. Kûfe şehirler arasında en erken harab olacak şehirdir!”Hz.Hasan, Kûfe’den ayrıldığında adamın biri ona hucüm ederek: “-Ey Mü’minlerin emiri! Bu büyük bir ardır!”Hz.Hasan (r.a) da: “-Ar, Nar’dan daha iyidir!”diye cevab vermiştir.Veyahutta şöyle: “-Ey Müslümanların yüzünü kara çıkartan adam!”diye bağırmış,Hz.Hasan da ona şöyle cevab vermişti:“-Beni kınama! Resûlullâh (s.a.v) rüyasında Ümeyyeoğullarının biri biri ardından minbere çıktıklarını gördü. Bu rüya Resûlullâh (s.a.v)’ı çok üzmüştü, ancak yüce Allâh bunun üzerine ona şu ayetleri indirdi: “-Biz sana Kevseri verdik!” 38Kevser Cennette bir Nehirdir. Arkasından indirdiği Kadir Sûresi’nde şöyle buyurdu: “-Biz O Kûr’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. O gece bin aydan daha hayırlıdır!” 39Senden sonra Ümeyyeoğulları bu göreve sahib olacaklardır!” 40İslâm tarihinde bu anlaşmanın yapılmış olduğu Hicretin 41. yılının 25, Rebiülevvel ayı, Miladi 29 Temmuz 661 de akdedilen bu uzlaşmadan dolayı “Âmü’l-Cemâa” birlik yılı denilmiştir. Böylece Hz.Hasan, kardeşi Hz.Hüseyin’in şiddetle karşı çıkmasına rağmen Muâviye ile anlaşarak Resûlullâh’ın işaret ettiği gibi bir mucizesi daha ortaya çıkıyordu. Çünkü bir defasında Resûlullâh (s.a.v) Mescid-i Nebevi’nin Minberinde o gün-lerde çocuk yaşlarda olan Hz.Hasan’a hitab ederek: “-Bu benim oğlumdur, şeref sahibi bir efendidir. Yakında Allâh’ın oğlum vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah edece-ğini umuyorum!” buyurdular. 41Bu hadis-i şerifin tahakkuk etmesiyle Müslümanların arasında kan dökülmesini önlemiş ve insanların kısa bir süre için de olsa barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur. Hz.Hasan daha sonraları Medine’ye yerleşti. Hayatının geri kalan orada siyasetten uzak bir şekilde geçirdi.Hz.Hasan (r.a)’ın Öğütleri:Hasan bin Ali (r.a) dan: “-Kim dünyayı isterse dünya onu bağlar. Ona bağlanmayan, onun nimetlerine değer vermez. Dünyaya tamah eden, ona hükmedenin kölesi-olur. Dünya da, sana yetecek kadar kafidir. Hepsi senin olsa yine Mes’ud olamazsın. Dünya’da bugünkü hayatı ile dünkü hayatı aynı şekilde devam ettiren aldanmıştır. Dünü, bu günün den daha hayırlı olan, aldanmıştır. Kendi noksanlarını araştırmayan kişinin de eksikleri vardır. Eksiklikler içinde yaşayan bir kimse için ölüm daha hayırlıdır!”Hasan bin Ali (r.a)’dan: “-Biliniz ki, Hilm, ziynettir, veya mertliktir, acelecilik akılsızlıktır, yolculuk insanı zayıflatır. Kötülerle düşüb kalkmak Âr’dır. Fasıklarla düşüb kalkmak, başkalarının sui zannını şüphesini celb eder!”Hasan bin Ali (r.a)’dan:“-İnsanlar dört ğrub’dur: Bir kısmının iyilik ve hayırdan nasibleri vardır, fakat, ahlaktan nasibi yoktur. Bir kısmı ahlaklıdır fakat, iyilik ve hayırdan nasibi yoktur. Bir kısmının ne ahlaktan ne de iyilik ve hayırdan nasibleri vardır. İşte bunlar insanların en kötüleridir. Bir kısmı ise hem ahlaklıdır, hem de iyilik ve hayırdan nasibleri vardır. Bunlarda insanların en üstünleridir. 42Felfetü’l-Cûfi den: Hasan bin Ali (r.a)’den şunları dinledim: “-Rüyamda Resûlullâh (s.a.v)’ı Arştan tutunmuş olarak gördüm. Ebû Bekr’i iki eliyle Resûlullâh’ın eteğinden tutmuş vaziyette gördüm. Ömer’i iki eliyle Ebû Bekr’in eteğinden sıkı tutmuş gördüm. Osman’ı iki eli ile Ömer’in eteğinden tutmuş vaziyette gördüm. Ayrıca gökten yere bardak-tan boşanırcasına dökülen kan gördüm!”Hz.Hasan, bunları anlattıktan sonra yanında bulunan Şii bir ğrub: “-Ali’yi görmedin mi?”dediler.Hz.Hasan (r.a): “-Ben hepinizden daha çok babamın, iki eliyle Resûlullâh’ın eteğin-den yapıştığını görmeyi isterdim. Fakat benim gördüğüm rüya bu!”dedi.Hz.Hasan (r.a) şöyle bir konuşma yaptı:“-Ey insanlar! Dün gece rüyam’da hayret verici bazı şeyler gördüm. Yüce Rabbimizi Arş’ın üzerinde gördüm. Resûlullâh geldi. Arşın ayaklar-ının birisinin yanında durdu peşinden Ebû Bekr geldi, elini Resûlullâh’ın omuzuna koydu, sonra Ömer geldi, elini Ebû Bekr’in Omuzuna koydu, sonra Osman geldi. Eliyle işaret ederek: “-Rabbim! Kullarına beni öldürmelerinin sebeblerini sor!”dedi. “-Gökten yere iki olukla kan aktı!”Hz.Ali (r.a)’na: “-Oğlun Hasan neler diyor duyuyor musun?”dediler. “-Gördüklerini anlatıyor!”diye mukabele etti.Bir diğer rivayette şu ilave vardır: Hasan (r.a) der ki: “-Gördüğüm bir rüyadan sonra savaşmayacağım, artık.....Osman’ı gördüm elini Ömer’in omzuna koymuştu. Civarlarında kan gördüm!” “-Bu kan Osman’ın kanıdır. Allâh bunun hesabını soracak!”denildi. 43Hz.Hasan (r.a), cömertliği ile temayüz etmiş bir sahabe idi. İki defa elindeki malının tamamını, üç defa da servetinin yarısını tasadduk etti. Resûlullâh’ın sevgili torunu, iki tane ayakkabısı olsa birini mutlaka sadaka verirdi. Sadaka vermeden duramazdı. Bununla beraber bir şey satın alacağı zaman pazarlık eder, mümkün olduğu kadar ucuz almaya çalışırdı. Bu durum Müslümanların dikkatini çekiyordu. Bir defasında, “-Binlerce dirhemi sadaka veriyorsunuz, fakat bir şey satın alırken uzun uzadıya pazarlık edib yoruluyorsunuz?”denildi.Hz.Hasan (r.a) böyle yapmasının sebebini şöyle izah etti: “-Sadakayı Allâh rızâsı için veriyoruz. Ne kadar fazla versek yine azdır. Alış verişte aldatma söz konusudur. Pazarlık yapmamız aldanmak istemediğimiz içindir. Çünkü aldanmak, aklın noksan olmasından dır. Malın azalmasına sebeb dir!”Hz.Hasan ibadete düşkün bir Sahabîydi. Çok namaz kılar, çoğu gün-ler oruç tutardı. Medine’den Mekke’ye yaya olarak yirmibeş defa hacca gittiği söylenir.Hasan (r.a), ilmiyle, ibadetiyle, zühdüyle, infak ve cöm-ertliğiyle, hilm ve tevazuu ile, ğurur ve kibirden uzak mütevazi bir zât oluşuyla, yani her haliyle, fakir zengin ayırt etmeden herkesin dâvetine icabet etmesiyle Ehl-i Beytten olduğunu gösteriyordu.Bir gün bir grub bedevinin yanından geçiyordu. Kuru ekmek yiyor-lardı. Onlara selâm verdi. Bedeviler selâmını alıb onu davet ettiler: “-Ey Resûlullâh’ın torunu! Buyur, bizimle birlikte yemek ye?!”Hz.Hasan (r.a): “-Elbette! Allâh kibirlenenleri sevmez!”dedi ve hemen yere oturub onlarla birlikte kuru ekmek yedi. Ayrılacağı zaman da, “-Ben, sizin davetinizi kabul ettim. Siz de bana buyurun!”dedi.Onları yemeğe davet etti.Reca bin Rebiâ’dan:“-Medine’de Mescid-i Nebevî’de, Abdullah bin Amr, ve, Ebû Saîd’in de bulunduğu bir cemaatte oturuyordum. Ali’nin oğlu Hasan geldi, selâm verdi. Orada bulunanların hepsi selâmını aldılar. Fakat, Abdullah bin Amr almadı. Hasan (r.a) tekrar selâm verince: “-Ve aleyküm selâm ve rahmetullah!”dedi, ve ilâve etti: “-Bu, gök ehlinin yeryüzünde en çok sevdiği kimsedir. Fakat Sıffın harbinden beri onunla darğınım!”Hemen, Ebû Saîd atılarak: “-Hadi gidelim de istersen özür dile?”dedi.O da: “-Peki!”diye kabul etti.Sonra kalktılar. Ebû Saîd hem kendisi, hem de Abdullah için Hz.Hasan’dan müsaade istedi. Hz.Hasan (r.a) kabul edince Ebû Saîd: “-Şimdi, biraz önce Hasan geçerken söylediklerini tekrar et?” dedi. Abdullah bin Amr (r.a)’da: “-Peki!”dedi ve sözlerini tekrarladı: “-O, gök ehlinin yeryüzünde en çok sevdiği kimsedir!”deyinceHz.Hasan (r.a): “-Peki sen, madem benim gök ehl-i tarafından yeryüzünde en çok sevilen bir kimse olduğumu biliyordun da, niçin Sıffin’de bizimle savaştın?”diye sordu.Abdullah bin Amr bin Âs (r.a): “-Vallahi Sıffin’da ben, size karşı ne adam topladım ne de onlarla beraber size karşı kılıç çektim. Ben, sadece babamın isteği üzerine o savaşta bulundum!”dedi.Hz.Hasan (r.a): “-Allâh’a isyan olan bir hususta hiç kimseye itaat edilmeyeceğini bilmiyor muydun?”diye sorunca Abdullah şu hâdiseyi anlattı:“-Biliyordum!Fakat ben, Resûlullâh (s.a.v)’ın zamanında devamlı oruç tutuyordum. Babam, Resûlullâh (s.a.v)’e, beni şikayet ederek: “-Yâ Resûlallâh! Abdullah devamlı gündüzleri oruç tutub geceleri namaz kılıyor!”diye beni şikâyet etti.Resûlullâh (s.a.v) bana: “-Bazen oruç tut, bazen tutma. Gecenin bir kısmında ibadet et, bir kısmında uyu, ve babana itaat et! Ben de, bazen oruç tutar, bazen tut-mam, gecenin bir kısmında ibadet eder, bir kısmında da uyurum!”dedi.Ben, Resûlullâh (s.a.v)’ın bu emirlerine uydum. İşte Sıffın’da da babam harbe iştirak edince, ben de katılmak zorunda kaldım!”dedi. 44Hz.Hasan (r.a) doğrudan Resûlullâh (s.a.v)’den, anne ve babasından on üç tane hadis rivâyet etmiştir. kendisinden de; Oğlu, Hasan bin Ğafale ile Süveyd bin Ğafele, Ebû’l Havrâ es-Sa’di, Şa’bi, Hübeyre bin Yerim, Asbağ bin Nübate ve Müseyyeb bin Necebe rivâyette bulunmuşlardır.“Mitlak” (çok boşayıcı) lakabıyla da anılan Hz.Hasan’ın hayatında yüz’e yakın evlilik yaptığı söylenir: Hatta Şii müelliflerinden İbn-i Şehrâşûb’a göre ayrıca ikiyüz elli veya üç yüz cariyesi olmuştur. Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bâkır Şerif el-Kureyşi, bu rivâyetlere karşı çıkarak Hz.Hasan (r.a)’ın sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir. Çocuklarının sayısı da ihtilaflıdır. Kız erkek on iki, on beş, on altı, on dokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivâyet edilir.Kaynaklarda adları verilen çocukları şunlardır:Hasan el-Müsenna, Zeyd, el-Kâsım, Ebû Bekr, Abdullah, Hüseyin el-Esrem, Amr, Abdurrahman, Muhammed el Ekber, Muhammed el-Asğar, Ca’fer, Hamza, Yâ’kub, İsmail, ve Talha. Tarihçiler onun soyunun Hasan el-Müsennâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler. Bazı evladları küçük yaşta vefat ettiler. Hz.Hasan’ın soyundan gelenlere “Şerif” ünvanı verilmiştir. Tarih’de bunlar tarafından kurulan İdrisiler, Ressiler, Sa’di ler ve halen devam eden Fas’daki Filâliler ile Ürdün de Haşimiler gibi bir çok hane-danlar vardır.Kızları ise: Fâtıma, Ümmü’l-Hasan, Ümmü’l-Hayr, Ümmü Seleme, Ümmü Külsüm, ve Ümmü Abdullah olarak isimleri geçer.Hz.Hasan bazı Sünni Âlimlerin, babasının şehid edilmesinden sonra kendisinin hilafete geçişinden ve hilafeti Muâviye bin Ebû Süfyan’a devr etmesine kadar geçen sürede Hulafâ-i Râşidi’nin beşincisi olarak kabul edilir. Şii kültüründe ise, Hz.Hasan, bizzat Hz.Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört “Ma’sûm-i pâk’ın dördüncüsü olarak görülür. Kendisine birçok kerâmetler izâfe edilir. Ancak, bazı Şii topluluklarıda Muâviye ile barış yaptığı için ona karşı çıkmış ve kendisini ağır tenkid etmişlerdir.Hicretin 49. Miladi 669 yıllarında Medine’de kırk beş yaşlarında iken vefat etti. Vefatı üzerine pek çok şayialar ortaya atıldı. Bunların en kuvvetlisi, Muâviye tarafından zehirletilerek öldürülmesi idi. Bu rivâyetin çıkmasına sebeb, Hz.Hasan’ın Emevî âilesine, daha doğrusu hazinesine pahalıya mal olmasından dolayı idi.İkinci rivâyete göre: hanımı Ca’de bint-i el-Eş’as bin Kays el-Kindi tarafından zehirlenmişti. 45Üçüncü rivâyete göre: Hz.Hasan, hilafeti bıraktıktan sonra Medine-’ye yerleşti. Bir müddet sonra Yezid bin Muâviye ile evlendirilmek vâ’di ile kandırılan zevcelerinden Ca’de bint-i Kays tarafından zehirlendi. 46İbn-i Sa’d dedi: bize İsmail bin İbrahim, İbn-i Avn, Umeyr bin İshak’dan rivayetine göre dedi ki:“-Bir gün arkadaşımla, Hasan (r.a) nin yanına girdik. Şöyle dedi:Ciğerim’den bir parça şey kusup çıkardım. Birçok kere zehirlenmiş-tim. Ama bunun gibisini görmedim!”Derhal ona kardeşi Hüseyin geldi ve sordu: “-Sana bu zehiri kim içirdi?”Ona bildirmekten çekindi. Kimin içirdiğini söylemedi. 47Hz.Hasan (r.a)’ın vefatından sonra aile reisi Hz.Hüseyin (r.a) oldu. Hz.Hasan’ın evlâdları, daha müteşebbis olan Hz.Hüseyin’in evlatları karşısında pasif kalarak geri çekilmeye mecbur oldular.Hz.Hasan (r.a), zehirlenince, vefatından önce kendisini kimin zehir-lediğini sordular. Zira hanımı Câ’de’nın onu zehirlediği söylenmekte idi. Fakat Hz.Hasan (r.a) : “-Ben kimseyi itham edemem! Suçsuz birinin benim yüzümden canı-nın yanmasını asla istemem!”dedi.Kardeşi Hz.Hüseyin’i Hz.Âişe (r.a) Annemize göndererek dedeleri Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına defnedilmek için izin istetti. Ancak her hangi bir fitnenin kopması halinde de, her hangi bir Müslüman mezarlığına gömülmesini de tavsiye etmişti. Hz.Hüseyin Hz.Âişe’den izin isteyince Hz.Âişe (r.a), buna müsaade etmiş ve vefat ettiğinde Resûlullâh (s.a.v)’ın kabrinin yanına onu defnetmek istemişlerdi.Medine vâlisi Said bin el-Âs olduğu için onlara pek karışmamıştı. Ancak, Mervân bin el-Hakem, denen adam Ümeyyeoğullarını ve onlara yakın olan birçok kimseleri yanına toplayarak Hz.Hasan bin Ali (r.a)’ın Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına defnedilmesini vargücüyle engellemeye çalış-mıştı. Kadeşi Hz.Hüseyin (r.a), onların böyle karşı koymalarına engel olmak istemişse de ona şöyle söylenmişti: “-Ağabeyin Hasan, Dedesi Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına defnedilmeyi vasiyet etmiş, ancak, bu defin işinin Müslümanlar arasında bir fitneye sebeb olması halinde herhangi bir Müslüman mezarlığına gömülmeyi de tavsiye etmiş idi. İşte bu bir fitnedir!”Bu sözler üzerine Hz.Hüseyin susmuş, Said bin el-Âs, Namazını kıldırmıştı. Hz.Hüseyin, Medine valisi Said bin el-Âs’a şöyle demişti: “-Eğer, Sünnet olmasaydı seni kardeşimin namazını kırdırmaktan kesinlikle alıkoyardım!” 48Şeriflerin önderi İmam-ı Hasan (r.a), Hicretin 49. yılının Safer ayının 28. günü, Miladi 7 Nisan 669 yılında 45 yaşlarında elim bir zehirlenme sonucu Medine’de vefat etmişlerdir. Kendisini Medine’de Cennetü’l-Bâki Kabristanlığı’na, Annesi Hz.Fâtıma (r.a)’ın yanına defnettiler.Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.
1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-10-43-47
2- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1034
3- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-160-163
4- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1082
5- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1722
6- Ahzab-33
7- Ahzab-33
8- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-164
9- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle müslümanlık-4-1693
10- Teğabün-15
11- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-11-166
12- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1054
13- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2012
14- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2012
15- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1054
16- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1082
17- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1694
18- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1083
19- Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur külliyatı Lem’âlar-dördüncü Lem’a
20- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1052
21- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1877
22- İbn-i Esir fi’t-Tarihi Kâmil-3-401
23- Yusuf-38
24- Şura-23
25- Şura-23
26- Ahzab-33
27- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1846-1847
28- İbn-i Esir Fi’t-Tarihi Kâmil-3-412
29- Türkiye Diyanet Vaktı İslâm Ansiklopedisi-16-282
30- İbn-i Esir-3-413
31- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-16-283
32- Enbiya-21-211
33- İbn-i Esir-3-415
34- M.Yusuf Kahdehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1848-Enbiya-111
35- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1001
36- Enbiya-111
37- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1000
38- Kevser-108-1
39- Kadir-1-3
40- İbn-i Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih tercemesi Bahar yayınları. İstanbul 1991-3-412-416
41- Fethu’l-Bari İbn-i Hacer el-Askalani-92.bölüm Fitneler-20-7109
42- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1904
43- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2076
44- M.Yusuf Kahdehlevi Hadislerle Müslümanlık-3-1036
45- İbn-i Esir fi’t-Tarihi Kâmil-3-466
46- Camiu’l-Usûl-Ashabın faziletleri-14-105-No-6.552-Şerhi.
47- el-İsabe İbn-i Hacer el-Askalani-1-499-No-1721
48- İbn-i Esir fi’t-Tarihi Kâmil-3-466