Hâlime Bint-i Ebi Züeyb Kimdir?
Baba Adı : Ebû Zûeyb Abdullâh bin el-Hâris.Anne Adı : Bilgi yok.
Doğum Tarihi ve Yeri : Tarih yok, Badiye’de, Sa’d Oğulları yurdu, Züveybat köyünde doğdu.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 8. Miladi 630. yıl veya daha önceleri vefat etti. Kabri, Evtas burnundadır. Cennet’ül Baki de olduğu da söylenir. Ancak, birinci görüş daha sağlamdır.
Fiziki Yapısı : Bilgi yok.
Eşleri : Hâris bin Abdüluzza bin Rifaâ bin Mellan bin Nâsıra bin Fusayya bin Sâ’d bin Bekir,
Oğulları : Abdullâh bin Hâris
Kızları : Uneyse bint-i Hâris ve Şeyma bint-i Hâris Huzâme Huzâfe Cudâme Hudâme Cizâme olarak’da Şeyma’nın adı geçer.
Gavzeler : Ğazvelere katılmadı.
Muhacir mi Ensar mı : Hicreti yoktur.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 1 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Hâlime bint-i Ebû Züeyb Abdullâh bin Hâris bin Sicne bin Cabir bin Rizam bin Nasire bin Fusayya bin Nasır bin Sa’d bin Bekir bin Hevazin bin Mansur bin İkrime bin Hasfa bin Kays bin Aylan dır.
Lakap ve Künyesi : Murdiatü’r-Resül, (Resûlullâh’ın süt annesi) Hâlime-i Sa’diye, Ümmü Kebşe,
Kimlerle Akraba idi : Resûlullâh (s.a.v)’in süt annesidir
Hâlime Bint-i Ebi Züeyb'in Hayatı
Hz.Hâlime bint-i Ebû Züeyb (r.a), Badiye’de Sa’d Oğulları yurdunda Züveybat Köyünde dünyaya geldi. Doğum tarihi ise bizce malum değildir. Züveybat Köyü ise; Beni Sa’d Vadisi’ndedir. Bu köy buğün Mekke’ye takriben 190 küsur kilometredir. Beni Sa’d bin Bekir bin Hevâzinlerden arab kabileleri içersinde dil bakımından en fâsih ve lüğat yönünden en ilerde olan bir kabilenin kızıdır. Kabilesi cömertliği ve şerefliliği ilede âsil bir âile idi, Resûlullâh (s.a.v)’ın birinci süt annesi olan Ebû Leheb’in azadlı cariyesi Süveybe hatundan sonra ikinci süt annesidir. Hz.Hâlime (r.a)’nın künyesi: Murdiatü’r-Resül, (Resûlullâh’ın süt annesi) Hâlime-i Sa’diye, Ümmü Kebşe, (Koç annesi demektir) Müşrikler, Resûlullâh’a hakaret etmek ve O’nu küçük düşürmek için bu künyeyi onun içinde kullanırlardı. Uzun künyesi ise:Hâlime bint-i Ebû Züeyb Abdillâh bin el-Hâris es-Sa’diyye dir.Kabile neseb ve soyu şöyledir: Ebû Züeyb Abdullâh bin Hâris bin Sicne bin Cabir bin Rizam bin Nasıra bin Fusayya bin Nasır bin Said bin Bekir bin Havazin bin Mansur bin İkrime bin Hasafa bin Kays bin Aylan’dır. Kocası:Hâris bin Abdulluzza bin Rifaa bin Mellan bin Nasıra bin Fusayya bin Sa’d bin Bekir bin Hevazin dir. Bu zatta aynı zamanda Resûlullâh (s.a.v)’ın süt babası ve Resûlullâh’a ilk iman edenlerdendır.Çocukları: Abdullâh bin Hâris, ve meşhur Şeyma bint-i Hâris dir. Şeyma Hatun’a Hizâme, Huzâfa, Cumâda, Hudâme, Cizâme, isimleri de söylenir. Bir de Şeyma (r.a)’dan daha küçük Abdullah’dan büyük olduğu tahmin edilen, Üneyse veya Ümeyme bint-i Hâris, adında bir oğlunun daha olduğu bazı kaynaklarda geçer. Ancak bu oğlu hakkında fazlaca bir bilgi yoktur.Mekkeli âileler yeni doğmuş olan çocuklarını çölün sağlıklı havasın-da büyümeleri ve fasih Arabçayı öğrenmeleri için, süt annelerine vermek Kureyş ve sair arab eşrafının adeti idi. Bu da kadınların kocalarıyla rahat meşğul olmalarını, ve, çocuklarında kırda yaşayan arablar içinde özellikle havasının güzelliği rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yer-lerde yaşayan şerefli kabileler arasında sağlam vucudlu sıkı etli kaslı kuvvetli, dayanıklı, cesaretli olarak yetişmelerini ve düzgün pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.Umumiyetle arablar için tek luğat vardı. Fakat Beni Bekir’lerin ise luğatları yedi idi. Beni Sa’d bin Bekir bin Hevâzin’lerden arab kabileleri içersinde dil bakımından en fâsih ve lüğat yönünden en ilerde olan bir kabile idi Beni Bekir kabilesi, cömertliği ve şerefliliği ile de âsil bir âiledir. Mekke çevresinde ve Hârem bölgesinde ikamet etmekteydiler. Her yıl iki defa yaz ve güz mevsimlerinde Mekkeye gelerek yeni doğan çocukları ücretle emdirmek üzere alıb yurdlarına götürürlerdi. Yanında kocası ve memedeki küçük oğlu ve Beni Sa’d bin Bekir kadınlarından on kadın olduğu halde emdirilecek oğlan çocuğu arayıp bulmak üzre yurdlarından yola çıktılar. Mekkeye geldiler. Bunu kendisinde dinleyelim.Hz.Hâlime (r.a) der ki:“-İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiçbir şeyimiz kal-mamıştı. Ben kır renkli merkebimin üzerinde idim, yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu. Vallâhi, bu devemiz bize bir damla bile süt vermiyordu. Fakat, biz yağmura kavuşmayı darlıktan kurtulmayı umub duruyorduk. Üzerinde bulunduğum arık ve zaif merkebimin yürüyüşünün ağırlığı arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı. Nihayet Mekke’ye varıb emdirilecek oğlan çocukları aramağa başladık.İçimizde hiçbir kadın yoktuki, o, ona arz ve teklif edilsinde yetimdir denilince onu almaktan kaçınmış olmasın. Çünkü bizler emdireceğimiz o çocuğun babasından bir bahşişe kavuşmayı umuyor ve onun hakkında da: “-Yetimdir annesi ve dedesi bize ne ihsan yapabilecek ki?”diyorduk.Bunun için hepimiz, Resûlullâh’ı emdirmek üzre almak istememiş idik. Benimle gelmiş olan kadınlardan emdirilecek çocuk almayan benden başka kalmamıştı. O sırada dedesi Abdûlmuttâlib, Rasûlullâh (s.a.v) için süt annesi arayıb duruyordu. Abdûlmuttâlib benimle karşılaşınca: “-Sen kimsin?”diye sordu. “-Beni Sa’d’lerden bir kadınım!”dedim. “-İsmin nedir?”diye sordu: “-Hâlime!”dedim. Abdülmuttâlib gülümsedi:“-Ne güzel! Ne güzel! Sa’d ve Hilm (yumuşak huylu, sakin ve müsa-mahalı), iki güzel haslettir ki dünya hayrı da ebediyyetin izzet ve şerefi de bunlardadır. Ey Hâlime! Benim yanımda yetim bir çocuk var ki, O’nu Beni Sa’d kadınlarına teklif ettim onlar: “-Biz götüreceğimiz çocuklardan yararlanmayı onların babalarından ikram görmeyi umuyoruz!”diyerek kabule yanaşmadılar. “-O’na süt emdirmeyi sen üzerine alır mısın? Belki O’nun yüzünden saâdete mutluluğa erersin!”dedi.Bende: “-Bana biraz müsaâde et de kocama bir danışayım!”dedim.Hemen kocamın yanına dönüp ona haber verdim. “-Mekke de bu yetim çocuktan başka emdirilecek hiç çocuk yoktur. O, çocuğu almamızı uyğun görür müsün? Ben kendi yurdumuza eli boş olarak dönmemizi hoş bulmuyorum. Vallâhi ben arkadaşlarım arasında emdirilecek bir çocuk alamadan geri dönmeyi hiç istemiyorum. Vallâhi, O yetime gideceğim bende O’nu alacağım!”dedim.Kocam Hâris bin Abdüluzza: “-Bunu yapmanda bir sakınca yok. belki Allâh, bize O’nun yüzün-den bereket ve bolluk ihsan eder. Ey Hâlime! Git al, O’nu!”dediGeri döndüğüm zaman Abdülmuttâlib’i oturmuş beni bekliyor bir halde buldum. Kendisine: “-Haydi çocuğu getir!”deyince yüzünde sevinç ifadesi belirdi ve beni hemen Amine Hatunun evine götürdü. Amine Hatun bana: “-Hoş geldin safa geldin!”dediBeni Muhammed (s.a.v)’ın bulunduğu odaya koydu. Odaya girdiğim zaman o sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış kendisinin altına da yeşil ipekten bir sergi serilmişti. O, sırt üstü yatırılmış mışıl, mışıl uyuyordu. Kendisinden misk kokusundan daha güzel bir koku geliyordu. Sevimlili-ğine ve yüzünün o güzelliğine hayran oldum. Uykusundan uyandırmağa kıyamadım. Ellerimi mübarek göğsünün üzerine yavaşça koyduğumda gülümsedi ve bana bakmak için gözlerini açtı. Hemen iki gözünün arasın-dan öptüm ve kucağıma aldım.Annesi Amine, bana:“-Yâ Hâlime! Bana üç gece (mana âleminden) “-Oğlunu, Beni Sa’d bin Bekirler’de Ebû Züeyb ailesi içinde emdire-ceksin!”denildi dedi.Bende Amine Hatun’a: “-İşte bu kucağımdaki çocuğun süt babası Ebû Züeyb’dir. O, benim kocam olur!”dedim.Kendisinin içi son derecede ferahladı işittiği şeyler kendisini çok sevindirdi!”Hâlime Hatun hatıralarını anlatmağa devamla der ki:“-Ben, O’nu, ancak emzirecek başka çocuk bulamadığım için almış idim. Binit ve yolculuk eşyalarımın yanına döndüğüm ve kucağıma alıb emdirmek istediğim zaman, O’na göğsümden dilediği kadar bol süt geldi. O’da, onunla birlikte süt kardeşi’de sütten kanasiye doyasıya emdiler ve uyudular. Halbuki bundan önce bizim çocuk kendisile birlikte bizi de hiç uyutmamıştı.Önemli bir bilgide şudur:“-O’na sol göğsümdem süt verdim yemedi sağ göğsümden verdim yedi? Sebebi ise: Resûlullâh (s.a.v) adalet yapıyordu göğsümün birinide kardeşine bırakıyordu. Kocam kalkıb o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman devenin de memelerinin sütle dolu olduğunu gördü ondan içeceği kadar süt sağıb içti. Kendisi ile birlikte bende içtim. Her ikimizde süte kandık, ve, doyduk bambaşka hayırlı bir gece geçirdik. Sabaha çıktı-ğımız zaman kocam bana: “-Vallâhi, yâ Hâlime! İyi bilki! Sen, mübarek bir çocuk almış bulu-nuyorsun!”dedi.Bende: “-Vallâhi bende öyle olmasını umuyorum ve diliyorum!”dedim.Sonra, hayvanıma bindim çocuğuda yanıma aldım. Kocam Hâris’de yaşlı devesine bindi. Sirer Vadisi’nde yol arkadaşlarımıza yetiştik.Kadınlar bana: “-Ey Hâlime! Ne yaptın?”diye sordular.Bende: “-Vallâhi hayrı ve bereketi en büyük olan bir çocuğu görüp aldım!” dedim. O kadınlar bana: “-O kucağındaki Abdülmuttâlib’in oğlumu dur?”dediler.Bende onlara: “-Evet!”dedim.Cevab verdikten ve kadınlarımızdan bazılarının O’nu kıskandıklarını gördüm!”dedikten sonra hatıralarını anlatmağa şöyle devam eder:“-Vallâhi, merkebim öyle hızlı gidiyordu ki hepsinin önüne geçti. Kafiledekilerin merkeblerinden hiç birisi ona yetişemediler. Nihayet kadın arkadaşlarım bana: “-Ey Ebû Züeyb’in kızı! Yazıklar olsun sana, biraz durup bizi bekle-sen olmaz mı? Gelirken üzerine binmiş olduğun merkeb bu değil miydi?” diyerek sesleniyorlardı bende onlara: “-Evet vallâhi! İşte o merkebtir!”diyordum.Şaşıyorlar ve: “-Vallâhi, buna şaşılacak bir şey olmuş!”diyorlardı.Nihayet Beni Sa’d yurdundaki evlerimize geliverdik. Ben, Allâh’ın yarattığı yerlerden Beni Sa’d yurdundan daha kurak bir yer bulunduğunu bilmiyorum. Fakat, O çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri davarlarımız akşamları karınları tok ve memeleri sütlü olarak dönüyor ve bizde onlar-dan süt sağıb içiyorduk. Halbuki hiç kimse davarlarından sağıb içecek bir damla süt bulamıyordu. Hatta öyleki kavmimizden çevremizde bulunanlar kendi çobanlarına: “-Yazıklar olsun size! Davarları Ebû Züeyb’in kızının çobanı nerede yaydırıyorsa sizde onunla birlikte yaysanız a!”diyerek çıkışmakta idiler.Fakat onların davarları akşamları karınları aç memelerinde bir damla süt sızmaz bir halde dönerlerken bizim davarların karınları tok memeleri sütle dolu olarak dönerlerdi. Yüce Allâh, bize, O’nun yüzünden hayır ve bereketi artırdı durdu.O’nun büyüyüb yetişmeside başka çocuklara benzemiyordu.Daha iki aylık iken her tarafa yuvarlanmağa çalışıyordu.Üç aylık olunca ayağa kalkıb day duruyordu. (veya ayakta durmaya çalışıyordu)Dört aylık olunca duvara tutunub yürüyordu.Beş aylık olunca bir yere tutunmadan yürüye biliyordu.Altı ayı tamamlayınca yürümeyi hızlandırmıştı.Yedi aylık iken koşuyor her tarafa gidip geliyordu.Sekiz aylık iken konuşuyor, konuşulanı anlıyordu.Dokuz aylık iken açık ve düzgün konuşmağa başlamıştı.On aylık iken çocuklarla ok atıyordu.İki yıl geçince kendisini sütten kestim. iki yılı doldurduğu zaman oldukça iri gösterişli bir çocuk olmuştu. O’nu, annesine götürdük. Amma biz onun yüzünden gördüğümüz hayr ve bereketten dolayı yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk!” 1Süt annesi Hâlime Hatun Rasûlullâh (s.a.v)’i annesi Amine’ye geri götürürken Sirer Vadisi’nde Habeş Hırıstiyanlarından bazı kimselere rast-lamıştı. Hırıstiyanlar Hâlime Hatuna nereye gittiğini sordular. Sonra da, Resûlullâh (s.a.v)’e dikkatli baktılar. Sırtı üzerine döndürdüler. İki kürek kemiği arasındaki Risalet mührüne ve gözlerinin beyazındaki kırmızılığa baktılar. Kırmızılık hakkında: “-Gözlerinden bir şikayeti hastalığı var mı?”diye sordular.Hâlime hatun: “-Hayır bu kırmızılık gözlerinden hiç ayrılmaz!”dedi.Hırıstiyanlar: “-Biz, Bunu, Kralımıza ülkemize götüreceğiz çünkü, Bunun bizimle ilgili hal’u şanı vardır. Biz O’nun işini biliyoruz!”dediler.Resûlullâh (s.a.v) hakkında o kadar baskı yaptılar ki Hâlime Hatun elinden zorla alacaklarından korkmağa başladı. Yüce Allâh onları korudu. Hâlime Hatun, Resûlullâh (s.a.v)’ı, onların ellerinden güçlükle kurtarıb Hz.Emine’nin yanına götürebildi.Hz.Amine’ye, Resûlullâh (s.a.v) hakkında bilgi verdi. Resûlullâh’ın uğurluluğu yüzünden gördükleri hayr ve bereketi ve Habeş Hırıstiyan-larının yaptıklarını anlattı.Hâlime Hatun der ki: “-Hz.Emine’ye oğlumu iyice büyüyünceye kadar benim yanımda bıraksan iyi olur çünkü ben, O’nun Mekke vebasına yakalanmasından korkarım!”dedim.Bu hususta o kadar çok ısrar ettim ki, nihayet, O’nu yanımız da bırakmaya razı oldu. “-Peki, oğlumla birlikte yurduna dön! Bende O’nun Mekke vebasına tutulmasından korkuyorum. Vallâhi O’nun hal’ü şanı büyük olacaktır!”Hâlime Hatun, Resûlullâh (s.a.v)’ı alıb tekrar yurdlarına götürür. Fakat arada ihtiyaçlarını gidermek için alış verişe şehre, Mekke’ye gelir giderdi. Cahiliye devrinde Arabların Hacc mevsiminde genellikle başlıca üç panayırları olurdu. Birisi Arafat’ın arkasında Zülmecaz’da. İkincisi Merrüzzahran’da Mecenne’de, üçüncüsü Nahle ile Tâif arasında Ukaz da kurulurdu. Ukaz panayırı Arab panayırlarının en büyüğü idi. Her yıl Arab kabileleri burada toplanırlar şiir ve övünme yarışları alış verişler yapılırdı. Buranın bozulan pazarı Mecenne de daha sonra da Zülmecaz’da kurulur. Zilhiccenin ilk gününden Terviye gününe kadar devam eder, o gün, Mina da olunurdu. Zülmecaz panayırında Arraf, kâhin, müneccim bulunurdu.Zülmecaz panayırı kurulduğu zaman, halk küçük çocukları oradaki Hevazin Arrafına götürürler, oda o çocuklara bakardı. Hâlime hatun da Resûlullâh (s.a.v)’ı Arrafa götürmüştü.Arraf Resûlullâh (s.a.v)’e ve gözlerindeki kırmızılığa ve iki küreği arasındaki Nübüvvet mührüne (hatemine) bakınca: “-Ey Huzeyl cemaâti! Ey Arab cemaâtı! Ey Ukaz halkı!”diyerek ses-lendi, panayır halkı hemen toplandılar. Arraf şöyle dedi: “-Şu çocuğu öldürünüz! Çünkü Onda hükümdarlık alameti vardır!”Hâlime Hatun hemen oradan Rasûlullâh (s.a.v) ile birlikte halkın aras-ına karıştı gitti. Toplanmış olan halk: “-Hangi çocuk o?”diye soruyorlar, Arraf da: “-Şurada, hâ, hâ şurada bulunan çocuk!”diyor fakat halk hiçbir şey göremiyorlardı. Arraf’a: “-Hani yok öyle bir çocuk!”diyorlar.Arraf ise: “-Bir çocuk görmüştüm. O, sizlere ğalebe çalıb sizin dindarlarınızı öldürecek, putlarınızı kıracak, O’nun işi sizi yenecektir!”diyordu.Resûlullâh (s.a.v) Zülmecaz panayırından başka Ukaz panayırında da arandı ise bulunamadı. Hâlime Hatun Resûlullâh (s.a.v)’e halktan hiç birisini sataştırmadan konak yerine kadar götürdü. Arraf, oraya da gelib kondu. Komşular çocuklarını ona götürüb baktırdılar.Hâlime Hatun, Resûlullâh (s.a.v)’i götürüb baktırmaktan kaçındı. Fakat bir ara dalğınlık edince Resûlullâh (s.a.v) gölgelikten dışarı çıktı. Arraf, Resûlullâh (s.a.v)’ı görür görmez yanına çağırdı. Resûlullâh (s.a.v), onun yanına varmayıb çadıra girdi. Arraf, Resûlullâh (s.a.v)’ı dışarı çıkar-maları için uğraştı durdu ise de Hâlime Hatun çıkarmaktan kaçındı.Arraf: “-Bu çocuk Peygamber dir! Bu çocuk Peygamber dir!”dedi.Çok sürmeden Arraf aklını kaybetti ve ölüb gitti.Hz.Amine, Resûlullâh’ı emdirmek üzere Hâlime Hatuna teslim eder-ken, gerek hamilelik gerek doğum sırasında gördüklerini haber verib: “-Oğlumu koru!”diyerek tenbihatta bulunmuştu.Hâlime Hatun:“-Yurtlarına uğrayan bir Yahudi cemaâtına: “-Siz, bu oğlum hakkında bana bir şey söylemeyecek misiniz?”deyip Hz.Amine’nin kendisine tavsif ettiği gibi “-Ben, O’na hamile iken şöyle, O’nu doğurduğumda şöyle, Rü’yada da şöyle gördüm!”diyerek görülenleri anlatınca,Yahudiler birbirlerine: “-Onu öldürünüz!”dedilerHâlime Hatuna: “-O, yetim midir?”diye sordular.Hâlime Hatun: “-Hayır! Şu, O’nun babasıdır, bende annesiyimdir!”dedi.Yahudiler: “-Eğer yetim olaydı, O’nu muhakkak öldürürdük!”dediler.Hâlime Hatun Resûlullâh’ı hemen oradan götürüb kendi kendine: “-Az kalsın emanetimi harab edecektim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v)’in süt annesi Hâlime Hatun, yemin ederek der ki:“-Muhammed süt kardeşi Abdullâh ile birlikte evlerimizin arkasında küçük kuzularımızın yanında bulundukları sırada süt kardeşi Abdullah telaş ve heyacanla koşarak bize geldi. Bana ve babasına: “-Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, O Kureyşi kardeşimi tutup yere yatırdılar karnını yardılar! Şimdi O’nun içini karıştırıyorlar!”dedi.Ben ve babası hemen O’na doğru vardık. Kendisini ayakta ve yüzü sararmış bir halde bulduk. Ben hemen tutub bağrıma bastım. Babası da bağrına bastı: “-Sana ne oldu yavrucuğum?”diye sorduk. “-Üzerlerinde beyaz elbise bulunan iki adam gelib beni yatırdılar, karnımı yardılar! Karnımda bilemediğim bir şey aradılar!”dedi.Birlikte çadırımıza döndük. Süt babası Hâris bana: “-Yâ Hâlime! Ben, bu çocuğun başına bir felaket gelmesinden çok korkuyorum! Sen, başına bir felaket gelmeden önce O’nu hemen ailesine götürüb teslim et!”dedi.Bu hadise Resûlullâh, dört beş yaşlarında iken vuku bulmuştur.Resûlullâh (s.a.v)’in sahabelerinden bazları: “-Yâ Resûlallâh! Bize kendinden biraz bahs et!”dediler.Resûlullâh (s.a.v)’de“-Olur! Ben, atam İbrahim’in duasıyım! İsa (a.s)’ın gelecek dediği müjdesiyim. Annem Amine’nin rüyasıyım. Annem bana hamile kaldığı zaman rüyasında kendisine Şam köşklerini aydınlatıb gösteren bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü.Ben, Sa’d bin Bekir’lerde emdirilib büyütüldüm. O sıralarda süt kardeşim ile birlikte evlerimizin arkasında kendimize aid küçük kuzuları yayıyorduk. Üzerlerinde beyaz elbiseleri bulunan iki adam içi kar dolu altundan bir leğen ile yanıma geldi. Beni tutub karnımı yardılar. Kalbimi çıkardılar onu da yardılar. Kalbimin içinden kara ve pıhtılaşmış bir kan pasçası çıkarıb attılar. Sonra kalbimi ve karnımı o kar ile iyice yıkayıb temizlediler. Sonra da onlardan birisi arkadaşına: “-O’nu, ümmetinden on kişi ile tart!”dedi.Beni, onlarla tarttı. Ben onlardan ağır geldim! “-O’nu, ümmetinden yüz kişi ile tart!”dedi.Beni onlarla tarttı. Ben yine onlardan ağır geldim! “-O’nu, ümmetinden bin kişi ile tart!”dedi.Beni onlarla tarttı.Ben yine onlardan da ağır geldim! Bunun üzerine: “-Artık O’nu tartmayı bırak! Vallâhi O’nu bütün ümmeti ile tartacak olsan yine de O ağır gelir!”dedi buyurdular.Resûlullâh (s.a.v) başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle demiştir: “-Ben, sizin Arablığı en sabit ve Arabçası en açık en pürüzsüz en düzgün olanınızım. Ben, Kureyşiyim. Ben, Sa’d bin Bekr yurdunda emdirilib büyütüldüm. Benim dilim, Beni Sa’d bin Bekrler’in dilidir!”Sahabelerin bazısı ve Ebû Bekr (r.a): “-Yâ Resûlallâh! Ben, Senden daha fasih dili açık ve düzgün olanını görmedim!?”dediği zaman.Resûlullâh (s.a.v): “-Benim, böyle olmama ne mani var ki? Ben, hem Kureyştenim. Hemde Beni Sa’d lerde emdirilib büyütüldüm!”buyurmuştur.Süt annesi Hâlime Hatun, Resûlullâh (s.a.v) beş yaşında iken annesi- ne teslim etmek üzre Mekke’ye getirdiği sırada Mekke’nin yukarı tara-fında kalabalık arasında ğayb etti.Hâlime Hatun bunu şöyle anlatır:“-Hayvanıma bindim, süt oğlumu da önüme aldım, Mekke’ye giriş kapılarından büyük kapıya kadar vardım. Orada toplanmış bir cemaât bulunuyordu. İhtiyacımı gidermek ve üstümü başımı düzeltmek için süt oğlumu orada bıraktım. Şiddetli bir gürültü işitip geri döndüğüm zaman kendisini göremedim. “-Ey insanlar cemaâtı! Çocuk nerede?”diye sordum: “-Hangi çocuk?”dediler:“-Muhammed bin Abdullâh, bin Abdülmuttâlib! Allâh O’nu büyüt-mek sebebiyle yüzümü güldüreceği, ev halkımı zengin kılacağı, açlığımı gidereceği, ve O’nu annesine götürüp teslim ederek, emanetimden çıkarıp sevincime ve umuduma kavuşacağım sırada, önümden kaptılar, kaçtılar!Lat’a, Uzza’ya and olsun ki! O’nu göremiyecek olursam, kendimi, şu dağın tepesinden atacağım, parçalanacağım!”dedim: “-Biz bir şey görmedik!”dediler.Beni umutsuzluğa düşürdükleri zaman elimi başıma koyup: “-Vah yavrum! Vah Muhammedim!”diyerek ağlamaya başladım.Oradaki kadınları ve erkekleri ağıtımla ağlattım. Orada bulunan halk da benimle birlikte feryad edip ağlaştılar, yanıp yakıldılar. Oğlumun ğayb haberinin Abdülmuttâlib’e benden önce erişmesinden korktum. Hemen gidib Abdulmuttalib’in yanına vardım. Bana bakınca: “-Başına mutluluk mu yoksa yaramazlık mı geldi?”diye sordu. “-Belki yaramazlığın en büyüğü!”dedim. Maksadımı hemen anladı. “-Belki de oğlum senin yanından kayb olmuştur?”dedi: “-Evet!!! Bu gece Muhammed’i getirmiştim. Mekke’nin yukarı tara-fında bulunduğum sırada O’nu ğayb ettim. Vallâhi şimdi O, nerededir? bilemiyorum! Belki de, Kureyşiler, bir hainlik, düşmanlık edib O’nu öldürmüşlerdir!”dedim.Abdülmuttâlib, kızdı ve hemen kılıcını sıyırdı. Kızdığı zaman hiç kimse onun kızğınlığını durduramazdı.Bana: “-Ey Hâlime! Sen otur!”dedikten sonra Safa tepecine çıktı. “-Yâ Âl-i Ğalib!!!”diyerek seslendi.Cahiliye devrinde olağan üstü bir durum karşısında halk’dan kendi-sine yardım etmeye davet etmenin parolası böyle idi. Bütün Kureyşiler gelip Abdülmuttâlib’in etrafında toplanıb şöyle dediler: “-Ey Hâris’in babası! Ne haber var? Söyle sana icabet edelim!”Abdülmuttâlib: “-Oğlum Muhammed ğayb oldu!”dedi.Kureyşiler: “-Sen, hayvanına atla, bizde seninle birlikte hayvanlarımıza atlaya-lım. Sen, bizi harekete geçir. Sen, denize dalarsan bizde seninle birlikte dalarız!”dediler.Abdulmuttalib hemen hayvanına bindi, öteki Kureyşiler’de hayvan-larına bindiler. Mekke’nin yukarı taraflarına vardılar. Oradan da aşağısına indiler. Bir şey göremeyince Abdülmuttâlib halkı kendi haline bırakıb Beytullâha geldi ihrama girib Kâbe’yi yedi kere tavaf etti. “-Yarab! Kavmimin hepsi toplandı! Fakat, Muhammedim bir türlü bulunamadı!”diyerek Allâh’dan yardım diledi.Havadan bir seslenicinin: “-Ey cemaât! Feryad etmeyiniz! Hiç şübhesiz Muhammed’in Rabbı vardır. O’nu, yardımsız bırakmaz, ve zayi etmez!”diye seslendiğini işittik.Abdülmuttâlib: “-Ey seslenici! Bize, O’nun nerede bulunduğunu da haber ver!”dedi. “-O, Tihâme vadisi’nde sağdaki ağacın yanındadır!”diye haber verdi.Abdülmuttâlib hemen denilen tarafa doğru gitti.Yolun bir kısmında Mekke’nin bilginlerinden Varaka bin Nevfel’e rastladı. Birlikte yollarına devam ettiler. O sıralarda, Resûlullâh (s.a.v), bir ağacın altında ayakta duruyor, ağacın dallarını çekip yaprağıyla oynuyordu.Abdülmuttâlib O’na: “-Ey çocuk! Sen kimsin?”diye sordu: “-Ben, Muhammed bin Abdullâh, bin Abdülmuttâlib’im!”cevabını alınca, dedesi Abdulmuttalib: “-Canım sana fedâ olsun! Ben, senin deden Abdülmuttâlib’im!”dediO’nu, öptü, sevdi, ve kucaklayıb bağrına bastı. Sonra’da, hayvanının önüne bindirib Mekke’ye getirdi. Boynuna bindirib Kâbe’yi tavaf ve O’nu her tehlike ve kötülükten koruması için Allâh’a dua etti.Duha süresinin: “-Seni çocukluğunda ğayb olmuş iken bulub da yolunu doğrult-madık mı?”Mealli 7. âyetinin bu hadiseye işaret ettiği rivâyet edilir.Abdülmuttâlib, Kâbe’de dua ettikten sonra, Resûlullâh (s.a.v)’i anası Hz.Amine’ye gönderdi.Hâlime Hatun der ki:“-Süt oğlumu annesine götürdüğümüzde Annesi Amine bana: “-O’nu ne diye getirdin, ey süt annesi? Halbuki yanında kalması için ne kadar ısrar etmiş durmuştun!”dedi.Bende dedim ki: “-Allâh, oğlumu büyüttü. Ben, artık üzerime düşen vazifeyi yerine getirmiş bulunuyorum. Şimdi, O’nu istediğin gibi sana teslim ediyorum!”Annesi Amine, bana: “-Sen, bu halde değildin, bana doğrusunu haber ver!”dedi.Her şeyi kendisine haber vermedikçe beni bırakmıyacağını söyledi. “-Yoksa, O’na şeytan’ın musallat olacağından mı korktun?”dedi: “-Evet!”dedim. “-Hayır! Vallâhi, şeytan için, O’na musllat olmaya sataşmaya asla yol yoktur! Hiç şübhesiz, benim oğlum için büyük bir hal ve şan vardır! Ben, sana O’nun haberini bildireyim mi?”dedi: “-Evet bildir!”dedim. “-Ben, O’na hamile olduğum zaman, Şam topraklarından Busra’nın köşklerini bana aydınlanıb gösteren bir nurun benden çıktığını gördüm! O’na hamileliğimde de vallâhi bana hamilelikten daha hafif daha kolay gelen bir şey görmedim! Doğurduğum zaman O, başka çocukların yere düştüğü gibi düşmeyib, ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış, olarak doğmuştur! Şimdi, sen, O’nu, bana bırakıb doğruca kendi yurduna gidebilirsin artık!”dedi.Hâlime Hatun der ki:“-Kureyşiler ve sair halk sakinleştikleri zaman, Abdülmuttâlib, yirmi deve ve ayrıca davar ve sığır da kestirip Mekke halkına yemek yedirdi. Fakirlere sadaka olarakda elli ratl altun dağıttı. Sonra da benim için hazır-lanacak herşeyi en güzel bir şekilde hazırlatıp beni yurduma döndürdü. Ben kendi yurduma tarif edemiyeceğim hayırlı her dünyalıkla döndüm! Muhammed, dedesinin yanında kaldı. Dedesi Abdülmuttâlib’e de O’nun bütün haberlerini anlattım. Abdülmuttâlib, O’nu bağrına basıb ağladı. “-Ey Hâlime! Hiç şüphesiz, bu oğlum için, büyük bir hal ve şan var-dır! Ben o zamana erişmeyi ne kadar arzu ederdim!”dedi.Daha sonra aradan yıllar geçip, Resûlullâh (s.a.v), büyüyecek, ve süt Annesi Hz.Hâlime’ye, çeşitli zamanlarda ikrâmlarda bulunacaktı.Resûlullâh (s.a.v), süt annesi Hâlime Hatun’u her gördükçe: “-Benim Annem! Benim Annem!”der, kendisine candan sevgi ve saygısını gösterir omuz atkısını yere serib onu oturtur bir dileği varsa onu derhal yerine getirirdi!”Yıllar sonra, Hâlime Hatun bir gün Mekke’ye Resûlullâh (s.a.v)’i görmek için gelmişti. Resûlullâh (s.a.v) o zaman Hz.Hadice validemiz ile evli bulunuyordu.Ömer bin Saib’in bildirdiğine göre:“-Resûlullâh (s.a.v), bir gün oturdukları sırada, süt babası gelmişti. Resûlullâh (s.a.v), onun oturması için elbisesinin bir ucunu yere serdi. O da onun üzerine oturdu. Sonra süt annesi geldi. Resûlullâh (s.a.v) elbi-sesinin ikinci yarısını da onun için serdi. O da onun üzerine oturdu. Daha sonra süt kardeşi gelince, Resûlullâh (s.a.v), kalkıp yerine onu oturttu. Onları konuk edinib ağırladılar.Hâlime Hatun, yurdlarında hüküm süren şiddetli kuraklık ve kıtlık-tan, hayvanlarının kırıldığından derd yandı. Resûlullâh (s.a.v), bu hususta Hadice validemiz ile konuştu. Hz.Hadice (r.a), ona kırk koyun ile binmek ve yüklerini taşımak üzere birde deve verdi!” 2Süt babası Hâris bin Abdüluzza, Resûlullâh (s.a.v)’e Mekke’de iken Risalet verildikten sonraki zaman da, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına geldi.Kureyşiler ona dediler ki: “-Ey Hâris! Duyuyormusun bu senin oğlun neler söylüyor?”O da: “-Neler söylüyor?!” “-İddiâ ediyor ki, Allâh ölümden sonra diriltecektir ve Allâh için iki yurd vardır. Birinde, isyan edenlere azab edecektir. Diğerinde ise, itaât edenlere ikrâm edecektir. Bizim işimizi dağıttı ve cemaâtımızı birbirinden ayırdı!”Bunun üzerine, Hâris, Resûlullâh (s.a.v)’e geldi, ve dedi ki:“-Ey oğul! Sana, neler olmuş ki, Senin kavmin, Senden şikayet edi-yorlar, ve iddia ediyorlar sen diyormuşsun ki: “-İnsanlar öldükten sonra diriltilecekler, sonra da, ya cennete veya cehenneme gönderilecekler doğru mu?”Resûlullâh (s.a.v): “-Evet doğru! Ben, bunu iddia ediyorum. Ey babacığım! Şayet o ğün gelmiş olsa, ben, elbette gün senin elinden tutar, ve, o günün doğruluğunu sana haber verir bildiririm!”Bunun üzerine Hâris: “-Sen eminsin! Oğlum, ne yapmam gerekiyorsa bana söyle!”Resûlullâh (s.a.v), onu, islâma dâvet etti. O da, güzelce iman edib İslâm oldu. Ve, ölünceye kadar İslâm oluşunu devam ettirdi. İslâm olduğu zaman şöyle demiştir: “-Şayet, oğlum benim elimden tutarsa, ve, bana dediğini hatırlarsa, İnşâallâh beni cennete koyuncaya kadar bırakmaz!”Ashab’dan Ebû Husayn der ki:“-Mekke Fethi’nde, Resûlullâh (s.a.v), Mekke’nin Ebtah semtin’de bulunduğu sıralarda, Beni Sa’d bin Bekr kadınlarından birisi ki, O’nun süt teyzesi idi. İçi süt dolu bir tulumla bir dağarcık keş peyniri getirdi, ve Resûlullâh (s.a.v)’ın tam yanına girib kimlerden olduğunu haber verdi. Resûlullâh (s.a.v), onu iyi tanıdı. Kendisini İslâmiyete davet edince, kadın derhal Müslüman oldu, ve Resûlullâh’ın Peyğamberliğini tasdik etti. Resûlullâh (s.a.v) onun hediyesinin kabul edilmesini emr etti. Süt Annesi Hâlime hakkında kendisine sorular sordu.Süt annesi Hâlime-i Sa’diye’nin vefat etmiş olduğunu haber verince Resûlullâh (s.a.v)’ın gözleri yaşlarla doldu. Sonra da: “-Onlardan sağ kalan kim var?”diye sordu.Kadın: “-Onlardan iki erkek, iki de kız süt kardeşin var. Kendileri, vallâhi, şu anda senin ihsanına, ve, akrabalık haklarını gözetmene çok muhtaç bir durumda bulunuyorlar. Kendilerinin sığındıkları, güvendikleri kişilerinin hemen hemen hepsi ölüb gittiler!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), süt annesi Hâlime’yi sordu: “-Öldü!!”deyince: “-Nerede öldü?”diye sordu.Kadın: “-Evtas burnunda!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), ona elbise giydirilmesini, ve kendisine hevdecli bir deve ile, iki yüz dirhem gümüş para verilmesini emr etti. Kadıncağız dönüb giderken: “-Yâ Muhammed! Vallâhi Sen, alınıb büyütülmüş olan ne iyi bir çocuktun! Büyüdüğün zaman da ne mübarek ne iyi zatsın!”diyordu. 3Başka bir rivâyet ise şöyledir:Mekke fethinde, Resûlullâh’ın Ebtah mevkiinde bulunduğu sırada, Hâlime Hatun’un kız kardeşi, görümcesiyle birlikte, Resûlullâh (s.a.v)’ı ziyaret ederek, bir dağarcık içinde keş peyniri, yoğurt kurusu ve eritilmiş yağ hediye etti. Resûlullâh (s.a.v), ondan, süt annesi Hâlime’yi sordu. Vefat etmiş olduğunu söyleyince Resûlullâh (s.a.v)’ın gözleri yaşardı.Resûlullâh (s.a.v), onun geride kimlerinin kaldığını da sorub bilgi aldı. Resûlullâh (s.a.v), süt teyzesine elbise giydirilmesini, bir deveye bindiril-mesini, kendisine ayrıca iki yüz dirhem gümüş para da verilmesini emretti. Kadıncağız sevinerek yurduna dönerken: “-Sen, küçük iken’de, büyük iken’de, ne güzel kefil olunan, ne güzel bakılansın dır!”demekte idi.Hevazin temsilcileri içinde Medine’ye gelen ve Resûlullâh (s.a.v)’e süt annesinden dolayı amuca düşen Ebû Servan şöyle demiştir: “-Yâ Resûlallâh! Biz, Seni, süt emer olarak gördük. Fakat, Senden daha hayırlı süt emenini görmedik! Biz, Seni, sütten kesilmiş olarak gör-dük. Fakat, Sen den daha hayırlı sütten kesilenini görmedik! Biz, Seni, genç iken’de gördük. Fakat, Senden daha hayırlı bir genç görmedik!” 4Huneyn Savaşı’nda, Hevazinlilerin bozğuna uğrayıb, Müslümanlar, arkalarına düşerek onları öldürmeğe başladıkları zaman, Süleym oğulları, kendi aralarında: “-Analarınızın oğullarını öldürmekten el çekiniz!”diye seslendiler.Bunun üzerine, mızraklarını kaldırmışlar ve Hevazinleri öldürmek-ten vaz geçib, onlarla vuruşmaktan kaçınmışlardı. Resûlullâh (s.a.v), onların bu tutum ve davranışlarını görünce: “-Ey Allâh’ım! Bükme Oğullarını, Sana havale ediyorum! Onlar, benim kavmime silah döşediler. Kendi Kavimlerine gelince silahlarını kaldırdılar!”diyerek şikayet etti.Düşmanların takib edilmesini emretti. “-Sa’d bin Bekir Oğulların’dan Bicad’ı yakalayabilirseniz, onun, elinizden kaçıp kurtulmasına izin vermeyiniz!”buyurdu.Bicad, ağır bir suç işlemişti. Bir Müslüman’ı tutmuş onun azalarını kesmiş, sonra da onu ateşe atıb yakmıştı. Bicad suçunun ağırlığını bildiği için kaçmıştı. Nihayet Müslümanlar, onu yakaladılar. Kendisini, ev halkı ile birlikte esir ettiler. Resûlullâh (s.a.v)’in Süt Kardeşi olan, Benî Sa’d Kabilesinden Şeyma Hatun’da, Bicad ve onun ev halkıyla birlikte esirler arasında esir olarak sevk edilmiş bulunuyordu. Şeyma Hatun esirler ara-sında getirilirken yolda kendisine katı ve sert davranılınca: “-Biliniz ki! Vallâhi ben, Sizin Efendinizin Süt kardeşiyim!”dedi.Fakat, onun, bu sözlerine askerler pek inanamadılar. Kendisini alıb Resûlullâh (s.a.v)’in yanına getirdiler.Şeyma Hatun: “-Yâ Muhammed! Ben, senin Süt kardeşinim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Buna, Âlamet ve işaret nedir?” diye sordu.Şeyma Hatun: “-Buna âlamet, arkamda omzumda bulunan ısırık izidir ki; Onu, Sen ısırmıştın. O zaman, ben, Seni kucağıma almıştım!”dedi.Diğer rivâyete göre, Resûlullâh (s.a.v): “-Eğer, doğru söylüyor isen, benim tarafımdan sana yapılmış belirsiz olmayan bir izi bana gösterebilir misin?”diye sorunca;Şeyma Hatun kolunu açıb şöyle dedi: “-Evet yâ Resûlallâh! Sen, küçük iken beni ısırmıştın. İşte ısırık izi! Sirer, Vadisi’nde biz âilemizin davarlarını otlatıyorduk. O zaman benim babam, seninde süt babandı. Benim annem, senin de süt annendi. Sen annemizin sütünü bırakmak istemiyordun. Seni memeden, ben, zorla ayır-mıştımda sende beni ısırmıştın. Hatırladın mı şimdi yâ Resûlallâh?”Resûlullâh (s.a.v), ısırık izini görünce, hatırlayıp, onu tanıdı. Hemen cübbesini yere serdikten sonra, Şeyma’yı, onun üzerine oturttu.Ona: “-Hoş geldin!”dedi.Resûlullâh (s.a.v)’in gözleri doldu. Süt anne ve süt babasını sordu. Şeyma onların daha önce ölmüş olduklarının haberini verdi.Resûlullâh (s.a.v), Şeyma ya: “-İstersen, sevgi ve saygı görerek yanımda otur. İstersen, yararlana-cağın mallar verip, seni, kavim ve kabilenin yanına geri döndüreyim? Sana bunu da yaparım!”buyurdu.Şeyma (r.a): “-Evet, yaparsın. Fakat, Sen, bana mal ver! Beni kavmimin yanına çevir!”dedi.Şeyma Hatun (r.a), orada Müslüman oldu. Resûlullâh (s.a.v), ona, hediye olarak bir erkek, birde kadın köle verdi. Şeyma, Mekül adında ki erkek köleyi, kadın köleyle evlendirdi. Onların nikahlarını Resûlullâh’ın kıydığı’da söylenir. Onların nesilleri devam etti.Şeyma Hatun, Bicad’ın karısının ısrarlı ricası üzerine onun suçunun bağışlanmasını ve serbest bırakılmasını Resûlullâh (s.a.v)’den rica etti. Resûlullâh (s.a.v), Şeyma’nın bu dileğini de yerine getirdi.Resûlullâh (s.a.v), Şeyma’ya âilelerinden kimlerin hayatta kaldığını sordu. Şeyma, kız ve erkek kardeşleri ile, Amcası, Ebû Bürkan’ın sağ olduklarını haber verdi.Resûlullâh (s.a.v), Şeyma’ya: “-Ci’rane’ye dön! Orada kavminle birlikte bulun. Ben şimdi Tâif’e gideceğim. Oradan Ci’rane’ye döneceğim!”buyurdu.Şeyma’yı Ci’rane’ye yolladı. Resûlullâh (s.a.v), Tâif’den Ci’rane’ye döndüğü zaman, Şeyma’ya ve âile halkından sağ olanlara, hediye develer ile davarlar verdi. (Resûlullâh (s.a.v)’ın, Ci’rane’de bir müddet, sekiz, veya oniki gün kaldığı rivâyet edilir)Resûlullâh (s.a.v)’in süt kardeşleri; Abdullâh bin Hâris ile Ümeyme veya Üneyse bint-i Hâris, ve Huzâfe, yani Şeyma bint-i Hâris idi. 5Resûlullâh (s.a.v) efendimiz tüm hayatı boyunca süt annesine ve bu süt bağından oluşan süt akrabalarına karşı büyük bir sevgi beslemişledir. Hz.Hâlime (r.a)’den bahsettiği zaman: “-Anneciğim! Anneciğim!”diye bahsetmişlerdir.Resûlullâh (s.a.v), elinden geldiğince onlara karşı ikram etmek de hiç bir kusur etmemiştir. Hz.Hadice (r.a) validemiz ile evlendiğinde onu düğününe davet edib çağırmış, ona tıpkı öz annesi imiş gibi davranmıştır. Hz.Hâlime hatun, oğlu Muhammed (s.a.v)’e İman etmiş ve Müslüman olarak vefat etmiştir. Hz.Hâlime (r.a)’ın kabrinin Medine’de ki Cennetü’l-Baki Kabristanlığı’nda olduğu yayğın bir kanaattir.Ancak, bunun doğru olmadığı yukarıda anlatılanlar ışığında açık ve net görülmektedir. Çünkü, Hâlime validemizin Medine’ye geldiğine dair elimizde ciddi bir kanıt ve delil yoktur. Bundan dolayı kabrinin Evtas’ta olduğunu söyleyen yakınları ve kızı Şeyma (r.a)’ın ifadeleri bunun en güzel delili olsa gerek.Medine’de Cennetü’l-Baki Kabristanlığı’nda ona nisbet edilen kabir ise, Allâh’u Â’lem, Ümmü Eymen validemize aiddir. 6Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.
1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-2-27-32
2- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-2-167
3- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-339
4- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-2-27-48
5- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-432
6- Muhammed Emin Yıldırım, Hz.Peyğamber’ın Abümü-S-87-Siyer Yayınları-Temmuz 2010-birinci baskı İstanbul. Muhammed Enver el-Bekri,Bakiu’l Ğarkad-83