Kâ’b Bin Mâlik Kimdir?
كَــعْــبُ بْــنُ مَـا لِــك
Baba Adı : Mâlik bin Ebi Kâ’b.
Anne Adı : Leylâ bint-i Zeyd, bin Sâ’lebe.
Doğum Tarihi ve Yeri : Takriben Miladi 598 de Medine doğdu.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 50-51-54. Miladi 670-71-74 yıllarında 77 yaşlarında; Şam veya Medine de vefat etti, denilir.
Fiziki Yapısı : Son zamanlarında gözleri görmez oldu.
Eşleri : 1-Umeyre bint-i Cübeyr 2-Tümadür bint-i Ma’-kil 3-Ümmü Bişr bint-i Cüheyne ve Safiyye isminde Yemenli bir kadın ve Ümmü veledleri...
Oğulları : Abdullah,Ubeydullah, Fadâle, Vehb, Ma’bed Su’âd, Abdurrahman, Muhammed.
Kızları : Havle, Ümmü Ömer, Ümmü Kays, Remle, Sümeyke, Kebşe, Safiyye, Leylâ,
Gavzeler : Bedir ve Tebük hariç, Uhud, Hendek gibi birçok seferlere iştirak etmiştir.
Muhacir mi Ensar mı : İkinci Akabe biatı’na katılmış Ensâr dandır.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 80 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Talha bin Ubeydullah ile din kardeşi idi.
Kabile Neseb ve Soyu : Kâ’b bin Mâlik bin Ebu Kâ’b bin Amru bin Kayn bin Sevad bin Ğanm bin Kâ’b bin Selime bin Sa’d bin Ali el- Ensâri el-Hazreci es-Sülemi dir.
Lakap ve Künyesi : Ebû Abdullah, Ebû Abdurrahman.
Kimlerle Akraba idi : Ebû Kâtede’nin amcası oğludur.
Kâ’b Bin Mâlik'in Hayatı
Resûlullâh (s.a.v)’in üç şairinden biri olan Kâ’b bin Mâlik (r.a), Medineliler nezdinde çok mühim bir şahsiyet olarak kabul edilmekte idi. Takriben Miladi 598 yılı civarında Medine’de doğdu. Câhiliye devrinde künyesi Ebû Beşir iken, Resûlullâh (s.a.v) ona büyük oğlu Abdullah sebebi ile Ebû Abdullah künyesini vermiştir. Diğer oğullarından dolayı da Ebû Abdurrahman, Ebû Muhammed künyeleriyle ve Hazrec’in Beni Selime koluna mensub olduğu için de Selemi nisbesiyle de anılmıştır.Babası Mâlik, İslâm’dan önce Medine’nin önde gelen şahsiyetlerin-den olup Evs ile Hazrec arasında yıllarca süren Câhiliye savaşlarında yiğit-liğiyle önemli işler başarmış bir şairdi. Babasının tek çocuğu olduğu için eğitimine özen gösterilen Kâ’b okuma yazma ve hesab öğrendi. Evs ve Hazrec arasında yapılan bazı savaşlarda söylediği şiirlerle tanındı.Kâ’b bin Mâlik ikinci Akabe beyatında hazır bulunmuş olan Ensâr- dan dır. İslâmiyet’e şiirleri ile hizmet eden Medineli üç şairden birisi idi. diğerleri, Hassan bin Sâbit, ve Abdullah bin Revâha’dır. Bedir ve Tebük dışında ki bütün savaşlara katılmıştı özellikle Uhud’da on bir yerinden yaralanmıştı. Hicretin ellinci yılında yetmiş yedi yaşında olduğu halde vefat etmiştir. 1Kâ’b bin Mâlik, ikinci Akabe bîatında Resûlullâh (s.a.v) ile buluşarak Müslüman olan Ashâb’dan dır. Akabe bîatının oluşunu kısaca şöyle anlat-maktadır:“-Biz, vadide toplandık. Resûlullâh (s.a.v)’i bekliyorduk. Abbas bin Abdülmuttalib geldi. Abbas, henüz Müslüman olmamıştı. Veya islâmiyeti-ni gizliyordu. Sadece yeğeninin işiyle meşğul olmak ve onun emniyetini sağlamak istiyordu. Toplantı başladığında ilk sözü Abbas aldı...Ber’â bin Ma’rur Resûlullâh (s.a.v)’le konuşurken Ebü’l-Heysem bin Teyyihân söze karıştı, ve: “-Ey Allâh’ın Resulü! Yahûdiler’le bizim aramızda bir anlaşma var. Bu durumda onu bozmuş oluyoruz. Biz bütün bunları yerine getirirsek Allâh’da seni muzaffer ederse, herhalde o zaman bizi bırakıp da kavmine dönmek istemez sin değil mi?”dedi.Resûlullâh (s.a.v) gülümsedi ve: “-Kanımın son damlasına kadar sizinle beraberim. Kabrim de sizin kabirlerinizin yanında olacak. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Düşman-larınızla savaşır, dostlarınızla dost olurum!”buyurdu.Daha sonra, Kâ’b bin Mâlik, durumu anlatmaya devamla:Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurdu: “-İçinizden kendi kabilelerine İslâm’ı anlatacak 12 temsilci seçin!”Onlar da dokuzu Hazrec’den, üçü de Evs’den olmak üzere on iki kişi seçtiler.Önemli noktalarını zikrettiğimiz Akabe bîatı’ndan sonra Medine’ye geri dönen Kâ’b bin Mâlik’in, kabilesinin İslâm’a girmesinde çok büyük emeği geçmiştir. Kâ’b bin Mâlik, Bedir Ğazvesi’ne iştirak edemedi. Bu ciheti kendileri bizzat şöyle anlatmaktadır: “-Bedir ve Tebük Savaşı’ndan hâriç, Resûlullâh (s.a.v)'ın yaptığı hiç bir savaştan geri kalmadım. Resûlullâh (s.a.v), Bedir Savaşı’na iştirak etmeyenlerden hiç birini asla kınamadı. Çünkü, Resûlullâh (s.a.v) sadece Kureyş’e ait Ebû Süfyân’ın kervanının yolunu kesmek için çıkmıştı. Fakat Allâh, hiç beklenmedik bir şekilde Müslümanlarla düşmanları Kureyşlileri karşı karşıya getirdi. Ben, İslâm’ı himâye etmek üzere anlaştığımız Akabe gecesinde Resûlullâh (s.a.v) ile beraberdim. Her ne kadar Bedir Savaşı halk arasında daha meşhur, daha fazla anılan bir hâdise oldu ise de, Akabe bîatı benim için daha önemli, daha çok hoşuma giden bir hâdisedir!”Kâ’b bin Mâlik, Uhud Ğazvesi’ne iştirak etmiştir. Bu ciheti şöyle anlatmaktadır:“-Ben de Müslümanlarla beraber savaşa iştirak etmiştim. Müşrikler tarafından müsle yapılan (ağzı, burnu ve kulakları hırsla kesmeye müsle denilmektedir) İslâm şehidlerini görünce kalktım, o tarafa doğru yaklaş-tım. Bir de ne göreyim; bir müşrik, bir taraftan şehitlerin silâhını toplar-ken, diğer taraftan onlara müsle yapıyor. Üstelikde: Bunları koyun boğaz- lar gibi boğazlayın, diye etrafındakilere lâf yetiştiriyordu.Biraz ötede, hâdiseye ibretle bakan silâhlı bir Müslüman gördüm. Yanına yaklaştım. Müslümanla kâfiri şöyle bir tarttım. Kâfir, çok daha iyi silâhlara sahib ve daha güçlü gözüküyordu. Daha ben bu düşüncelerden sıyrıl-madan bunlar birbirlerine hücum ettiler. Müslüman bir kılıç darbesi ile kâfirin bir omzunu böğrüne kadar biçti. Omuz, sallanmaya başladı. Sonra Müslüman, yüzünü açarak, bana: “-Tanıyamadın mı? Yâ Kâ’b, ben, Ebû Dücâne’yim!”dedi.Uhud Savaşı’nda Müslümanların bir kısmı şıb da (vâdi’de) bir kısmı Uhud Dağı’na sığınmış bulundukları sırada Resûlullâh (s.a.v)’i şıb da ilk gören Kâ’b bin Mâlik oldu. Kâ’b: Resûlullâh (s.a.v)’i miğferinin altında parlayan gözlerinden tanıdı. “-Ey Müslümanlar! Ey Ensâr topluluğu! İşte Resûlullâh!”diyerek ve parmağıyla Resûlullâh (s.a.v)’in bulunduğu yeri işaret ederek sevinçle bağırmaya başlayınca Resûlullâh (s.a.v)’de ona eliyle: “-Sus!”diye işarette bulundu. 2Kâ’b bin Mâlik (r.a), Uhud günü çok şiddetli savaşmış ağır şekilde on dokuz yerinden yaralanmıştı. 3Kâ’b bin Mâlik (r.a), kahramanlık destanları mahiyetinde hoş şiirler söylerdi: “-Siz bize ne yapmaya kalkışırsanız, bizde size öyle yapar hakkınız-dan geliriz!”diye müşrikleri tehdit ederdi.Kâ’b bin Mâlik (r.a): “-Yâ Resûlullâh! Şiir hakkında ne buyurursunuz?”diye sormuştu.Resûlullâh (s.a.v)’de: “-Mü’min kılıcıyla’da diliyle’de cihad eder!”buyurdular. 4Şuarâ sûresinin 224. âyet-i kerimesi nazil olduğu zaman, Medine’de bulunan şairler, bu âyetin anlamından çok rahatsız oldular. Zira âyet-i kerîmede: “-Şâirlere ancak azgınlar uyar!” buyurulmaktaydı.Bu âyetin nüzulü üzerine, Hassan bin Sâbit, Abdullah bin Revâha ve Kâ’b bin Mâlik (r.a), ağlayarak Resûlullâh (s.a.v)’e geldiler ve: “-Yâ Resûlallâh! Yüce Allâh bu âyeti indirdiği zaman bizim şair olduğumuzu biliyordu!”dediler.Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v), aynı sûrenin 227. âyeti kerîmesini ele alarak: “-Ancak inanıb yararlı iş işleyenler!” ki, sizsiniz; “-Allâh'ı çok çok ananlar!” ki, yine sizsiniz. “-Ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar müstesna!”Bunlar da sizsiniz!”buyurarak onları teselli edip, âyet-i kerîmenin kendilerini kastetmediğini izah etti.Kâ’b bin Mâlik (r.a), alacağından dolayı sahabeden Abdullah İbn-i Ebi Hadred ile Mescid’de çekiştiler ve seslerini yükselttiler. Resûlullâh, Onların seslerini evinden işitti. Kapısının perdesini kaldırıb dışarı çıktı. “-Kâ’b!”diye seslendi.Kâ’b bin Mâlik (r.a): “-Buyur yâ Resûlallâh!”dedi.Abdullan İbn-i Ebi Hadred’e işaret ederek: “-Sana olan borcundan yarısını şuna bağışla!”buyurdu.Kâ’b bin Mâlik (r.a): “-Peki öyle yapayım yâ Resûlallâh!”dedi.Bunun üzerine Abdullah İbn-i Ebi Hadred’e: “-Kalk yâ İbn-i Ebi Hadred sende borcunu öde!”dedi. 5Kâ’b bin Mâlik (r.a), Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Hendek Ğazvesi’nde bulunduktan sonra Benî Kurayza Ğazvesi’ne iştirak etmiştir. Ayrıca Mekke Fethi’nde bulunmuş, daha sonra Huneyn Ğazvesi ve Tâif kuşatma-sına iştirak etmiştir. Ancak, Tebük Seferi’ne hiç bir mazereti yok iken iştirak edememiştir. Tebük Seferi’ne gidemeyişini ve ondan sonra, gelişen bütün olayları, kendisi ve arkadaşlarının durumunu en önemli detaylarıyla bizzat kendisi anlatır.Tebük Seferi:Mü’min ve Müslüman olduklarında hiç şübhe bulunmadığı, halde, ihmalcılıkları yüzünden, Tebük Seferi’ne, Resûlullâh (s.a.v)’le birlikte çık-amayan Müslümanlarda vardı. 1-Kâ’b Mâlik, Beni Selimelerin kardeşidir. 2-Mürâre bin Rebi’, Beni Amr bin Avfların kardeşleridir. 3-Hilâl bin Ümeyye, Beni Vakıfların kardeşidir. 4-Ebû Hayseme Beni Sâlim bin Avf-ların kardeşidir. Kâ’b bin Mâlik; Akabe’de Resûlullâh’a bey’at edenler arasında bulunduğunu, Bedir Ğazası ile Tebük Seferleri’nden başka, Resûlullâh (s.a.v)’ın yaptığı ğazaların hiç birisinden geri kalmadığını bildirdikten sonra der ki:“-Tebük Seferi’nden geri kalışıma gelince; ben, o ğazadan geri kaldı-ğım sırada olduğu kadar, hiçbir zaman güce ve kolaylığa sahib olmamış idim. Vallâhi, hiçbir vakit yanımda iki devem bir arada toplanmamıştı. Fakat, bu ğaza sırasında ise, iki devem bir arada toplanmıştı. Resûlullâh’ın Tebük Ğazası’na kadar, her hanği bir ğazaya çıkmak istediği zaman, başka şekilde anlaşılacak bir dil kullanarak maksadını gizlemek adeti idi.Tebük ğazası’na ise, çok şiddetli sıcaklarda, çok uzak ve tehlikeli bir yolculuğu ve çok sayıdaki bir düşmanla karşılaşmayı göze almak gerektiği için, Müslümanlar ihtiyaçlarını, ona göre hazırlasınlar diye, maksadını açık-lamış, gitmek isetediği yeri haber vermişti. Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte sefere çıkan Müslümanlar da pek çoktu. Mücahidlerin künyelerini Divan defteri almıyordu.Bu ğazâda, Allâh tarafından vahiy gelmedikçe, Resûlullâh (s.a.v)’ın bilemeyeceğini sananlardan başka hiç kimse, gizlenmek, bulunmamak iste-miyordu. Resûlullâh (s.a.v), bu ğazâya meyvelerin yetişip güzelleştiği, ağaç gölgelerinin hoşa gittiği ve ona yöneldiği bir zamanda çıkmıştı. Resûlullâh (s.a.v) ile Müslümanlar, bu ğaza için hazırlanmaya başladırlar. Ben de, onlarla birlikte yol hazırlığını görmek üzere sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiçbir iş görmeden akşamüzeri döner gelirdim.Kendi kendime: “-Hazırlanmaya gücüm ve vaktim daha var!”derdim.Bu ihmalcilik, bende sürdü gitti. Nihayet, bir sabah, Resûlullâh ile birlikte Müslümanlar, birden yola çıkıvermişlerdi. Halbuki, ben, sefer hazırlığından hiçbir hazırlık germemiştim. Yine kendi kendime dedim ki: “-Bir veya iki gün sonra, ben de hazırlanır, onlara yetişir, katılırım!”Tebük mücahidleri, Medine’den ayrıldıktan sonra sabahleyin hazırlık görmek için çıktım. Yine bir iş göremeden geri döndüm. Bu hal bende devam etti durdu. Nihayet, mücahidler, bu ğazâda birbirleriyle yarışırca-sına hızla yol alarak geçib gittiler. Arkalarından gideyim de, onlara yeti-şeyim diye niyetlenmiştim. Keşke, bunu yapabileydım, fakat yapamadım. Bana nasib ve mukadder olmadı.Resûlullâh (s.a.v), Tebük Ğazası’na gittikten sonra çıkıp halk içinde dolaşırken, beni, en çok üzen, tasalandıran şey, ya üzerlerinde münafık damğası bulunanlardan, ya da, yüce Allâh’ın özürlü saydığı kimselerden başkasını göremeyişim di. Resûlullâh (s.a.v), Tebük’e varıncaya kadar beni hiç anmamış. Tebük’te, Müslümanlar arasında oturduğu sırada: “-Kâ’b bin Mâlik, ne yapıyor?”diye sorunca, Beni Selimelerden bir adam ki, bu, Abdullah bin Üneys’dir: “-Yâ Resûlallâh! Onu, iki parça bürdesi içinde, iki tarafa bakınması tutmuş, alıkoymuştur!”demiş,Muâz bin Cebel, Abdullah bin Üneys’e: “-Sen, ne kadar kötü bir şey söyledin! Vallâhi, yâ Resûlallâh! Biz, onun hakkında hayırdan, iyilikten başka bir şey bilmiyoruz!”demişti.Resûlullâh (s.a.v) ise, susup bir şey buyurmamıştı. 6Resûlullâh (s.a.v) Tebük Seferi’ne hicretin dokuzuncu yılı Receb ayı içerisinde çıkmış, Ramazan ayında Medine’ye geri dönüp gelmişlerdi.Kâ’b bin Mâlik (r.a) der ki:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın Tebük’den Mücahidlerle birlikte Medine’ye yönelip gelmek üzere bulunduğunu işitince, beni, bir üzüntü sardı. Artık, bir yalan düşünmeğe başladım. Kendi kendime: “-Acabâ yarın ne söylesem de, Resûlullâh’ın gazabından kurtulabili-rim?”diyor ve, âilem halkından görüş sahibi olanların hepsinden bu hususta yardım diliyordum: “-Resûlullâh (s.a.v)’ın Medine’ye gelmesi yaklaştı!”Denilince, benden, o boş düşünceler uzaklaştı. Ben, hiç bir zaman, doğruluktan başka bir şeyle bundan kurtulamayacağımı anladım. Doğru olanı söylemeğe karar verdim. Nihayet, Resûlullâh (s.a.v), sabahleyin Medine’ye çıkageldi.Resûlullâh’ın Seferden Geri Kalanların Mâzeretlerini DinlemesiResûlullâh (s.a.v), bir seferden geldiği zaman, ilkönce. Mescid’e varıp orada iki rekât namaz kılar, sonra da, halk ile otururdu. Bu seferde de, böyle yapıp oturduğu zaman, Tebük Seferi’nden geri kalanlar, yanına gelerek özür dilemeğe ve özürlerini yemin ile desteklemeğe başladılar. Onlar, seksenden fazla kişi idiler. Resûlullâh, (s.a.v.) onların dış yüzlerine ve yeminlerine bakarak özürlerini kabul ve iç yüzlerini Allâh’a havale etti Hummalı ve hastalıklı, olduklarını ileri sürerek kendisinden özür dilemiş olan bu kişilere acıdı. Bey’atlarını kabul etti. Kendileri için Allâh’dan mağfiret de diledi.O sırada, ben de, Resûlullâh’ın huzuruna vardım, kendisine selâm verdiğim zaman, bana, gazablı bir gülümseyişle gülümsedikten sonra: “-Gel!”buyurdu.Yürüyüb yanına vardım ve önüne oturdum. “-Seni, geride bırakan nedir? Sen, bana yardım etmek üzere Akabe’de sırtına bey’at yüklenmiş değil mi idin?”diye sordu.“-Evet! Yâ Resûlallâh! Ben, vallâhi sizden başka şu dünya halkından kimin yanında otursam, ileri süreceğim özürle, muhakkak, onun ğazabın-dan kurtulabileceğimi sanar ve umarım. Çünkü, ben, tartışmada, mantıklı ve düzgün konuşma gücü verilmiş bir kimseyimdir. Fakat, vallâhi, şunu iyi biliyorumdur ki: Eğer, bu gün ben, Sizi, benden hoşnud edecek yalan bir söz söyleyecek olursam, çok sürmez, Allâh, yalanımı ortaya çıkarır, Seni, hakkımda ğazablandırır.Eğer, Seni, hakkımda ğazablandıracak söz söylersem, her halde, ben, bu husustaki kusurum için Allâh’ın affını umarım. Hayır! Vallâhi, benim için ileri sürülecek hiç bir özür yoktur. Vallâhi, ben, Senden geri kaldığım zamanda olduğu kadar, hiç bir zaman, sefer için daha güçlü ve daha kolay-lıklı değildim!”dedim.Bunun üzerine, Resûlullâh Âleyhisselâm: “-İşte, Kâ’b, doğru söyledi! Kalk! Allâh, senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle!”buyurdu.Kalktım. Evime gelirken, Benî Selimeden bazı kişiler, benimle birlikte geldiler ve bana: “-Vallâhi, biz, seni bundan önce bir günâh işlemiş kimse olarak bilmi-yoruz. Ne çâre ki, sen, seferden geri kalan kişilerin özür diledikleri şekilde Resûlullâh (s.a.v)’e özür dileyemedin ve çok âciz duruma düştün! Halbuki, Resûlullâh (s.a.v)’ın senin hakkındaki mağfiret dileği günahını bağışlat-maya yeterdi!”dediler.Vallâhi, Selime oğulları, beni kınamağa o kadar devam ettiler ki, nihayet Resûlullâh’ın yanına dönmek, kendimi yalanlamak istedim! Sonra, onlara: “-Bu duruma düşen, benden başka, benimle birlikte bir kimse varmı-dır?”diye sordum.Onlar: “-Evet! İki kişi daha vardır. Onlar da, Resûlullâh’a senin söylediğin sözün benzerini söylediler! Resûlullâh (s.a.v) tarafından onlara da, sana söylendiği gibi söylendi!”dediler. “-Kimdir onlar?”diye sordum. “-Mürâre bin Rebîü’l-Amrî ile Hilâl bin Ümeyyetü’l-Vâkıfî’dir!” dediler.Bu iki zâtın, sâlih ve kendileri örnek tutulacak kişiler olduklarını Bedir Savaşı’nda bulunduklarını bana hatırlattılar. Tereddüdden vazgeç-tim. Sustum.Muâz bin Cebel ile Ebû Katâde’ye rastladım. Bana: “-Arkadaşlarının sözlerini dinleme! Doğruluk üzerinde dur! İnşallâh, her halde. Allâh, senin için bir genişlik, bir çıkar yol yaratır. Özür sahible-rine gelince, eğer, onlar özürlerinde sâdık iseler, yüce Allâh, bu hususta onlardan hoşnud olur ve bunu, Peyğamberine bildirir!”dediler.Halkın Üç Kişiden Yüz Çevirmesi ve Bu İbtilânın Sona Ermesi:Resûlullâh Âleyhisselâm, Kendisinden seferde geri kalanlardan bizim işte şu üçümüzle konuşmaktan Müslümanları nehy etti. Halk da, bizden çekindiler ve yüzlerini ekşittiler. Nihayet, bana tüm yer yüzü dar geldi ve yabancılaştı. O, artık, benim tanıdığım yer değildi! Bu hal üzere, elli gün kaldık. İki arkadaşıma gelince, onlar da, halktan çekildiler, evlerinde oturdular. Ağladılar durdular.Ben, onların daha genci ve daha güçlü ve dayanıklısı idim. Bunun İçin, ben, dışarı çıkar, namazda Müslümanların yanında bulunur, çarşı ve pazarları dolaşırdım. Fakat, hiç kimse bana söz söylemezdi. Namazdan sonra, Resûlullâh’ın meclisine varıb kendisine selâm verir, ve içimden acabâ, selâmıma mukabele için dudaklarını oynatır mı, yoksa, oynatmaz- mı? derdim. Sonra, namazı, O’nun yakınında kılar, Kendisine bakmak için, fırsat kollardım.Ben, namazıma yöneldiğim zaman, O, bana doğru döner, fakat, ben, O’na doğru bakınca, benden yüzünü çevirirdi. Halkın da, bana karşı böyle, cefâlarını açığa vurmaları beni terk etmeleri uzayıp gittiği bir sırada idi ki, gidip Ebû Katâde’nin bahçe duvarına tırmandım. Kendisi, amcamın oğlu ve halkın, bana en sevgilisi idi. Ona selam verdim. Fakat, vallâhi, o, selâmımı dahi almadı. “-Ey Ebû Katâde! Sana, Allâh adına, and veriyorum: Sen, benim, Allâh’ı ve Allâh’ın Resûlünü nasıl sevdiğimi biliyorsundur değil mi?” dedim. Sustu. Andımı, tekrarladım: “-Ey Ebû Katâde! Sana, Allâh adına and veriyorum: Sen, benim, Allâh’ı ve Allâh’ın Resûlünü nasıl sevdiğimi biliyorsun dur değil mi?” dedim. Yine, sustu.Üçüncü olarak andımı tekrarlayınca.“Allâh ve Resûlü, daha iyi bilir!”dedi.Bunun üzerine, gözlerimden yaş boşandı. Hemen sıçrayıp kalktım, bahçe duvarına tırmandım. Ertesi günü, sabahleyin çarşıya kadar gittim.Cessân Hükümdarı Tarafından Yapılan Dâvet:Medine çarşısında gidip durduğum sırada idi ki, Medine’ye buğday satmağa gelen, Şam Nabatîlerin den bir Nabatî: “-Kâ’b bin Mâlik’i, bana kim gösterir?”diye soruyordu.Halk, beni işaret ederek ona gösterdiler. Nabatî, yanıma geldi ve Gassân kralı Hâris bin Ebi Şemir veya Cebele bin Eyhem tarafından ipek bir bez parçasına yazılmış bir yazıyı bana verdi. Ben, kâtiptim, okur yazar idim. Mektuba bakınca, içinde şöyle denildiğini gördüm: “-Bundan sonra, derim ki; bana haber verilmiş bulunduğuna göre, Sâhib’in, sana eziyet ediyormuş. Allâh, seni ne horlanacak, ne de zâyi edilecek bir mevki’de yaratmıştır. Sen, hemen bizim yanımıza gel, kavuş! Biz, sana, yaraşan ihsanı ve iyiliği yaparız!”Mektubu okuyunca: “-Bu da, o birisi gibi bir belâ ve ibtilâdır! Benim, içine düştüğüm hali haber alan müşriklerden biri hakkımda umuda düşmüş!”dedim.Mektubu, tandırda yakmağa karar verdim. Hemen götürüp tandıra attım, yaktım. Elli günden, kırk günü geçince, Resûlullâh (s.a.v)’ın elçisi yanıma gelib: “-Resûlullâh (s.a.v), sana kadınından ayrılmanı, emrediyor!”dedi. “-Kadını mı, boşayacak mıyım? Yoksa, ne yapacağım?”diye sordum “-Hayır! Kadının dan ayrı bulun ve ona yaklaşma!”dedi.Resûlullâh (s.a.v) iki arkadaşıma’da, bunun gibi haber göndertmişti.Resûlullâh (s.a.v)’ın elçisi, Huzeyme bin Sâbit’ti. Kadını ma: “-Haydi, kendi âile halkının yanına git! Allâh, şu iş hakkındaki hük-münü bildirinceye kadar onların yanında bulun!”dedim.Hilâl bin Ümeyye’nin Gece Gündüz Gözyaşı Dökmesi:Hilâl bin Ümeyye, Sâlih bir zattı. Ağlayıb durdu. Kendisinin, ağla-maktan öleceği sanılıyordu. Yemekten, içmekten kaçınıyor, oruç tutacak olursa, iki, üç günü, birbirine ekliyor, ancak, bir yudum su veya biraz süt içiyordu. Geceleri, hep namaz kılıyor, kendisine hiç kimse söz söylemesin diye dışarı çıkmayıp. evinde oturuyordu. Yeni doğmuş çocuk bile olsa, onuda, Resûlullâh (s.a.v)’ın emrine uymuş olmak için terk ediyordu.Hilâl bin Ümeyye’nin hanımı, Resûlullâh (s.a.v)’e gelerek: “-Yâ Resûlallâh! Hilâl bin Ümeyye, çok yaşlıdır. Gücü, kuvveti git-miştir. Kendisinin hizmetçisi de yoktur. Ona, benden başka arkadaş ola-cak, iyi bakacak bir kimse de bulunmamaktadır. Eğer, beni bırakır, ona hizmet etmemi uyğun görürsen, bırak da, hizmet edeyim? Benim, ona hizmet etmemi çirkin görür müsün?”dedi.Resûlulâh (s.a.v): “-Hayır! Çirkin görmem. Fakat, o, sana yaklaşmasın!”buyurdu.Kadın şöyle dedi: “-Yâ Resûlallâh! Vallâhi, onun, bana, hiç bir şeye doğru kımılda-yacak hali yok! Vallâhi, bu olan iş, olalı dan bu güne dek hiç durmadan ağlıyordur! Gece, gündüz sakalından göz yaşları dökülüyor, gözlerinde, ise aklık belirmiştir. Kendisinin gözlerini kaybedeceğinden korkuyorum!”Âile halkımdan bazıları dediler ki: “-Resûlullâh (s.a.v), Hilâl bin Ümeyye’ye, kadınının hizmet etmesi için izin verdi. Sen de, kadının için, Resûlullâh (s.a.v)’den izin istesen?”Onlara: “-Vallâhi, ben, bu hususta Resûlullâh (s.a.v)’den izin isteyemem. İzin istediğim zaman, Resûlullâh (s.a.v)’ın, bana, ne söyleyeceğini bilemem. Hem, ben, genç, dinç bir adamım!”dedim.Bundan sonra, on gece daha durdum. Resûlullâh (s.a.v)’ın halkı, bizimle konuşmaktan men’ edişinden beri elli gecemiz dolmuştu.Çilenin Doluşu, Tevbenin Kabul Edilişi ve Müjdelemeler:Ellinci gecenin sabahında sabah namazını kılmıştım. Evlerimizden bir evin damında Sel’ Dağı’nın arkasında yaptığım çardakta oturuyordum. Öyle bir halde ki yüce Allâh’ın andığı üzere, yer yüzü, bütün genişliğine rağmen başımıza dar gelmekte ve canım, son derece sıkılmakta idi.Tam o sırada, Sel’ Dağı’nın üzerinde, en yüksek sesiyle: “-Ey Kâ’b bin Mâlik! Müjde!”diyerek bir bağırıcının, olanca gücü ile bağırdığını işittim.Hemen secdeye kapandım. Anladım ki; artık, bize genişlik ferahlık gelmiştir. Resûlullâh (s.a.v), sabah namazını kılınca, yüce Allâh’ın, bizim üzerimize tövbesini, nedâmetlerimizin kabulünü bildirdi de, halk, bizlere müjdelemeye gittiler. İki arkadaşıma da, müjdeciler gitti.Bana da bir kişi (Vâkıdi’ye göre: Zübeyr bin Avvâm) müjdelemek üzere atını sürmüş ve Eşlem kabilesinden bir müjdeci (Vâkıdi’ye göre: Hamza bin Amr) da koşub Sel’ Dağı’nın üzerine çıkmıştı. Onun sesi, attan daha çabuktu ve beni, müjdeleyen sesini işittiğim bu zat, yanıma gelince, üzerimdeki iki kat elbisemi çıkarıb kendisine müjdelik olarak giydirdim. Vallâhi, o zaman, bunlardan başkasına mâlik değildim. Eğreti olarak iki kat elbise alıb üzerime giyindim!”Ümmü Seleme (r.a) vâlidemiz der ki:Gece, Resûlullâh Âleyhisselâm, bana: “-Ey Ümmü Seleme! Kâ’b bin Mâlik ve iki arkadaşının tövbesinin kabulü hakkında vahiy nazil oldu!”buyurdu.Ümmü Seleme (r.a) dedi ki: “-Yâ Resûlallâh! Onlara, hemen adam gönderip müjdeleyeyim mi?”Resûlullâh (s.a.v): “-Sen, gecenin sonuna kadar onların uyumalarına engel olursun. Sabahlamadıkça, onlar, görülmesin!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v), sabah namazını kıldırınca, Kâ’b bin Mâlik, Mürâre bin Rebi’ ve Hilâl bin Ümeyye’nin tevbelerinin Allâh tarafından kabul olunduğunu halka haber verdi. Zübeyr bin Avvâm, Kâ’b’a müjde vermek için at üzerinde vâdi’nin içine doğru gitti.Ebü’l-Âver Saîd bin Zeyd, bin Amr, bin Nüfeyl, Hilâl bin Ümeyye’yi müjdelemek için Benî Vâkıflara gitti. Bunu, haber verdiği zaman, Hilâl, secdeye kapandı.Saîd bin Zeyd der ki: “-Uzun süre, başını secdeden kaldırmadı. Sevincinden, can verdiğini sandım!”Hilâl bin Ümeyye, üzüntüsünden, o kadar çok ağlamakta idi ki ölece-ğinden korkulmağa başlanmıştı. Üzüntüden, ağlamaktan o kadar zayıflamış idi ki, Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına yürüyerek gidemeyecek kadar bir duru-ma düşmüş, merkebe binmek zorunda kalmıştı.Mürâre bin Rebi’i, Ebû Nâile Silkân bin Selâme ile Seleme bin Selâme bin Vakş müjdeledilerKâ’b bin Mâlik Resûlullâh’ın Huzurunda:Kâ’b bin Mâlik, Resûlullâh’ın yanına gidişini ve ondan sonrasını da şöyle anlatır:“-Hemen Resûlullâh’a gittim. Halk, beni takım takım karşıladılar. “-Allâh’ın, tevbeni kabul buyurması, sana kutlu olsun!”diyerek beni, kutladılar.Mescide varıb girdim. O sırada, Resûlullâh (s.a.v) oturuyor, çevre-sinde de, halk bulunuyordu. Talha bin Ubeydullâh, kalkıp koşarak geldi. Elimi sıktı ve beni tebrik etti: Vallâhi, Muhacirlerden, Talha’dan başka, kimse, bana ayağa kalkmadı. Talha’dan gördüğüm bu iyiliği, hiç unuta-mam! Kendisine selâm verdiğim zaman, Resûlullâh (s.a.v) sevinçten, yüzü şimşek çakar gibi çakar bir halde, bana: “-Seni, öyle bir günün hayır ve saâdetiyle müjdelerim ki o, annenin doğurduğu günden beri geçirdiğin günlerin hayırlısıdır! Sen, hiç bir zam-an, üzerine doğmamış olan hayırlı güne gel!” buyurdu. “-Yâ Resûlallâh! Bu müjde, Senin tarafından mı, yoksa, Allâh tara-fından mı?”diye sordum.Resûlullâh (s.a.v): “-Hayır! Benim tarafımdan değil, Allâh tarafındandır!”buyurdular.Zâten, Allâh tarafından sevindirildiği zaman, Resûlullâh’ın yüzü, sevinçten, ay parçası gibi parıldardı. Bunu, biz de, yüzünün parıltısından anlardık. Resûlullâh (s.a.v)'ın önüne oturunca: “-Yâ Resûlallâh! Hem tevbemin kabûlüne şükr için, hem de Allâh’ın ve Resulü’nün rızasını kazanmak için sadaka olarak malımdan sıyrılıp çıkacağım!”dedim.Resûlullâh (s.a.v): “-Malının bir kısmını yanında tut. (Fakirlere hepsini dağıtma!) Bu, senin için daha hayırlıdır!”buyurdu. “-Öyle ise, Hayber de hisseme düşmüş olan malı, yanımda tutar, kendime alıkorum. Yâ Resûlallâh! Allâh, beni, ancak doğrulukla kurtardı. Artık, ben, tevbemin icabından olarak, bundan böyle sağ kaldıkça, yaşa-dıkça, doğrudan başka bir şey söylemeyeceğim!”dedim.Vallâhi, Resûlullâh (s.a.v)’e, bunları andığımdan beri, Müslümanlar-dan hiç bir kimse bilmiyorum ki doğru söylemekte Allâh’ın bana yaptığı imtihandan daha güzel imtihanını ona yapmış olsun! Resûlullâh’a, bunları andığımdan bu güne dek yalan bir şey söylemek, aklımdan bile geçmemiş-tir. Bundan sonra sağ kaldığım zaman içinde de, Allâh’ın beni yalandan koruyacağını umarım! Yüce Allâh, Resûlüne:“-And olsun ki: Allâh, Peyğamberini, muharebeden geri kalan-lara izin verdiğinden dolayı af ettiği gibi, içlerinden bir takımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken güçlük zamanında O’na tâbi olan Muhacirlerle Ensârı da tevbeye muvaffak ve sonra, onların bu tevbelerini kabul buyurdu.Çünkü, O, çok Esirgeyici ve çok Bağışlayıcıdır. Seferden geri bırakılan ve haklarındaki hüküm geciken üç kişinin tevbelerini de kabul etti.Çünkü, yer yüzü, olanca genişliğiyle birlikte, onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça, sıkmıştı.Nihayet, Allâh'ın hışmından, yine Allâh'dan başka sığınacak hiç bir yer olmadığını anladılar da, bundan sonra, Allâh, onları da, eski hallerine dönsünler diye, tevbeye muvaffak kıldı.Şüphe yok ki Allâh, ancak O’dur tevbeyi en çok kabul eden ve Esirgeyen! Ey iman edenler! Allâh'dan korkunuz! Bir de doğrularla beraber olunuz!” Âyetlerini indirdi. 7Vallâhi, Allâh’ın, bana verdiği nimetler içinde, beni İslâm dinine hidâyetinden sonra, bence, Resûlullâh (s.a.v)’e doğru söylemekten, O’na yalan söyleyip de helâk olmuş bulunmamaktan daha büyük bir nimet vermemiştir. Nasıl ki Resûlullâh’a yalan söyleyenler, helâk olup gittiler.Çünkü, Allâh, şu yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman, her hangi bir kimse hakkında söyleyeceğinin en ağırını söyledi de şöyle buyurdu:“-Onların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini muhâzeden vazgeçmeniz için Allâh'a and içeceklerdir. Öyle olunca, siz de, onlar-dan sarf-ı nazar ediniz. Çünkü, onlar, murdardırlar, pistirler!Onların, irtikâp etmekte bulunduklarının cezası olarak varacakları yer de, Cehennem’dir! Onlar, kendilerinden hoşnud olmanız için size yemin edecekler!Fakat, siz, onlardan hoşnud olsanız da, muhakak ki Allâh, o fâs-ıklar güruhundan hoşnud olmaz?” 8Şu üçümüzün, hani bizden önce Resûlullâh (s.a.v)’ı kandırmak için yemin edib, Resûlullâh (s.a.v)’ın de, onların yeminlerini ve beyatlarını kabul ve kendileri için Allâh’dan mağfiret dilediği o bir takım kimselerin affından elli gün arkaya kalmış bulunan bizlerin işimizi ise, Resûlullâh, Allâh’ın hakkımızda vereceği hükme kadar geciktirmişti.İşte, bunun içindir ki yüce Allâh: “-Hani, şu tevbeleri Allâh'ın hükmüne kadar geri bırakılan üç kişiye...!” buyurmuştur.Bu Ayette, Allâh’ın andığı geri bırakılış, bizim ğazâdan geri kalışımız değildir. Fakat, Resûlullâh (s.a.v)’ın bizim üçümüzü ve tevbemizi, kendi-sine yemin eden ve kendisinden özür dileyib de, özürleri kabul olunanların tevbelerinden geri bırakışıdır!”Tebük Seferi’nden döndükten sonra, Müslümanlardan bazıları: “-Bundan sonra cihad, savaş, kesilmiştir!”diyerek evvelce satın almış oldukları fazla silahlarını satmaya başlamışlardı. Resûlullâh, bunu haber alınca silahlarını satmaktan onları men’ ve: “-Ümmetimden bir cemaât hak üzerinde Kıyamet gününe (Vâkidi ye göre: Deccal çıkıncaya) kadar (Müslim’e göre: Ğalib ve üstün olarak) savaşmaktan geri kalmayacaktır!”buyurdular. 9Kâ’b bin Mâlik (r.a) bundan sonra Resûlullâh (s.a.v)’ın hep yanında bulundu. Vedâ Hacc’ına iştirâk edip, Vefatı Nebevi’yi gördü, Resûlullâh’ın vefâtından sonra birinci halife Hz.Ebû Bekr ve ikinci halife Hz.Ömer devirlerinde Medine’de kalarak meşveret heyetinde bulunmuştur. Üçüncü halife Hz.Osman (r.a) devrinde de aynı duruma devam etmiştir. Ancak, halife Hz.Osman’ın hilafetinin son yıllarında çıkan karışıklıklarda halife-nin yanında yer aldı. Hz.Osman (r.a)’ın şehid edilmesinin ardından onu defn eden birkaç kişiden biri olarak hakkında üç uzun mersiye söyledi.Hz.Ali (r.a), halife olunca bazı Ensâr gibi Kâ’b bin Mâlik (r.a)’da ona biat etmedi. Zayıf kabul edilen bir rivâyette, Kâ’b bin Mâlik (r.a)’ın Hassân bin Sâbit ve Nû’man bin Beşir ile Hz.Ali (r.a)’ın huzuruna gidip, Hz.Osman hakkında tartıştıkları, ve oradan ayrılıb, Muâviye’nin yanına uğradıkları, oradan Basra taraflarına giderek gelişen olaylara karışmamış diye kaydedil-mektedir. Hayatının sonlarına doğru gözlerini iyice kaybeden Kâ’b bin Mâlik (r.a)’a oğlu Abdurrahman rehberlik etmiştir.Kâ’b bin Mâlik (r.a) tarihçilerin çoğuna göre Hicri 50. Miladi 670 yılında Medine’de vefat etti. Bu tarih Hicri 40. Miladi 660 yılından önceki bir yıl olarak belirtildiği gibi, Hicri 51. Miladi 670 veya Hicri 54. Miladi 674 yılı olarak da zikredilmiş, Dımaşk’da öldüğü de ileri sürülmüştür.Kâ’b bin Mâlik (r.a), Resûlullâh (s.a.v)’e biat edip ve ondan hadis rivâyet eden Ümmü Ma’bed Umeyra bint-i Cübeyr es-Sülemi, kendine aid bir ziynet eşyasını Resûlullâh’a hibe eden Hayre ve Yemenli Safiyye adlı hanımlarla evlenmiş, her birinden çocukları olmuştur.İslâmiyet’i kabulünden önce de şiirleriyle tanınan, Müslüman olduk-tan sonra Resûlullâh’ın şairi sıfatıyla Hassân bin Sâbit ve Abdullah bin Revâha ile birlikte anılan Kâ’b bin Mâlik (r.a) Medine’nin beş şairinden biri sıfatıyla Hassân bin Sâbit’ten sonra geldiği kabul edilmektedir. Şiirlerinde İslâm askerlerinin savaşlarda gösterdiği kahramanlıkları işlediği, ilerideki savaşlarda da yiğitlik göstereceklerini söyleyerek müşriklerin moralini bozduğu, Devs kabilesinin onun şiirlerinden etkilenerek İslâm dinini kabul ettiği belirtilmektedir.Şairleri kötüleyen âyet nâzil olunca Kâ’b bin Mâlik (r.a), Resûlullâh-’dan kendi durumunu sormuş, Resûlullâh (s.a.v)’de cihadın kılıç ve dille yapıldığını, İslâm şairlerinin düşmana dilleriyle ok attıklarını belirtmiştir. İslâmiyet ve Resûlullâh (s.a.v)’ın aleyhinde şiir söyleyen, fakat sonradan Müslüman olan Abdullah bin Ziba’râ, Amr bin Âs, Dırâr bin Hattab ve Abbas bin Mirdâs gibi şairlerin hicviyeleri üzerine söylediği “nakiza”lar bazen kırk beyte ulaşmıştır.İkinci Akabe biatı’ndan itibaren önemli olaylarla ilgili olarak söyle-diği şiirlerle İslâm tarihine de ışık tutmuş olan Kâ’b bin Mâlik (r.a)’ın bir divanı bulunduğu kaydedilmiştir. Resûlullâh (s.a.v)’den ve Üseyd bin Hudayr’dan seksen hadis nakleden Kâ’b bin Mâlik (r.a)’ın rivâyetleri Kütüb-i Sitte’de ve toplu halde Ahmed İbn-i Hanbel’in el-Müsned’inde bunlardan üçü hem Sahih-i Buhâri hem Sahih-i Müslim’de yer almıştır.Kendisinden oğulları Abdullah, Ubeydullah, Aburrahman, Muham- med, Ma’bed, kızı Ümmü Abdullah bin Üneys ve torunu Abdurrahman bin Abdullah ile Câbir bin Abdullah, Abdullah bin Abbas ve Ebû Ümame gibi sahâbiler rivâyette bulunmuşlardır. 10Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-6-99
2- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-10-179
3- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-10-229
4- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-8-251
5- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-8-241
6- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-16-170-172
7- Tevbe-117-119
8- Tevbe-95-96
9- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-16-258-268
10- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-24-5