Hind Bint-i Utbe Kimdir?
هِــنْــد بِــنْــتِ عُــتْــبَــة
Baba Adı : Utbe bin Rebiâ bin Abdüşems.
Anne Adı : Safiyye bint-i Ümeyye.
Doğum Tarihi ve Yeri : Tarih yok, Mekke doğumludur.
Ölüm Tarihi ve Yeri : İhtilaflıdır. Hicri 14 Muharrem, Miladi 635 yılının Mart ayında Hz.Ebû Bekr’in babası Ebû Kuhafe ile aynı günde vefat etti. Hz.Osman veya oğlu Muâviye devrinde vefat ettiğide söylenir
Fiziki Yapısı : Hanım sahabiye dir.
Eşleri : 1-Hafs bin Müğire 2-Ebû Süfyan bin Harb.
Oğulları : Eban, Utbe, Muâviye, Hanzale.
Kızları : Cüveyriye, Ümmü’l-Hâkem.
Gavzeler : Müşrik olarak Uhud’a katıldı.
Muhacir mi Ensar mı : Mekkeli dir. Ancak Hicreti yoktur.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : Bilgi yok.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Hind bint-i Utbe bin Rebiâ bin Abdişems bin Abdimenaf el-Kureyşi el-Abdişşems-i dir.
Lakap ve Künyesi : Ümmü Eban, Ümmü Utbe, Ümmü Muâviye
Kimlerle Akraba idi : Ebû Süfyan bin Sahr bin Harb’in hanımı Muâviye bin Ebû Süfyan’ın annesi dir.
Hind Bint-i Utbe'nin Hayatı
İslâm târihinde Müslüman olana kadar geçen zaman içinde kadınlar arasında İslâma zararı dokunanların en başında gelenlerden Hind bint-i Utbe bin Rebiâ’dır. Hind bint-i Utbe, Mekke’de doğdu, ancak onun hangi tarihte doğduğu belli değildir. Vefat tarihi dahi ihtilaflıdır. Babası; Utbe bin Rebiâ, Mekke’nin liderlerinden olup Bedir’de Hz.Hamza tarafından müşrik olarak öldürülmüştü. Annesi; Safiyye bint-i Ümeyye, Resûlullâh’a akraba olup, aynı soydan gelirdi. Kendisi azılı İslâm düşmanlarından olduğu halde, kardeşi Ebû Huzeyfe, İslâmiyet’i ilk kabul edenlerden biriydi.Hind bint-i Utbe, ilk olarak Hâlid bin Velid’in amcasının oğlu Hafs veya Fakih bin Muğire el-Mahzumi ile evlendi. Ve bu evlilikten Ebân adında bir oğlu oldu. Kendisini aldattığını sanan ilk kocası, Hind’i babası evine geri gönderdi, daha sonra, kocası yanıldığını anladı ise de, Hind ilk kocasına geri dönmedi. İlk kocasını bu sebebten terk ettiğine dair rivâyet çeşitli kaynaklarda yer almıştır.Koca seçiminde çok titiz davranan Hind bint-i Utbe, babası, meşhur Utbe bin Rebia’ya başvurarak, kendisiyle evlenmek isteyenlerın adlarını şanlarını değil, onların vasıflarını kişiliklerini söylemesini ısrarla isterdi. Bu koca adaylarından Câhiliye döneminde İslâmiyet aleyhindeki faaliyet-lerin içinde yer alan Ebû Süfyan Sahr bin Harb-i seçti. Bu evlilikten de Hanzale, Muâviye ve Utbe adlarında üç erkek ve Cüveyriye ile Ümmü’l- Hakem adlı iki kızları dünyaya geldi.Hind bint-i Utbe, İslâm aleyhtarlığı hususunda kocası Ebû Süfyan Sahr bin Harb’den geri kalmazdı. Hind bint-i Utbe, Câhiliye döneminde kendisine göre; esaletli, namlı, bir âileye mensub olmasıyla çok fahr eder gururlanırdı. Bunun yanında, Ebû Süfyan gibi, Mekke’nin en önde gelen liderlerinden birinin karısı olamanın da çok büyük bir payı vardı.İslâmiyetin gelip, açıktan tebliğ edilmesiyle, başta Resûlullâh (s.a.v) ve Müslümanlara karşı aşırı derecede düşman kesilmişti. Bunua da baş sebebi: Câhiliye hamiyyeti olan, soy sop ve asalet taassubuyla kendisine göre; İslâm dinini, çoğunlukla basit insanların, köle ve cariyelerin intisab edip sığındıkları bir din olarak gördüğünden, bu dine şiidetle düşman olan kişilerden olmuştu. Hind, İslâm’ın ilk günlerinden, Mekke fethine kadar olan, yirmi küsür yıllık zaman içerisinde, başta, Resûlullâh (s.a.v)’e ve Müslümanlara karşı düşmanlık edip durmuştu.Hicretten iki yıl kadar sonra, iman ve küfrün ilk sınavı olan Bedir Savaşı’nda, kardeşi Ebû Huzeyfe (r.a)’ın Müslüman olup İman edenlerin safların da yer alması, öldürülen amcasına, kardeşine babasına karşı ilk anda meydana çıkıp onlarla savaşmak istemesi, onu, öyle sinirlendirdi ki, o anda kardeşi Ebû Huzeyfe’ye: “-Ne olacak, hayırsız evlat!”diye bağırıp kardeşini bir şiirle hicvetti.Daha sonra müşrik olarak öldürülen amcası Şeybe kardeşi Velid, ve çok sevdiği babası Utbe bin Rebia’nın Hz.Hamza ve Hz.Ali tarafından kendi gözleri önünde öldürülmesine, şahid oldu. Daha sonra, oğlu Hanzale’nin Bedir Savaşı’nda Müslümanlar tarafından öldürülmesi olayı Hind bint-i Utbe’nın kinine kin kattı. Mekke’ye bu üzüntüler ile geri dönen Hind, onların intikamları alınıncaya kadar. Yıkanıp temizlenmiyeciğini güzel elbiseler giymeyeceğini güzel kokular sürünmeyeceğini, kocası ile ilişki kurmayacağını, fakat, bu olaylara hiç ağlamıyacağını sözlerine ekledi. Bir yıl boyunca, Mekkeli kadın ve erkeklere bunu empoze edip durdu.Bedir Savaşı’nda, müşrikler safında savaşa katılıp esir alınanlardan biri de, Resûlullâh’ın damadı Ebû’l-Âs bin Rebi’ idi. Resûlullâh damadını Mekke’ye şartlı salmış: “-Git kızım Zeyneb’i Medine’ye gönder!”demişti.Damadı Ebû’l-Âs bin Rebi’de bunu kabul etmişti.Rivayete göre: Hz.Zeyneb, Resûlullâh (s.a.v)’in yanına gitmek için Mekke’de hazırlandığı sırada Utbe bin Rebia’nin kızı Ebû Süfyan’ın hanımı Hind bint-i Utbe, Hz.Zeyneb’e : “-Ey Muhammed’in kızı! Senin, babanın yanına gitmek istediğin bana haber verilmedi mi sanki?” dedi.Zeyneb (r.a) : “-Böyle bir şey düşünmedim!”dedi.Hind bint-i Utbe: “-Ey amcamın kızı! Yapma böyle. Babanın yanına gidinceye kadar, yolculuğun sırasında, sana lüzumlu olan erzak mal neye ihtiyacın varsa hiç utanma bana söyle! Yanımda olanlardan onları sana temin edeyim! Erkekler arasındaki düşmanlıklar, kadınlar arasına girmemelidir!”dedi.Zeyneb (r.a) Hind’in, bunu samimi olarak söylediğine ve her isteğini yerine getireceğine’de inanıyordu, fakat yine de açıklamaktan çekinerek Medine’ye gitmeye hazırlandığını inkâr etti.Hz.Zeyneb (r.a), birkaç gece Mekke’de oturduktan, itirâz seslerinin arkası kesildikten sonra, kayınbiraderi ile birlikte Mekke’den yola çıktı. Mekke’nin hemen dışında onu, Zeyd bin Hârise ve arkadaşına teslim etti. Onlarda Zeyneb’i teslim alıp Medine’ye Resûlullâh (s.a.v)’e getirdiler. 1Bu yönüyle de iyi bir akraba olduğunu ortaya koymuştur!Fakat, intikam, kin ve öfke ile bir yıl boyunca, Bedir’de müşrik olarak öldürülen babası Utbe bin Rebiâ, kardeşi Velid, amcası Şeybe ve oğlu Hanzele’nin intikamlarını almak için hesablar yapıp durdu. Sonunda kirâlık bir adam tutup yüreğine su serpeceğine karar verdi. Köle Vahşi bin Harb kiralandı. Vahşi bin Harb’e mükafât vaad eden Mekkeliler’den biri de Hind bint-i Utbe idi.Cübeyr bin Mut’im’in kölesi Habeşli Vahşi, usûlüne göre karğı atmakta çok maharetli ve becerikli idi. Attığını yere yapıştırırdı. İsabet edemediği pek az olurdu.Habeşli köle Ebû Desme Vahşi bin Harb der ki:“-Hâris bin Âmir’ın kızı, bana: “-Babam, Bedir günü öldürüldü. Eğer, sen şu üç kişiden birini: Muhammed’i veya Hamza bin Abdulmutalib’i, veya Ali bin Ebû Tâlib’i öldürürsen, hürsün, azadsın! Çünkü, ben, Kureyş kavmi içinde bunlardan başkasını babama denk görmüyorum!” dedi.Ben, Muhammed’in üzerine varmaya güç getirmeyeceğimi biliyor idim. Çünkü, Ashabı, O’nu yalnız bırakmaz, kimseye teslim etmezler. Hamza’yı ise, vallahi, uyurken bulsam, heybetinden uyandırmaya cesaret edemem. Amma, Ali’ye gelince, onu öldürmek için bir fırsat kollayayım bakayım!”dedim.Uhud günü, halk arasında Ali’yi aradım. Derken, Ali göründü. Kendisi çok uyanık, girişken, çevik, çekingen ve etrafına çok bakan bir adamdı. Kendi kendime: “-Benim aradığım hakkından geleceğim adamım bu değil!”dedim.O sırada, Hamza’yı gördüm: halkı kasıp kavuruyor, kesip biçiyordu. Ona fırsat kollamak için, bir kayanın arkasına gizlendim. Bir ara, müşrik Siba’ bin Ümmü Enmar: “-Var mı benimle çarpışacak bir yiğit?”diyerek meydan okuyordu.Hamza ona: “-Gel yanıma ey kadın sünnetçisi kadının oğlu! Allâh’a ve Resulüne sen misin meydan okuyan!”dedi.Onu, göz açtırmadan bacaklarından vurup yere serdi. Üzerine çöküp koyun boğazlar gibi boğazladıktan sonra süratle bana doğru gelirken beni gördü. Kanat deresinin, sel suları arklarına eriştiği sırada ayağı kayıp yıkılınca arka üstü düşmüş karnından zırhı da açılmıştı. Mızrağımı onun istediğim yerinden vurmak için fırlatıp attım. Böğrüğünden vurdum. Hattâ mızrağımın ucu mesânesinden dışarı çıktı! Arkadaşlarından bazıları koşup yanına geldiler.Ona: “-Ebû Umâre!” diye seslendiklerini işittim. Cevap vermeyince: “-Vallahi adam öldü!”dedim.Arkadaşları onun öldüğüne kanâat getirerek yanından dağıldılar. Beni görmediler. Onlar, uzaklaştıktan sonra, Hamza’nın yanına varıp karnını yardım, Ciğerini çıkarıp Utbe’nin kızı Hind’e götürdüm. “-Babanı öldüreni öldürürsem, bana ne var?” dedim.Hind: “-Üzerimdeki elbise ve eşyam var!”dedi. “-İşte, sana, Hamza’nın ciğeri!”dedim.“-Hind, ciğeri alıp ağzında çiğnedi! Yutamayınca, ağzından dışarı attı. Suyunu mu, posasını mı atmıştı bilmiyorum. Üzerindeki elbisesini ve takılarını çıkarıp bana verdi. Sonra da: “-Mekke’ye vardığımız zaman, sana, on tane de, Dinar (altın) var! Bana, onun vurulup düştüğü yeri de, göster!”dedi.Gidip gösterdim. Hamza’nın erkeklik uzvunu, burnunu ve kulak-larını kesti. Onlardan, iki bilezik, iki pazvand, iki tane ayak hal halı yaptı. Bunları takınmış olarak Mekke’ye girdi. Hamza’nın ciğeri de yanında idi.Hind, Uhud günü, Hz.Hamza’nın cesedini ele geçirebilirse, ciğerini yemeyi adamıştı. Hind ve Hz.Hamza’nın ve diğer şehidlerin kulak ve burunlarını keserek yaptığı gerdanlık ve halkaları Vahşi’ye verip bir kayanın üzerine çıktı. Bağıra bağıra dört beyitte babasının kardeşinin amcasının Bedir’deki öcünü aldığı kalp yarasının soğuyup, iyileştiğini adağını yerine getirdiğini ömrü boyunca ve hatta kabrinde kemikleri çürüyünceye kadar Vahşi’ye minnet ve teşekküre borçlu bulunduğunu ifade etti. Zaten Hind nerede ve ne zaman Vahşi ile rastlaşsa ona: “-Ey Ebû Desme haydi göreyim seni şifa ver şifa bul” diyerek Hz. Hamza’yı şehit etmeye onu kışkırtır dururdu.Hz.Hamza’nın ciğerinin Hind tarafından çiğnendiği haberi verilinceResûlullâh (s.a.v): “-Hind ondan bir şey yedi mi?” diye sordu. “-Hayır!” dediler.Bunun üzerine : “-Hamza’nın etinden bir şey tadanı, Allâh temelli olarak cehenneme haram kılmıştır, yaktırmayacaktır!”buyurdular.Bu ifade açık bir mucizedir: o gün müşrik olan Hind, Mekke’nin fethinden sonra imanla şereflenmiş ve sahabe olmuştur.Hz.Hamza müşriklerle çarpıştığı gün oruçlu idi. Orucunu açmadan şehid düştü. 2Uhud Savaşı’nın başlarında iken iki taraf birbirleriyle karşılaştıkları sırada, Utbe bin Rebia’nın kızı ve Ebû Süfyan’ın karısı Hind, kadınlar arasında bulunyordu. Kadınlar, erkek saflarının arkasında defler ve tıram-petler çalıyorlar, Bedir’de öldürülenleri anarak Kureyş erkeklerini çarpış-maya kışkırtıyorlardı:Hind bint-i Utbe: “-Biz, Târık’ın kızlarıyız! İlerlerseniz, yastıklar, döşekler döşeriz size! Gerilerseniz, nefret ederiz, ayrılırız sizden! Haydi göreyim sizi Abdüddar oğulları! Haydi göreyim sizi arkayı kollayanlar!” Recezlerini okuyup duruyordu.O sıralarda Resûlullâh (s.a.v)’ın hakkını vermek üzere teslim ettiği kılıç elinde düşmanları kırıp geçiren Ebû Dücâne (r.a) der ki: “-Uzaktan birini gördüm ki, halka, son derecede kızıyor, hırslanı-yordu. Üzerine yürüyüp vurmak için kılıcımı kaldırdığım zaman, çığlık kopardı. Onun bir kadın olduğunu görünce, Resûlullâh’ın kılıcının şere-fini gözettim de, onu kadına vurmadım!”Zübeyr bin Avvam, Ebû Dücâne’nin böyle, her tarafa yetiştiğini ve Utbe’nin kızı ve Ebû Süfyan’ın karısı Hind’e kılıcını kaldırmışken, onu, öldürmekten vaz geçtiğini görünce, kendi kendine: “-Kılıcın, kime verileceğini, Allâh ve Resûlü, senden daha iyi bilir! Vallahi, ben, onun çarpışmasından daha üstün çarpışan bir kimseyi görmedim!”dedi.Zübeyr bin Avvam, Ebû Dücâne’ye: “-Ben, senin her yaptığını gördüm!”dedi.Ebû Dücâne: “-Resûlullâh’ın kılıcına sayğı gösterdim de, onu, kadın kanına bulaştırmadım!”dedi.Öyle ki, müşriklerin sancaktarları bu sırada birer birer öldürülünce çok sarsıldılar. Kadınlar artık, deflerle kışkırtmayı bırakmışlar: “-Eyvahlar, yazıklar olsun sizlere!”diyerek yırtınıyorlar, müşrikleri, harp meydanından ayrılmamaya çağırıyorlardı. Öyleki kaçan her müşrik erkeğin arkasından müşrik bir kadın ona sürmedanlık ve mil vererek: “-Sen, ancak bir kadınsın!”diyorlar geri döndürmeye çalışıyorlardı.Zübeyr bin Avvam der ki: “-Vallâhi, ben, baktığım zaman Utbe’nin kızı Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in ayak bileziklerini ve arkadaşlarının eteklerini toplayarak kaçıştık-larını bile görüyordum! Onlar, ne az, ne de, çok hiçbir şey elde edemiye-ceklerdi. Çünkü, biz, onları bozmuş, dağıtmış bulunyorduk. Fakat okçu-lar, ğanimet toplamak maksadiyle yerlerinden ayrılarak arkamızı düşman süvarilerine açınca, düşman süvarileri arkamızdan gelip bize saldırdılar!” Uhud’da ki o kadar üzücü olaylar yaşandı.Hind bint-i Utbe’nin, İslâmiyet’e karşı olan kin ve düşmanlığı, Mekke fethine kadar sürdü. Bu zaman içerisinde Resûlullâh (s.a.v) ile karşı karşıya gelmediler. Mekke fethinden önce, Hicretin 6. yılında Hudeybiye-’de Resûlullâh, ile Mekkeliler arasında saldırmazlık anlaşması imzalanmıştı. Mekke civarında oturan Benî Bekirler Kureyş’in himâyesinde Huzaâlılar ise Resûlullâh’in himayesinde idi. Aradan iki yıl geçince Benî Bekirler Kureyşli gençlerin desteğiyle tebdili kıyafet edip ani bir gece baskını ile Resûlullâh (s.a.v)’in müttefiki olan Huzaâlılar’dan birçok insanı hunharca öldürdüler.Bu katliâm haberi Resûlullâh (s.a.v)’e ulaşınca müşrikler korkmaya başladılar. Zira bu olay bir savaş sebebi idi. Onun için birilerinin gidip bunu halletmesi gerekiyordu. Yoksa, Muhammed ve ordusu, Mekke’ye gelir diye korkuyorlardı. O günlerin gecesinde, Ebû Süfyan’ın hanımı Hind bint-i Utbe, bir rüya görmüş ve korkuyla uyanmıştı. Durumu kocası Ebû Süfyan’a anlatır. Rüyasında Hacun’dan bir kanın aktığı ve Handeme dağında durduğunu sonra da bu kanın yok olduğunu korkuyla anlatır. Bu rüyanın tabiri hiç de hoş değildi. Ebû Süfyan’a: “-Git, bu musibeti hallet!”dediler.Ebû Süfyan Medine’ye gitmiş elinden gelen çabayı göstermişse de sonuçta hiçbir şey yapamadan eli boş olarak geri gelmişti.Nihayet Mekke’yi feth etmek üzere Resûlullâh (s.a.v) ve Ashabı Medine’den yola çıkıp Mekke yakınlarına kadar geldiklerinde bazı kim-seler hakkında ölüm fermanı çıkmıştı. Hind bint-i Utbe hakkında da: “-Onu nerede görürseniz öldürünüz!”fermanı verilmişti.Mekke’nin fethi gecesi Ebû Süfyan’ı yeniden elçi olarak görevlen-dirdiler, Müslümanların karargahını gözetlemek, durumu incelemek eğer savaşabilinecek durum görürse derhal Mekke’ye dönüp haber vermek ile görevlenen Ebû Süfyan uzun bir görüşmeden sonra sonunda Müslüman olmak zorunda kaldı. Fakat, karısı Hind’den o kadar çok korkuyordu ki, Müslüman olduğunu gizledi. Mekke’ye varıp kendi evine girmek istediği zaman, karısı Hind: “-Arkanda ne haber var? Allâh, seni, iyilikten ırak etsin! Sen, ne kötü bir elçi oldun!”diyerek ona hakaret etti.Ebû Süfyan oradan ayrılıp Hakim bin Hizam ile birlikte Mescid-i Harem’e vardılar. Ebû Süfyan: “-Ey Kureyş topluluğu! İşte Muhammed! Karşısında dayanamayaca- ğımız kadar büyük bir kuvvet ile yanı başınıza kadar gelmiş bulunuyor! Ey Kureyş topluluğu! Ey Ğalib Hanedânı! Müslüman olunuz’da, selâmete eriniz! Allâh, sizi, onlardan, Abbas bin Abdülmuttalib sayesinde korudu!” diyerek avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı.Kureyş müşrikleri, ona: “-Sus! Kavmına, senin gibi kötü elçilik yapanı, Allâh, iyilikten uzak-laştırsın!”dediler.Hind bint-i Utbe’de kocasının yanına varıp, her kesin gözü önünde Ebû Süfyan’ın bıyık ve sakalından tutarak: “-Ey Ğalib Hanedanı! Şu kocamış hayırsız adamı, şu kara alçağı, şu elçinizi öldürünüz! Çünkü, O, dininden dönmüştür! Kavminin ne kötü bir gözeticisidir! O, Allâh, Kureyşilerin senin gibi elçisini hayırdan uzaklaş-tırsın! Ey Ğalib Hanedanı! Onu, öldürmeyecek misiniz?”diyerek bağırdı.Ebû Süfyan, karısı Hind’e: “-Sus! Sakalımı da bırak! Varlığım, Kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki: Sen, ya Müslüman olursun, ya da senin boynun vurulur! Hemen evine gir!”dedi. Bunun üzerine, Hind, onun sakalını bıraktı.Ebû Süfyan, Kureyş müşriklerine: “-Yazıklar olsun size! Siz, bu tutum ve davranışınızla, kendi kendi-nizi aldatmayınız! O, sizin karşı koyamayacağınız dayanamayacağınız bir ordu ile başucunuza kadar gelmiş bulunuyor! Ben, sizin görmediklerinizi hiç göremeyeceklerinizi gördüm.Sayısız erler, atlar ve silahlar gördümki, onlara hiç bir kimsenin gücü yeterli değildir! Kim, Ebû Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona emân verilmiştir!” dedi.Kureyş müşrikleri: “-Allâh, seni kahretsin! Senin evin, bizim için ne kadar yeterli ve yararlı olabilir ki?!”dediler.Ebû Süfyan: “-Kim, kendi evine girip kapısını üzerine kapatırsa, ona da emân verilmiştir! Kim Mescid-i Harem’e girer, oraya sığınırsa, ona da emân verilmiştir!”dedi. Bunun üzerine, Mekkeliler, kendi evlerine ve Mescid-i Harem’e dağıldılar. 3Mücahidler, Mekke’yi feth ettikleri günün gecesinde sabaha kadar tekbir, tehlil getirmekten, Kâbe’yi tavaftan geri durmadılar. Bunu gören Ebû Süfyan, karısı Hind’e: “-Sen, bunun, Allâh’dan olduğu kaanatinde mısın?”diye sordu.Hind: “-Evet! Bu, Allâh tarafından olan bir iştir!”dedi.Ertesi günü, sabaha çıkınca, Ebû Süfyan, erkenden Resûlullâh’ın yanına geldi. Resûlullâh (s.a.v) ona:“-Sen, hanımın Hind’e Bunun Allâh’dan olduğu kanaatında mısın? diye sordun. O da: “-Evet! Bu, Allah tarafından olan bir iştir!”dedi. buyurdu.Ebû Süfyan: “-Şehâdet ederim ki: Sen, Allâh’ın kulu ve Resûlüsündür!Varlığım Kudret elinde bulunan Allâh’a and olsun ki bu sözümü, Allâh ile Hind’den başka insanlardan hiç kimse işitmemiştir!”dedi. 4Mekke’nin Fethinden sonra kadınlar gelib Resûlullâh (s.a.v)’e bey’at ettiler. Ebû Süfyan’ın hanımı Hind bint-i Utbe, İkrime bin Ebi Cehl’in hanımı Ümmü Hâkim ve diğer kadınlarla beraber on kişilik bir ğrub halinde Resûlullâh (s.a.v)’ın yanına geldiler. Resûlullâh (s.a.v)’ın yanında hanımları ile kızı Hz.Fâtıma (r.a) ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından bazıları da bulunuyordu. Hz.Ömer erkeklerin bey’atın da olduğu gibi Resûlullâh’ın buyruklarını kadınlara da tebliğ edip ulaştırarak, onların da beyatlarını aldı.Urve bin Zübeyr’in rivâyetine göre:Hind bint-i Utbe, kocası Ebû Süfyan’a: “-Ben, gidip Muhammed’e bey’at etmek istiyorum!”deyinceEbû Süfyan: “-Dün ben, senin, O’nun sözünü yalanlar davranışta bulunduğunu görmüştüm de!”dedi.Hind bint-i Utbe: “-Vallâhi, şu Mescid’de bu geceden öncesine kadar Allâh’a hakkıyla ibadet olunduğunu görmedim! Vallâhi onlar geceyi namaz kılarak geçiri-yorlar!”dedi.Ebû Süfyan: “-Sen, yapacağın şeyi muhakkak yaparsın. Kavminden bir adamı yanına al da bey’at etmeye onunla git!”dedi.Hind bint-i Utbe, tanınmamak için peçelenmiş kılık kıyafet değiştir-miş idi. Tanınacağından, şayet tanınırsa da öldürüleceğinden korkuyor ve Resûlullâh (s.a.v)’den uzakta duruyor, kendisini tanıtmamağa çalışıyordu.Hind bint-i Utbe: “-Yâ Resûlallâh! El tutuşub sana beyat edelim mi?”diye sordu.Resûlullâh (s.a.v): “-Benim, bir kadına sözüm yüz kadına sözüm gibidir!”buyurdular.Başka rivayetlere göre:Resûlullâh (s.a.v) eline bir bez sardı kadınlar ellerini Resûlullâh’ın bez sarılı elinin üzerine koymak veya bir kab içinde getirilen suya elini batırdıktan sonra onu kadınlara verip onlarda ellerini batırmak suretiyle bey’at etmişlerdir. Fakat Alimler tarafından sâbit görülen Rasulullah’ın: “-Ben kadınlarla el tutuşmam!”buyurduğu dur.Resûlullâh (s.a.v) kadınlarla ancak sözle bey’at yapardı.Resûlullâh (s.a.v), Hz.Ömer’e: “-Söyle onlara! Yüce Allâh’a hiçbir şeyi eş ve ortak tutmamak üzre Resûlullâh’a bey’at edecekler!” buyurdu.Hind ve yanındaki kureyş kadınları sustular konuşmaktan kaçındılar.Hind bint-i Utbe: “-Vallâhi, kadın, erkek bizler putlara tapıp duruyorduk. Senin erkek-lerden almadığını gördüğümüz bir teâhhüdü, Sen, bizden alıyorsun? Erkeklerden istemediğin bir teâhhüdü kadınlardan ne diye istiyorsun? Her ne ise, biz söylememizi istediğin şeyi de söyleyeceğiz! Ben iyi anlamış- ımdır ki, Allâh ile birlikte başka mabudlar da bulunmuş olsaydı başımıza gelenlerden bizi korurdu!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Hind’e baktı ve Hz.Ömer’e: “-Söyle onlara! Onlar hırsızlık ta etmeyecekler!”Hind bint-i Utbe: “-Yâ Resûlallâh! Ebû Süfyan pinti ve cimri bir adamdır. Vallahi ben onun haberi olmadan malından bir şeyler çalıyordum. Bu benim için helal midir değilmidir bilmiyorum?”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Onun malından kendine ve oğluna yetecek kadar bir şey alabi-lirsin!”buyurdular.Ebû Süfyan, Hind’e: “-Senin geçmişteki çaldığın geçti gitti. Gelecekte çalacağın da sana helal olsun!” dedi.Resûlullâh (s.a.v) güldü. Hind’i yanına çağırdı. “-Demek sen Hind bint-i Utbe’sin?” buyurduHind bint-i Utbe: “-Evet! Yüce Allâh’a şükürler olsun ki kendisi için seçip beğendiği dinini üstün kılmıştır. Yâ Muhammed! Muhakkak ki, bana rahmetin dokunacaktır! Ben, şimdi Allâh’a inanmış bir kadınım!”diyerek yüzünden peçesini açtı, ve şöyle dedi: “-Yâ Muhammed! Ben, Hind bint-i Utbe’yim, Allâh, geçmiştekileri bağışlar. Sende, benim geçmişlerimi bağışla ki, Allâh’da seni bağışlasın!”Resûlullâh (s.a.v), Hind’e: “-Hoş geldin!”buyurdu.Hind bint-i Utbe: “-Vallâhi, yâ Resûlallâh! Dün, yer yüzünde senin çadırındakiler kadar zillete ve hakarete uğramasını özlediğim kadar hiç bir çadır halkı yoktu! Bu gün sabaha çıkınca, yer yüzünde senin çadırındakiler kadar izzet ve şerefe ermesini özlediğim bir çadır halkı yoktur!” dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Bu hal sende daha da çok olsa gerektir!”buyurdu.Fâtıma bint-i Utbe’de (Bu kadın Hind’in bacısıdır.) “-Senin çadırın ve içindekiler kadar kin duyduğum ve Allâh’ın yağ-malatmasını arzuladığım bir çadır yoktu! Fakat, vallâhi şimdi bana senin çadırın ve içindekiler kadar sevdiğim ve Allâh’ın mâ’mur ve mübârek kılmasını özlediğim bir çadır yoktur!”dedi.Resûlullâh (s.a.v):”-Öyledir! Vallâhi, ben kendisine çocuklarından ana ve babalarından daha sevgili olmadıkça hiçiriniz gerçek iman etmiş olmazsınız!”buyurdu.Resûlullâh (s.a.v), Hz.Ömer’e döndü ve: “-Söyle onlara: Zina etmeyecekler!”buyurdu.Hind: “-Yâ Resûlallâh! Hür bir kadın zina eder mi hiç?” dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Hayır! Vallâhi hür bir kadın zina edemez!”buyurduktan sonra,Hz.Ömer’e: “-Söyle onlara çocuklarını da öldürmeyecekler!”buyurdular.Hind bint-i Utbe: “-Vallâhi küçük iken onları biz büyüttük yetiştirdik. Büyük iken onları siz öldürdünüz! Sen, bize, Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki, onları öldürelim?”Resûlullâh (s.a.v): “-Her ne ise bu sizin ve onların bileceği bir iş!”dedi.Hind bint-i Utbe’nin, Hanzala adında ki bir oğlu, Bedir günü müşrik olarak öldürülmüştü.Hz.Ömer, Hind’in: “-Sen, bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki!” sözüne o kadar güldü ki, az kalsın arkasının üzerine devrilecekti. Resûlullâh (s.a.v) ise sadece gülümsedi.Resûlullâh (s.a.v) Hz.Ömer’e: “-Söyle onlara! Elleri ile ayakları arasından bir iftira düzüp getir-miyecekler!”buyurdular.Hind bint-i Utbe:”-Vallâhi iftira çok kötü bir şeydir. Bize ancak, doğru yol ve ahlaki faziletler emr olunuyor!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Hz.Ömer’e: “-Söyle onlara: Allâh’a itaat ve kulluk sayılan işlerde Resûlullâh’a karşı gelmeyecek, itaatsızlık etmeyecekler!”buyurdular.Hind bint-i Utbe: “-Vallâhi, şu meclisimizde hakkımızdaki hiçbir şeyde Sana itaâtsizlik edelim, karşı gelelim diye oturmadık! Babam anam sana feda olsun! Sen, bizi ne kadar şerefli ne kadar güzel şeylere davet ettin!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), onlara Kûr’ân-ı Kerim okudu. Resûlullâh (s.a.v) Mekke’nin Ebtah semtinde bulunduğu sıralar da, Ebû Süfyan Sahr bin Harb’in hanımı Hind bint-i Utbe, kestirdiği iki körpe oğlağı ateş veya güneşte iyice ısıtılmış taş üzerinde kebab yaparak azadlı kölesi kadınla Resûlullâh(s.a.v)’e gönderdi. Hizmetçi kadın Resûlullâh’ın çadırına vardı. Selâm verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince Resûlullâh’ın yanına girdi. O sırada Resûlullâh’ın yanında, zevcesi Ümmü Seleme ile Meymune ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından bazıları bulunuyor idi.Hind’in azadlısı kadın:“-Hanımım Hind, bu hediyeyi, Size gönderdi. Kendisi: “-Bu günlerde bu yıllarda koyunlarımız çok az kuzuluyor! Kebabı, kuzudan yapamadığı için, Siz den özür diliyor!”dediResûlullâh (s.a.v): “-Allâh, sizin, koyunlarınızı bereketlendirsin! Ve, kuzulayıcılarını da çoğaltsın!”diyerek dua buyurdular.Hizmetçi kadın, Hind’in yanına dönüp, Resûlullâh (s.a.v)’ın duasını haber verince Hind buna çok sevindi.Hizmetçi kadın derdi ki: “-Koyunlarımızın ve kuzulayıcılarımızın öylesine çoğaldıklarını gör-dük ki, ne bundan önce, ne de yakın zamanlarda böylesini hiç görmemiş idik!”Hind de: “-Bu, Resûlullâh (s.a.v)’ın duası ve bereketi yüzündendir. Hamd olsun O Allâh’a ki, bizi islâmiyet dinine hidayet etti. Bir gece rüyamda kendimi güneşin altında devamlı olarak ayakta duruyor. Yakınımda bulunan gölgeye bir türlü gitmeye güç yetiremiyor bir halde görmüştüm. Resûlullâh (s.a.v) bize yaklaşınca da sanki gölgeye girivermiştim!”Ebû Süfyan’ın hanımı Hind, Müslüman olunca evindeki putu keserle vurup parça parça etmiş, ve şöyle demişti: “-Biz, senden dolayı ne kadar gurur ve aldanış içinde idik!” 5Hind bint-i Utbe bin Rebiâ’nın daha sonra Resûlullâh (s.a.v)’ın Vedâ Haccına katıldığı Resûlullâh’ın vefatından sonra Yermük Savaşı’na kocası Ebû Süfyan ile birlikte katıldı. Bizans Rum imparatorluğu orduları ile yapılan bu savaşta Hind bint-i Utbe savaşa katılan Müslüman askerlere heyecanlı bir konuşma yaparak onları motive etmiştir. Bozğun alâmetleri görüldüğü zaman diğer kadınlarla birlikte onların derlenip toparlanma- sında büyük etkisi olmuştur.Hind bint-i Utbe’nin daha sonra Ebû Süfyan’dan boşandığı, ticaret yaparak geçimini temin etmek amacıyla hilâfeti döneminde Hz.Ömer’e başvurup beytülmâlden 4000 dirhem borç aldığı, fakat ticarette zarar ettiği belirtilmektedir. Yine Hz.Ömer (r.a) devrinde oğlu Muâviye Şam valisi olduğu zaman Hind onu görmeye gitmiş, halife’nin Allâh rızasını ön planda tutan bir insan olduğunu hatırlatarak her konuda halifeyi dinlemesini, kendi yakınlarına gereğinden fazla bir şey vermemesini tavsiye etmiş, aksi halde halife Ömer’in kendisini azledebileceğini hatırlatmıştır.Hind bint-i Utbe, Hicri 14. yılın Muharrem ayında, Miladi 635.yılın Mart ayında Hz.Ebû Bekr (r.a)’ın babası Ebû Kuhafe ile aynı günde öldü. Başka bir rivayete göre ise; Hz.Ebû Bekr devrinde, veya Hz.Ömer veya Hz.Osman ın hilafetinde bazılarına göre ise, oğlu Muâviye devrinde vefat etmiştir denilir. Kuvvetli olan görüş ise birinci görüştür.Hind bint-i Utbe, çok güzel konuşan bir hâtibe, akıllı, cesur ve ğururlu bir kadındı. Savaşlarda askerleri çoşturmak için söylediği şiirler, bazı kimseler için yazdığı hicviyeler ve savaşlarda kaybettiği yakınları için söylediği mersiyelerden bazı bölümler günümüze kadar gelmiştir.Meşhur şaire ve daha sonra sahâbiye olan Şaire Hansâ’nın kabileler arasında yapılan câhiliye savaşlarında kardeşlerini kaybettiğinden kendisini “En büyük felâkete uğrayan Arab kadını”diye tanıttığını ve onlar için mersiyeler söylediğini duyan Hind’in bir panayırda onunla karşılaştığında özellikle, Bedir’de kaybettiği yakınlarından dolayı en büyük musibete uğrayan kadının asıl kendisi olduğunu belirttiği ve Hansâ ile karşılıklı mersiyeler okudukları da rivayet edilmektedir. 6Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.1- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-9-206
2- M.Âsım Köksal islâm Tarihi-10-139-141
3- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-245
4- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-279
5- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-15-303-309
6- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-18-64-65