Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak olan “güvenli bölge” için Amerika arabuluculuğunda QSD ve Türkiye arasında müzakere yürütülüyor. Tarafların birbirleriyle birçok noktada anlaştığı anda Urfa, Konya’da canlı bombalar yakalanmaya başlandı. Bahsettiğiniz senaryomu devrede? Türkiye’nin normalleşme dönemine geçtiği zamanlarda birileri bir şekilde Türkiye’nin karanlık odakların kontrolüne geçmesi noktasında harekete geçiyorlar. Ben de yakinen takip ediyorum. Son 2-3 yıldır çok şükür büyük bir eylem yaşanmadı. Bundan 10 gün kadar önce Şanlıurfa’da canlı bomba olduğu iddia edilen bir kişi gözaltına alındı. Diğer birkaç şehirde de buna benzer beyanlar geldi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu katıldığı canlı yayında büyük illerden birisine giden canlı bomba eylemcisinin yakalandığını söyledi. Maalesef Türkiye’nin son dönemde özellikle bu güvenli bölgeyle ilgili çalışması neticesinde tekrar ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen karanlık güçlerin devreye girdiğini üzülerek görmekteyiz. Son Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir belediye başkanlıklarına siyasi irade tarafından darbe yapılmasını da bu karanlık güçlerin eylem planının bir parçası olarak değerlendiriyorum. Bunların ben aynı odaklar tarafından tezgâhlandığını düşünüyorum. Çözüm sürecini bitiren Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmesi olayı ve Suruç patlamasından başlarsak; yargının bu iki olaya yönelik yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? 7 Haziran genel seçimleri sonrası bu tarz olayların gerçekleşmesi ve kamuoyunda olayların ciddi infial uyandırması neticesinde tekrardan seçime gidildi. Söz konusu patlamaların, süreci baltalamak isteyen kesimler tarafından yapıldığını, çok açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle Suruç patlaması dosyasını ben ve baromuz yakından takip ediyoruz. Orada gerek soruşturma evresinde, gerekse kovuşturma esnasında ciddi ihmaller zincirinin olduğu çok açık bir şekilde ortada. Özellikle geçen celse hakkında suç duyurusunda bulunulan Abdullah Ömer Aslan’ın ilişkilerinin soruşturulması, araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu katliamdaki sorumluluk sahibi olan herkesin bir şekilde açığa çıkarılması gerekiyor. Gar, Suruç ve Diyarbakır patlamalarının aynı merkez tarafından yaptırılıp yönetildiği düşüncesindeyim. Ceylanpınar vakasında da gözaltına alınanlar çok ciddi işkenceye maruz kalıyor. Sonrasında tüm sanıklar beraat ediyor. Ben burada hedefin aslında çözüm süreci olduğunu düşünüyorum. Maalesef bu eylemlerden sonra çözüm süreci sona ermiştir. Bunun yakın tarihte olmasa da uzun dönemde açığa çıkarılacağını düşünmekteyim. Bahsettiğiniz odaklar güçlerini nereden alıyor? Suruç patlaması, Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmesi olaylarının aslının açığa çıkmaması onların gücüne mi işaret ediyor? Siz hukuku ve yargıyı bertaraf ederseniz bu odakların gözleri kararır. Düşünün Suruç’ta 33 insanımızı kaybettik. O 33 can Suruç’a gelmeden önce çok sayıda Genel Bilgi Taraması’ndan (GBT) geçirilmiştiler. Halbuki aynı hassasiyet IŞİD bombacılarına karşı gösterilmiş olsaydı, bugün 33 tane gencimiz aramızda olacaktı. Yine Gar patlaması için de aynı şeyi söyleyebilirim. Bir şekilde birileri bu olayların üstlerini örtmeye çalışıyor. Olayları tezgahlıyorlar, planlıyorlar ama daha sonra olayların sebebini, ilişkileri ve nedenlerini ortaya çıkarılması noktasında blokaj koyuyorlar. Şu an ki yargı düzeni bu karanlık odakları ortaya çıkarma adına irade ortaya koyuyor mu? Yeni Yargı Reformu Strateji Belgesi yargıya karanlık elleri ortaya çıkarabilmesi adına bir güç kazandırabilecek mi? Yargı reformu stratejisi çerçeve bir taslaktır. Bunun ihtiyatlı bir iyimserlikle yapıldığını görüyorum. Bu çerçevenin içi, ancak kanunlarla doldurulabilir. Türkiye’de yargının birçok problemi var. Son günlerde Yargıtay tarafından düzenlenen adli yıl açılışının Cumhurbaşkanlığı külliyesinde yapılacak olması kamuoyunda çok tartışıldı. Yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşüreceği söylendi. Ebetteki düşürecektir. Çünkü siz kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş bir anayasal düzene sahipsiniz. Sizin diğer kurumlara karşı bağımsız olmanız gerekiyor. Türkiye’nin sicili bu konuda temiz değildir. Deniz Yücel ve Rahip Brunson olayı siyasi iktidarın eliyle oldu. Son dönemde hatırlarsınız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Selahattin Demirtaş’a dair aldığı karara siyasi idare tarafından ‘Biz AİHM kararlarını tanımıyoruz’ denilmesinden hemen sonra maalesef Selahattin Demirtaş hakkında önceden alınan mahkumiyet kararı istinaf mahkemesi tarafından alelacele onaylandı. Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde Anayasa Mahkemesi ve AİHM Kararlarına karşı siyasi iktidarlar tarafından böyle bir reaksiyon geliştirilmemişti. AKP iktidarı döneminde AİHM kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı blokaj geliştirildi. İktidar resmen kararları “tanımıyoruz, hâkimlerin bunu tanımaması gerekir” dedi. Beştepe’deki adli yıl açılışına yargının bağımsızlığının zedelenmesinden dolayı gitmeyeceğiz. Çünkü orası Cumhurbaşkanlığına ait saraydır. Ancak aynı Cumhurbaşkanı AKP Genel Başkanı’dır. Türkiye’de birçok yargı reformu stratejisi açıklandı. Ama önemli olan o söylemlerin kağıt üzerinde kalmamasıdır. Uygulanabilirliğinin tartışılması gerekiyor. Uygulanabilmesi gerekiyor. Anayasamızda yüksek puntolarla yazar ‘Yargı bağımsız ve tarafsızdır’ ama reelde öylemi maalesef öyle değildir. 51 Baronun Beştepe’deki Adli Yıl açılış törenine katılmama kararı alması üzerine Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, “Katılmalarını arzu ederdik ama ifade ettikleri şeyler son derece çirkin, insaf ve adalet ölçütlerine uygun olmayan söylemlerdir” dedi. Başkan’ın açıklamasıyla ilgili ne düşüyorsunuz? Yargıtay Başkanı’nın nazik davetini biz de aldık. Bizim için çok da anlamlıydı. Biz mesleğimizi ifa ederken maalesef yargı üyelerine erişemiyoruz. Şimdi Urfa Adliyesi’ne gidin bakın, 100 tane hâkim varsa 30’unun kapısının üzerinde “Girilmez” yazılıdır. Savcılarla görüşemiyoruz. Yargıtay Başkanı’nın bu yöndeki çağrısı bizim için çok değerliydi. Ancak eğer ki yargının kendi mekânında yapılmış olsaydı biz koşa koşa giderdik. Burada bu meseleye kesinlikle siyasal ve ideolojik bakılmıyor. 51 tane baro başkanının ortak kaygısı emin olun siyasal düşünceleri değildir. Tek kaygıları yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürülmesi endişesidir. Bu yüzden Beştepe’ye gitmeyeceğiz. Biliyorsunuz Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de bizi suçladı. Perinçek, “Bunlar FETÖ ve PKK’den besleniyor. Bunlar FETÖ ve PKK’nin projeleridir” dedi. Hatta Türkiye Barolar Birliği (TTB) saymanı da bu yönde bir açıklama yaptı. Sayın Metin Feyzioğlu da bizim için “Bunların tuzu kuru” dedi. Bizler yargının tarafsız ve bağımsız olduğu bir ülke istiyoruz. Siyasal iktidar tarafından yönlendirilmeyen bir yargı istiyoruz. Biz adil bir ülke istiyoruz. Bizim kaygımız budur. Yoksa bizleri Fetöcülükle, PKK’li olmakla suçlayan merkezin neresi olduğunu iyi biliyoruz. Bunların hepsinin söylemi aynıdır. Burhan Kuzu’nun, Doğu Perinçek’in, Metin Feyzioğlu’nun, Yargıtay Başkan’ının aynı safta durmuş olması ve onların aynı ağızdan çıkmışçasına bu söylemleri söylemiş olmaları bize adresin neresi olduğunu gösteriyor. Ancak altını çizerek yine söylüyorum, bizim kaygımız yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşmesidir. Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin hedefi demokrasinin güçlendirilmesi ve özgürlüklerin geliştirilmesi olarak açıklandı. Bu konuda hedef tutturulabilir mi? Büyük çelişkiler var. Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve normalleşmesi önünde en büyük problem olan Kürt Sorunu’nun çözülmesi gerekiyor. Siz Kürt Sorunu’nu çözemediğiniz zaman Türkiye’nin demokratikleşmesinden bahsedemezsiniz. Resmen şu an İstibdat Dönemini yaşıyoruz. Siz bin tane yargı reformu stratejisi düzenleyin. Önemli olan uygulamadır. Yargı reformu stratejisinin açıklandığı gün, Cumhurbaşkanı “İşkenceye sıfır tolerans” demişti. O cümleyi kurduğu saatlerde Urfa TEM Şubede Halfeti ve Bozova’da gözaltına alınan vatandaşlara ciddi işkenceler yapılıyordu. Yargının tarafsızlığının tartışıldığı dönemde bakın Beştepe vakası yaşanıyor. Yargının bağımsızlaşması ve tarafsızlaşması için uğraşıldığı dönemde Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlıklarına kayyum atanıyor. Türkiye bunları hak etmiyor. Türkiye’nin artık normalleşmesi gerekiyor. Normalleşmesi için bir; tarafsız yargı, iki; işkenceye sıfır tolerans, üç; ceza yasasındaki terör örgütü tanımıyla ilgili muğlaklıkların ortadan kaldırılması, dört; gösteri ve yürüyüş hakkının tekrar düzenlenmesi gerekiyor. Yargı reformu strateji belgesi açıklandığı günden beri Türkiye’de ileriye dair bir adım atılmazken aksine geriye gidilmiş. Ben 22 yıllık avukatım, inanın 22 yıldır hep aynı şeyleri konuşuyoruz. Bir arpa boyu yol ilerleyemedik. Türkiye’de yargıya duyulan güven yüzde 70’ten yüzde 30’a düşmüş. Bu strateji belgesi güveni artırır mı?
Anayasada gösteri ve yürüyüşle ilgili bir sürü madde var. Ceza yasasında işkenceyle ilgili yasak var. Ancak bunlar uygulanmadıktan sonra boştur. Sayın Cumhurbaşkanı sürekli olarak yargıya talimat veriyor. Kim vermediğini iddia edebilir. Yargı tamamen siyasal iktidarın elindedirBen şu an Türkiye’de mevcut normların, kanunların, uluslararası standartta olduğunu düşünüyorum. Ama önemli olan uygulamadır. Anayasada gösteri ve yürüyüşle ilgili bir sürü madde var. Ceza yasasında işkenceyle ilgili yasak var. Ancak bunlar uygulanmadıktan sonra boştur. Türkiye maalesef uygulama noktasında sıkıntı yaşıyor. Sayın Cumhurbaşkanı sürekli olarak yargıya talimat veriyor. Kim vermediğini iddia edebilir. Yargı tamamen siyasal iktidarın elindedir. Bir ilde başsavcının, hakim ve savcıların siyasi iktidarla olan bütün bağını koparması lazım, ancak maalesef bakıyoruz şuan ki dönemde iç içeler. Siz böyle bir ortamda yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından bahsedemezsiniz. Yargı ciddi sıkıntılar yaşıyor diyorsunuz, baroların bu sıkıntıların aşılabilmesi konusunda atması gereken adımlar neler? Bizim mücadelemiz devam edecek. Biz gerçekten bu ülkeyi seviyoruz. Bu ülkenin insanlarını seviyoruz. Doğu Perinçek bizim için “Bunlar PKK’li ve Fetöcüdür” dedi. Biz ne PKK’liyiz ne de Fetöcüyüz. Biz bu ülkeyi Doğu Perinçek’ten daha çok seviyoruz. Biz bu halkı Burhan Kuzu’dan daha fazla seviyoruz. Biz bu konudaki mücadelemizi meslek örgütü olarak sonuna kadar sürdürmeye kararlıyız. Ebetteki tam bağımsız, tarafsız, siyasal iktidar tarafından etkilenmeyen özgür ve güneşli günlere kavuşacağız. Bu konudaki mücadele azmimiz artarak sürecektir. Baskılara karşı direneceğiz. Çok ciddi baskılar alıyoruz. Ancak biz avukatız, bizim cübbemizde ne ilik vardır nede düğme. KAYNAK : (MA / Muhamed Abdulkadir Esen)