Muâviye Bin Ebû Süfyân Kimdir?
مُـعـَا وِ يَـة ُبْــنُ اَبـِي سُـفْـيـَا نْ
Baba Adı : Ebû Süfyân Sahr bin Harb.
Anne Adı : Hind bint-i Utbe bin Rebia.
Doğum Tarihi ve Yeri : Takriben Miladi 604.yıl, Mekke’de doğdu.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 60. Miladi 680. yılda Suriye’de Şam şehrin’de vefât etmiştir.
Fiziki Yapısı : Uzun boylu beyaz tenli, alnının iki tarafın-dan saçları dökülmüş, gözleri şaşı idi.
Eşleri : 1-Meysun bint-i Bahdel 2-Fahita bint-i Kar-aza. 3-Kenud bint-i Karaza, ve Ümmü veledleri…
Oğulları : Yezid, Abdullah özürlüydü, çocukken öldü. Abdurrahman.
Kızları : Hind, Remle, Safiyye.
Gavzeler : Tebük.
Muhacir mi Ensar mı : Hicret edemedi.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : 163 tane.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Muâviye bin Ebî Süfyân Sahr bin Harb bin Ümeyye bin Abdişems bin Abdimenaf el-Kureyşîy el-Emevi’dir.
Lakap ve Künyesi : Ebû Yezid. Ebû Abdurrahman.
Kimlerle Akraba idi : Ebû Süfyân’ın oğlu, Resûlullâh (s.a.v)’in Ümmü Habibe’den taraf kayınbiraderidir.
Muâviye Bin Ebû Süfyân'ın Hayatı
Resûlullâh (s.a.v)’a Peyğamberlik geldikden beş veya yedi yıl önce, takriben Miladi 604 yılında Mekke’de doğan, Muâviye bin Ebî Süfyân, Hicri 60 yılının Receb ayında, Miladi 680 yılının Nisan ayında Suriye’de Şam’da vefât etmiştir. Babası:Meşhur, Ebû Süfyân Sahr bin Harb’dir. Annesi: Hind bint-i Ûtbe bin Rebia’dır. Kabile ve Nesebi ise: Muâviye bin Ebî Süfyân Sahr bin Harb bin Ümeyye bin Abdişems bin Abdimenaf el-Kureyşîy el-Emevi’dir. Uzun boylu beyaz tenli, alnının iki tarafından saçları dökülmüş, gözleri şaşı idi. Câhiliyye devrinde okuma ve yazma öğrenmişti. Bu itibarla, okur yazar olarak bir itibarı vardı. Muâviye bin Ebî Süfyân o devirde yetişen Arab’ın dört dâhisi’nden biri idiMuâviye bin Ebî Süfyân’ın İslâmiyet’i kabul edişi Mekke’nın fethi sırasında olmuştur. Vâkıdî’ye göre; Hudeybiye’den sonra İslâmiyet’i kabul etmiş ve fakat bunu gizlemişti. Fetih sırasında Müslüman olduğunu açık-lamıştı. Bazılarına göre; Umretü’l-Kazâ sırasında Müslüman oldu. Mekke fethi esnasında bunu açıklamıştı. Bu sıralarda henüz yirmi yedi yaşları civarında bulunuyordu. Müellefe-i kulübden sayıldığı için Huneyn ğani-metlerinin dağıtımında payına fazla miktarda para ve mal ayrıldı.Muâviye bin Ebî Süfyân, Mekke fethinden sonra Resûlullâh (s.a.v) ile birlikte Medine’ye giderek orada yerleşmiştir. Bu arada okur yazar olması dolayısıyla Resûlullâh (s.a.v)’in vahiy kâtipliğine kadar yükseldiği söylenmiştir. Milâdî 630 yılının Ekim ayında Hicri 9. yılda yapılan Tebük Seferi’ne iştirak eden, Muâviye bin Ebî Süfyân, Resûlullâh (s.a.v)’ın onuncu yılda yapmış olduğu Vedâ Haccı’nda da bulunmuştur.Resûlullâh (s.a.v)’ın Miladi 632. yılda vefatından sonra birinci halife Hz.Ebû Bekr (r.a) devrinde sessiz ve sakin bir tarzda Medine’de ikâmet eden, Muâviye bin Ebî Süfyân, ikinci halife Hz.Ömer (r.a)’ın hilafeti devrinden itibaren siyaset sahnesine çıkmaya başlamıştır.Muâviye bin Ebî Süfyân, Hz.Ömer (r.a) devrinde, Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinde kumandan yardımcılığı yaptı. Hicrî 18. Miladi 639 yılında Şam valisi olan kardeşi Yezid bin Ebî Süfyân Amavas vebasından vefât edince, bu kere Hz.Ömer, Muâviye bin Ebî Süfyân’ı kardeşinin yerine Şam vilâyetine vali olarak tâyin etti. Bu arada kendisine bir mektub yazarak: “-Hakka sarıl! O, sana hak ehlinin derecelerini açıklar. Adaletten şaşma! Vesselâm!”buyurdu.Muâviye bin Ebî Süfyân, Şam valisi iken bir ara Hz.Ömer tarafından kısa bir müddet için azledilerek yerine Saîd bin Âmir bin Hizyem el-Cumahî tâyin edildi. Hz.Saîd bin Amir (r.a), çok merhametli olub, otoriter olmadığı için, İslâmiyeti yeni kabul etmiş olan, ve farklı unsurların yaşa-makta olduğu Şam vilâyetini, iyi idare edemediği için tekrar, Muâviye bin Ebî Süfyân, Şam valiliğine getirildi. Bu olaydan sonra Muâviye bin Ebî Süfyân Şam valiliğinde Hz.Ali (r.a) devrine kadar kaldı.Muâviye bin Ebû Süfyân’ın Hayat Serüveni:Muâviye bin Ebû Süfyân, Hicri 17. Miladi 638 yılında birinci halife Hz.Ömer (r.a) tarafından önce Ürdün, ertesi yıl Dımaşk (Şam) valiliğine tayin edildi. Hicri 19. Miladi 640 yılından sonra halife Hz.Ömer (r.a)’in emriyle Filistin’in sahil şehirlerinden Kaysâriye, Askalân ve Trablusşam’ı aldı. Sahillere karakollar kurub asker yerleştirdi. Bu arada Bizans’dan kalma tersanelerden yararlanarak İslâm donanmasın’da ilk deniz birlikle-rini teşkil etti. Arkasından sahillere yakınlığı dolayısıyla tehlike oluşturan Kıbrıs’a sefer düzenlemek için halifeden izin istediyse de izin alamadı.Üçüncü halife Hz.Osman (r.a) döneminde Filistin, el-Cezire, Humus ve Kınnesrin’in de uhdesine verilmesiyle Suriye genel valiliğine getirilen Muâviye bin Ebû Süfyân, yeni halife ile olan akrabalığı sayesinde daha rahat hareket etmeye başladı. İslâm öncesi Suriye’ye yerleşmiş bulunan Beni Kelb’den bir kadınla evlenib bölgenin en büyük kabilesini arkasına aldı. Birkaç yıl sonra, halife Hz.Osman’ın da aynı kabileden bir kadınla evlenmesini sağlayarak aralarındaki yakınlığı pekiştirdi.Böylece Beni Kelbiler’e ve halifeye dayandırdığı güç ve itibarını gittikçe arttırdı. Kendisine çok bağlı disiplinli bir ordu kurmanın yanında otoriter ve başarılı yönetimiyle bölge halkının gönlünü kazandı. Hicri 27. Miladi 648 yılında Kıbrıs’a bir donanma gönderilmesi hususunda halife Hz.Osman’ı ikna eden Muâviye bin Ebû Süfyân, Kıbrıs’a yolladığı 1700 parçalık deniz filosu ile bu adayı kan dökmeden yılda 7200 altın vermek üzere haraca bağladı. Beş yıl sonra da ikinci bir sefer düzenleyib buraya 12.000 kişilik bir ordu yerleştirdi.Muâviye bin Ebû Süfyân, halife Hz.Osman’ın ardından Medine’de halife seçilen Hz.Ali’ye, Hz.Osman’ın şehid edilmesi konusunda ilgisiz kaldığını, ve zimmen suç ortağı olduğu isyancıları, ordusunda barındırdı-ğını ileri sürerek biat etmedi. Bunun yanında Hz.Osman’ın yakın akrabası sıfatıyla onun kanını dava etme hakkına sahib olduğunu söyledi. Ve bunu gerçekleştirmek şartıyla Şam halkından biat aldı. Daha sonra Mekke’de bulunan Hz.Âişe, Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr bin Avvâm üçlüsü etrafında haksız yere öldürülen halife Osman’ın kanını dava etmek için toplanan ğrublarla, katillerin cezalandırılması hususunda acele edilme-mesi gerektiği görüşünde olan halife Hz.Ali (r.a)’ın arasında cerayan eden mücadelenin neticesini beklemeyi tercih etti. Ve bekledi.Cemel Vak’ası’nda ğalib gelen halife Hz.Ali (r.a)’ın kendisini tekrar itaate dâvet etmesi karşısında Hz.Ali’ye, maktül Hz.Osman’ın katillerini kendisine teslim etmesini ve halifeliği bırakarak, Şûra tarafından yeni bir halife seçilmesi işini sağlamasını teklif etti. Onun bu tavrı iki tarafı Sıffın Savaşı’nda karşı karşıya getirdi. Hicretin 36. yılının Zilkade ayı, Miladi 657 yılının Haziran ayında aralıklarla tam üç ay süren çarpışmaların son gününde, halife Hz.Ali (r.a)’ın ordu kumandanlarından Mâlik bir Eşter, Muâviye bin Ebû Süfyân’ın ordusuna, kesin son darbeyi vurma noktasına gelmişti. Ümidini iyice kaybeden Muâviye bin Ebû Süfyân, Sıffın’dan kaçmaya karar vermişti.Ancak bu sırada maiyetinde savaşan, Amr bin Âs ona, mızrakların uçlarına Kûr’ân-ı Kerim’ın sayfalarını taktırarak, karşı tarafı anlaşmazlığı Allâh’ın Kitabı’nın hâkemliğinde çözmeye çağırmasını önerdi. Bu taktik işe yaradı, ve Muâviye bin Ebû Süfyân, ağır bir mağlubiyetten kurtuldu. Neticede savaş durdu ve taraflar hâkemlerin Allâh’ın kitabı, gerektiğinde Resûlullâh’ın sünnetiyle hüküm vermeleri şartıyla anlaştılar.Bu olaylar, Hicretin 37. yılının Sefer ayının 13. veya 17. gününde, Miladi 657. yılın 31 Temmuz, veya 4 Ağustos gününde vaki’ oldu.Muâviye bin Ebû Süfyân, böylece halife Hz.Ali (r.a)’in ordusunun parçalanmasına ve aralarında savaş çıkmasına da zemin hazırlamış oldu. Çünkü kalabalık bir ğrub (Hâriciler), işin hâkemlere bırakılması üzerine isyân ederek Hz.Ali (r.a)’in ordusundan ayrılmış, ve ona karşı silâhlı mücadeleye girişmişti. Dolaysiyle rakibinin tam Hâriciler’le uğraştığı bir sırada meselenin daha karmaşık hale gelmesi onun işine yaradı. Muâviye bin Ebû Süfyân’ın hâkemi olan Amr bin Âs’ın, Hz.Ali’nin hâkemi ile yaptığı uzun görüşmelerden sonra; Muâviye bin Ebû Süfyân’ı halife seç-tiklerini açıklamasının ardından Muâviye bin Ebû Süfyân, yeni halife olarak Şam’da biat aldı.Böylece önceleri halife Hz.Ali (r.a) tarafında olan askeri üstünlüğün diplomatik Hâkem Vak’ası’nın ardından kendi tarafına geçmesi üzerine fırsatı iyi değerlendiren Muâviye bin Ebû Süfyân, Hâriciler’le uğraşmak zorunda kalan Hz.Ali (r.a)’a bağlı merkezlere saldırı başlattı ve birkaç yıl içerisinde Mısır, Irak, Hicaz ve Yemen’i eline geçirdi. Her ne kadar daha sonra, Hz.Ali (r.a) buraları geri aldıysa da çok zor bir duruma düşmüştü.Taberi: Hicri 40. Miladi 660 yılında iki taraf arasında bir saldırmaz-lık andlaşması yapıldığını kaydetmektedir.Hz.Ali (r.a)’ın aynı yıl bir Hârici tarafından şehid edilmesi, bir diğer Hârici’nin aynı zamandaki suikastından yaralı olarak kurtulan Muâviye bin Ebû Süfyân’ı hedefine biraz daha yaklaştırdı. Bu gelişmenin ardından Kudüs’de “Emrü’l-Mü’minin” Ünvanıyle biat alan Muâviye bin Ebû Süfyân, Hz.Ali (r.a)’ın yerine halife olarak seçilen oğlu Hz.Hasan (r.a) ile savaşmak için Irak üzerine yürüdü. Hz.Hasan’ın kendisini halife seçen ordusuna güvenememesi, ve askerlerinin arasında karışıklık çıkması onun işlerini kolaylaştırdı. Karşılıklı konuşub yazışmalar neticesinde rakibin bazı şartlarla halifeliği kendisine bırakmayı kabul etmesi üzerine Kûfe’ye giderek ondan ve halktan biat aldı.Hicretin 41. yılının Rebiülevvel ayının 25. günü, Miladi 661 yılının Temmuz ayının 29. gününde “Birlik yılı, Amü’l-Cemâa” adı verilen o yıl-dan itibaren ülkenin tamamını hâkimiyeti altında toplamış oldu. Doksan yıl hüküm sürecek olan Emevi Devleti’ni kurmuş oldu. Bazı sünni kişiler, Muâviye bin Ebû Süfyân’ın öncesini hilafet kabul etmemekle beraber, onun halifeliğinin meşruiyetini Hz.Hasan (r.a)’ın hilafeti kendisine devr edib ona biat etmesiyla başlatmaktadır. (Ancak bunun, daha sonra açık bir saltanata dönüştüğü görülmüştür.)Irak bölgesi, Hz.Ali (r.a) zamanında gelişen olayların ardından Şia ve Hâriciler’in yurdu haline gelmişti. Muâviye bin Ebû Süfyân, Şia’nın merkezi durumundaki Kûfe Şehri valiliğine Hicri 41. Miladi 661 yılında Muğire bin Şu’be’yi atadı. Devlet işlerinde başarılı ve otoriter bir devlet adamı olan Muğire bin Şu’be, bu karmakarışık şehirde müsamahakâr bir politika takib etmekle birlikte gerektiğinde güç kullanmaktan kaçınmadı. Suriyeli birliklerin Hâriciler karşısında yenilmesi üzerine, onlarla müca-deleyi çeşitli baskılar uyğulamak suretiyle, suçu Hâkem Vak’ası’na kadar beraber savaştıkları Hz.Ali taraftarlarının omuzlarına yükledi. Hicretin 43. Miladi 663 yılında, Netice de Hâriciler ağır bir hezimete uğradı.Muğire bin Şu’be’nin Muâviye bin Ebû Süfyân’a en büyük iyiliği, kendisi gibi Sakıf Kabilesine mensub olan Ziyâd bin Ebih’in Muâviye bin Ebû Süfyân’ın tarafına katılmasını sağlamakla yaptı. Hz.Ali (r.a), tarafın-dan vali tayin edildiği Fars’da direnerek, tehditlere ve para vaâdlerine hiç boyun eğmeyen Ziyâd bin Ebih, Muğire’nin araya girmesiyle Ebû Süfyân-’ın nesebine katılıb Muâviye bin Ebû Süfyân’ın kardeşi ilân edildi.Hicri 45. Miladi 665 yılında Ziyâd bin Ebih, Basra valiliğine geti-rildi. Muâviye bin Ebû Süfyân, Muğire’nin ölümünün ardından Kûfe vali-liğini de Ziyâd’ın uhdesine verdi. Hicri 50. Miladi 670 yıllarında doğu vilayetlerini sekiz yıl başarıyla yöneten Ziyâd, Hâriciler’e göz açtırma-yacak derecede çok sert bir politika izledi. Aynı zamanda Hz.Ali adına propağanda yapılmasına da izin vermedi.Bu arada idarecilerin Hz.Ali aleyhindeki faaliyetlerine açıkça karşı çıkarak bir muhalefet cephesi kuran Hucr bin Adiy (r.a) ve arkadaşlarını fitne çıkarıb itaatten ayrılmak gerekçesiyle suçlayarak Muâviye bin Ebû Süfyân’a gönderdi. Ve, neticede onların idam edilmelerini sağladı. Hicri 51. Miladi 671 yılında ölen Ziyâd bin Ebih’in yerine tayin edilen oğlu Ubeydullah bin Ziyâd’da babası Ziyâd gibi Hârici isyanlarını kanlı bir şekilde bastırdı.Muâviye bin Ebû Süfyân, Hâriciler’le mücadelede kendilerinden iyi yararlandığı, Hz.Ali (r.a) taraftarlarına karşı, önceleri çok müsamahakâr davrandı, ve liderlerine yakınlık gösterdi. Ancak, Hâriciler’in bertaraf edilmesinden sonra ekonomik ve siyasi baskı uyğulayıb onları tesirsiz hale getirdi. Hz.Ali (r.a) âleyhindeki propağandalarla Hucr bin Adiy ve arkadaşlarının idamı gibi bazı sıkıntılara yol açmakla birlikte onları kendi döneminde isyancı bir unsur olmaktan çıkarmayı başardı.Muâviye bin Ebû Süfyân, iç karışıklıklar dolaysıyla yaklaşık on yıl-dan beri durmuş olan fetih hareketlerini üç ayrı cebhede yeniden başlattı. Hz.Ali (r.a) ile mücadelesi sırasında vergi vermek zorunda kaldığı Bizans üzerine Hicri 42. Miladi 662 yılından itibaren yeniden seferler düzenledi. Hicri 49. Miladi 669 yılında karadan ve denizden, İslâmiyet dönemindeki ilk İstanbul kuşatması gerçekleştirildi.Hicretin 50. Miladi 670 yılında Kyzikoz (Kapıdağ) yarımadası ele geçirildi ve buradan başlatılan akınlarla İstanbul dört yıl süreyle muhasara edildi. Hicri 54-58. Miladi 674-678 yıllarında ikinci cebhe olan Basra’ya bağlı, Horasan ve Sind bölgelerinde de hâkimiyetten çıkan bazı merkezle-rin tekrar itaat altına alınmasından sonra, yeni fetihler gerçekleştirildi. Sicistan’da önemli merkezlerin ardından Hicri 44-56. Miladi 664-676 yılları arasında Kâbil, Tohâristan, Kuhistan, Buhâra, Semerkant şehirleri alınarak bazı Doğu hükümdarları vergiye bağlandı.Hicri 45. Miladi 665 yılında üçüncü cebhe olan İfrikiye’de Muâviye bin Hudeyc’de bölgeyi yeniden zapt etti. Onun halefi Ukbe bin Nâfi’de, Mağrib fetihleri için, üs olarak kullanmak amacıyla Kayrevan karargâh şehrini kurdu. Hicri 50. Miladi 670 yılında harekâtını Atlas Okyanusu’na doğru genişletirken başarılı politikasıyla bölge halkı Berberiler’in İslâm’a girmesini hızlandırdı.İslâm’ın halifelik ilkesini kabile asabiyeti temeline dayanan bir mücadeleyle ele geçiren Muâviye bin Ebû Süfyân’ın en kalıcı icraatı oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi, böylece devleti veraset kuralını esas alan bir hanedanlığa dönüştürmesidir. Meşhur bir rivâyete göre bunu, Kûfe Valisi Muğire’nin tavsiyesiyle ve Müslümanların hilâfet meselesi yüzünden yeni bir anlaşmazlığa düşmelerini engellemek amacıyla mecburen yaptığını söyleyen Muâviye bin Ebû Süfyân, Medine dışında önemli bir muhalefetle karşılaşmadı. Medine’de Hz.Hüseyin, ve Abdullah İbn-i Zübeyr’in başını çektiği bir ğrub sahabi kendisine karşı haklı olarak şiddetle karşı çıktı.Bunun üzerine biatlarını bizzat almak için Hicaz’a giden Muâviye bin Ebû Süfyân, tehditle problemi halletti. Onun, özellikle bu tasarrufu sebebiyle ilk İslâm tarihçilerinin birçoğu tarafından şiddetli bir biçimde eleştirildiği görülür. Ancak ibn-i Haldûn, içinde bulunulan o günkü şartlar iyi düşünüldüğü zaman, bu işin Müslümanların hayrına olduğunu söyler. İbn-i Haldûn’un bu görüşü özellikle çağdaş Sünni yazarlar tarafından da benimsenmiştir.Sonuç olarak hilâfeti verasete dayalı mutlak bir saltanata dönüştüren Muâviye bin Ebû Süfyân, Hicri 60. yılın Receb ayında Miladi 680 yılının Nisan ayında Şam şehrinde vefat etti. Cenazesini Şam’da Babü’s-Sağir kabristanlığına defnedildi. Aynı gün yerine oğlu Yezid bin Muâviye geçti.Muâviye bin Ebû Süfyân, valiliğinin ilk yıllarından itibaren, Bizans idarecileri gibi giyinmeye ve onlar gibi yaşamaya başlamıştı. Şam’a gelen halife Hz.Ömer (r.a), onun kıyafetini yadırğayıb kendisini hükümdarlara benzetince, Muâviye bin Ebû Süfyân; cihad ruhunu kaybetmediğini ancak düşmana çok yakın oldukları, heybetli görünmek ve İslâm’ın izzetini göstermek için böyle gerektiğini söyleyerek halifeyi ikna etmeye çalıştı.Halife Hz.Ömer ise: “-Allâh bizi İslâm dini ile aziz kıldı!”diyerek ona çok kızmıştır.Muâviye bin Ebû Süfyân, kendi zamanında devlet idaresini ve devlet müesseselerini Bizans devlet müesseselerinin müsbet yönlerinden fayda-lanmak suretiyle kurmaya çalıştı. Muâviye bin Ebû Süfyân, zamanında özellikle hâciblik, Divânü’r-Resâil, Divânü’l-Hâtem ve Divânü’l-Berid oluşturuldu. Ayrıca o, devlet idarecilerin suikasd ve saldırılardan korun-ması için ilk özel koruma muhafızları görevlendiren hükümdar idi.Ğayri müslimlere karşı iyi davranan Muâviye bin Ebû Süfyân, müşavirlerinden olan Sercûn bin Mansûr ve özel doktoru İbn-i Üsal gibi bazı hırıstiyanları sarayında görevlendirmişti.Âlimler, edibler ve şairlerle sohbeti sever, onlardan yararlanmaya çalışırdı. Tarihe büyük ilgi duyardı. Yemenli tarihçi Ubeyd bin Şeriyye’yi Dımaşk’a çağırarak kendisinden Arab ve Acem meliklerinin hayatlarını anlatan bir kitab yazmasını istemişti.Muâviye bin Ebû Süfyân, Resûlullâh (s.a.v)’den 163 hadis rivâyet etmiş, bunlardan dördü Buhâri ve Müslim’de, beşi yalnız Buhâri’de dördüde sadece Müslim’de yer almıştır. 1Hicretin 41. Miladi 661 yılından itibaren tek hükümdar olarak kalan Muâviye bin Ebî Süfyân, on dokuz seneyi aşkın bir süre ile “Emevî devletinin ilk hükümdarı ve sultanı” olma ünvanı ile tahtını korudu. Muâviye bin Ebî Süfyân’nin muvaffakiyeti, kendisinin müdebbir ve nüfuz sahibi bir kimse olmasıyla beraber, Resûlullâh (s.a.v)’ın soyu olan Benî Hâşim’e düşmanlığı ile meşhur olan, ve hilâfeti Benî Ümeyye’ye vermek için elin-den geldiği kadar çalışan Mervân bin Hâkem ve Amr İbnü’l-Âs gibi diplomat kimselerin yardımlarına nâil olmasından ileri gelmektedir.Ayrıca; Muâviye bin Ebî Süfyân’ın kurmuş olduğu Emevî devletini iyi idare etmesi, ilk İslâm parasını kendisinin bastırması, herkesi para ve hediye ile kendisine celbetmekten geri durmaması halk arasında nüfuz ve kudretinin artmasına vesile oldu.Ebû Kubeyl anlatıyor:“-Muâviye bin Ebû Süfyân bir Cuma günü hutbeye çıktı. Ve şöyle bir şeyler dedi: “-Mal, bizim! Ğanimet’de bizim! Bunlardan dilediğimize verir, dile-diğimize vermeyiz!”Kendisine kimse cevab vermedi, ikinci Cuma’da aynı sözleri tekrar etti. Yine cevab verilmedi. Üçüncü Cuma’da bu sözleri tekrar edince, Cami’de bulunanlardan biri: “-Şüphesiz mal, bizim malımız, fey’de bizim fey’imizdir. Bunları bize vermeyeni, kılıçlarımızla hesaba çekeriz!” dedi.Muâviye minberden indi. Bu zâtı yanına çağırttı. Orada bulunanlar: “-Bu adamın işi bitmiştir!”dediler.Sonra adamı, Muâviye bin Ebî Süfyân’n huzuruna girdiler. Bir de ne görsünler, adam koltukta oturuyor. Muâviye, oradakilere hitaben:“-Bu adam, beni ihyâ etti. Allâh, kendisini ihya etsin! Resûlullâh’ın şöyle buyurduğunu işittim:“-Benden sonra yalan yanlış birtakım şeyler söyleyen idareciler olacak. Bunların hataları düzeltilmeyecek. Böyle idareciler ve bunların hatalarını düzeltmeyen halk, maymunların kendilerini tehlikeye attıkları gibi, kendilerini cehenneme atacaklar. Ben de ilk Cuma konuştum. Bana karşı çıkan olmadı. Resûlullâh’ın zikrettiği kimselerden olmaktan kork-tum. Sonra ikinci Cuma yine konuştum. Yine cevab veren olmayınca, kendi kendime: “-Ben de onlardanım!”dedim.Üçüncü Cuma’da aynı şeyleri söyledim: Bu adam kalkıp, kabul etmedi. Böylelikle beni ihya etti!”dedi. 2Resûlullâh (s.a.v)’ın zamanında Hadramut’dan gelib Müslüman olan Hadramut krallarının sonuncusu Vâil bin Hucr, Medine’ye geldiği zaman, onu yatacağı yere götürmek üzere Muâviye bin Ebî Süfyân, yol gösterici olarak görevlendirilmişti. Yolda, Muâviye bin Ebî Süfyân, Vâil bin Hucr-’den devesine kendisini’de bindirmesini istedi. Vâil bin Hucr, kabul etmedi. Bu kere ayakkabısını istedi. Vâil bin Hucr, onu’da, ona vermedi. Bu olayı unutmayan, Muâviye bin Ebî Süfyân, Emevî devletinin kuruluşunu tamamlayıb işi sağlama bağladıktan sonra Kureyşli Busr bin Ebû Evdat’ı yanına çağırarak ona: “-Orduyu al! Ve, yola çık. Şam şehrini geride bıraktığın zaman kılı-cını çek! Tâa Medine’ye kadar, bana bey’at etmeyenleri öldür. Medine’ye geldiğinde şehre gir ve bana bey’at etmeyenleri öldür. Vâil bin Hucr’ü diri olarak ele geçirirsen doğru bana getir!”dedi.Busr bin Evdat, denileni aynen yaptı. Vâil bin Hucr'ü yakalayarak Muâviye bin Ebî Süfyân’in huzuruna getirdi. Muâviye bin Ebî Süfyân onu tahtının yanına oturttu. Sonra da ona şöyle sordu: “-Benim tahtım mı daha iyi yoksa senin devenin sırtı mı?”Vâil bin Hucr (r.a): “-Yâ Emîre’l-Mü’minin, ben o sözü söylediğimde küfür ve câhiliyet-ten yeni kurtulmuştum. Benim yaptığım câhilliye âdeti idi. Amma, Allâh bize İslâm dînini gönderdi. İslâmiyet ise daha önce yapmış olduğumuz hataları sildi!”diye cevab verdi.Muâviye bin Ebî Süfyân: “-Niçin bize yardım etmiyorsun? Halbuki Hz.Osman’ın sana güveni vardı. Aynı zamanda akrabalığınız da vardı?!”deyince,Vâil bin Hucr (r.a): “-Osman’a senden daha yakın olan kişiye savaş açtın da onun için sana yardım etmiyorum!”dedi.Muâviye bin Ebî Süfyân: “-Nasıl olur da, Ali bin Ebû Tâlib, Osman İbn-i Affan’a benden daha yakın olabilir? Akrabalıkta ben daha yakınım!”dedi.Vâil bin Hucr (r.a): “-Resûlullâh (s.a.v), Ali ile, Osman’ı birbirlerine kardeş yapmıştı. Kardeş ise yeğenden daha öncedir. Hem ben Muhacirlerle dövüşmem!”Muâviye bin Ebî Süfyân: “-Biz, Muhacir değil miyiz?”deyince:Vâil bin Hucr (r.a): “-Biz hepimiz sizden ayrılmadık mı?”(Yani; biz sizin zülmünüzden dolayı Mekke’den hicret edib Muhacir olduk! Peki, siz hangi sebebden dolayı hicret edip de Muhacir oldunuz? demek istedi)Sonra, Resûlullâh (s.a.v)’ın: “-Yâ Vâil! İki Müslüman biribirlerine kılıç çekerse onlardan hemen uzaklaş!”buyurduğunu nakletti.Daha sonra da Vâil bin Hucr (r.a): “-Osman öldürülürken Muhammed bin Mesleme’nin ne yaptığını görmedin mi? Kılıcını taşa vurub kırdı!”deyince,Muâviye bin Ebî Süfyân: “-Ensâr’dan böyle bir şey beklenir mi?”dedi.Vâil bin Hucr’da: “-Öyle mi dersin?”Resûlullâh (s.a.v): “-Ensâr’ı seven beni sevmiş olur! Ensâr’a buğzeden bana buğz etmiş olur!”buyurdular. Buna ne dersin?!”dedi.Bu konuşmaların sonunda Muâviye bin Ebî Süfyân,Vâil bin Hucr’a Kûfe valiliğini vermek istedi ise de o: “-Resûlullâh (s.a.v)’den sonra ben, kimsenin idaresinde çalışmam. Bilmiyor musun? Kendilerine bey’at ettiğim hâlde ne, Ebû Bekr’in, ne Ömer’in, ve, ne de Osman’ın, verdikleri vazifeleri kabul ettim. Bizim memleketin halkı irtidat edince halife Ebû Bekr bana bir mektub yazdı. Ben de hiç bir resmî görev almaksızın Allâh için derhal onlarla mücadele-ye başladım!”dedi.Bu sözlerden sonra Muâviye bin Ebî Süfyân, Vâil bin Hucr (r.a)’ın Kûfe’de oturmasına izin verdi.Muâviye bin Ebî Süfyân devrinde, halkın Hz.Ali’den soğutulması için Hz.Ali’ye sebbedilmeye başlandı. Bir hac mevsiminde Muâviye bin Ebî Süfyân, Mekke’de bulunan Sa’d bin Ebû Vakkas’ı görerek elinden tutub evine götürdü. Kendi koltuğuna oturttu. Sonra da Hz.Ali aleyhine kendisi konuşmaya başladı. Bunun üzerine, Sa’d bin Ebû Vakkas (r.a), Muâviye bin Ebî Süfyân’a çok sert bir şekilde cevab verdi.Dümetü’l-Cendel’de Muâviye bin Ebî Süfyân: “-Kim halife olmak isteyip de bu makama gelebilir?”demişti.Abdullah İbn-i Ömer (r.a) ise bu söz üzerine şöyle dedi:“-Muâviye bu sözü söylemeden önce dünya ile hiçbir ilgilenmemiş idim. Fakat, böyle söyleyince: Kendi kendime: “-Seni ve babanı, başına vurarak İslâm’a sokanlar halifeliğe talib demek istedim. Fakat, sonunda cennet ve onun nimetlerini hatırlayarak bu işten vazgeçtim!” 3Süleym bin Âmir el-Habârî’den:“-Havalar kurak gitmişti. Muâviye bin Ebû Süfyân ve Şam halkı yağmur duâsına çıktılar. Muâviye minbere oturunca: “-Yezîd bin Esved el-Cüreşî nerede?”diye sordu.Müslümanlar onu çağırdılar. Safları yararak öne geldi. Muâviye’nin emri üzerine minbere çıktı. Muâviye’nin ayaklarının yanına oturdu. Sonra Muâviye şöyle duâ etti: “-Allâh’ım! Bugün en hayırlımız ve en efdalimizin yüzü suyu hür-metine senden yardım istiyoruz. Allâh’ım! Yezîd bin Esved el-Cüreşî’nin yüzü suyu hürmetine senden yardım istiyoruz!”Yezîd bin Esved’e: “-Yezid! Ellerini Allâh’a kaldır!”dedi.Yezîd ellerini kaldırdı, diğer Müslümanlar da ellerini açtılar. Çok geçmeden batı tarafından bir bulut peyda oldu rüzgâr o bulutu sürükledi. Bunun üzerine biz de suya kavuştuk. O kadar çok yağmur yağdı ki, az kalsın Müslümanlar evlerine gidemeyeceklerdi!” 4Muhammed bin Kâ’b el Kurazî’den:“-Muâviye bin Ebû Süfyân Medine’de konuşurken şunları söyledi: “-Ey insanlar! Allâh’ın verdiğine kimse engel olamaz. Engel oldu-ğunu da kimse veremez. Hiçbir güç onun gücünün önüne geçemez. Allâh, kim için hayır dilemişse onu, dinde fakih yapar. Kütük (minber) üzerinde, bu sözleri Resûlullâh (s.a.v)’den bizzat işittim!”Muhammed bin Abdurrahman’dan:“-Muâviye’nin şöyle bir konuşmasını dinledim:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “-Allâh kim için hayır dilerse, onu dinde fakih yapar. Ben sadece malları taksim ediyorum. Veren Allâh’dır. Kıyâmete kadar bu ümmete Allâh’ın emirlerine uydukları müddetçe muhalifleri zarar veremezler!”Umeyr bin Hâni’den:“-Muâviye bin Ebû Süfyân Müslümanlara hitaben şunları söyledi:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “-Ümmetimden bir grub Allâh’ın emri üzere hareket eder. Muhalif olanlar onları ne zelil edebilirler, ne de onlara bir zarar verebilirler. Onlar bu hal üzere iken kıyâmet kopar!”Başka bir rivâyette de: “-İnsanlar, onların emirleri altında iken!” denilmektedir.Daha sonra, Umeyr bin Hâni, şöyle devam etti: “-Mâlik bin Yehâmir kalkarak, Muâz bin Cebel (r.a)’ın Allâh’ın emri üzere hareket eden bu ğrub’un Şam’da olduğunu söylediğini, duydum!”dedi.Yunus bin Celîsü’l-Cenedî’den gelen rivâyette şu ilâve vardır:“-Sonra şu âyeti delil getirerek ondan bir hüküm çıkarmak istedi: “-Yâ İsa! Seni öldürecek olan, onlar değil, benim. Seni kendime yükseltip kaldıracak, seni küfredenlerin içinden kurtarıp tertemiz çıkaracak ve sana tâbi olanları kıyâmet gününe kadar küfredenlerin üstünde tutacak olan da yine benim!” 5Mekhûl’den: Muâviye minberde konuşurken şöyle dedi:“-Resûlullâh (s.a.v)’ın şöyle dediğini işittim: “-İlim, öğrenmekle elde edilir. Fıkıh, çalışıb çabalamakla öğrenilir. Allâh, kim için hayır dilerse onu, dinde fakîh kılar. Allâh’dan, sadece onun âlim kulları korkarlar. Ümmetimden bir ğrub doğru yolda devam edecek. Bunlar diğerlerini emirleri altına alırlar. Muhaliflerine aldırmaz-lar. Kendilerine karşı gelenleri de önemsemezler. Onlar bu halde iken kıyâmet kopar!” 6Muâviye bin Ebî Süfyân’ın hayatını özetleyecek olursak:Hz.Ali (r.a) ve Ehl-i Beyt ile olan zahiri çekişmelerini, sertliğini, bir yana bırakacak olursak, Muâviye bin Ebî Süfyân devri İslâmiyet’ın yer yüzündeki beldelere yayılması açısından oldukça memnuniyet verici bir şekilde geçmiştir. Zira bu devirde, Herât bölgesi zaptedilmiş, Afrikaya bir çok seferler tertib edilmiş, Kudüs’deki Mescid-i Aksa tamir edilmiştir. Ayrıca, bir donanma ve bir ordu ile İstanbul muhasara altına alınmış, Afrika’da Kayrıvan şehri kurulmuştur. Sonra, Belh ve Kâbil şehirleri zaptedilerek İslâm devletinin ve İslâmiyet’in tesir sahası genişletilmiştir. Bunun yanında devletin içinde, devlet idaresi yeniden gözden geçirilerek bir düzene girmiştir.Muâviye bin Ebî Süfyân, Hicrî 60 yılının Receb ayında Miladi 680 yıllarında Suriye’nin Şam şehrinde vefât etmiştir. Resûlullâh (s.a.v)’ın kendisine ihsan buyurduğu bir gömleğe sarılarak, ağzına ve gözlerine Resûlullâh’ın tırnakları konarak cenaze namazı Dahhâk bin Kays el-Fihri tarafından kıldırılarak Şam’daki Küçük Kapı (Bab-ı Sağir) adındaki yere defnedildi. Muâviye bin Ebî Süfyân’in bilinen eşi, Fahite bint-i Karze bin Abdi Amr’dır.Muâviye bin Ebî Süfyân, vefâtında oğlu Yezid bin Muâviye için halktan bey’at almayı ihmal etmemiştir. Onun Hz.Ali (r.a)’a karşı olan davranışı ve oğlunun yerine hükümdar olarak geçmesini sağlaması için yapmış olduğu çabalar aleyhine birer puan almasına vesile teşkil etmiş ise de vahiy kâtibi olması, kurmuş olduğu İslâm devletinin hudutlarını çok genişletmesi ve ülkede birtakım imar faaliyetlerinde bulunması da kendi hanesine yazılacak birer müsbet puandır. Bu itibarla tarihî olayları tarihin içinde bırakmak en doğru olanıdır.Şam’da vefat ederken şöyle dediği de rivâyet edilir. “-Keşke adı sanı bilinmeyen biri olsaydım ve bu işlerle hiç uğraşma-saydım!”demiştir. 7Muaviye bin Ebû Süfyan’ın aile bireyleri:1-Meysun bint-i Bahdel bin Uneyf el-Kinâni. 2-Fahita bint-i Karaza. 3-İkinci eşi Fahita’nın vefatından sonra kız kardeşi Kenud bint-i Karaza ile evlendi. Ve Ümmü veledleri…Yezid, Abdurrahman ve Abdullah adında üç oğlu vardı. Oğulların-dan Abdullah özürlüydü çocuk yaşlarda iken öldü.Hind, Remle ve Safiyye adlarında üç kızı vardı.Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh onlardan râzı olsun.1- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-30-332-3342- M.Âsım Köksal İslâm Tarihi-2-669
3- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-4-1399
4- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-2021
5- Âl-i İmrân-55
6- M.Yusuf Kandehlevi Hadislerle Müslümanlık-5-1850
7- Camiu’l-usûl-1-175-Tercüme ve şerhi prof,Dr,S.Kemal Sandıkçı, prof. Dr.Muhsin Koçak. Ensâr Neşriyat.İstanbul-2008