Kâ’b Bin Züheyr Kimdir?
كَــعْـــبُ بْــنُ زُهـَـيــر
Baba Adı : Züheyr bin Rebiâ, künyesi Ebû Sülme dir.
Anne Adı : Bilgi yok.
Doğum Tarihi ve Yeri : Bilgi yok.
Ölüm Tarihi ve Yeri : Hicri 24-26. Miladi 647 yıllarında Medine- de vefat etti.
Fiziki Yapısı : Bilgi yok.
Eşleri : Bilgi yok.
Oğulları : Ukbe, Avvâm.
Kızları : Bilgi yok.
Gavzeler : Bilgi yok.
Muhacir mi Ensar mı : Bilgi yok.
Rivayet Ettiği Hadis Sayısı : Bilgi yok.
Sahabeden Kim ile Kardeşti : Bilgi yok.
Kabile Neseb ve Soyu : Kâ’b bin Züheyr bin Rebia (Onun künyesi Ebû Sülme idi.) bin Riyah bin Kurt bin el-Hâris bin Mazin bin Halave bin Sâ’lebe bin Sevr bin Huzme bin Latim bin Osman bin Amru bin Udde bin Tâbihâtü’l Müzeni’dir.
Lakap ve Künyesi : Kaside i Bürde’nin sahibidir
Kimlerle Akraba idi : Büceyr bin Züheyr’in kardeşi’dir.
Kâ’b Bin Züheyr'in Hayatı
Kâ’b bin Züheyr, Müzeyne kabilesine mensubtur. Babası muallaka şairi Züheyr, Kâ’b’ın dedesi, Ebû Sülme’nın asıl ismi Rebia’dır. Kardeşi Büceyr, oğlu Ukbe, torunları Avvâm ve Küreyd, halaları Hansâ ile Sülmâ da şair idiler. babası Züheyr, katıldığı bir savaşta elde edilen ğanimetlerin dağıtımında kendisine haksızlık yapıldığı düşüncesiyle kabilesinden ayrılıp hanımının kabilesi olan Ğatafan’a gitti. Bu sırada Kâ’b, babasının dayısı şair Beşâme bin Ğadir ile Beşâme ve Züheyr’ın babalığı Evs bin Hacer’in yanında kaldı: daha sonra da babası, kardeşleri Büceyr ve Sâlim ile birlikte uzun süre Ğatafanlılar arasında yaşadı.Şiir eğitimini, Büceyr ve Hutay’e ile birlikte babasından alan Kâ’b genç yaşta şiir söylemeye başladı. Babasının iyice yetişip olğunlaşmadan şiir söylemesini istememesine ve bütün engellemelerine rağmen kendisi şiir nazmetmeye devam etti. Şairlikte üstün yeteneğini kanıtladı ve şair Hutay’e onun şiirlerini belleyip nakleden râvisi oldu. Bu yıllarda Tay, Kureyş ve Hazrec kabilelerine karşı yapılan savaşlara katıldı.Kâ’b bin Züheyr, çok büyük şairdi. Babası da, kardeşi de, büyük şair idiler. Kâ’b, şairlikte kardeşi Büceyr’den, daha üstündü. Babaları Züheyr ise, her ikisinden, Kâ’b’dan da, Büceyr’den de, daha üstündü. Medine döneminin ilk zamanlarında çevresinden birçok kişi Müslüman olduğu halde Kâ’b ve diğer şair arkadaşları İslâm dinini ve Resûlullâh (s.a.v)’ı hicvetmeye devam ettiler. Kâ’b, İslâmiyeti kabul eden kardeşi Büceyr’i İslâm’dan vaz geçirmek için Resûlullâh’ı hicvettiği bir şiir söyledi.Resûlullâh (s.a.v) bunun üzerine Kâ’b’ın öldürülmesini istedi. Kâ’b, kabilesi Müzeyne’nin himayesine sığındıysada kabilesi onu kabul etmedi. Kâ’b bin Züheyr, Resûlullâh (s.a.v)’ı, şiirle hicv eden, ve onu yeren bir kişi olduğu için Mekke’nin fethi üzerine başlarını alıp kaçanlardandı.Babası Züheyr bin Ebî Sülmâ, Ehl-i Kitab meclislerine devam ederdi. Âhir zamanda bir Peyğamber’ın geleceğini onlardan işitmişti. Züheyr bir gece rüyasında gökten bir ip uzatıldığını, ona yapışmak için elini uzattığı halde, onu, tutamadığını görmüş, bunun, âhir zamanda gelecek olan son Peyğamber’e kendisinin yetişemeyeceğine yormuştu. O’na, yetişecek olur-larsa, imân etmelerini oğullarına vasiyet etmişti.Oğulları Büceyr bin Züheyr ile Kâ’b bin Züheyr, Resûlullâh (s.a.v) ile görüşmek üzre, Ebraku’l-Azzaf’a kadar gitmişlerdi. Ebraku’l-Azzaf, Beni Esed bin Huzeyme, bin Müdriklere aid meşhur bir su olup Basra’dan Medine’ye gelinen yoldadır. Rivâyete göre: Ebraku’l-Azzaf’da cin sesleri işitildiğinden, oraya Azzaf adı, takılmıştır.Büceyr bin Züheyr, kardeşi Kâ’b bin Züheyr’e: “-Sen, bu yerde dur. Ben, şu Zat’a (Resûlullâh’a) kadar gidip söyle-diği şeyleri bir dinleyeyim!”demişti.Kâ’b bin Züheyr de: “-Haydi git o adamla buluş! Ben, burada oturup seni bekleyeyim!”Deyince, Büceyr, Kâ’b’ı, orada bırakıp Resûlullâh (s.a.v)’in yanına gitmişti. Resûlullâh (s.a.v) ona İslâmiyet’i anlatıp Müslüman olmasını teklif edince, Büceyr, hemen Müslüman olmuştu. Kâ’b bin Züheyr, ise kardeşi Büceyr’in Müslüman olduğunu haber aldığı zaman, ona, çok şiddeli bir şekilde kızdı. Büceyr’e gönderdiği bir şiirinde: “-Yazıklar olsun sana! Sen, ananda babanda görmediğin bir dine girdin ha! Oysa ki, kardeşin de, o dinde değildir. Demek sen, Ebû Bekr ve Me’mun la (Resûlullâh’la) doyurucu iki kadeh içtin kendi dininden vaz-geçtin? Eğer, sen, böyle yapmadığını, dininde sebat ettiğini, bize açıklarsan, sana üzülmeyeceğim!”dedi.Büceyr bin Züheyr, kardeşi Kâ’b’ın bu şiirini gizlemeyi uygun gör-meyerek Resûlullâh (s.a.v)’e okudu. Resûlullâh (s.a.v)’de Kâ’b’ın kanının heder olduğunu ve dökülmesini helâl saydı. “-Kim, ona rastlarsa, Kâ’b’ı öldürsün!”buyurdu.Büceyr, bunu, Kâ’b’a yazdı. Kanının dökülmesi, Resûlullâh (s.a.v) tarafından helâl sayıldığını bildirdi. “-Başının çâresine bak!”dedi.Kâ’b bin Züheyr’ın, kendisi hakkındaki şiirine, şiirle verdiği cevab da- da, şöyle dedi:“-Benim şu söyleyeceklerimi Kâ’b’a kim ulaştırır ola? “-Ey Kâ’b bâtıl, boş diye yerdiğin bu dinden daha gerçeği, daha sağ-lamı var mı sende? Sen, kurtulmak istediğin zaman, Uzzâ’ya ve Lâta değil, bir olan Allâh’a yönel ve teslim ol ki, kurtula bilesin! Kıyamet gününde kaçılamayacak olan cehennem ateşinden, Müslüman ve temiz kalbli insan-lardan başkası kurtulamayacaktır. Züheyr’in dini ki, onun dini, hiç bir şey değildir boştur. Züheyr’in babası Ebû Sülme’nın dini de, bana haramdır!”Resûlullâh (s.a.v), Mekke fethi’nden sonra Huneyn ve Tâif Ğazvesi-‘nden döndüğü sırada da, Büceyr, kardeşi Kâ’b’a bir yazı yazmış ve o yazısında şöyle demişti: “-Resûlullâh (s.a.v) kendisini hicvedib yermiş, ve üzmüş olan Mekke- lilerden bazılarını öldürttü. Kureyş şairlerinden sağ kalan İbn-i Zibâ’râ ile Hübeyre bin Ebî Vehb ise, başlarını alıb kaçtılar. Eğer, canın sana gerekli ise, Resûlullâh’ın yanına çok acele gel! Çünkü, O, yaptığına pişman olarak yanına gelen kimseyi, öldürmez. İyi bil ki, Resûlullâh’ın yanına hiç bir kimse gelmemiştir ki kendisi, Allâh’dan başka bir ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Resûlü olduğuna şehâdet etsin de, Resûlullâh, onun Müslümanlığını kabul etmiş olmasın! Bu mektubum, sana vardığı zaman, Müslüman ol ve hemen gel! Eğer, sen, bu dediğimi yapmayacak olursan, yer yüzünden sığınıp kurtulabileceğin yere kadar başını al git, kurtul!”Büceyr’in mektubu, Kâ’b’a ulaşınca, dünya, onun başına dar geldi. Hayatından korkmağa başladı. Düşmanları ise: “-O, artık öldürülmüş demektir!”Diyerek yaygaraya ve onu büsbütün korkutmağa koyuldular. Bunun üzerine, Kâ’b, Medine yolunu tutmaktan, Müslüman olmaktan başka çare bulamadı. Medine’de ki, Cüheynelerden, aralarında tanışıklık ve dostluk bulunan bir adamın evine indi. Adam, ertesi günü, sabah namazı vaktinde Kâ’b’ı, Resûlullâh (s.a.v)’e götürdü. Resûlullâh (s.a.v) o sırada etrafında, halka halka oturan Asbabı’nın arasında bulunuyor, kâh dönüp o taraftaki- lerle, kâh dönüp bu taraftakilerle konuşuyordu. Kâ’b bin Züheyr, devesini Mescidin kapısında bırakıb içeriye girdi. Resûlullâh (s.a.v)’i, ğıyaben, sıfatları ile tanıyordu. Kendisini getiren Müzenili adam, Resûlullâh’ı, eli ile işaret ederek: “-İşte Resûlullâh! Kalk yanına var. Kendin için emân dile!”dedi.Kâ’b bin Züheyr, Resûlullâh (s.a.v)’in yanına kadar vardı, önüne oturdu. Elini, Resûlullâh’ın elinin üzerine koydu. Resûlullâh (s.a.v), Kâ’b’ı tanımıyordu. Kâ’b: “-Yâ Resûlallâh! Kâ’b bin Züheyr, tüm yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak Senden emân dilemeye gelmiş bulunuyordur. Ben, onu, Sana getirsem, ona, emân verir, kendisinin tevbesini ve Müslümanlığını kabul eder misin?”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Evet!”buyurdu.Kâ’b bin Züheyr: “-Şehâdet ederim ki, Allâh’dan başka ilâh yoktur. Sen de, O’nun Resûlüsün dür!”dedi.Resûlullâh (s.a.v), Kâ’b’a: “-Sen, kimsin?”diye sordu.Kâ’b bin Züheyr: “-Ben, Kâ’b bin Züheyr’im!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Demek, şu beyti söyleyen sensin ha?!”deyip, Ebû Bekr’e dönerek: “-Ey Ebû Bekr! Nasıl demişti?”diye sordu:Hz.Ebû Bekr, Kâ’b’ın o beytini okudu.Kâ’b bin Züheyr: “-Yâ Resûlallâh! Ben, bu beyti, böyle söylemedim!”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Yâ nasıl söyledin?”diye sordu.Kâ’b bin Züheyr: “-Ben, onu, ancak şöyle söylemiştim!”diyerek beyti okudu.Resûlullâh (s.a.v) beytte kendisinden Me’mun (Güvenilir kişi) diye bahis edildiğini görünce “-Evet! Vallâhi, Me’mun dur, Emin dir!”buyurdu.Kâ’b bin Züheyr : “-Ben Kâ’b bin Züheyr’im yâ Resûlallâh!”Diyerek kendisini tanıttığı zaman, Ensâr’dan birisi sıçrayıp ayağa kalktı ve: “-Yâ Resûlallâh! Beni, bırak da şu Allâh düşmanının boynunu vurayım?”dedi.Resûlullâh (s.a.v): “-Vazgeç ondan! O, üzerinde bulunduğu halden pişman ve hakka dönmüş olarak gelmiştir!”buyurdu.Kâ’b bin Züheyr, Ensâr’ın sözüne kızdı. Sonra da, Bânet Sü’ad diye anılan uzun kasidesini Resûlullâh (s.a.v)’in huzurunda okumağa başladı. Kâ’b, bu kasidesinde:“-Sevgilisi Sü’ad’ın boyunu, bosunu, huyunu hususunu, vefasızlığını ve bir sabah uzaklara çekip gittiğini, giderken de kalbini birlikte alıp götürdüğünü.... yana yakıla anlattıktan ve kendisini ona ulaştıracak yörügen devenin üstün vasıflarını birer birer saydıktan sonra asıl mevzua şöyle giriş yaptı:“-Süad’ın ayrılığı yetmiyormuş gibi, iki tarafa söz taşıyan rakibler, bana: “-Ey Ebû Sülma’nın oğlu! Sen, artık kendini ölmüş bil!” dediler.Kendilerine güvendiğim ve başvurduğum her dost ta: “-Biz, seninle uğraşamayız. Başının çaresine bak!”dediler.Ben de onlara:“-Öyle ise dedim, siz, beni serbest bırakınız. Rahman olan Allâh, her neyi takdir etmişse, o olur! İnsan oğlu ne kadar uzun yaşasa da, günün birinde teneşir tahtasının üzerinde taşınır. Resûlullâh’ın, beni öldüreceği bana haber verildi. Resûlullâh katında bağışlanmak umulur. Allâh’ın Resulüne özür dileyerek geldim. Çünkü, Resûlullâh’ın yanında mazeretler kabul olunur. İlahi hidâyeti ile, içi öğütler ve en yüce gerçeklerle dolu Kûr’ân-ı sana indiren Allâh hakkı için bana emân ver. Beni, rakiblerimin dedikodusuyla muâheze etme. Hakkımda pek çok söylentiler olmuşsa da, ben pek o kadar suçlu değilimdir.Ben, şimdi öyle bir makamda bulunu-yorum ki burada gördüğüm veişittiğim şeyleri bir fil görüp işitseydi, muhakkak titrerdi. Burada, beni, ancak Allâh’ın izni ile Peyğamber’in affına nail olmaktan başka bir şey kurtaramaz. Ben, yüce Peyğambere karşı hiç bir itirazda bulunmadan sağ elimi, O’nun adaletli eline uzatıyorum. Şimdi, söz, O’nun sözüdür. Bence en korktuğum şey, Kendisi ile konuştuğum zaman, bana: “-Sen, suçlusun, sen, sorumlusun!”denilmesidir.Bu Arslan, Arslanlar yurdu Asser ormanında yer yer sıralanan arslan yataklarının iç kesimindeki haşmetli yurdunda hüküm sürmektedir! Bu, öyle bir Arslandır ki, erkenden ava çıkar, çifte yavrusunu, yerlere parça parça serilmiş insan etlerile besler! Kendi akranı ile boğuştuğu zaman da, hasmını yerlere sermedikçe, meydanı terk etmeyi nefsine haram sayar! Onun heybetinden, çölün yırtıcı arslanlarının sesi kısılır. Onun dolaştığı yerlerde insanlar dolaşamaz! Onun yaşadığı vadide, gücüne, kuvvetine güvenen nice baba yiğitlerin silah ve elbileseleri paralanmış, kendileri kurda, kuşa yem olmuştur!”Şüphe yok ki, Resûlullâh, doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allâh’ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır. Mekke vadisinde Kureyş’in ileri gelenlerinden bir cemaat Müslüman oldukları zaman onlara, O söyleyicileri: “-Siz, buradan göç ediniz!”demişti.Onlar da, göç ettiler. Ancak, çarpışma sırasında zaif, silahsız ve müdâfasız olanlar, yerlerinde kaldılar. Evet, onlar, din ğayreti ile başları havada baba yiğitlerdir. Onların zırhları, sanki Davud Peyğamberin yapıp savaşta giydiği demir gömlektir. Uzun ve parlak zırhlarının sağlam ve metin büklümleri, ayrık otlarının halkaları gibi birbirine geçmiştir.Mızrakları düşmana saplanırken onlar şımarıklık etmezler. Bir yenil-giye uğradıkları zaman da, üzüntü duymazlar. Onların yürüyüşleri, asîl ak develer gibi pervasızdır. O kahramanlar, ancak yiğitçe saldırışları ile, kara yüzlü düşmana yüz geri ettirmeleri sayesinde kendilerini korurlar. Yara-landıkları zaman ancak göğüslerinden vurulurlar. Onların, ölüm denizleri-nin dalgalarından korkulan yoktur!”Kâ’b bin Züheyr:“-Şüphe yok ki Resûlullâh, doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için yüce Allâh’ın sıyırılmış, keskin ve yalın kılınçlarından bir kılınçtır! Mekke Vâdisi’nde Kureyş’in ileri gelenlerinden bir cemâat, Müslüman oldukları zaman, onlara, O deyicileri: “-Siz, buradan göç ediniz!”demişti. Mealindeki beyitlerine gelince,Resûlullâh (s.a.v) yanındaki Kureyş Muhacirlerine bakıp, gömleği-nin yeni ile işaret ederek: “-Dinleyiniz!”buyurdu.Rivayete göre:Kâ’b bin Züheyr (r.a), Bânet Sü’ad kasidesini okuyup bitirdiği zaman, Resûlullâh (s.a.v) sırtındaki Yemen işi Bürde’sini (hırkasını) çıkarıp onun omuzlarına attı veya giydirdi. Şairin kasidesine bundan dolayı:“Kasidetü’l-Bürde”adıyla meşhur oldu.Kâ’b bin Züheyr, Hicri 24-26. Miladi 645-47 yıllarında vefat etti.Muâviye bin Ebû Süfyan, Şam valisi iken Kâ’b bin Züheyr’e: “-Resûlullâh’ın Hırkasını bize sat!” diye haber saldı. Ona, on bin dirhem gönderdi.Kâ’b bin Züheyr (r.a): “-Ben, Resûlullâh’ın Hırkasını giymek hususunda hiç kimseyi, kendi-me tercih edemem!”diyerek, Muâviye’nin dileğini red etti.Kâ’b bin Züheyr vefat ettiği zaman, Muaviye, onu, Kâ’b’ın oğulların-dan yirmi bin dirheme satın aldı. Resûlullâh (s.a.v)’in, Kâ’b’a vermiş oldu-ğu bu mübarek Hırka, halifeden halifeye tevârüs edilerek geçti. Emevî saltanatının çöküşünden sonra ilk Abbasî halifesi Ebü’l-Abbas Seffah Abdullah bin Muhammed (Vefatı hicrî: 136) tarafından 300 altına satın alındı. Bayramlarda Abbasi Halifeleri tarafından giyilirdi.Halife Muktedir, öldürüldüğü zaman (Hicri 320), kanı, bulaşarak bu mübarek Hırka kirlendi. Bu Hırka’nın Moğolların Bağdat’ı istilâsı sıra-sında yandığı kaydedilir: Ancak daha sonra Hırka’nın yanğından kurtulmuş olduğu ileri sürülmüştür. Abbasiler, Mısır’a gelirken, o Hırka’yı yanlarında getirdiler.Yavuz Sultan Selim han, Mısır’ı alıp halife olduğu zaman, Mısır’daki Mübarek Emânetler arasında onu da, İstanbul’a getirmiştir.İbn-i Esîr’in (Vefatı hicrî: 630) zamanına kadar halifeler,Kastalânî’nin (Vefatı hicrî: 923) zamanına kadar da, Sultanlar nezdin- de buluna gelen ve bu gün, İstanbul’da Hırka-i Seâdet dâiresinde herkes tarafından ziyaret olunan bu mübarek Hırka hakkında Topkapı Sarayı Eski Müdürü Tahsin Öz (Hırka-i Seâdet Dairesi ve Emanât-ı Mukaddese) isimli kitabında şöyle der:“-1,24 boyunda geniş kollu olup siyah yünlü kumaştan yapılmıştır. İçi, kaba dokunmuş krem renk yünlü kumaş kaplıdır. Önünde sağ tarafın-da 0,23 x 0,30 eba’dın da bir parçası noksandır. Sağ kolunda da eksiklik vardır. Yer yer harab dır. Uzun yıllardan beri kumaşlar üzerinde devam eden tetkiklerimiz, bu kumaşın, o devre ait olduğu kanâtını vermektedir.Hırka-i Seâdet, müteaddid bohçalara sarılmış olduğu halde, 0,57-x 045 x 0,21 eba’dın da üstten açılır çift kapaklı altın bir çekmece içindedir. Bunun üzerinde, Sultan Abdülaziz tarafından yaptırıldığı ve şefaat talebi-ni, havi uzunca bir kitabe de bulunmaktadır. İş bu çekmece, ayrıca bohça-lar içinde olarak büyük bir altın sandukaya konulur. Bu da, Sultan Abdül-aziz tarafından yaptırılmış olup üzerinde:“Lâ İlâhe İllâllâh el-Melikü’l-Hakkü’l Mübîn Muhammed’ün Resûlullâhi’s-Sâdıku’l-Vâ’dü’l-Emin”yazılıdır. Dört ayaklı kaidesi de, altın kaplamalıdır.Not:Hırka-i Saâdet’in bu ebadda sultan üçüncü Murad tarafından yaptırılmış olan altın bir mahfazası daha mevcud dur. Bu, sanat itibari ile fevkalâde olup, ayrıca zümrüdlerle, bezenmiştir. Fakat, Sultan Abdülaziz, yeni mahfazayı yaptırınca, birincisi boş kalmış ve şimdi, hazinenin üçüncü salonunda teşhirde dir!” 1Kâ’b bin Züheyr’e aidolduğu rivâyet edilen bu Hırka, Hırka-i Saadet Dâiresinde bulunmakta ve iki cihan servetini hatırlatan mukaddes bir emanet olarak herkes tarafından Topkapı Sarayında ziyaret edilmektedir.Kâ’b’ın Kasîde-i Bürde’si Fransızca, İtalyanca ve diğer bazı dillere çevrilmiştir. Kâ’b’ın diğer kaside ve şiirlerini Şerhi Divanı Kâ’b İbn-i Züheyr ismiyle şerhedilmiştir.Muhadrem şairlerinden olan Kâ’b bin Züheyr (r.a) klasik kaside formuna tamamıyla bağlı olup meşhur kasidesine Câhiliye kasidesinin özel-liklerinden olan nesible (ğazel) başlamıştır. Başarılı teşbihler, ince tasvirler, darbımeseller ve hikmetli sözlerle, yer yer kullandığı ğarib kelimeler onun şiirinin özelliklerindendir.İlk defa Lette tarafından neşredilen (Leiden 1784) çok sayıda taştir ve tahmisi yapılan, nazireleri yazılan Kasidetü’l-Bürde’ye Ebû Said es-Sükkeri, Sa’leb, İbn-i Düreyd, İbn-i Hişâm en-Nahvi, Süyûti ve Bâcûri gibi birçok âlim yüze yakın şerh yazmıştır. Ayrıca Türkçe, Farsça, Latince, İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca gibi dillere çevrilmiştir.Kâ’b bin Züheyr (r.a) Hicri 24-26. Miladi 647 yıllarında vefat etti. 2Kâ’b bin Züheyr (r.a)’ın Resûlullâh’a gelişi Tâif Seferi’nden sonradır. Kâ’b’ın çocukları Ukbe ile Avvâm’da şair idiler. Ka’b bin Züheyr hakkında bundan fazla bilgimiz yoktur. 3Şüphesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.1- M.Âsım Köksal islâm Tarihi-16-43-51
2- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi-24-7
3- el-İsabe İbn-i Hacer el-Askalani-4-156-No-7416
İlginizi Çekebilecek Diger Sahabe Hayatları